Ana Sayfa Blog Sayfa 4148

Her zamankinden soğuk bir kış mı geliyor?

Bolu dağına ilk kar yağdı

Ekim’in başında İstanbullular paltolarını giydi. Birkaç gündür soğuk ve yağışlı hava etkisini gösterirken Bolu’ya ilk kar da yapdı. Kışın yüzünü erken göstermesi “bu kış her zamankinden soğuk mu geçecek” sorularının sorulmasına neden oldu. İklim değişikliği nedeniyle mevsimler kayarken ve beklenemedik iklim olayları artarken neden olmasın?

Bu soruya cevap vermek için Avrupa’da bu kışın aşırı soğuk geçeceğine dair uyarıları hatırlamak gerek. Örneğin meteorolog Joe Bastardi yaptığı tahminde iklim modellerinin 1950’lerin başlarında yaşandığına benzer aşırı soğuk bir Avrupa beklediğini söylemişti.

Dominik Jung'un tweet'i

Alman meteorolog Dominik Jung da Fransız meteoroloji servisi CFS’in grafiklerini kullanarak Ocak ayında aşırı soğukların beklendiğini yazmıştı. Jung’a göre Orta ve Doğu Avrupa’da dondurucu soğuklar Şubat ayında da sürecek.

Bakalım Avrupa’ya dair bu tahminler çıkacak mı ve Türkiye bu soğuklardan ne kadar etkilenecek. Risk almayı seven meteoroloji uzmanları için tahminler açılmıştır.

(NoTricksZone, Web.de, Yeşil Gazete)

4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü’nde sınırda etkinlik

İpsala Belediyesi’nin ev sahipliğinde,  Yunanistan  Hayvan Hakları Federasyonu ,Yunanistan Hayvan Hakları ve Çevre  Federasyonu ve Türkiye’de, Haytap’ ın(Hayvan Hakları Federasyonu) organizasyonunu yaptığı, pek çok sivil toplum kuruluşunun, akademisyenlerin, sanatçı ve ünlülerin katılımı ile etkinlik düzenlenecek.

4-5 Ekim 2013 tarihlerinde 2 gün olarak planlanan etkinlik 4 Ekim’de İpsala Sınır kapısında başlayacak. Sunumlar, Enez kalesi gezisi, Gala gölü turu, İpsala Bakımevi açılışı, çocuklar için boyama etkinliği olarak devam edecek.

Etkinlik ile ilgili detaylara buradan ulaşabilirsiniz.

 

YSGP Hayvan Özgürlüğü Çalışma Grubu: Hep birlikte, türcülüğe karşı mücadeleye!

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Hayvan Özgürlüğü Çalışma Grubu 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü dolayısıyla bir açıklama yaparak türcülüğe karşı çıktı ve herkesi türcülüğe karşı mücadeleye çağırdı.

Açıklama şöyle:

TÜRCÜLÜĞÜN OLMADIĞI BİR DÜNYA MÜMKÜN!

4 Ekim Hayvanları Koruma Günü olarak biliniyor. Bu özel günde “Hayvanları korumaya gerçekten de niyetimiz var mı?” sorusunu gündeme taşımamız gerektiğini düşünüyoruz. Hayvanları denek ve binek olarak kullanırken, yemek olarak etlerinden sütlerinden faydalanırken, deri ve kürk olarak üzerimize giymeye devam ederken, nasıl onları koruduğumuzu veya korumaya niyetimizin olduğunu iddia edebiliriz?

Hayvanların bu dünyada insanlar tarafından sömürülmesinin altında yatan zihniyeti, yani “Türcülük” düşüncesini sorgulamadan, bu sömürü çeşitlerine son vermemiz imkansız.

Türcülük Nedir?

İnsanın kendisini bu dünyayı paylaştığı diğer hayvanlardan üstün görmesidir. İnsan yeryüzündeki tek tür olmamasına karşın insan merkezci bir bakış açısıyla diğer türlere bir metaymış gibi davranmakta ve kendi menfaatleri doğrultusunda onları istedikleri gibi sömürmektedir. Türcülük dünyada en çok ölüme ve acıya sebep olan ayrımcılık türüdür.

