Ana Sayfa Blog Sayfa 3911

ABD IŞİD terörünü havadan vurabilir

140805195005_isis_512x288_b_nocreditABD Başkanı Barack Obama Amerikan ordusuna, gerektiğinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü militanlarına karşı hava saldırıları düzenleme yetkisi verdi.

Barack Obama, Amerikan ordusunun, militanların Erbil’e ilerleyerek ülkesinin çıkarlarını tehdit etmesi halinde harekete geçeceklerini söyledi.

ABD’nin Erbil’de bir konsolosluğu bulunuyor. Amerikalı askeri danışmanların da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti olan Erbil’de görev yaptıkları biliniyor.

Obama Beyaz Saray’da yaptığı açıklamada ayrıca, Irak’ta IŞİD’in saldırıları nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalanlara havadan gıda yardımı yapılmasına onay verdiğini de duyurdu.

ABD Başkanı, “(Azınlıklara karşı) Olası bir soykırımı önlemek için dikkatli ve sorumlu bir şekilde hareket edebiliriz” dedi.

Öte yandan İngiltere ise ABD’nin insani yardımını mutlulukla karşıladığını söylerken, askeri olarak Irak’a müdahalede bulunmayacaklarını söyledi.

Başbakanlık ofisinden bir sözcü “Askeri bir müdahale planlamıyoruz” dedi.

Barack Obama, IŞİD’in Irak’ta Ezidilerin yok edilmeleri çağrısı yaptığını ve Irak hükümetinin kendilerinden destek istediğini söyledi.

Obama bununla birlikte Irak’ta herhangi bir kara harekatının söz konusu olmadığını ve ülkesini yeniden savaşa sürükleme niyeti olmadığını belirtti.

ABD, 2003’te müttefikleri ile birlikte işgal ettiği Irak’tan 2011 sonunda çekilmişti.

IŞİD ise Irak’ta son olarak ülkenin en büyük Hristiyan kenti Karakuş’u ele geçirmişti.

Kuzey Irak’taki on binlerce Ezidi ve Hristiyan örgütün son saldırıları sonrası evlerini terk etmişti.

IŞİD, Hristiyanların 2 bin yıldır yaşadığı bölgeyi yağmalamakla da suçlanıyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, Irak’taki son gelişmeler sonrası Perşembe günü acil bir oturumda toplanarak IŞİD’in saldırılarını kınamıştı.

Konsey uluslararası toplumdan, Irak hükümetine destek vermesini istemişti.

(BBC)

Küresel gerginlik doları yükseltiyor

page_kuresel-gerginlik-artti-dolar-yukseldi_614733166Uluslararası kredi derecelendirme şirketi Moody’s’in Türkiye’nin kredi notuna ilişkin kararını açıklaması öncesi dolar 2,18 seviyesini aştı.

Uluslararası kredi derecelendirme şirketi Moody’s’in Türkiye’nin kredi notuna ilişkin kararını açıklaması öncesi, küresel gerginliklerin de artmasıyla dolar 2.18 lirayı aştı. Rusya ve Ukrayna arasında artan gerilimin de artmasıyla küresel piyasalarda gelen satışların da etkisiyle gelişmekte olan piyasalardan çıkışın da artması doların yükselişini destekledi. ABD Başkanı Barack Obama’nın Irak’ta hava saldırılarına izin vermesinin ardından dolar daha da yükseldi.

Hürriyet’te yer alan habere göre, dolar, dün akşam saatlerindeki 2.1590 lira düzeyinden bu sabah 2.1835 liraya kadar yükseldikten sonra 2.1770 – 2.1780 lira düzeyinde hareket etti. Saat 09:30’dan itibaren yeniden yükselişe geçen dolar 2.1878 TL’ye kadar yükselerek 31 Mart’tan bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.

Dolardaki yükselişe paralel olarak, euro da 2.90 lira sınırını aştı ve 2.9160 liraya kadar çıktıktan sonra, 2.9090 lira düzeyine çekildi.

Jeopolitik risklerin artması, altın fiyatlarındaki tırmanışa da hız kazandırdı. Altının onsu, Obama’nın Irak’ta hedefli hava saldırılarına onay vermesinin ardından 1,320 dolara dayanarak 3 haftanın zirvesini gördü.

Moody’s bekleniyor

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin notuna ilişkin değerlendirmesi öncesinde Borsa İstanbul’da Irak ve Ukrayna’daki jeopolitik riskler nedeniyle riskten kaçınma eğilimiyle satış baskısının etkili olması bekleniyor.

Moody’s bugün Türkiye piyasaları kapalıyken, kredi notuna ilişkin değerlendirmesini yayınlayacak. Analistler, ağırlıklı olarak bir not indirimi beklemese de değerlendirmelerin tonunun önem taşıyacağını söylüyor.

BIST-100 endeksi açılışta yyüzde 1,07 kayıpla 77 bin 995 puanla açıldı.

TEB Yatırım Stratejisti Işık Ökte, “Moody’s’in Türkiye’nin kredi notuna ilişkin değerlendirmesinin indirimle sonuçlanmasını beklemiyoruz. Moody’s’in açıklamalarının negatif olmasını beklemekle birlikte, bunun para ve hisse senedi piyasalarında fiyatlandığını düşünüyoruz” dedi.

BIST’te satış baskısının sürebileceğine işaret eden Ökte’ye göre endeks kısa vadede 77,100 seviyesine kadar geri çekilebilir.

