Ana Sayfa Blog Sayfa 2506

Erkek Japon bakan buyurdu: Kadınlar işe topuklu ayakkabıyla gitmeli

Japonya’da kadınların işyerlerinde zorunlu tutulan topuklu ayakkabıya karşı açtığı kampanyaya, Sağlık ve Çalışma Bakanı’ndan yanıt geldi: Gerekli ve uygun bir uygulamadır.

Japonya’nın Çalışma ve Sağlık Bakanı Takumi Nemoto, kadınların sosyal medyada topluklu ayakkabı zorunluluğuna karşı başlattığı kampanyaya yanıt verdi ve kadınlar için “uygun olanın işe topuklu ayakkabılarla gitmeleri olduğunu” söyledi.

Meclis’teki bir oturum sırasında bakan Nemoto’ya, işverenlerin uyguladığı topuklu ayakkabı zorunluluğuna karşı başlatılan kampanya soruldu. Bakan Nemoto topuklu ayakkabı zorunluluğu için “Sosyal açıdan kabul gören bir durum var. Mesleki açıdan gerekli ve uygun olan mevcut uygulamadır” dedi.

İşverenlerin kıyafet yönetmeliklerinde topuklu ayakkabı zorunluluğu şart koşmasını engelleyecek bir yasal düzenleme çağrısıyla toplanan imzalar Salı günü Çalışma Bakanlığı’na iletilmişti. Bildiriye 20 bin kadın imza atmıştı.

‘Ülkedeki tüm şirketlerde zorunlu’ 

Yazar ve aktris Yumi İşikava tarafından başlatılan “#KuToo” adlı kampanya, ismini Japonca’da ayakkabı anlamına gelen “kutsu” ve acı anlamındaki “kutsuu” kelimelerinden alıyor. İşikava geçtiğimiz aylarda attığı bir tweet’te, bir cenaze evinde ek iş kapsamında çalışırken topuklu ayakkabı giymeye zorlanmasından şikâyet etmiş; “Birçok insanın aynı sorunla karşı karşıya olduğunu fark edince bu kampanyayı başlatmaya karar verdim” demişti.  Kadın hakları savunucuları, seçtikleri etikette bir yandan bu kelimeleri birleştirirken, diğer yandan da geçen yıl kadına yönelik şiddet ve tacizi protesto etmek üzere başlatılan #MeToo (Ben de) hareketine gönderme yapıyor.

Kampanyaya destek verenler, Japonya’daki şirketlerin neredeyse tümünde kadınlar için topuklu ayakkabı giyme zorunluluğu olduğunu söylüyor.

 

Tarım Raporu: Çiftçi sayısı düştü, borç ve ithalat arttı

CHP’nin tarım raporuna göre tarım alanları azaldı, çiftçi üretimden uzaklaştı, tarımsal üretim geriledi, ihracat ithalatı geçti.

CHP’nin Tarım Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Orhan Sarıbal’ın hazırladığı tarım raporunda, Türkiye’deki tarım alanlarının 2002’ye göre 3.3 milyon hektar daralarak 23.2 milyon hektara düştüğü belirtildi. Raporda, aynı dönemde 661 bin 519 çiftçinin üretimden ayrıldığı, tarım sektöründe çalışan kişi sayısının 2 milyon 663 bin azaldığı kaydedildi.

Sarıbal’ın “Üretim Yapamayan Tarım Ülkesi Türkiye” başlığıyla hazırlayıp CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısına sunduğu raporda öne çıkan başlıklar şöyle:

Tarımsal üretim geriledi: Türkiye nüfusu her yıl 1 milyona yakın artarken, tarım alanları ve tarımsal üretim geriledi. 2002’de 26.5 milyon hektar olan tarım alanları, 2018’e kadar 3.35 milyon hektar azalarak 23.2 milyon hektar alana düştü. Üretimden düşen tarım alanları yaklaşık iki Trakya bölgesi kadar büyüklüğe ulaştı.

Tarımsal büyüme azaldı: 2002 yılında tarımın Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasındaki payı yüzde 10.27 oranındayken, bugün bu oran yüzde 5.76’ya geriledi. Tarım sektörünün büyüme hızı 2002 yılında yüzde 8.7 olurken, bugün oran yüzde 1 seviyesinde.

Çiftçi sayısı düştü: 2003’te 2 milyon 765 bin 287 kişi çiftçi kayıt sistemine kayıtlıyken, 2018 sonu itibarıyla bu rakam 2 milyon 103 bin 765 kişiye düştü. Başka bir deyişle 661 bin 519 kişi üretimden ayrıldı.