Türcülüğün sonucu olarak, dünyada her yıl milyarlarca hayvan mezbahalarda öldürülüyor. Süt endüstrisinde dişi inekler insanlara daha fazla süt sağlamak için metal borularla tecavüze uğrayıp hamile bırakılıyor ve kendi yavrularını besleme hakkı elinden alınıyor. Kürk çiftliklerindeki hayvanların kötü koşullardaki esaret altında yaşamı, henüz canlı ve bilinçlilerken kürklerinin yüzülmesiyle sona erdiriliyor. Deney laboratuvarlarında her sene milyonlarca hayvan akıl almaz işkencelere maruz bırakılıyor. Doğal alanlarında tuzaklarla yakalanan pek çok hayvan sirklerde işkenceyle eğitilerek insanlara gösteri yapmaya zorlanıyor. Hayvanat bahçelerinde hayvanlar kafeslerde bir ömür esaret altında yaşıyor ve yakalandıkları psikolojik rahatsızlıklar sonucu kendilerine zarar veriyor. Yunuslar yunus parklarında daracık havuzlarda bir ömrü hapis olarak geçiriyor, fazla hareket edemedikleri için yavruları ölü doğuyor ve depresyona girip intihar ediyorlar. Tavuk çiftliklerinde tavuklar bir santimetre bile hareket edemeyecekleri kafeslerde istiflenmiş bir şekilde kendi dışkıları içinde yaşıyor, birbirlerine zarar vermemeleri için gagaları kesiliyor, erkek civcivler yan ürün sayıldığı için öğütme makinelerinde canlı canlı öğütülüyor. Evcil hayvanlar petshoplarda kafeslerde sağlıksız bir biçimde esir tutuluyor ve hediyelik eşya gibi alınıp satılıyorlar. Dünyanın her yerine beton uygarlığıyla yayılan insan, hayvanların yuvalarını yok ediyor ve onlara yaşayacak yer bırakmıyor.

Et Endüstrisinin Yol Açtığı Ekolojik Tahribatlar

Tüm bunlar sömürü çeşitlerinin sadece bir kısmı. Ayrıca türcülüğün sebep olduğu tek şey hayvan sömürüsü değil. Et endüstrisi dünyadaki kaynakları aşırı bir biçimde tüketirken, insanlara yeterli besini sunmuyor. Hayvancılıkta, hayvanlara insanların doğrudan doğruya yiyebileceği gıdalar yediriliyor. İnsanların tüketebileceği bir kilo hayvansal proteinin üretilebilmesi için danaya 21 kilo protein yedirilmesi gerekiyor. Yani, verilenin yüzde 5’inden azı geri alınabiliyor. Bitkisel besinler ete göre dönüm başına yaklaşık on kattan daha fazla protein veriyor. Zengin ülkelerde hayvan üreterek boşa harcanan gıda, gerektiği gibi dağıtılırsa, bütün dünyada açlık bir yana, yetersiz beslenme sorununu çözmeye yeter. Ayrıca et üretimi başka kaynakları da zorluyor. Besi ünitesinde yetiştirilen danalardan elde edilen bir kilogram bifteğin, 5 kilo tahıla, 20.000 litre suya, 8 litre benzine eş değer enerjiye ve 35 kilogram erozyona uğramış yüzey toprağına mal olduğu hesaplandı. Bitkisel besinler bütün bu açılardan kaynaklarımızın ve çevrenin çok daha küçük bir kısmını kullanıp bize daha fazla besin sağlıyor. Dahası, deri ve kürk endüstrisi atıklarıyla, su ve toprak gibi doğal kaynakları zehirliyor.

Yaşasın Türlerin Eşitliği!

Doğayı talan eden, insanları ve hayvanları köleleştiren kapitalizme karşı mücadele edilmesi gerektiği gibi, kapitalizmin beslediği ve bu sistemden daha eski olan türcülüğe karşı da mücadele edilmesi gerekiyor.

Biz insanların hayvanları kendi eğlencemiz için esaret altında tutmaya, onları doğal olmayan hareketleri yapmaya zorlamaya, kendimiz için çalıştırmaya, yine kendi menfaatimiz için deney laboratuvarlarında türlü türlü işkenceler yapmaya hakkımız yok. Aynı zamanda onları besin elde etmek için katletmeye ve sömürmeye de hakkımız yok, ve buna ihtiyacımız da yok. Bitkisel gıdalar insanların ihtiyaç duyduğu vitamin, protein ve mineralleri yeteri kadar sağlıyor, ve üretim esnasında daha az kaynak harcıyor. Dünya üzerinde her gün daha çok insan hayvan yemeyi, hayvansal gıdalar tüketmeyi ve hayvan sömürüsünden gelen herhangi bir şeyi kullanmayı reddederek vejetaryen ve vegan oluyor, hayvan özgürlüğü mücadelesine katılıyor.