(T24)

İngiltere-Sheffield, Heeley City Farm (Kent Çiftliği) ziyareti izlenimleri 1 – Ceyhan Temurcu

Ankara Doğal Besin, Bilinçli Beslenme (DBB) oluşumu kurucularından Ceyhan Temürcü‘nün Heeley Kent Çiftliği ziyareti gözlemleri ile ilgili yazısını iki parça halinde sizlerle paylaşıyoruz

* * *

9-15 Temmuz arasında, Buğday Derneği‘nin de katılımcısı olduğu “Community Goes Farming” Leonardo projesi kapsamında, İngiltere Sheffield’da, Heeley City Farm‘ı (Heeley Kent Çiftliği) ziyaret ettik. Daha önce projenin diğer katılımcı ülkelerinde (Slovenya, Türkiye, Almanya, Polonya) buluşmalar olmuştu, İngiltere’de gerçekleşen buluşma bunların sonuncusuydu. Bizim ekipte bu kez Buğday’dan Mehmet Gürmen‘in yanı sıra yine Buğday’ın nazik daveti üzerine ben, İstanbul’dan Beyhan Büyükçarşılıoğlu ve Çanakkale’den Şebnem Kumtepe vardık.

12 ceyhan...

Öncelikle bu zengin deneyimi mümkün kıldıkları için bütün Buğday ekibine ve çok özel sefer arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Sheffield’da çok iyi ağırlandık (bunu biraz anlatacağım) ve çok eğlendik (bu kısmı bizde kalsın). Ben size neler gördüğümü anlatayım: Ekolojik çözümler, organik tarım, topluma hizmet, eğitim ve en çok da, “ortak niyetli bir topluluk” olmanın nasıl bir şey olduğuyla ilgili gözlemlerim.

Ev sahibi kuruluş Heeley City Farm idi. Kent bostanı veya bahçesi değil, kent çiftliği. Çünkü içinde çiftlik hayvanları da var. Şehrin merkezi bir yerinde yaklaşık 16 dönümlük bir arazide, 1981 yılında başlamış. O zamanda belediye, boş bulunan bu araziden bir yol geçirmek istemiş. Halktan gelen itirazlar üzerine projeden vazgeçilmiş. John ve arkadaşlarının girişimi ve mücadelesiyle burada bir mahalle bahçesi kurulmuş. Günden güne emek emek büyümüş ve şimdiki etkileyici haline kavuşmuş.

Heeley’de neler yapılıyor, kısa bir özet: 

9 ceyhan...

Çiftlikte organik sebze bahçeleri, seralar, keçi, at, tavuk, domuz gibi hayvanlar için açık alanlar ve barınaklar, bir ekolojik kafe ve bir enerji merkezi var. Zihinsel engelliler, yaşlılar, çocuklar ve dezavantajlı gruplar başta olmak üzere halka çeşitli eğitimler (bahçecilik, hayvancılık, el becerileri, …), ayrıca staj ve geçici/yarı zamanlı iş olanakları sunuyorlar. Giriş ücretsiz. Ziyaretçiler çiftlik hayvanlarını sevebiliyor, bahçe işlerine katılabiliyor. Çocuklara yönelik yabanıl yaşam kursları, herkes için tavuk yetiştirme vb. çeşitli kurslar var. Daha geniş düzlemde enerji verimliği gibi konularda bilgilendirme çalışmaları yapıyorlar. Yani bir tür uygulamalı halk eğitim merkezi gibi çalışıyorlar. Ayrıca dördü mahalle/topluluk bahçesi (“community garden“) olmak üzere kent çevresindeki 20 küçük bostanı yönetiyor veya destek sağlıyorlar.

Çalı Ev
Çalı Ev

6 ceyhan...

Daha fazla bilgi, gözlem ve biraz da yorum istiyorsanız devam edin… 

Sheffield şehri:

Sheffield’ın ilginç bir tarihsel arka planı var. Sanayi devriminin ana merkezlerinden biri. Çelik şehrin simgesi. Belli ki bir zamanlar endüstriyel üretim için, özellikle de savaş endüstrisi için çok önemli bir merkez olmuş. Dünyanın en iyi çelikleri hala burada üretiliyor, çatal-bıçak takımları meşhur. Ben Sheffield’ı bir karşıtlıklar şehri olarak algıladım. Bir yandan sermayenin gelişip palazlandığı, diğer yandan işçi hareketlerinin damgasını vurduğu ve sosyalist düşüncenin geliştiği bir yer. Bir yandan kitlesel/endüstriyel üretimin beşiği, diğer yandan ekoloji hareketinin öncü şehirlerinden biri. (Sosyalist iktisatçı Karl Polanyi’nin “çifte hareket” kuramını anmadan edemiyorum; serbest piyasanın yıkıcı etkilerine karşı toplumun koruma tedbirleri geliştirmesi tezi.) Bir yandan sanayi kaynaklı çevre kirliliğinden çok çekmiş, diğer yandan yemyeşil bir şehir merkezi ve kırsal çevre; serbest otlayan sürüler, yüzlerce yıllık ağaçlar.

Konakladığımız yer Wortley Hall idi. İlk olarak 18. yüzyılın sonunda inşa edilmiş büyük bir malikane veya han. Pek çok kez el değiştirmiş, İkinci Dünya Savaşı’nda askerlerce hor kullanılmış, sonrasında uzun süre metruk halde kalmış. 1951 yılında ise sendikalar (özellikle Trade Union) tarafından işçilerin dinlenme mekanı olarak tahsis edilmiş. Duvarlardaki fotoğraflarda, afişlerde, koridor ve oda isimlerinde, bir ölçüde de yönetim anlayışında sosyalist değerler yaşamaya devam ediyor. Burayı şimdi “kooperatifler sendikası”na üye bir “şirket” yönetiyor. İngiliz tarzı sosyal neoliberalizm mi desek? Yıllarca kullanılmamış olan, Walled Garden isimli büyük bir sebze-meyve bahçesi var. Burayı 2004’ten bu yana Heeley City Farm yönetiyor. Burada da organik tarımla ilgili pek çok etkinlik oluyor ve kurslar veriliyor. 