Üreticiye hakkı verilmedi: 006’da çıkarılan tarım yasasının öngördüğü tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak payın milli gelirin yüzde 1’inden az olmaması hükmüne uyulmadı. Tarımsal destek milli gelirin yüzde 0.36’sı ile 0.63 aralığında kaldı. Nüfus her yıl 1 milyona yakın artarken, tarım alanları ve tarımsal üretim geriledi

 Çiftçi borç batağında: Destek görmeyen ve ürettiğinden kazanamayan çiftçi borç batağına saplandı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 2.6 milyon çiftçinin o günkü borcu 530 milyon TL civarındaydı. Bugün çiftçi sayısı 2.1 milyona gerilirken, çiftçilerin toplam borcu 106 milyar TL dolayına yükseldi.

 Tarımın istihdamdaki payı geriledi: 2002’de tarım sektöründe çalışan kişi sayısı 7 milyon 458 bin kişi olurken, bu sayı Aralık 2018 itibarıyla 4 *milyon 795 bin kişiye düştü. Son 16 yılda tarım sektöründe çalışan kişi sayısı 2 milyon 663 bin kişi azaldı. Başka bir deyişle tarım sektörünün istihdam içindeki payı yüzde 35 iken 2018’de bu pay yüzde 17,3’e geriledi.

Tarımsal ithalat ihracattan fazla: 2003-2018 arasında Türkiye 95 milyar 260 milyon dolar tutarında tarımsal ürünü ithal etti. Türkiye’de tarımsal ürünlerin ihracatı ithalata göre daha yüksek tutarda gerçekleşirken, bu durum son yıllarda tersine bir şekilde değişti. 2018’de Türkiye 5,5 milyar dolar tutarında tarımsal ürünü ihraç ederken, 9,1 milyar dolar tutarındaki ürünü ithal etti.

İsrail’de ‘pride’ yayılıyor

Kudüs Başhahamı’nın bayrakları yasaklama isteğine karşın, bu yıl İsrail’de birçok yerde ilk kez LGBTİ Onur Yürüyüşü düzenlenecek.

İsrail’de son yıllarda muhafazakar Ortodoksların tepkisini çeken LGBTİ Onur Yürüyüşü, bu yıl çok sayıda yeni şehirde de gerçekleştirilecek. Kudüs Başhahamı, yıllardır başkent Tel Aviv,  Kudüs, Kfar Sava, Rişon Letzion, Rehovot, Hayfa, Be’er Şeva ve Ashdod kentlerinde düzenlenen yürüyüşlerde Gökkuşağı bayraklarının yasaklanması için Belediye Başkanı Moshe Lion’a çağrı yaptı. Ancak Lion bu çağrıyı reddetti.

Ülkede, Onur Yürüyüşü’ne sahne olacak şehirlerin sayısı da arttı. Tiberya, Beit Şemesh, Zikron Yaakov, Ramat Gan, Ra’anana, Petah Tikva, Ürdün Vadisi, Pardes Hannah, Netanya, Yavne ve Kiryat Bialik’te bu yıl ilk kez eylemler gerçekleştirilecek. Haaretz’e konuşan LGBTİ aktivistleri, İsrail’de haklarının hala saldırı altında olduğunu, çoğu ilerlemenin parlamentonun baskısına karşın Yüksek Mahkeme sayesinde elde edilebildiğini kaydetti.

 

YSK İstanbul’daki 13 seçim müdürünü başka illere gönderdi

YSK 31 Mart’ta İstanbul’da görev yapan 13 seçim müdürünü başka illerde görevlendirdi. Karara gerekçe olarak “sandık kurulu başkanlarının ve memur üyelerinin usulsüz olarak belirlenmesindeki yoğunluk” gösterildi.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, İstanbul’daki 31 Mart seçimleri sonrası haklarında soruşturma açılan ilçe seçim kurulu başkanlarının 23 Haziran için görevlendirilmesine ilişkin açıklama yaptı.Güven, seçimin iptaline dayanak oluşturan usulsüz işlemler gerekçesiyle seçim müdürleri ve diğer sorumlular hakkında soruşturma başlatıldığını söyledi. Güven bu kişiler hakkında, “Yüksek Seçim Kurulu’nun 06/05/2019 tarihli, 2019/4219 sayılı kararındaki seçimin iptaline dayanak oluşturan usulsüz işlemlere yönelik disiplin soruşturması başlatıldığını” belirtti.

31 Mart öncesindeki usulsüzlükler dikkate alınarak 13 seçim müdürünün başka illerde görevlendirildiğini aktaran Güven, “Sandık kurulu başkanlarının ve memur üyelerinin usulsüz olarak belirlenmesindeki yoğunluk dikkate alınarak, 13 seçim müdürü başka illere görevlendirilmiştir” dedi.