Bir karar verip kendi hayatlarımızda değişiklik yapmak ve türcülüğe karşı mücadele etmek artık zaruridir, çünkü insanların diğer türleri sömürdüğü bir yeryüzünde barıştan ve eşitlikten söz etmek imkansızdır. Hep birlikte, türcülüğe karşı mücadeleye!

Türcülüğe karşı mücadelemiz hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz, sizleri bu Cumartesi günü 14:00-18:00 arasında Ankara Yüksel Caddesi’nde açacağımız Hayvan Özgürlüğü standımıza ve Pazar günü 14:00-17:00 arasında YSGP Ankara İl Binası’nda düzenleyeceğimiz “Hayvan Özgürlüğü: Etik, Ekoloji, Din ve Veganlık” başlıklı yemekli sunumumuza davet ediyoruz. Elbette ki menümüzün malzemeleri hiç hayvan sömürüsü içermeyen vegan yiyeceklerden oluşmakta.

Hayvan Özgürlüğü Standımıza Davet Bağlantısı:

https://www.facebook.com/events/167239476815005/

“Hayvan Özgürlüğü: Etik, Ekoloji, Din ve Veganlık” Sunumumuza Davet Bağlantısı:

https://www.facebook.com/events/1387332621501342/

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Hayvan Özgürlüğü Çalışma Grubu

IPCC raporunu uzmanlar anlatıyor

Ayrıntılar için afişe tıklayınız

Bilim insanları Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 5. Değerlendirme Raporu’nu (IPCC AR5) tartışıyor. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından düzenlenen panel 7 Ekim Pazartesi günü 13:00’de Merkez’in Karaköy’deki binasında yapılıyor.

IPCC’nin (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) merakla beklenen 5. Değerlendirme Raporu’nun (AR5) “Fizik Bilimleri” başlığını taşıyan birinci bölümü 27 Eylül günü Stockholm’de açıklandı. Konuyla ilgili gelişmeleri özel dosyamızdan okuyabilirsiniz.

Rapor iklim değişikliği biliminde son gelişmeleri bir araya getiriyor ve gezegeni bekleyen iklim değişikliklerine dair bilim insanlarının vardığı son uzlaşmayı ortaya koyuyor.

Toplantıda raporun önemli noktalarını IPCC AR5’e katkıda bulunan yazarlardan iklimbilimci Prof. Dr. Murat Türkeş anlatacak. Ardından iklim değişikliği üzerinde çalışan bilim insanları, Prof. Dr. Levent Kurnaz, Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen ve Açık Radyo yayın yönetmeni Dr. Ömer Madra raporu, dünyanın ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili önemli noktalarını ele alarak yorumlayacaklar.

Ümit Şahin‘in moderatörlüğünü yapacağı panel 7 Ekim Pazartesi günü 13:00’de Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Toplantı Salonu (2. Kat) Bankalar Caddesi, Minerva Han, Karaköy – İstanbul adresinde izlenebilir.

Katılımın serbest olduğu toplantının facebook etkinlik sayfası için tıklayınız.

(Yeşil Gazete)

Emrah Serbes’e ‘Recep Tazyik Erdoğan’ davası

Behzat Ç. dizinin senaristi yazar Emrah Serbes hakkında Başbakan, İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi’ne hakaret ettiği gerekçesiyle 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Yazar Emrah Serbes hakkında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , İçişleri Bakanı Muammer Güler ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya hakaret ettiği iddiasıyla 10 ay 5 günden 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Milliyet gazetesinden Esra Alus‘un haberine göre İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Bölükbaşı tarafından hazırlanan iddianame, İstanbul 18. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. “Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ettiği” iddiasıyla açılan davada Serbes hakkında, her bir mağdur için ayrı ceza kurulması istendi.

Serbes hakkında hazırlanan iddianamede, soruşturmanın BİMER’e iletilen e-posta gönderisinin işleme konulmasının ardından başladığı belirtildi. Serbes’in, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı’nın İstanbul Valiliği’nin Taksim’in kutlamaların dışında tutulması kararını televizyonda eleştirdiği kaydedilen iddianamede Serbes’in söylemlerinin kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçu ile TCK’nın 301. maddesi kapsamına girdiği öne sürülerek şikâyette bulunulduğu ifade edildi.

Emrah Serbes’in soruşturma sırasında verdiği ifade de iddianamede özet olarak yer aldı. Serbes’in ifadesinde, “1 Mayıs 2013’te mülki amirlik tarafından izin verilmemesine rağmen göstericilerin Taksim’e yürümek istediğini, çevik kuvvet ekiplerinin biber gazlı, tazyikli suyla eylemcilerin Taksim’e çıkarılmadığını, 17 yaşındaki bir genç kızın başına isabet eden gaz kapsülü sonucu yoğun bakıma kaldırıldığını, olayların başlangıcında duyarlı bir vatandaş, bir yazar olarak 1 Mayıs gösterilerine katıldığını söylediği” aktarıldı.

