TUİK’in açıkladığı rakamlara göre, işizlik oranı geçen yılın aynı dönemine göre 3,4 puanlık artış ile yüzde 13 seviyesinde gerçekleşti
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), işsizlik rakamlarını açıkladı. Buna göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı Nisan döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 116 bin kişi artarak 4 milyon 202 bin kişi oldu.
İşsizlik oranı 3,4 puanlık artış ile yüzde 13,0 seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 3,6 puanlık artış ile yüzde 15,0 olarak tahmin edildi. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,3 puanlık artış ile yüzde 23,2; 15-64 yaş grubunda 3,5 puanlık artış ile yüzde 13,3 oldu.
İstihdam edilenler 810 bin kişi azaldı
İstihdam edilenlerin sayısı 2019 yılı Nisan döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 810 bin kişi azalarak 28 milyon 199 bin kişi, istihdam oranı ise 1,9 puanlık azalış ile yüzde 46,0 oldu.
Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 329 bin, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 481 bin kişi azaldı. İstihdam edilenlerin yüzde 17,6’sı tarım, yüzde 19,7’si sanayi, yüzde 5,7’si inşaat, yüzde 56,9’u ise hizmet sektöründe yer aldı. Önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 0,7 puan, inşaat sektörünün payı 1,7 puan azalırken, sanayi sektörünün payı 0,2 puan, hizmet sektörünün payı 2,1 puan arttı.
İşgücüne katılma oranı yüzde 52
İşgücü 2019 yılı Nisan döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 306 bin kişi artarak 32 milyon 401 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,1 puanlık azalış ile yüzde 52,9 olarak gerçekleşti. Aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre; erkeklerde işgücüne katılma oranı 0,6 puanlık azalış ile yüzde 71,8, kadınlarda ise 0,5 puanlık artışla yüzde 34,5 olarak belirlendi.
Erdoğan da farkında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Hak-İş‘in 14. Olağan Genel Kurulu’nda “Son dönemdeki dalgalanmalarla birlikte işsizlik oranının bir miktar yükseldiğinin farkındayız. İşsizliği yeniden tek haneye düşüreceğimize inanıyoruz.” demişti.
‘ÇED süreçlerinin; yatırımı kolaylaştırmak bakış açısıyla değil, Anayasa’da belirtilen herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğuna, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemede devletin görevine işaret eden Anayasa’nın 56’ıncı maddesi doğrultusunda, Sağlık Bakanlığı ve ilgili meslek, sivil toplum örgütlerinin de katkısı ile iyileştirilmesi gerekir.’
Haziran ayının son haftasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçleri ile ilgili bir çalıştay gerçekleşti. Konuyla ilgili Namık Kemal Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu üyesi ve Temiz Hava Hakkı Platformu temsilcisi Doç. Dr. Gamze Varol ile görüştük.
Hocam, bu çalıştay ne ile ilgiliydi?
Hepimizi bir şekilde mutlaka bir gün bir yerinden ilgilendiren bir konu olan ÇED süreçleri ile ilgiliydi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çağrıcısı olduğu ve Ankara’da düzenlenen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Çalıştay’ına Türk Tabipleri Birliği adına ben ve aynı zamanda diğer 15 bileşeni ile birlikte üyesi olduğumuz Temiz Hava Hakkı Platformu adına Platform Koordinatörü Buket Atlı katıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ÇED süreçlerini düzenlemek üzere başlattığı projesinde görev alan akademisyenlerin moderasyonunda ilgili kamu kurumları ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin davet edildiği geniş katılımlı bir çalışma gerçekleşti. Çalıştay’da proje kapsamında paydaşlarla görüşmeler, ÇED olumlu kararlarının bozulması ile sonuçlanan mahkeme kararlarının incelenmesi ve farklı açılardan görüş alış verişinde bulunulması, deneyim paylaşılması öngörülmüştü.
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Çalıştayı’nın bir hekim olarak sizin açınızdan önemi nedir?
ÇED süreçleri ile ilgili değişiklik çalışmaları bir süredir devam etmekte. Daha önce Temiz Hava Hakkı Platformu üyelerimizden TEMA ve WWF-Türkiye’nin çağırıldığı çalıştaylar yapılmış ama bu sefer ilk defa sağlık alanında çalışan bir örgüt olarak Türk Tabipleri Birliği (TTB) toplantıya davet edildi. Alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının sıklıkla belirttiği kümülatif etki değerlendirmesi ve stratejik ÇED yapılmasına olan ihtiyacın bakanlıktaki uzmanlar tarafından da benimsendiğini gördük. Fakat herhangi bir faaliyetin izin sürecinde çevre kirliliği nedeniyle sebep olacağı sağlık etkisinin değerlendirilmesini sağlayacak hiçbir mekanizmanın dahil edilmediğini gördüm. Türk Tabipleri Birliği sürece orada bulunan pek çok kurum ve kuruluştan farklı bakıyor, sağlık boyutu ile elbette. Sağlık hakkı/sağlıklı olma hakkı üzerinden sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını savunuyor. Sağlık tanımı ve sağlığın belirleyicilerini değerlendirdiğimizde hekim örgütümüzün orada olmasını kıymetli buluyorum. Çünkü orada konuyla ilgili hekimlerin görüşlerini merak eden çok sayıda katılımcı vardı ve sağlık bakış açısıyla pek çok mesaj verebildiğimi düşünüyorum. Ancak elbette ana mesajım Sağlık Etki Değerlendirmesi yapılmasının önemi ve gerekliliği üzerineydi.