HSK’ye suç duyurusu

Güven, kanuna aykırı görevlendirme yapan ilçe seçim kurulu başkan ve diğer sorumlular hakkındaki suç duyurusunun ise Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderildiğini kaydetti. Sadi Güven’in açıklamasını CHP’nin YSK’deki temsilcisi olan Hadimi Yakupoğlu, BirGün’e değerlendirdi.

“Sözün tükendiği, işin çivisinin çıktığı noktadayız” diyen Yakupoğlu, şöyle konuştu: “Sadi Bey, kendi inisiyatifinde olan bir şeyi yaptı. Yasa, tasarruf yetkisi vermiş durumda. O da bunu kullanarak, 23 Haziran’daki seçim kesinleşinceye kadar İstanbul il dışında müdür yardımcısı olarak görevlendirdi. Görevlerinden uzaklaştırılmış oldular. Benim artık söyleyecek sözüm kalmadı.”

Yakupoğlu, şöyle devam etti: “Siz bir kuralın ötesine geçerseniz, nerede duracağınızı kestiremezsiniz. YSK’nin verdiği kararlar kanunların, kuralların ve yerleşik uygulamaların ötesine geçti artık. Bu yüzden de neresinde duracağını kestirmek mümkün değil. Alınan kararların uygulamaların izah edilebilir yanı yok. Kural, kuralsızlık haline geldi. Uzaklaştırıyorsunuz ama bunlar almadı ki kararı. İşlemi ilçe seçim kurulu başkanı, 2 memur ve 4 tane üye verdi. Kura çektiler ve atamaları yaptılar. Yani CHP’li üyenin de AK Partili üyenin de imzası var.”

Karadeniz basınından AKP’ye uyarı: Kaşımayın bu işi artık

AKP’lilerin İmamoğlu’na yaptığı ‘Pontus’ göndermesi, Karadeniz yerel basınında da tepkilere yol açtı. Bölge gazetelerinin yazarları, AKP’nin ateşle oynadığı kanısında.

23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimlerinde Millet İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu, bayramın ikinci gününü Karadeniz kentleri Trabzon, Giresun ve Ordu’da geçirdi. İmamoğlu’nun ziyareti ve AKP’lilerin İmamoğlu üzerinden yaptığı “Pontus – Rum” göndermesi Karadeniz’de yayın yapan yerel gazetelerde geniş yer buldu. Bir yazar, “AK Parti’de bu dili kullanan, ateşle oynuyor” derken, başka bir yazardan İmamoğlu’nun mitingine dair, “Trabzon meydanının görüntülerini iyi izleyin. Sizlere tavsiyem kaşımayın bu işi artık, kaşıdıkça milleti geriyor, içinden çıkılmaz konuma doğru sürüklüyorsunuz” yorumu geldi.

23 Haziran’daki İstanbul seçiminde yarışacak olan İmamoğlu memleketinden başlayarak Karadeniz’deki şehirleri ziyaret etti. İstanbul’da yoğun olarak yaşadığı bilinen Karadenizlilerin İmamoğlu’nun gerçekleştirdiği etkinliklere yoğun katılımı dikkati çekti.

İlk olarak AKP’nin İBB Grup Başkanvekili Tevfik Göksu‘nun yaptığı daha sonra başka AKP’lilerin de katıldığı İmamoğlu’na yönelik olarak “Pontus” göndermesi/benzetmesi Karadenizlilerin tepkisini çekti. Gazeteci İsmail Saymaz‘ın dikkati çektiği Karadenizli yazarlar, AKP’lileri uyaran yazılar kaleme aldılar.

‘Sanki AKP’liler İmamoğlu için çalışıyor’

Trabzon’un köklü gazetelerinden biri olan ‘Karadeniz’den Asım Kemal Güner, yaşananlar için “Aldınız mu cevabınızı. Trabzon meydanının görüntülerini iyi izleyin. Sizlere tavsiyem kaşımayın bu işi artık, kaşıdıkça milleti geriyor, içinden çıkılmaz konuma doğru sürüklüyorsunuz” yorumunu yaptı.

“AK Parti’de bu dili kullanan, ateşle oynuyor. Bu söylemden Yıldırım’a tek oy gelmez. İmamoğlu’na AK Parti kalesi Karadeniz’in oyları kayar da kayar. Sanki AK Partililer göz göre göre İmamoğlu için çalışıyor” diyen Karadeniz’de Son Nokta Gazetesi’nden Ali Yahya Öztürkise, “Sanki AK Partililer bile bile, göz göre göre Ekrem İmamoğlu için çalışıyor” ifadesini kullandı.

Aynı gazetenin yazarı Selim Şener‘den İmamoğlu’nun mitingi için “Böylesine mahşeri kalabalığı bu şehir belki de son elli yılda görmedi” görüşü geldi. Şener, “Trabzonlular bu ülkenin çimentosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne dek her kulvarda var oldular” dedi.