Serbes’in ifadesinin devamında “aynı gün akşam konuk olarak katıldığını programda 1 Mayıs olaylarının değerlendirdiği ve üzerine tazyikli su sıkıldığı için olaylarda Başbakan’ın da payının olduğunu düşünerek ironi yapıp ‘Recep Tazyik Erdoğan’ nitelemesini kullandığını, Başbakan’a hakaret kastıyla hareket etmediğini” beyan ettiği ve suçlamaları kabul etmediği anlatıldı.

Batan göçmen gemisinde ölü sayısı 300 civarında

İtalya, yaklaşık 500 Afrikalı göçmenin çoğunun sahilleri açıklarında batan gemide boğularak ölmesi ardından ulusal yas ilan etti.

Lampedusa adası açıklarında batan gemiden en az 103 kişinin cesedine ulaşıldı, fakat yetkililer ölü ve kayıp sayısının toplam 300 civarında olduğunu doğruladı.

Sahilden bir kilometrenin altında bir mesafede batan geminin içinde kalmış çok sayıda kişinin cesedine halen ulaşılmaya çalışılıyor.

20 metre uzunluğundaki gemiden 150’yi aşkın göçmen sağ olarak kurtuldu.

Birleşmiş Milletler çoğunluğunun Somali ve Eritreli olduğunu söylüyor.

Tunuslu kaptan tutuklu

İtalya İçişleri Bakanı Angelino Alfano, Lampedusa’yı ziyareti sırasında basına yaptığı açıklamada, geminin 35 yaşındaki Tunuslu kaptanının tutuklandığını söyledi.

Bakan, Tunuslu kaptanın geçen Nisan ayında İtalya’dan sınırdışı edilmiş olduğunu kaydetti.

Angelino Alfano, ”Bu bir İtalyan tradedisi değil, Avrupa’nın trajedisidir. Lampedusa adasını İtalya’nın değil, Avrupa’nın sınırı olarak düşünmek gerekir.” diye konuştu.

Cuma günü İtalya çapında bütün okullarda bir dakikalık saygı duruşu yapılacak.

İçişleri Bakanı Alfano, Libya’nın Misrata limanından kalkan geminin Perşembe sabahı Lampedusa’ya yaklaşırken motorunun durduğunun ve su almaya başladığının öğrenildiğini kaydetti.

Yakılan ateş yayıldı

Anlaşıldığı kadarıyla göçmenlerden bazıları yardım için çevreden geçen gemilerin dikkatini ateş yakarak çekmeye çalıştı. Ancak yakılan ateşin kısa sürede geminin geri kalanına yayıldığı düşünülüyor.

Bakan Alfano, ateşten korunmak için herkesin güvertenin bir tarafına akın etmesinden dolayı geminin alabora olduğunu söyledi.

Ölenler arasında en az üç çocuk ve iki hamile kadının bulunduğu açıklandı.

Birleşmiş Milletler, bu yılın başından Eylül sonuna dek İtalya’ya deniz yoluyla gelen göçmen sayısının 30 bini geçtiğini söylüyor.

Gelenlerin büyük çoğunluğu ülkelerindeki çatışmadan kaçan Suriye, Eritre ve Somali vatandaşları.

(BBC)

Tunceli Üniversitesi rektörü herkesi dağa davet etti

Tunceli Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, öğrencilere sert müdahaleye tepki gösteren öğretim üyesine “Sen polisimize karşı bunları nasıl dersin. Madem polisimize karşı bunları söylüyorsun dağa git” dedi.

Tunceli Üniversitesi’nin rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, üniversitedeki öğrenci olayları karşısında polisin sert müdahalesini eleştiren öğretim elemanlarına, “Sen polisimize karşı bunları nasıl dersin. Madem polisimize karşı bunları söylüyorsun dağa git” dedi.

Üniversitenin Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı olan Yrd. Doç. Dr. Alper Güven, daha önce Tunceli Üniversitesi’nde yaşanan öğrenci olaylarında, “Erkek polislerin kız öğrencilere şiddet uyguladığını, polislerin kız öğrencilerin üstlerini elleriyle aradığını” belirterek eleştirmişti. Rektör Boztuğ, Güven’e olan tepkisini aylar sonra, 17 Eylül tarihinde Güven ile birlikte üniversite öğretim üyelerinin de bulunduğu bir toplantıda gösterdi. Polisin müdahalesini savunan Rektör Boztuğ, Yrd. Doç. Dr. Güven’e, “Sen polisimize karşı bunları nasıl dersin. Madem polisimize karşı bunları söylüyorsun dağa git” diye seslendi.