Çalıştay’da hangi başlıklar öne çıktı?
Üç gün boyunca grup çalışmalarında konuşulan temel başlıklar: ÇED Yönetmeliği ile ilgili değiştirilmesi önerilen maddeler, ÇED firmalarının çoğumuzun bildiği üzere yanlış ve eksik bilgi ile ÇED raporu hazırlamasının önüne geçilmesi için neler yapılabileceği, ÇED izinlerinin verilmesinin ardından izleme ve denetim sürecinin nasıl daha iyi yapılabileceği, ÇED izin süreçlerinde uygulanan halkın katılımı toplantıları ve yaşanan sıkıntılar/ çözüm önerileri, projelerden istenebilecek Sosyal Etki Değerlendirme raporlarının içeriği ve hangi faaliyetlerin hangi ÇED izin sürecine tabi olduğunu belirten Ek 1 ve 2 kapsamının tartışılması şeklindeydi.
Sizce ÇED izin sürecinde takip edilmesi gereken en önemli prensip nedir?
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) izi ve denetim süreci uygulamalarının, kamuoyunda yaygın olarak çevresel etkiyi gerçek boyutlarıyla analiz etmek amaçlı değil sonucu baştan belli prosedürel bir süreç olarak algılandığı ve güven kaybı olduğu gözlemlenmektedir. ÇED kararlarının sektörel dağılımına bakıldığında, 1993-2017 yılları arasındaki ÇED olumlu kararlarının ilk iki sırasında petrol-maden ve enerji ile ilgili yatırımların yer aldığı görülmektedir (Grafik 1). 57.658 adet “ÇED gerekli değildir” kararının yarısı ise petrol-maden ile ilgili yatırımlara yöneliktir (Grafik 2). ÇED olumlu kararı alan projelerin sıklıkla sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve yerelde yaşayanlar tarafından mahkemeye taşındığı ve yürütmeyi durdurma kararları ile sonuçlandığı görülmektedir.
Türk Tabipleri Birliği ve Temiz Hava Hakkı Platformu olarak ÇED süreçlerinde yaşanan sorunların kaynağının çözülebilmesi için, özellikle çevre ve insan sağlığı üzerinde önemli etkileri olan sanayi, enerji, petrol-maden gibi sektörlerdeki yatırımları da kapsayacak şekilde ÇED süreçlerine yönelik mevzuat ve uygulamaların her ne olursa olsun yatırımı kolaylaştırmak bakış açısıyla değil; tüm ÇED sürecinin Anayasa’nın 56. Maddesi’nde belirtilen ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.’ maddesi doğrultusunda baştan gözden geçirilerek Sağlık Bakanlığı ve ilgili meslek, sivil toplum örgütlerinin de aktif katkısı ile iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kaynak: TEMA Vakfı ve Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL), Türkiye’de Etki Değerlendirme Süreçleri ve Sağlık.
Ayrıca Sağlık Etki Değerlendirmesi’nin ne olduğuna dair projedeki akademisyenlere bilgi verildi ve maille bilgi paylaşıldı. Aarhus Anlaşması gereğince ilgili kişilerin izin süreçlerine katılımı ve mahkemeye gitme hakkının tesis edilmediği sürece halkın katılımı toplantılarının şeklini, içeriğini değiştirmek, mahkemeye gitmesin diye ÇED rapor formatını değiştirmek gibi müdahalelerin ‘sağlıklı çevrede yaşama hakkını korumadığı’ sürece çözüm getirmeyeceğini belirttik.
Sağlık etki değerlendirmesi nedir peki? Nasıl yapılabilir?
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) SED’i “bir program ya da projenin belli bir nüfusun sağlığı üzerindeki potansiyel etkilerinin değerlendirilebileceği işlem, yöntem ve araçlar bütünü ve bu etkilerin nüfus içerisindeki dağılımı” olarak tanımlıyor.
Avrupa Komisyonu’nun 2014’te yürürlüğü giren 2014/52/EU Direktifi ‘insan ve halk sağlığının gözetilmesini’ zorunlu kılıyor. Şu anda 28 EU üyesi Direktifi kabul/kısmen kabul etmiş durumda; ÇED içinde sağlık veya ayrı olarak sağlık etki değerlendirmesi (SED) raporu hazırlıyorlar. Bunun bir sonucu olarak İtalya termik santraller için SED raporunun hazırlanmasını zorunlu hale getirdi. Litvanya ise değerlendirmeden sonra gerekli gördüğü projelere SED uygulama başladı. Anayasal (1982 Anayasası Md. 56) bir hak olan sağlık ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının gerçekleştirilebilmesi için çevre ve insan sağlığı arasındaki ilişki göz önünde bulundurulduğunda; 2014/52/EU Direktifi’ni ve dünyadaki bu gelişmeleri Türkiye’nin de takip etmesi ve mevzuata politika, program veya projenin etki alanına ve türüne göre o bölgede ve/veya tüm Türkiye’de yaşayanlara etkisi değerlendirilirken çevresel etki dolayısıyla oluşacak sağlık etkilerinin de değerlendirilmesini ilgili şekilde eklemesi gerekiyor.