ABD, yeni Türk pilotlara F-35 eğitimi vermeyecek

ABD yönetimi ülkede F-35 savaş uçağı eğitimi alan Türk pilotlara yenilerinin eklenmemesi yönünde karar aldı.  Reuters’a konuşan iki ABD’li kaynak, Washington’un kararının eğitim alan mevcut personele yönelik olmadığını, Arizona’daki pilotların eğitiminin süreceğini söyledi.

Haberde Ankara’nın Rusya’dan alacağı S-400 hava savunma sistemiyle ilgili geri adım atmaması üzerine Washington yönetiminin yeni pilot eğitimlerini durdurma kararı alacağı ifade edildi. ABD’ye göre S-400’ler ile F-35 yeni nesil savaş uçakları birbirine rakip askeri sistemler.

Washington Türkiye’nin iki askeri teçhizata birden sahip olmasının F-35 sistemini riske atacağını düşünüyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı personel ABD’nin Arizona eyaletindeki Luke Hava Üssü’nde F-35 savaş uçağı kullanımı ve bakımıyla ilgili eğitim almaya devam ediyor. Arizona’daki Luke Hava Üssü’nde dört Türk pilotun yanı sıra 20 yer hizmet ekibi de bu uçaklarla ilgili eğitim görüyor.

Dünya Nükleer Karşıtı Sosyal Forumu Madrid’de toplandı

Madrid’te gerçekleştirilen Dünya Nükleer Karşıtı Sosyal Forumu, nükleersiz bir dünyanın kurulması amacıyla faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri, sendika ve meslek örgütlerinden temsilcileri, araştırmacıları, bilim insanlarını ve aktivistleri bir araya getirdi.

Dünya Nükleer Karşıtı Sosyal Forumu (Antinuclear World Social Forum – AWSF), bu yıl İspanya’nın başkenti Madrid’te gerçekleştirildi. 2011 yılında Fukuşima Nükleer Felaketi’nin ardından nükleer risklerin bertarafı için dünya çapında bir mücadele yürütülmesi amacıyla dayanışma sağlamak üzere ilki 2016 yılında Tokyo’da yapılan Forum, izleyen yıllarda da Kanada ve Fransa gibi nükleer endüstrinin fazlasıyla etkin olduğu ülkelerde gerçekleştirilmişti.

Başlangıçta Dünya Sosyal Forumu (World Social Forum -WSF) bünyesinde yapılırken son iki senedir nükleer temanın yoğunluğu  nedeniyle ayrıca toplanan Nükleer Karşıtı Sosyal Forum; Arjantin, Portekiz, Brezilya, Fransa, Türkiye, Meksika ve İspanya’dan 30 konuşmacıyı bir araya getirdi. 31 Mayıs günü Türkiye’den katılımcıların da yer aldığı bir basın toplantısıyla açılan Forum, 3 Haziran Pazar günü kent meydanında yapılan gösteri ve topluluk konuşmalarıyla tamamlandı. Nükleersiz bir dünyanın kurulması amacıyla faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri, sendika ve meslek örgütlerinden temsilcileri, araştırmacıları, bilim insanlarını, çeşitli mesleklerden aktivistleri bir araya getiren forumda bilgi ve deneyim paylaşımında bulunuldu, yeni iş birlikleri kuruldu. Özellikle Akdeniz Havzası gibi yakın coğrafyayı paylaşanlar arasında stratejik dayanışma mesajları iletildi.

İspanya’da çevre mücadelesi yolunda geçmiş 40 yıl içinde öldürülen Gladys del Estal, Ladislao Martinez, Antonio Lucena, Mario Gavira nezdinde yaşamını yitiren aktivistlerin anılmasıyla başlayan program kapsamında; uranyum madenlerinin, nükleer santrallerin ve atıkların çevre ve insan sağlığına verdiği zararın farklı ülkelerdeki boyutlarının ele alındığı sunumlar yapıldı. Türkiye’den nükleer fizikçi Prof. Dr Hayrettin Kılıç (Green Think Tank of the Foundation Turunch) ile Pınar Demircan’ın (Nükleersiz.org) katıldığı forumda,  Akkuyu’daki reaktör inşaatının temelindeki çatlaklar, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği ile birlikte toplantı gündeminde önemli yer tuttu. Akdeniz havzasının ve gezegenin risklerden korunması için Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin ivedilikle durdurulmasının salt Türkiye’deki yurttaşlar değil tüm dünya için önemli olduğu paylaşıldı. Türkiye’den katılımcılar ülkenin jeopolitik konumu gereği nükleer programının nükleer silahlanma açısından hassasiyet taşıdığına da dikkat çekti.