Cumhuriyet gazetesinden Sinan Tartanoğlu’nun haberine göre, rektörün tavrını “ya sev ya terk et” anlayışına benzeten Eğitim-Sen, aynı zamanda sendika temsilcisi olan Güven’e yapılanların “mobbing” olduğunu belirtti. Sendikanın Tunceli Şubesi Başkanı Hasan Ölgün Boztuğ’a dava açacaklarını bildirdi.

Askerlik süresi kısalıyor

Başbakan Erdoğan, “Askerlik kısalacak. 12 ay olarak düşünüyoruz. Bu konuda bir taslak, bir çalışma var. Kısa dönem yine aynı 6 ay olarak devam edecek” dedi.
Televizyon programında canlı yayına katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Askerlik süresinin kısaltılmasıyla ilgili konuşan Erdoğan, “Askerliğin kısaltılması konusunda Milli savunma bakanlığı ve genelkurmay başkanlığı ile mutabığız. Askerlik kısalacak. 12 ay olarak düşünüyoruz. Bu konuda bir taslak, bir çalışma var. Kısa dönem yine aynı 6 ay olarak devam edecek” şeklinde konuştu.

Fevzi Özlüer: “Akkuyu’da atıklar, doğaya verilecek hasar ve santralın sökümü gibi konular ÇED dışı”

0

Akkuyu Nükleer santralının ÇED raporu için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda yapılan İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısına katılan Ekoloji Kolektifi’nden Av. Fevzi Özlüer, şirketin sunumunu ve ÇED sürecini BirGün Gazetesi’ne değerlendirdi. BirGün’den Doğu Eroğlu’nun yaptığı röportajda İnceleme ve Değerlendirme Komisyon’undaki bakanlık yetkililerinin ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu üyelerinin bile şirketin sunumunun rezalet bir sunum olduğunu kabul ettiklerini söyleyen Özlüer, olası bir kaza için hiçbir önlem planlanmadığını söyleyerek, ÇED raporunu “Atıklar, doğaya verilecek hasar, insanların yaşam alanlarına vurulacak darbe ve santralın sökümü gibi konuların ÇED dışında bırakıldığını gördük” diye özetliyor.

Fevzi Özlüer’in Akkuyu ÇED süreciyle ilgili verdiği bilgileri Birgün Gazetesi’nden aktarıyoruz.

» Akkuyu NGS ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nda Rosatom projeyle ilgili endişelerinizi giderebildi mi?

İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nun yaptığı toplantıya, görüş ve önerilerini sunmak üzere Greenpeace, TEMA, Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği ile Ekoloji Kolektifi katıldı. Önce Rosatom hazırlanan ÇED raporuyla ilgili bir sunum yaptı. Komisyondaki bakanlık yetkilileri ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu üyeleri de rezalet bir sunum olduğunu kabul ettiler. Katılan STÖ’ler projenin hayata geçirilmesi halinde ortaya çıkacak sorunları aktardı ama şirketin sunumu hiçbir soruya cevap vermedi. Atıklar, doğaya verilecek hasar, insanların yaşam alanlarına vurulacak darbe ve santralın sökümü gibi konuların ÇED dışında bırakıldığını gördük.

»Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu’na bağlı Rosatom’un ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluk alanları belli mi? Olası bir kaza durumunda sorumluluğu kim alacak?

ÇED raporuna göre şirketin tazminat sorumluluğu yok. Fukuşima felaketinden sonra santralı işleten TEPCO şirketi iflasını açıklamıştı. Burada da bir felaket halinde şirket devreden çıkabilir, sorumluluk tamamen devlete kalabilir. Akkuyu NGS’yle ilgili uluslararası sözleşmede tek taraf Rosatom fakat reaktörler ve pek çok nükleer ünite taşeronlara yaptırılıyor. Bir kaza halinde Rosatom ve Türkiye devleti aradan çekilecek, vatandaş kim olduğu belli olmayan uluslararası şirketlerle davalık olacak. Bu davalar yıllarca sürecek ve çoğu da sonuçsuz kalacak. Ortada 20 milyar dolarlık proje var zararı kimin üstleneceği belli değil.

»Felaket senaryolarında müdahale nasıl yapılacak? Tazminatlar kim tarafından ödenecek? Santralın bütçesinde olası kazalarda kullanılmak üzere bir yedek akçe belirlendi mi?