İngiltere genelinde tarımsal üretim: 

21 ceyhan...

İngiltere genelinde iklim koşulları doğal et ve süt üretimi için çok uygun, çünkü yılın her döneminde bol yağmur var. Serbest gezinen hayvan sürüleri çok. Sheffield çevresindeki gözlem o ki, hayvan ırklarını korumaya özen gösteriyorlar. Bizde sık rastlandığı gibi halı desenli karışık sürüler yok. Örneğin bir sürü tamamen Aberdeen Angus (bizim kara sığırlara çok benzeyen ama boynuzsuz bir et sığırı cinsi). Bir diğer sürü tamamen Jersey (Anadolu’ya da getirilmiş olan, “Cerse” olarak anılan hayvanlar). Sheffield’da yerel et çok lezzetli. Hayvanlar hep serbest yayıldığı için olmalı. İlkim koşulları çoğu meyve ağacı ve güneşsever sebzeler (domates, biber, patllıcan, …) için çok elverişli değil ama bunlar seralarda yetişebiliyor. Yeşil yapraklı sebzeler, soğanlı ve rizomlu bitkiler, şifalı otlar ve üzümsü meyveler için ideal.

İngiltere’nin tamamında endüstriyel tarım ve hayvancılık ürünleri pazara egemen. Çokça da ithal ürün var. Bir arazi edinip doğal/organik tarım faaliyeti başlatma imkanı çok sınırlı, çünkü yüzyıllar alan bir süreçte sermaye sahiplerinin büyük arazileri kapatmasıyla hem şehirde hem kırda toprak çok değerli (yani pahalı) hale gelmiş. Ne olsa de buralar bütün bu “özel mülkiyet” hikayesinin başladığı yerler. 15. yüzyıl sonlarında hayvan sürülerine otlak alanları açmak için başlayan, 17. yüzyıl ortalarında büyük ekim alanları açmak için hızlanan süreç içinde köylülerin yaşadığı, ekip biçtiği araziler devlet eliyle sermaye sahiplerine tahvil edilmiş. Toplumsal yapıyı paramparça eden bu aleni haydutluklar karşısında ayaklanan binlerce köylü katledilmiş. Yani buralar yüzyıllar içinde küçük aile çiftçiliğinin – ve yanı sıra vahşi doğanın – yok edildiği, kırsal arazilerin devlet eliyle sermaye sahiplerine sunulduğu, bu yolla bir yandan da şehirlerde ucuz emek gücünün toplandığı yerler. 21. yüzyıl Türkiye’siyle benzerlik görüyor musunuz?

Bütün bunların “ilerlemenin doğal sonuçları” olduğunu düşünüyorsanız ama pek emin de değilseniz, Karl Polanyi’nin şu değerlendirmelerine kulak veriniz (Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, Çeviren: Ayşe Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): “laissez-faire’in hiçbir doğal yanı yoktu. İşler oluruna bırakılmış olsa, serbest piyasalar hiçbir zaman ortaya çıkamazdı.” Toplumun doğal örgütlenme süreçlerinden kopuk bir piyasa sistemi baştan beri politik bir tasarımdı ve “böyle bir kurumun toplumun insani ve doğal özünü yok etmeden uzun süre yaşaması mümkün değildi.” Az önce Web’i karıştırırken rastladığım şu iki yazı da (Anarşist düşünür Kropotkin’in düşünceleri) tarımsal üretim bağlamında ilginç olabilir:

http://www.anarsi.org/arsiv.php?isl=oku&id=242&tip=1&ust=107

http://meydangazetesi.org/gundem/2014/05/kitap-pyotr-kropotkin-tarlalar-fabrikalar-ve-atolyeler-yarin/

Şimdinin İngiltere’sinde sosyal devlet denen bir şey var ve hala önemli ölçüde gücünü koruyor. Ama bir yandan da Londra’nın orta yeri sermayenin koca gökdelenlerine teslim oluyor.

Tarım-ekoloji-beslenme konularına dönersek, İngiltere kanserin dünyada en yaygın görüldüğü yerlerden biri imiş. Muhtemelen bu sebepten dolayı yerel / organik / doğal gıdalara talep gittikçe arttıyor. Londra’nın kenar mahallelerinde bile doğal ürün dükkanları (“Health Shops“) açılıyor. Kısa Londra gezimiz sırasında bir organik pazara (yerel üreticiler pazarı) da rastladık:

10 ceyhan...

Ne var ki yerel ve organik ürünler ulusal ve küresel konvansiyonel ürünlerle fiyat rekabetine giremiyor. Heeley City Farm’ın bahçıvanlarından Darren’in dediği gibi: “Büyük çaplı konvansiyonel sebze üretim dünyası başka bir dünya, onlarla yarışamayız. Güney İngiltere’de kocaman arazilerde ilaçlı tarım yapılıyor ve göçmen işçiler çok ucuza çalıştırılıyor”. Yani orada da, bizim (ben dahil) bir türlü vazgeçemediğimiz şu “ucuz gıda” arayışımızın açmazlarını görüyoruz. Şu bağlantıda bu hassas konuyla ilgili bir yazım: Gerçek Gıda Ucuz Olabilir mi?