 

Hedef odaklı yaklaşımlarla bölgesel işbirliği 

Akkuyu Nükleer Santrali’nde meydana gelebilecek bir felaketin etkisi bağlamında Sosyal Forum’un en önemli çıktılarından biri, bölgesel dayanışma olurken bölgesel nükleersizleşmenin önemi ve komşu ülkelerdeki nükleer felaketlerin siyasi sınırları aşarak çevresini nasıl olumsuz etkileyeceği vurgulandı. Forumda bilgi ve küresel aktivizm açısından deneyim paylaşımının yanı sıra uluslararası bilgi alışverişinin önemine dikkat çekildi.Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına dair farklı ülke perspektiflerinin paylaşıldığı forumda, iklim krizi şartlarında nükleer enerjinin temiz enerji olarak lanse edilmesine karşılık iklim değişikliğine bir çözüm olmadığının anlatılmasına ve hükümetlerin nükleer enerji kullanımını sonlandırmasına yönelik girişimlerde bulunulması kararlaştırıldı. Gerek nükleer santrallerin gerekse uranyum madenlerinin on binlerce yıl problem olmaya devam edecek olan atıklarıyla gelecek nesillerin yaşamından çaldığı, nükleer santrallerin yapımına devam edilmesinin yenilenebilir enerji kullanımı üzerinde engel oluşturduğu ve nükleer santrallerin bir an önce kapatılması gerektiğinin altı çizildi.

Forumda nükleerin ticari kullanımı ve silahlanma boyutunu ele alan bir sunum yapan Prof. Dr. Kılıç etkinliği  Güney Amerika, Avrupa ve Türkiye’yi buluşturan bu etkinliği değerli bir  bilgi alışverişi zemini olarak yorumladı. Özellikle nükleer atık konusunda farklı bölgelerde benzer sorunların yaşanmasının ortak çözümlere muhtaç olduğunun altını çizen Kılıç, farklı  meslek gruplarından uzmanların bir araya gelmesini farklı bakış açılarının buluşmasını sağladığını belirtti.  Daha önce Tokyo ve Paris’te yapılan forumlara da katılmış olan ve izlenimlerini yine gazetemizdeki yazılarında bulabileceğiniz Nükleer konulu içerikler editörü Demircan ise forumda Türkiye’deki nükleer santral planlarını ekonomik, sosyal, çevresel boyutlarıyla ele alan bir sunum yaptı. Demircan’ın etkinliğe dair yorumu  ise Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili gelişmeler açısından özellikle Akdeniz’in nükleer kirlilik ve kaza riskine karşı  korunması için komşularla  bilgi paylaşımına yönelik önemli bir fırsat şeklinde oldu. Nükleer karşıtı mücadelede hedef odaklı yaklaşımlarla bölgesel işbirliklerinin daha hızlı ve kolay kurulabileceğini söyleyen Demircan,  ortak bir coğrafyayı paylaşan benzer kültüre sahip toplumların ortak değerlerle hareket etmesinin daha kolay olacağını bunun küresel mücadelenin de önünü açabileceğine inandıklarını ifade etti.

Forumun gerçekleştirildiği İspanya’da 7 reaktör operasyonda ve ortalama ömür süresi 40 olan santraller yaklaşık 35 yaşında. Ancak bunların üçü modelleri gereği bir kaç yıl içinde ömürlerini doldurmuş olacak. Bu üç reaktör söküm sürecindeyken dört reaktör de 8 yıl içinde, 40 yaşını geçerek ömrünü tamamlayacak. Nükleer santraller İspanya’da tüketilen elektriğin %20’sini karşılıyor, buna rağmen hükümet 2035 itibariyle nükleer enerji kullanımından çıkılacağını duyurdu.  Zira hükümetin iklim değişikliğine cevap olarak aldığı aksiyon gereği, sera gazı salımını 2030 sonuna kadar %4 düşürerek 1990’daki seviyelere getirmesi gerekiyor. Bu hedefler gerçekleştirilebilirse İspanya 2050’de iklim dostu bir ekonomiye de sahip olacak.

 

(Yeşil Gazete)

 

 

2050’de medeniyetin sonu gelecekse biz ne yapıyoruz -Mehveş Evin

Tüm bunlara ‘keh keh keh’ diye gülerek geçmenin ötesinde, ülkemizde olduğu gibi çevre aktivistlerini müebbet hapisle yargılamak gibi akıl almaz ayıplara başvuruluyor.

Biz sandıktan sandığa koşar, en temel haklarımızı dahi tartışmak zorunda bırakıldığımız bir zemine doğru, hep aşağıya doğru çekilirken…

“İnsan evladı kendi sonunu nasıl getiriyor? Bu gidişi nasıl duracağız?” sorusu, giderek daha yakıcı bir hal alıyor.

Belki de felaket senaryolarının sayısı arttıkça duyarsızlaştık.