Projede hiçbir afet ve risk yönetim stratejisi yok. Sıradan bir inşaat çöktüğünde neler oluyorsa, nükleer bir felakette de aynısı olacak. Kızılay çadır kuracak, jandarmalar tekmeleyerek radyasyonu uzaklaştırmaya çalışacak. Ayrıca çalışanlara yönelik hiçbir tedbir de alınmamış. İnşaat işçilerinin geçici konutları, sağlık koruma bandı adını verdikleri 100 metrelik bölgenin içinde. Bu işçiler reaktörler inşa edilirken bile ölebilirler.

»Fukuşima’daki nükleer felaketin ardından TEPCO’nun yanlış yönlendirmesiyle, Japonya hükümeti tahliye bölgesini olması gerektiğinden daha dar bir alanla sınırlamıştı. Akkuyu’da yaşanabilecek bir nükleer kazada, planlanan tahliye stratejileri yeterli mi?

Kaza anında 5 kilometrelik yarıçaptaki vatandaşların tahliye edileceğini, 80 kilometre yarıçapındaki gıdaların tüketiminin yasaklanacağını belirtmişler. Aydıncık, Taşucu ve Silifke gibi yerleşim birimleri santral alanına yaklaşık 30 kilometre mesafede. O bölgede yaşayan 300 bin vatandaşı tahliye etme gibi bir planları yok. İsteseler de edemezler zaten!

»Santralın üretim ömrü dolduğunda nasıl söküleceği belli mi? Santral söküldükten sonra bölgede yaşam sürebilecek mi?

Santralın ömrünü tamamlamasından sonra nasıl söküleceğiyle ilgili hiçbir düzenleme yok. Orası belli ki bir nükleer mezarlık olacak. Enerji arzıyla elde edilecek kârı hesapladıklarını iddia ediyorlar ama pek çok ekonomik maliyeti görmezden geliyorlar. Bu maliyetlerle projenin ekonomik bir yönü kalmıyor. Demek ki bu, Türkiye’nin emperyalist bir bölge ülkesi olma stratejisi uyarınca girişilen siyasi bir projeden başkası değil.

»Nükleer santrallerle ilgili en ciddi tehdit, eskimiş nükleer yakıt çubuklarının güvenli biçimde saklanması. Eskiyen yakıt çubukları ve nükleer atıklar nasıl ve nerede saklanacak?

Atıklar Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçirilerek Rusya’ya götürülüp bir nükleer çöplükte saklanacak. Ama şirket bu taahhüdünü yerine getirmezse ne olacağı belli değil çünkü devletin hiçbir yaptırım gücü yok. Uluslararası sözleşme sadece santralin inşası ve teslimini kapsıyor. Atıkların nasıl bertaraf edileceği belli değil. Ruslar, “Biz bunları götürmüyoruz” derlerse devlet herhalde atıkları Toroslar’daki maden ocaklarına gömecek. Devlet nükleer santralleri kalkınma planına eklerken, “Atık sorununu çözmek kaydıyla” diye şart koymuştu. Kendi kalkınma planlarına da aykırı hareket ediyorlar yani.

»Santralın ihale şartnamesinde “teknolojik sınanmışlık” şartı vardı. Bu maddeye göre Türkiye’ye yapılacak santralın daha önce hayata geçirilmiş, güvenlik testlerinden geçmeyi başarmış bir model olması zorunluluğu getirilmişti. Ancak Akkuyu’ya yapılacak santral, daha önce inşa edilmemiş bir model olan VVER1200. Bu konuyla ilgili olarak hukuki işlem başlatacak mısınız?

Bu modelin risklerinin denetlenebileceğine ilişkin her türlü söylem tamamen kâğıt üstünde ve hayali. Alan çalışmasına dayanan hiçbir veri yok. Rosatom benzer bir modeli Hindistan’da yapmaya çalıştı ancak denenmemiş bir model olduğu için proje askıya alındı. Bu haliyle ÇED olumlu kararı çıkması halinde iptal davası için yargıya başvuracağız.

»Santrale ilişkin hazırlanan ÇED raporundaki çevresel önlemler sizi tatmin etti mi?

Santralde soğutma suyu olarak kullanılan deniz suyu tekrar denize verilecek. Sıcaklıktaki oynamalar deniz ekosistemini olumsuz etkileyecek ancak şirket bu sorunu pek dikkate almamış. 10 yıl önceki verileri kullanarak rapor hazırlamışlar ve “Nasıl ki canlılar evrimsel süreçte sıcaklığa uyum sağladılarsa, buradaki ısı değişikliğine de uyum sağlayacaklar” demişler. “Biz değil onlar düşünsün, gerekirse sudaki canlılar evrim geçirsinler” diyorlar yani!