Fotoğraflar: Mehmet Gürmen

Yazının ikinci bölümü 9 Ağustos 2014 Cumartesi günü Yeşil Gazete’de

41-Ceyhan-Temürcü

 

 

Ceyhan Temürcü

İstanbul’da Büyük Tufanı Beklerken – Yaşar Adanalı

2 Ağustos Cumartesi yaşanan şiddetli yağış ve hortumun ardından İstanbul’un en merkezi semtlerini ve İstiklal Caddesi gibi ana caddeleri de dahil olmak üzere birçok yerini su bastı, birçok insan mağdur oldu. Sosyal medyada kuraklık ile gündeme gelen İstanbul, bu sefer ‘sel’ ve bu sel ile baş edemeyen altyapısı üzerinden, bol mizah da içerecek şekilde konuşuldu.

Görünen o ki Türkiye & İstanbul’da her geçen gün iklim krizi derinleşiyor ancak iklime duyarlı mekan politika & tasarım uygulamalarını geliştirmek bir yana, tartışması dahi yapılmıyor. Aksine, rant odaklı kentsel dönüşüm uygulamaları ve inşa edilen mega projeler iklim krizini körüklüyor ve bu krizin sonuçlarıyla baş etmeyi de imkansızlaştırıyor. Mekânsal müdahaleler doğrudan kentsel ekolojik yıkımı beraberinde getiriyor. Ekolojik dengeyi sağlayan ve bu yüzden de Çevre Düzeni Planı’nda kentsel gelişmenin sınırlandırılması gereken alan olarak belirtilen Kuzey İstanbul, mega projelerle yok ediliyor. Gayrimenkul geliştiriciler ‘yeşil’ binaları ormanların, tarım alanlarının ve su havzalarının üzerine veya kıyısına kondurmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Taksim, Maltepe, Yenikapı Meydanı gibi beton deryalarının ısınma etkisi ve su ile toprak arasına çektikleri set, yani oluşturdukları geçirimsiz alanlar düşünülmüyor bile. Belediyenin ve müteahhitlerin peyzajdan anladığı son derece dışsal, dekoratif, ‘lale dikmek’ veya beton üzerine saksıda ağaç sergilemek ile eş anlamlı indirgemeci bir yaklaşım. Alt-üst yapı, yapılı-doğal çevre, insan-doğa ilişkisinin entegrasyonu yerine, bunlar birbirlerinden ayrı kategoriler olarak ele alınıyor.

Kısaca, İstanbul’un yaşadığı krizin ekolojik boyutu, kentsel ve demokratik boyutundan ayrı düşünülemez. Sadece “İstanbul yok ediliyor” feryatları ise, kentsel ekolojinin korunması ve iyileştirilmesi için gerekli yaklaşımları geliştirmek için yeterli değil. Kentsel ekoloji tartışmalarına katkıda bulunması açısından, önemli bir makalenin alt başlıklarını sunmak isterim. Jeffrey Kenworthy, 2006 yılında Çevre & Kentleşme (Environment & Urbanization) Dergisi’nde “Eko Kent: Sürdürülebilir Kentsel Gelişme için 10 Temel Ulaşım ve Planlama Boyutu” başlıklı bir makale yayınladı. Birer öneri olarak sunduğu ve derinleştirdiği bu 10 başlık, bugün İstanbul ve Türkiye kentleşmesi tartışmalarında son derece eksik bırakılmış olan ‘ekolojik yıkımın ötesinde nasıl bir kentleşme modelini aramalıyız’ sorusuna da iyi gelecek nitelikte. Aşağıda bu başlıkları verip İstanbul ile ilgili yansımalarına yer verdim:

1. Ekolojik kentin gıda üreten alanları, biyolojik çeşitliliği ve doğal çevreyi koruyan ve toprağı verimli bir şekilde kullanan karma kullanımlı, kompakt bir formu vardır.

İstanbul özelinde, gıdanın kente entegre bir şekilde üretilmesi ‘kentlileşme’ ve ‘modernleşme’ önünde bir engel gibi sunulsa da, asıl olarak muazzam arazi rantı barındıran bu alanların korunmasından duyulan bir korku açığa çıkmaktadır. Kent merkezinde yer alan tarihi ve aktif bostanların ise, ya belediyelerin parklar ve bahçeler müdürlüklerinin ‘peyzaj’ projelerinin ya da müteahhitlerin emlak projelerinin tehdidi altındadır. Mevcut kapalı site, rezidans, AVM, kampüs hastanesi, tema parkı gibi ‘kent adacıkları’ şeklinde mono fonksiyon ve yaygın bir şekilde izlenen kentsel gelişme modeli ise kompakt olmaktan çok uzaktır.

2. Ekolojik kent ve hinterlandı kentin gıda ihtiyacının büyük bir kısmını karşılarken doğal çevresi kenti kucaklar, kentsel mekana nüfus eder ve yapılı çevrenin içine sızar.

Bu oldukça önemli bir kentsel ekolojik prensip. İstanbul’da durum tam tersi vaziyettedir. Kentin yapılı çevresi, doğal çevresinin içine her geçen gün daha da fazla sızmakta, ekolojik alanlarını darmadağın etmektedir.

3. Özel olarak raylı taşıma vurgusu ile, bisiklet, yürüyüş ve aktarma altyapısı öne çıkartılacak şekilde karayolu altyapısının önemi azaltılır. Otomobil ve motosiklet kullanımı minimum seviyede tutulur.