Dizilerde, filmlerde bol bol işlenen kıyamet senaryoları, insanlığın geleceği konusunu ‘eğlencelik’ hale getirdi.

Oysa bilim, iklim krizinin tahminlerden de önce, büyük bir medeniyet kaybına, yokluğa, yokoluşa sürükleyeceğini gösteriyor. BM’nin “sarsıcı” denen iklim raporunun bile hafif, yetersiz kaldığı biliniyor.

Okul çocuklarının dahi sokaklara döküldüğü, “geleceğimizi bizden çalmayın”diye çığlık attığı bir çağdayız.

Tüm bunlara da keh keh keh’ diye gülerek geçmenin ötesinde, ülkemizde olduğu gibi çevre aktivistlerini (Gezi İntikamı davası) müebbet hapisle yargılamak gibi akıl almaz ayıplara başvuruluyor.

Biraz kafalarını kaldırsalar, biraz anlamaya çalışsalar…

Konunun, bir kesimin çıkarları veya bir başka kesimin üzerinde tahakkümü değil, hep birlikte bir çaba, çözüm arayışı olduğunu belki idrak etmeye yaklaşacaklar.

Trump kafasıyla gidilirse olacaklar ne? 

Kafayı kaldırsalar, ezberlerini beş dakikalığına kenara baksalar şunları görecekler:

Karar vericiler ve sermayenin, bilimin kanıtlarla sunduklarına, işaret ettiklerine karşılık önlemleri ertelemeyi, hatta reddetmeyi tercih ettiğini…

ABD Başkanı Trump’ın, iklim değişikliğinin ABD üzerindeki uzun vadeli etkileri üzerindeki tahminlerin yayınlanmasını sansürlemek istemesinin, vahameti kanıtladığını…

ABD’nin 2 Haziran’da küresel iklim değişikliğiyle mücadele ve önlem alınmasını hedefleyen Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesinin, Türkiye dahil, bütün dünyada yaratacağı olumsuz etkileri…

Avustralya Savunma eski Bakanı, Shell’in eski yöneticisi ve bilim insanlarının yaptığı bir analize göre, Trump kafasıyla gidersek 30 yıl içinde insan medeniyetinin sonunun başlangıcı olacak:

“Gezegen ve insan sistemleri, 2050’de geri dönülmez noktaya ulaşacak. Büyük çoğunlukla yaşanamaz hale gelecek bir Dünya’da uluslar çökecek, uluslararası düzen bozulacak.”

Senaryodaki riskleri önlemenin tek yolu, son derecede radikal:

2. Dünya Savaşı’ndaki acil mobilizasyon”a benzer ölçekte, sıfır karbon salınımı hedefleyen yeni bir endüstriyel sistem kurmak.”

Hava kirliliğinden ölen, trafik kazasından fazla 

Diyelim ki bu analiz çok abartılı. 2050’de çöküş filan olamayacak…

Hadi Trump gibi, Erdoğan gibi “işleri bildiğimiz gibi yapmaya” yani doğayı ve tüm kaynakları aynen talan etmeye devam edelim.

Petrol ve kömüre bağımlı ekonomi modellerine sarılalım…

Kirli sanayilerin, tehlikeli enerji türlerinin denetimden, bilimden, uzmanlıktan uzak iş yapmasına ses çıkarmayalım.

Bırakalım, her yer baca, is, pislik, atık olsun.

Şehirlerde tek bir ağaç gölgesi kalmasın, tarlalarda tek bir ürün yetişmesin.

Bırakalım insanlar, Kocaeli’nde, Tekirdağ’da, Elbistan’da olduğu gibi, kitleler halinde kronik hastalıklara yakalansın, erken ölsün. Bunu yazmak, anlatmak, Bülent Şık’ın başına geldiği gibi, “suç” olsun…

“Nasılsa bana birşey olmaz” diye, kendi gettolarımızda, küçük korunaklı alanlarımızda “inşallah, maşallah” diye yaşamaya devam edelim.

Zengin olan klimasını köklesin, damacana suyla yıkansın, fakir olan bir damla suya muhtaç hale gelsin.

Sigarayı bırakmak, bıraktırmak için mücadele edelim, “dev şirketlerin oyunu”ndan bahsedelim. Ama şimdiden Avrupa’daki en havası pis 10 şehirden sekizinin Türkiye’de olduğunu haber dahi yapmayalım. (En kirli üç şehir: İstanbul, Ankara, Bursa). Haber yapanlara “ayar” verilsin!

Türkiye’de hava kirliliğinden ölenlerin, trafik kazalarında ölenlerden yedi kat daha fazla olduğu konusunu da hiç konuşmayalım!

Söyleyin, ne kazanacağız?

Ne kaybedeceğiz?