Röportaj: Doğu Eroğlu – BirGün

Mersin Akkuyu’ya inşa edilmesi planlanan nükleer güç santralı (NGS) için yapılan ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında şirket yetkililerinin sunumu sivil toplum temsilcilerini ikna edemedi. Ekolojistlerin ve nükleer enerji karşıtlarının pek çok sorusunun yanıtsız bırakıldığı toplantıyı, Ekoloji Kolektifi üyesi avukat Fevzi Özlüer BirGün’e değerlendirdi. 

» Akkuyu NGS ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nda Rosatom projeyle ilgili endişelerinizi giderebildi mi?
İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nun yaptığı toplantıya, görüş ve önerilerini sunmak üzere Greenpeace, TEMA, Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği ile Ekoloji Kolektifi katıldı. Önce Rosatom hazırlanan ÇED raporuyla ilgili bir sunum yaptı. Komisyondaki bakanlık yetkilileri ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu üyeleri de rezalet bir sunum olduğunu kabul ettiler. Katılan STÖ’ler projenin hayata geçirilmesi halinde ortaya çıkacak sorunları aktardı ama şirketin sunumu hiçbir soruya cevap vermedi. Atıklar, doğaya verilecek hasar, insanların yaşam alanlarına vurulacak darbe ve santralın sökümü gibi konuların ÇED dışında bırakıldığını gördük.

ZARARI KİM ÜSTLENECEK
»Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu’na bağlı Rosatom’un ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluk alanları belli mi? Olası bir kaza durumunda sorumluluğu kim alacak?

ÇED raporuna göre şirketin tazminat sorumluluğu yok. Fukuşima felaketinden sonra santralı işleten TEPCO şirketi iflasını açıklamıştı. Burada da bir felaket halinde şirket devreden çıkabilir, sorumluluk tamamen devlete kalabilir. Akkuyu NGS’yle ilgili uluslararası sözleşmede tek taraf Rosatom fakat reaktörler ve pek çok nükleer ünite taşeronlara yaptırılıyor. Bir kaza halinde Rosatom ve Türkiye devleti aradan çekilecek, vatandaş kim olduğu belli olmayan uluslararası şirketlerle davalık olacak. Bu davalar yıllarca sürecek ve çoğu da sonuçsuz kalacak. Ortada 20 milyar dolarlık proje var zararı kimin üstleneceği belli değil.

»Felaket senaryolarında müdahale nasıl yapılacak? Tazminatlar kim tarafından ödenecek? Santralın bütçesinde olası kazalarda kullanılmak üzere bir yedek akçe belirlendi mi?
Projede hiçbir afet ve risk yönetim stratejisi yok. Sıradan bir inşaat çöktüğünde neler oluyorsa, nükleer bir felakette de aynısı olacak. Kızılay çadır kuracak, jandarmalar tekmeleyerek radyasyonu uzaklaştırmaya çalışacak. Ayrıca çalışanlara yönelik hiçbir tedbir de alınmamış. İnşaat işçilerinin geçici konutları, sağlık koruma bandı adını verdikleri 100 metrelik bölgenin içinde. Bu işçiler reaktörler inşa edilirken bile ölebilirler.

»Fukuşima’daki nükleer felaketin ardından TEPCO’nun yanlış yönlendirmesiyle, Japonya hükümeti tahliye bölgesini olması gerektiğinden daha dar bir alanla sınırlamıştı. Akkuyu’da yaşanabilecek bir nükleer kazada, planlanan tahliye stratejileri yeterli mi?
Kaza anında 5 kilometrelik yarıçaptaki vatandaşların tahliye edileceğini, 80 kilometre yarıçapındaki gıdaların tüketiminin yasaklanacağını belirtmişler. Aydıncık, Taşucu ve Silifke gibi yerleşim birimleri santral alanına yaklaşık 30 kilometre mesafede. O bölgede yaşayan 300 bin vatandaşı tahliye etme gibi bir planları yok. İsteseler de edemezler zaten!

NÜKLEER MEZARLIK OLACAK
»Santralın üretim ömrü dolduğunda nasıl söküleceği belli mi? Santral söküldükten sonra bölgede yaşam sürebilecek mi?
Santralın ömrünü tamamlamasından sonra nasıl söküleceğiyle ilgili hiçbir düzenleme yok. Orası belli ki bir nükleer mezarlık olacak. Enerji arzıyla elde edilecek kârı hesapladıklarını iddia ediyorlar ama pek çok ekonomik maliyeti görmezden geliyorlar. Bu maliyetlerle projenin ekonomik bir yönü kalmıyor. Demek ki bu, Türkiye’nin emperyalist bir bölge ülkesi olma stratejisi uyarınca girişilen siyasi bir projeden başkası değil.