Her ne kadar raylı sisteme yatırım yapılıyor olsa bile, bu otomobil kullanımını dengeleyip caydıracak bir politika çerçevesinde yapılmamaktadır. Haliyle, raylı sistemin genişlemesi trafiği de rahatlatamayacaktır. Örneğin, Marmaray ile raylı tüp geçidi devreye girerken, Avrasya Tüneli ile lastikli tüp geçidi de hemen projelendirilerek bireysel araç kullanımı teşvik edilmektedir. 3. Köprü ve bağlantı yolları, ve çevresinde gelişecek yeni kentleşme ile otomobil kullanımı azalmak yerine artacak, bu da genişlemekte olan karayolu kapasitesini de hızla dolduracaktır. Ayrıca otomobillerin ihtiyaç duyduğu park alanları da kentlinin kamusal mekanlarından, kentin ekolojik kaynaklarından karşılanmaktadır. İstanbul bisiklet ve yaya dostu olmaktan çok uzaktır. Mevcut bisiklet altyapısı ise sadece göstermelik bir şekilde, turistik bir makyaj olarak kurgulanmaktadır. Kent ulaşımının yükünü kısmen de olsa taşıyacak bir çözüm olarak düşünülmemektedir. Aktarma ise başlı başına bir sorundur: Mevcut toplu taşıma sistemi ne entegredir ne de ücretlendirmesi hakkaniyetli bir şekilde yapılmaktadır.

4. Ekolojik kentte atık, enerji ve su yönetimi için çevre teknolojileri yoğun bir şekilde kullanılır – kentin hayat destek sistemleri kapalı döngü sistemleri haline getirilir.

Kentin hayat destek sistemlerinin kapalı döngü sistemi olarak planlanmadığını, en son su baskınlarında da net bir şekilde gördük. Ayrıca yağmur suyu ile kirli suyu ayıracak, tekrar kullanacak bir altyapı mevcut değil. Kentsel müdahaleler sanki özellikle geçirimsiz yüzeyler yaratmak için yapılmaktadır. Yeni yapılan projelerin hemen hepsi yerin altına 20, 30 metre inmekte, ticaret alanı, kapalı otopark alanı derken suyun toprak ile bağını kopartmaktadır.

5. Ekolojik kentin merkezi ve alt merkezleri, istihdam ve konut alanlarının büyümesinin önemli bir kısmını özümseyecek şekilde, otomobil dışındaki ulaşım biçimlerini öne çıkartarak, erişim ve sirkülasyonu vurgulayan insan odaklı merkezlerdir.

Adeta enformel ve formel yollardan gelişmiş ‘mahalle’yi tarif eden bu boyut aslında İstanbul’un hızla yok edilen özelliklerindendir. Mevcut model, sürekli yeni kentsel gelişme alanları açmak, kamusal ve ekolojik alanlardan arazi yaratmak üzerine kuruludur. Yeni yapılan site tipi yapılar ise insan odaklı olmaktan uzaktır.

6. Ekolojik kentin, iyi yönetimi, kentte adaleti, toplumsallığı, ve kamusal kültürü dışavuran yüksek kalitede kamusal alanı vardır. Kamusal alan bütün ulaşım sistemini ve onunla ilgili bütün çevreleri içerir.

İstanbul’da kamusallık büyük bir saldırı altındadır. Bir yandan kamusal mekanlar özelleştirilirken öte yandan da kamusal alanlar ‘askerileştirilen’ polis tarafından sürekli bir olağanüstü hal (OHAL) altında kontrol edilmektedir. Bırakın kentlilerin kendisini, kentin seçilmiş yöneticileri bile İstanbul üzerinde söz sahibi olamamaktadır. Hükümetin başı aynı zamanda kentin de başı gibi hareket etmektedir.

7. Kentin fiziki yapısı ve kentsel tasarımı, ve özellikle kamusal alanları, son derece okunaklı, geçirimli, sağlam, çeşitli, zengindir. Görsel olarak ve insan ihtiyaçları için uygun hale getirilmiştir.

Kamusal mekanların ne yönde dönüştüğünü göstermesi açısından Taksim Meydanı’na yapılan müdahaleye veya Yenikapı Dolgu Alanı’na bakmak yeterli olacaktır. Genel olarak TOKİ ile cisimleşen kamu mimarisinin ise tasarım ile ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğu, karikatürize edilen ‘Selçuklu – Osmanlı Mimarisi’ ile yeterince vurgulanmıştır.

8. Kentin ekonomik performansı ve istihdam imkanları, inovasyon, yaratıcılık ve yerel çevresinin, kültür ve tarihinin eşsizliği ve kamusal alanlarının yüksek sosyal ve çevresel kalitesi ile maksimize edilmiştir.

İstanbul’un inşaata dayalı ekonomisi kentin yerel çevresinin, kültür ve tarihinin eşsizliğini yok saymaktadır. Adeta kenti Dubai’nin kötü bir kopyası yapmak için bir yarış sürdürülmektedir. Yarışan global kentler söylemi çerçevesinde, uluslararası finans merkezi olma temennisi ve gayrimenkul rantı üzerinden vahşi bir büyüme stratejisi izlenmektedir. İnovasyon adına kayda değer hiç bir gelişme gözlenmemektedir.

9. Kentin geleceğini planlamak, bir vizyoner ‘tartış ve karar ver’ sürecidir, bilgisayar güdümlü ‘öngör ve tedarik et’ değil.

Planlama katılıma kapalı ve çoğunlukla ‘projeleri kılıfına uydurmak’ şeklinde ele alınmaktadır. Planlar, yerleşim yerlerinin mevcut durumlarını ve buralarda yaşayanları yok sayarak yapılmaktadır. Haliyle ‘tartışma’ ve ‘birlikte karar verme’ söz konusu değildir.