Bayramlık okuma önerisi: Açık Yeşil 

Gezegendeki hayat, nasıl oldu da en tehlikeli ve kaotik durumlardan birine sürüklendi? Kendimizin ve çocuklarımızın geleceği, varoluşu için mücadele eden isimler ve teoriler ne? Ülkemizdeki başlıca ekoloji hareketleri hangileri ve önemi ne?

Ömer Madra&Ümit Şahin’in yayına hazırladığı “Açık Yeşil” (Can Sanat Yayınları A.Ş, 2019) teori ve pratiğiyle zevkle, kolaylıkla okunan bir ekoloji rehberi niteliğinde. Eğer Dünya’mız, ülkemiz, geleceğimize dair biraz kaygılanıyorsanız mutlaka edinin.

(Artı Gerçek’den alınmıştır.)

 

Everest’te yapılan çöp temizliğinde dört dağcının cesedi bulundu

Everest Dağı’nda yapılan temizlikte yaklaşık 11 ton çöp toplandı. Temizlik sırasında kar altında kalmış dört dağcının cesedine de ulaşıldı.

Everest Dağı’nda yapılan temizlikte yaklaşık 11 ton çöp toplanırken, çalışmalar sırasında dört dağcının da cansız bedenine ulaşıldığı bildirildi. Yetkililer, Nepal hükümeti tarafından “Sagarmatha Temizlik Kampanyası”nın başlatıldığı 14 Nisan’dan itibaren Everest’te yaklaşık 11 bin kilogram katı atık toplandığını belirtti.

Nepal Turizm Genel Müdürü Dandu Raj Ghimire, yaptığı açıklamada, Everest Dağı’nda haftalarca süren temizlik sırasında gıda ambalajları, konserve kutuları, şişeler ve boş oksijen tüpleri toplandığını, ayrıca dağda önceden hayatını kaybeden ve kar altında kaldığı için bulunamayan dört dağcıya da ulaşıldığını söyledi.

Ghimire, karların erimesiyle ortaya çıkan ve dağdaki temizlik esnasında bulunan dört cesedin önce ana kampa taşındığı ve daha sonra helikopterle Katmandu’daki bir hastaneye götürüldüğünü dile getirdi.

7Toplanandan daha fazlasının kaldırılması gerekiyor’

Temizlik kampanyası yaklaşık 23 milyon Nepal Rupisine (yaklaşık 207 bin dolar) mâl oldu. Toplanan çöplerden bir kısmının helikopterlerle başkent Katmandu’ya gönderildiği ve temizlik kampanyasının resmi olarak sona erdiği bir törende geri dönüşüme verildiği ifade edildi.

Kampanyayı “başarılı bir görev” olarak nitelendiren yetkililer, hala toplanandan daha fazla çöpün Everest’ten kaldırılması gerektiğine işaret etti. Ghimire, nisan ayı sonunda, ekiplerin temizlik kampanyası için Everest Ana Kampı’na ulaştığını ve kendilerine yiyecek, su, barınak gibi tüm ihtiyaçların tedarik edildiğini ifade etmişti.

CHP: Asıl beka sorunu iklim krizidir

İklim kriziyle mücadele için çağrı yapan CHP’li Bakan, “İnsan eliyle ekosistemi bozuyor, canlı ve cansız doğayı katlediyoruz. Bizim için asıl beka sorunu; küresel iklim krizidir” dedi; devleti Paris Anlaşması’nı hayata geçirmeye davet etti.

TBMM Çevre Komisyonu ve CHP Sözcüsü İzmir Milletvekili Murat Bakan, 5 Haziran Dünya Çevre Günü kapsamında bir açıklama yaptı. İklim kriziyle mücadele için çağrı yapan CHP’li Bakan şunları söyledi: “İnsan eliyle ekosistemi bozuyor, canlı ve cansız doğayı katlediyoruz!

“Yaşam bizden yardım bekliyor! Tüm dünyada gündemi çevre mücadelelerinin belirleyeceği günlere doğru gidiyoruz. Sivil toplum örgütleri olsun, çevreci avukatlar olsun, sıra kendisine gelen vatandaş olsun yaşam için sesini yükseltiyor. “Bu itiraz Gezi’den Cerattepe’ye, Efemçukuru’ndan Balıklıova’ya uzandı; incirler, zeytinler, orkinoslar dile geldi… Gerçek bir yaşam mücadelesi veriliyor. Bizim için asıl beka sorunu; küresel iklim krizidir!” dedi.

“Paris Anlaşması’na taraf olmalıyız”

İklim değişikliğiyle mücadeleyi ve sera gazı salınımlarının kısıtlanmasını hedefleyen ‘Paris İklim Anlaşması’nın önemine dikkat çeken CHP’li Bakan, şöyle devam etti:  “İklim tüm dünyada değişiyor ve iklime bağlı olarak tüm yaşam değişiyor. İnsanlık ise hunharca tüketmeye, doğayı katletmeye devam ediyor. Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan ülkeler, sera gazı emisyonunu 2030’a kadar 56 milyar ton düşürmeyi ve bu sayede küresel sıcaklık artışını yüzyılın sonuna kadar 2 derecenin altında tutmayı hedefliyor.”