»Nükleer santrallerle ilgili en ciddi tehdit, eskimiş nükleer yakıt çubuklarının güvenli biçimde saklanması. Eskiyen yakıt çubukları ve nükleer atıklar nasıl ve nerede saklanacak?
Atıklar Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçirilerek Rusya’ya götürülüp bir nükleer çöplükte saklanacak. Ama şirket bu taahhüdünü yerine getirmezse ne olacağı belli değil çünkü devletin hiçbir yaptırım gücü yok. Uluslararası sözleşme sadece santralin inşası ve teslimini kapsıyor. Atıkların nasıl bertaraf edileceği belli değil. Ruslar, “Biz bunları götürmüyoruz” derlerse devlet herhalde atıkları Toroslar’daki maden ocaklarına gömecek. Devlet nükleer santralleri kalkınma planına eklerken, “Atık sorununu çözmek kaydıyla” diye şart koymuştu. Kendi kalkınma planlarına da aykırı hareket ediyorlar yani.

İRAN’IN ATIĞI TÜRKİYE NÜKLEERİ
»Santralın ihale şartnamesinde “teknolojik sınanmışlık” şartı vardı. Bu maddeye göre Türkiye’ye yapılacak santralın daha önce hayata geçirilmiş, güvenlik testlerinden geçmeyi başarmış bir model olması zorunluluğu getirilmişti. Ancak Akkuyu’ya yapılacak santral, daha önce inşa edilmemiş bir model olan VVER1200. Bu konuyla ilgili olarak hukuki işlem başlatacak mısınız?
Bu modelin risklerinin denetlenebileceğine ilişkin her türlü söylem tamamen kâğıt üstünde ve hayali. Alan çalışmasına dayanan hiçbir veri yok. Rosatom benzer bir modeli Hindistan’da yapmaya çalıştı ancak denenmemiş bir model olduğu için proje askıya alındı. Bu haliyle ÇED olumlu kararı çıkması halinde iptal davası için yargıya başvuracağız.

»Santrale ilişkin hazırlanan ÇED raporundaki çevresel önlemler sizi tatmin etti mi?
Santralde soğutma suyu olarak kullanılan deniz suyu tekrar denize verilecek. Sıcaklıktaki oynamalar deniz ekosistemini olumsuz etkileyecek ancak şirket bu sorunu pek dikkate almamış. 10 yıl önceki verileri kullanarak rapor hazırlamışlar ve “Nasıl ki canlılar evrimsel süreçte sıcaklığa uyum sağladılarsa, buradaki ısı değişikliğine de uyum sağlayacaklar” demişler. “Biz değil onlar düşünsün, gerekirse sudaki canlılar evrim geçirsinler” diyorlar yani!

 

 

 

Çanakkale Boğazı mercanları koruma altına alınacak

Bozcaada kaynaklı Adaposta Gazetesinin haberine göre UNDP-GEF tarafından açıklanan yeni dönem Uluslararası projelerinde “Çanakkale Boğazı Mercan Projesi” desteklenmeye değer bulunan projeler arasında yer aldı.

Projenin içeriğinden bahseden proje danışmanı Dr. Barış Özalp yaptığı konuşmasında mercanların boğazın biyoçeşitliliğinde çok önemli rolleri olduğu, resmi kurumların desteği ile alanların koruma altına alınmasının ve çapa atımının yasaklanmasının elzem olduğunu belirtti.

Özalp konuşmasında ayrıca, amatör balıkçıların bilinçsizce attıkları çapaların mercan kolonilerinin üzerine düşerek kırılıp ölmelerine yol açtığını, 30 yılda büyüyebilen toplulukların tekrar eski haline gelmesinin olanaksız olduğu bilgisini verdi.  Projenin temel hedefinin mercanlarla ilgili farkındalık oluştururarak alanların koruma altına alınmasını sağlamak ve belirli bölgelerde balıkçı şamandraları konumlandırmak olduğu belirtildi

Truva Deniz Sporları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği tarafından yürütülen Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesinin ortak kurum olarak etkin olduğu projede boğazda geniş yayılım alanlarına sahip olan sert mercan kolonilerinin biyolojisi tanıtılacak, yaşam bölgeleri korunma altına alınmaya çalışılacak.

www.adaposta.com