10. Bütün kararlar sürdürülebilirlik temellidir, toplumsal, ekonomik, çevresel ve kültürel faktörleri ve kompakt, aktarma amaçlı kentsel form prensiplerini entegre eder. Böylesi karar alma süreçleri demokratik, içerici, güçlendiricidir, umudu yeşertir.

Muhtemelen İstanbul’da umudu yeşerten tek şey, ekolojik yıkım kararlarına karşı verilen, demokratikleşme taleplerini içeren toplumsal mücadele pratikleridir. Yoksa karar alma normu sürdürülemezlik temellidir.

Yaşar Adanalı – www.arkitera.com

Japon belediye başkanlarından Sinop’a ‘nükleer’ uyarısı

‘Nükleer Enerjisiz Japonya İçin Belediye Başkanları Topluluğu’nun (Mayors for a Nuclear Power Free Japan) yazdığı mektubu belediye başkanlarına vermek üzere Sinop’a gelen Yeryüzünün Dostları Derneği (Be a Friend of The Earth) Temsilcisi Akiko Yoshida, nükleer santralin yol açacağı zararlara dikkati çekti.

fft99_mf3230869

Yoshida, gazetecilere yaptığı açıklamada, Japonya’da nükleer santrale karşı olan belediye başkanlarının 2012 yılında bir araya gelerek Nükleer Enerjisiz Japonya İçin Belediye Başkanları Topluluğunu oluşturduklarını, topluluğun genel sekreterliğini Hiroko Uchara’nın yürüttüğünü söyledi.

Nükleer felaketlerin yaşandığı Japonya’da acının izlerinin varlığını sürdürdüğünü ifade eden Yoshida, “Nükleer Enerjisiz Japonya İçin Belediye Başkanları Topluluğu’nun Sinop’taki belediye başkanlarını uyarmak, nükleerin yol açtığı zararlara dikkati çekmek için Sinop’a geldim. Sinop, Gerze, Dikmen ve Erfelek belediye başkanlarına mektubu ilettim. Yerel yönetimlerin başındaki kişiler olarak sorumluluğumuz bu gidişata dur demek ve nükleersiz bir toplum için çabalamak” dedi.

Sinop’un güzel bir doğaya sahip olduğuna işaret eden Yoshida, şöyle konuştu:
“Sinop’taki nükleer karşıtı hareketi ilk defa tanıma fırsatı buldum. Bölgeye yakın belediye başkanlarının nükleer santrale karşı olduğunu öğrendim. Sinop ziyareti sırasında çevrede dikkatimi çeken, kadınların nükleer enerji santrallerine karşı olduklarını, bu konuda aktif olduklarını gördüm. Sinop’ta nükleer enerji olmadan hayat şu anda çok güzel. Hava, tabiat güzel. Nükleer santralin yapılacağı alanı gezdim. Alan çok güzel, orada ağaçların kesildiğini de gördüm. Bu üzüntü verici bir manzaraydı. Biz Japonya’nın Türkiye’ye atom enerjisi, nükleer enerji ihraç etmesine kesinlikle karşıyız.”

Yoshida’ya Sinop ziyaretinde Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği (International Physicians for the Prevention of Nuclear War) üyeleri Dr. Angelika Claussen ve eşi Dr. Alper Öktem eşlik etti.

Akika Yoshida’nın belediye başkanlarına ilettiği mektubun satır başları ise şöyle:
“Yerel yönetimleri ve vatandaşlarını gözetmekten sorumlu belediye başkanları olarak birinci ve en önemli görevimizin vatandaşlarımızın sağlığını korumak olduğunun altını çizmemiz gerekir. Otorite sahipleri olarak daima hatırlamalıyız ki bazı hükümet politikaları ekonomik faydalar sağlasalar dahi halkımız için çok büyük sıkıntı ve tehlike kaynağı olabilir. Bu sebeple vazifemiz, ekonomik veyahut siyasi çıkarların hiçbir koşulda vatandaşlarımızın sağlık ve mutluluğundan öncelikli pozisyonda olmadığından emin olmaktır. Bu düşüncelerimizin sonucu olarak çocuklarımızın sağlığını tehdit edebilecek ya da halk sağlığına uzun vadede olumsuz etkileri olabilecek kimyasal maddelerin hiçbir şekilde yönetimlerce kullanılmaması gerektiğine inanıyoruz.”

“Japon nükleer teknolojisini Türkiye’ye ihraç etme kararı Türkiye’nin aktif fay hatlarının detaylı analizlerinin henüz yayınlanmamış olmasına, projenin ekonomik sürdürülebilirliği olup olmadığının incelenmemiş olmasına ve her şeyden önemlisi yerel yönetimlerin ve vatandaşların rızası olmamasına rağmen alınmış bir karardır. Bu durumu son derece rahatsız edici buluyoruz ancak her şeye rağmen bu baskılayıcı ortamda sizin Sinop’ta nükleer santral inşaatına karşı kararlı duruşunuzdan cesaretlenmiş bulunuyoruz.”

(TimeTurk)

İstanbul’da sağanak yağış gümbür gümbür başladı

İstanbul’da dünden itibaren beklenen şiddetli yağış ve fırtına başladı.

BucEQBrIcAAkYqO
Fotoğraf: Hürriyet Daily

Havanın kararmasıyla sokak lambalarının yandığı kentte, trafikteki araçlar da farları açık seyahat ediyor.

Zincirleme trafik kazası

Küçükçekmece E5 karayolunda sağanaktan dolayı yaklaşık 6 aracın karıştığı hasarlı zincirleme trafik kazası meydana geldi.