İklim krizi konusunun AKP’nin gündeminde bile olmadığını belirten Bakan, bunun aksine tüm dünyada gündemi çevre mücadelesinin belirleyeceği günlere doğru gidildiğini kaydetti:

“Sivil toplum örgütleri olsun, çevreci avukatlar olsun, sıra kendisine gelen vatandaş olsun yaşam için sesini yükseltiyor. Bu itiraz Gezi’den Cerattepe’ye, Efemçukuru’ndan Balıklıova’ya uzandı; incirler, zeytinler, orkinoslar dile geldi… Gerçek bir yaşam mücadelesi veriliyor! Devlet olarak çocuklarımızın geleceği için anlaşmaya taraf olmalıyız.”

“Öğrenciler tüm dünyada ayaklandı”

CHP’li Bakan, İklim krizine karşı dünya genelinde öğrenciler tarafından yapılan protestoları örnek gösterdi, “Avrupa’da öğrenciler, ‘Ölü gezegende gelecek olmaz’ (#NoFutureOnADeadPlanet) sloganıyla her Cuma düzenledikleri iklim gösterileriyle iklim politikalarına dikkat çekiyor ve hükümetleri doğru politikalar almaya çağırıyor” dedi. Bakan şunları söyledi:

-Avrupa Birliği ve NATO gibi kurumlara ev sahipliği yapan Belçika’nın başkenti Brüksel’de yaklaşık 65 bin çevre savunucusu hükümetin iklim politikasını protesto etmek için yürüdü. Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaklaşık 40 bin öğrenci aynı taleple yürüdü. Eylemleri başlatan ve Avrupa çapında örgütleyicisi sayılan kişi ise 16 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg. Türkiye’de de benzer protestolar yapıldı; “İstanbul’da ‘Geleceğimizi istiyoruz’, ‘5 yaşındayım ben fosil değilim’, ‘Fosile elveda güneşe merhaba’ gibi dövizleri taşıyan çocuklar iklim krizi için çözüm talep etti.

-Bizim için asıl beka sorunu; küresel iklim krizidir. İklim kriziyle ilgili tüm insanlık olarak ortak kararla adımlar atmazsak yaşayabileceğimiz bir dünya kalmayacak. İçecek su, alacak nefes bulamayacağız. Dünya savaşları ‘petrol’den değil ‘su’dan çıkacak.”

“Doğal yaşama karşı en ciddi tehdit”

-Küresel ısınma, biyolojik çeşitliliğimize ve doğal yaşama karşı en ciddi tehdit. Sıcaklıklardaki 1,5-2,5 derece arasındaki artış bitki ve hayvan türlerinin yaklaşık yüzde 20 ila 30’unun yok olmasına neden olabilir.

-Tehlikenin boyutunu artık kavramalıyız. İklim krizi nedeniyle; kuraklık, sıcaklık ve aşırı yağış dalgası, yangın, hastalıklar ve istilacı türler gibi önemli ekosistem değişikliklerinin yaşanacağı öngörülüyor.

-Sıcaklığın her yıl daha da artması, mevsimlerin son 10 yıla göre değişimi, arazilerdeki ekim zamanlarının farklılaşması ve aşırı yağışların yol açtığı zararlar hem tarımsal ve hayvansal üretimle uğraşan vatandaşların hem de tüketicilerin doğrudan bizzat yaşadığı sorunlar.

-Yanı sıra JES’ler, RES’ler, HES’ler, altın madenleri, taş ocakları, balık çiftlikleri, nesli tükenmek üzere olan kuşlar ve diğer canlı türleri… İnsan eliyle ekosistemi bozuyor, canlı ve cansız doğayı katlediyoruz! Yaşam bizden yardım bekliyor! Tüm bunların adını doğru koymak gerekiyor.

-Bu konuları defalarca TBMM gündemine taşıdık, tüm bunlar iktidarın derdi değil. Mutabık olduğumuz Hayvan Hakları Kanununu dahi çıkarttırmadılar! İklim krizi için Parlamento çatısı altında oluşturulacak bir araştırma komisyonu ile ilk adımı atmalıyız. Küresel iklim krizini tüm yönleriyle ele alarak üreticiden tüketiciye, devletin ilgili kurumlarından yerel yönetimlere kadar birbiriyle koordineli çalışacak şekilde topyekûn bir mücadele başlatmalıyız. Başka bir gezegenimiz yok ve geleceğimizi bizler yok ediyoruz!