Avcılar’da bazı rögarlarda aşırı yağmur nedeniyle taşkınlar meydana geldi. Su birikintilerinden dolayı araçlar yol almakta zorlanırken, trafik oldukça ağır ilerliyor.

Yağmura hazırlıksız yakalanan bazı vatandaşlar, köprü ve saçak altlarına sığınarak yağmurdan korunmaya çalışıyor.

 

Yeşil Gazete, Yerel Çevre Muhabiri bulmak için yollarda

Yeşil Gazete yerel haber muhabiri Büşra Akman tarafından yazılan ve Sivil Düşün tarafından desteklenen “Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı Projesi” kapsamında Büşra Akman ve Alper Tolga Akkuş, Ağustos ayı içinde Mersin’den Dersim’e 10 ilde buluşmalar gerçekleştirecek. Güzergah Mersin-Adana-Nevşehir-Gaziantep-Hatay-Van-Batman-Mardin-Diyarbakır ve Dersim olarak belirlendi.

Mersin'deki ilk buluşmanın adresi Mersin LGBT 7Renk Derneği oldu
Mersin’deki ilk buluşmanın adresi Mersin LGBT 7Renk Derneği oldu

İlk iki buluşmanın Mersin ve Adana’da 4 ve 5 Ağustos tarihlerinde tamamlandığı “Yerel Çevre Ağı Buluşmalarının” üçüncü durağı 9 Ağustos’ta Nevşehir.

Vegan ile vegan beslenme, Ortopedik engelli birey ile fizik tedavi hareketleri

Vegan Beslenme tecrübesi 4 Ağustos itibarı ile başladı. İlk gün mönüsü, "Tarsuslu Murat Usta'nın yerinde Mercimek Çorbası eşliğinde Humus ziyafeti"
Vegan Beslenme tecrübesi 4 Ağustos itibarı ile başladı. İlk gün mönüsü, “Tarsuslu Murat Usta’nın yerinde Mercimek Çorbası eşliğinde Humus ziyafeti”

Yerel Çevre Muhabiri Ağı Seyahatlerinin bir diğer özelliği de Yeşil Gazete seyyahlarının özel durumları. Vegan Büşra ile yola düşecek Alper, bu proje süresince vegan beslenmeyi deneyimleyip kendi tecrübelerini paylaşacak. Ortopedik engelli Alper‘in her sabah fizik tedavisi için gerekli fizyoterapi hareketlerinde ise Büşra ona eşlik edecek. Seyyahlarımız bu vesileyle proje kapsamını da genişleteceklerini öngörüyorlar.

Yerel Muhabir Ağı’nın Sayfası

Yerel Muhabir Ağı’nın kendine ait bir blog adresi de var. Yeşil Gazete seyyahları tüm macerayı adım adım yerelmuhabirler.blogspot.com.tr/üzerinden aktaracak. Blogun dışında Yeşil Gazete’den de gelişmeleri takip edebileceksiniz.

Yerel Muhabirlerin facebook sayfasına ise buradan ulaşabilirsiniz

Proje hakkında biraz daha fazla bilgi edinmek isteyenler için: Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı, nedir, ne yapacaktır?

(Yeşil Gazete)

KONDA’ya göre seçim sonuçları

Araştırma şirketi KONDA, ilk turu 10 Ağustos Pazar günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için tahminlerini açıkladı.
KONDA, yüzde 99 güven aralığında hata payını artı-eksi yüzde 2,6 olarak duyurduğu son araştırmasına dayandırdığı oy oranlarına ilişkin tahminlerini, Tayyip Erdoğan için yüzde 57, Ekmeleddin İhsanoğlu için yüzde 34, Selahattin Demirtaş için de yüzde 9 olarak açıkladı.

xkonda-1.jpg.pagespeed.ic.0KaAPdokTi

Santraller için 7 ayrı bölgede ‘acele kamulaştırma’ kararı

0

Bakanlar Kurulu, rüzgar enerjisi santralleri (RES), hidro elektrik santralleri (HES) ve elektrik iletim hatları için yedi ayrı “acele kamulaştırma” kararı aldı.

yyavuz-senoz-hes

Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında harita ekleriyle yayınlanan kararlara göre, Ordu, Balıkesir, Manisa, Siirt, Muğla, Artvin ve Mersin illerini kapsayan çeşitli bölgelerde “acele kamulaştırma” yapılacak.

Buna göre, 380 kV Ordu-Reşadiye enerji iletim hattı projesi kapsamında bazı taşınmazlar Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Balıkesir ilinde kurulacak Kapıdağ Rüzgâr Enerji Santralinin yapımı amacıyla da bazı taşınmazlar Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Manisa ilinde kurulacak Kuyucak Rüzgâr Enerjisi Santralinin yapımı amacıyla bazı taşınmazlar Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Siirt ilinde kurulacak Çetin Barajı ve Hidroelektrik Santralinin yapımı amacıyla bazı taşınmazlar da Hazine adına tescil edilmek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Mersin ili Çamlıyayla Havza trafo merkezi projesi kapsamında bazı taşınmazlar da Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Artvin ili Alanbaşı – Yeni Tortum enerji iletim hattı projesi kapsamında bazı taşınmazlar Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından “acele” kamulaştırılacak.

Muğla kurulacak Akyar Rüzgâr Enerjisi Santralinin yapımı amacıyla bazı taşınmazlar da Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından “acele” kamulaştırılacak.

(DHA)

2014 Pekin Uluslararası Kitap Fuarı’nın onur konuğu Türkiye

pekin-300x191Türkiye 27-31 Ağustos 2014 tarihlerinde düzenlenecek Pekin Kitap Fuarı’na onur konuğu olarak katılacak.

İpek Yolu’nun batı ve doğudaki iki kapısı olan Türkiye ve Çin arasındaki geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan ve günümüzde sağlam kültürel bağlara dönüşen ilişkilerin daha da kuvvetlenmesini sağlamak üzere 2012 Türkiye’de Çin Yılı, 2013 ise Çin’de Türk Yılı olarak ilan edildi ve karşılıklı olarak kültür ve sanat ürünlerini tanıtmak için çok sayıda etkinlik düzenlendi. Bu etkinliklerin devamı olarak da, 2012 yılı Kasımında o dönemdeki adıyla Çin Halk Cumhuriyeti Basın ve Yayın Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan mutabakat zaptı gereği Çin, 2013 Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’na onur konuğu olarak katıldı. Yine aynı mutabakatın gereği şimdi sıra Türkiye’de.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Uluslararası Kitap Fuarları Türkiye Ulusal Organizasyon Komitesi işbirliği ile gerçekleştirilen hazırlık çalışmaları neticesinde onur konukluğu logosuna ve “Bütün Renkleriyle Türkiye” sloganına yaraşır şekilde zengin bir etkinlikler programı hazırlandı. Programa İstanbul Ticaret Odası, Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı ve Türk Hava Yolları da destek veriyor.

Fuar alanında toplam 932 m2’lik alanda kurulacak üç ayrı stantta onur konukluğu sunumu gerçekleştirilecek. Bu stantlarda Türkiye’den 20 yayınevi ve dokuz telif ajansı yerlerini alacak. Stantlarda ayrıca Türk edebiyatının güncel ve klasik ürünlerinden oluşan yaklaşık 3 bin eserlik bir kitap sergisi gerçekleşecek.

Çocuk ve gençlik yayınlarına ise özel bir yer ayrılacak ve bu bölümde bir de illüstrasyon sergisi gerçekleştirilecek. Hat, tezhip ve ebru gibi geleneksel el sanatlarına ilişkin canlı performansların da sunulacağı stantlarda fuar ziyaretçileri Türk kültürünü birebir deneyimleme şansını elde edecekler.

Ulusal sergiler ise onur konukluğu sunumunun en çarpıcı bölümlerinden birini oluşturacak. Ulusal sergiler bölümünde Türk Hava Yolları’nın Skylife Kültür Destinasyonları Sergisi’ne; Çin’den Görünen Osmanlı Sergisi, Anadolu Halk Oyuncakları Sergisi ve Kubbeler Dijital Sergisi eşlik edecek. Türkiye ulusal stantlarında ayrıca Türk ekslibris sanatçılarının eserlerinden oluşan bir sergi gerçekleştirilecek.

Onur konukluğu programı kapsamında ayrıca, Türkiye’nin önde gelen yazarlarının katılımıyla Türk edebiyatını çok yönlü olarak tanıtmayı amaçlayan birçok edebi etkinlik düzenlenecek. Paneller, söyleşiler ve sunumlardan oluşacak 30 kültür ve edebiyat etkinliğine yazarlar, sanatçılar, yayıncılar, telif ajansı yetkilileri ve akademisyenlerden oluşan yaklaşık 120 kişilik bir grup katılacak.

Etkinlikler programının bir diğer önemli bölümünü de Türk yayıncılık sektörünün tanıtılacağı profesyonel etkinlikler oluşturuyor. Fuara katılımları Kültür ve Turizm Bakanlığınca desteklenen 20 yayınevi ve dokuz telif ajansının kendilerine ayrılan özel bölümlerde yapacakları profesyonel görüşmelere ek olarak; Çinli ve Türk yayıncıları bir araya getirecek bir özel buluşma etkinliği de düzenlenecek. Profesyonel programda ayrıca Türk yayıncılığının tüm yönleriyle tanıtılacağı beş panel yer alacak. Bu paneller kapsamında; Türkiye’de yayıncılığın sektörel gelişimi ve son yıllarda gerçekleştirdiği büyük atılım, FATİH Projesi ve eğitimde dijital uygulamalar alanında Türkiye ve Çin arasındaki yeni işbirliği olanakları, Türkiye’de telif hakları sistemi ve Türkçeden yabancı dillere çeviri hareketi gibi konular ele alınacak.

Pekin’de Türkiye’nin gerçekleştireceği onur konukluğu sunumunun en önemli tanıtım araçlarından biri de Türk edebiyatının dışa açılımına yönelik uluslararası alanda yürütülen faaliyetlerin en önde gelenlerinden biri olan TEDA Çeviri ve Yayın Destek Programı olacak. TEDA’nın tanıtımı amacıyla Pekin Kitap Fuarı’nda bir panel düzenlenecek ve Türkiye ulusal standında TEDA’ya özel bir alan oluşturulacak. Bu alanda, TEDA kapsamında çevirisi desteklenerek yurtdışındaki yayıncılar tarafından basımı gerçekleştirilen eserlerden önemli bir bölümü fuar ziyaretçilerinin ilgisine sunulacak.

“Onur Konuğu Türkiye” etkinlikler programının açılışı ise Rénmín Dàhuìtáng (Great Hall of the People)’da gerçekleştirilecek konser organizasyonu ile yapılacak. Bu konserde klasik Türk müziğinden örnekler sunulacak.

Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’nin onur konukluğu sunumunun Çin kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görebilmesi için çeşitli tanıtım çalışmaları gerçekleştiriyor. Bu çerçevede, çeşitli kataloglar, kitapçıklar ve promosyon malzemeleri ile Web siteleri ve dış mekânlara özel reklamlar hazırlandı.

(Edebiyat Haber)