Sağlık, yalnızca hastalık ya da sakatlığın yokluğu değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur. SED süreci, Amerika Birleşik Devletleri, pek çok Avrupa ülkesi, Avustralya, Yeni Zelanda ve Tayland gibi ülkelerde yaygın olarak uygulanmaktadır. SED’i yapan ekip içerisinde şehir plancıları, SED konusunda uzman halk sağlıkçıları, ilgili alandan bilim insanları, mühendisler, sivil toplum kuruluşları ve karar vericiler yer almalıdır. SED’nin içerdiği analiz ve araştırmaları ortak yöntemlerde buluşturmak için bir takım çerçeveler ve standartlar belirlenmiştir.
Türkiye’de henüz sağlık etki değerlendirmesi, halk sağlığı konusunun karar alma süreçlerinde göz önünde bulundurulması için etkin bir şekilde kullanılamamaktadır. ÇED mevzuatı düzenlenirken ÇED izin süreçlerinde gerekli olan projeler için Sağlık Etki Değerlendirilmesi (SED) yapılmasının talep edilmesi mutlaka eklenmelidir. Toplumsal bedel analizi (hastane masrafı, hastalık masrafı, işgücü kaybı, hastalık yükü, SGK’ya yüklenen mali yük vb..) yapılmalıdır. Hava, su ve toprak kirliliği üzerinden önlenebilir hastalık ve ölüm hesapları yapılmalıdır. Ayrıca hava kalitesi ölçüm verileri ve AirQ programı ile yapılacak hesaplamalarla mevcutta hava kirliliği nedeniyle yaşanan önlenebilir ölüm (preventable death) ve hava kirliliği dağılımı modelleri üzerinden yapılan ek çalışmalarla projeden kaynaklanacak erken ölüm (premature death) hesapları yapılmalıdır.
Halkın katılımı ve ÇED süreci konusunda neler konuşuldu?
Katılım bireylerin haklarını etkin kullanmasını sağlamak demektir. Sadece proje sahibi tarafından proje ile ilgili bilgi verilmesi, sürece halkın katılımını sağlamak anlamına gelmez. Sağlıklı olma ve sağlıklı bir çevrede yaşam hakkının etkin olabilmesi için çevresel bilgiye erişim yeterli değildir. Kaldı ki yapılan bilgilendirmeler kimi kez bilimsel açıdan eksik ve taraflı olabilmektedir. Doğru tarafsız ve etkin bilgilendirmeye ek halkın çevre konusundaki kararlara katılımı ÇED süreçlerinden muhakkak olması gereken bir uygulamadır. Sürece halkın gerçek anlamda katılımının ol(a)maması ve duyulan gereksinimlerinin karşılanamaması nedeniyle halkın katılımı toplantılarının çatışma alanlarına dönüştüğü gözlemlenmekte. Halkın katılımı ve bilgilendirme toplantısı sonrasında projenin içeriğine bağlı olarak halkın projeyle ilgili görüşlerinin alındığı birden fazla aşama eklenmelidir.
Örneğin; 25 Haziran 1998’de Danimarka’nın Aarhus kentinde Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından imzaya açılıp 26 devlet tarafından imzalanan “Çevre Konularında Bilgiye Erişim, Karar Vermeye Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi” veya bilinen adıyla Aarhus sözleşmesine taraf devletlerin çevre projesi söz konusu olduğunda, bu projeyle ilişkili halkı, hem projenin erken aşamasında hem de ilerleyen her bir aşamada, konuya dair (ilan, ücretsiz bilgi sunumu vb. yollarla) haberdar etmekle, sürece ilişkin sorulara tatmin edici yanıtlar sunmakla ve “ilgili halkın” konuyla ilgili yaklaşımına uygun hareket etmekle yükümlü olması prensipleri belirlenmelidir. Söz konusu yükümlülük, ciddi çevresel etkiler doğurabilecek bir düzenleme (yasa, yönetmelik vs.) hazırlanmasında da geçerlidir. Taraf devletler, böyle bir yola girdiklerinde düzenleme taslaklarını halka sunmak, ilgili halkın görüşlerini doğrudan veya temsilcileri aracılığıyla sunmasını sağlamak ve icabında talepleri düzenlemeye yansıtmak yükümlülüğü altındadır.
Aarhus sözleşmesinin ikinci önemli düzenlemesi; çevre konusunda karar verme süreçlerine halkın katılımıdır. Sözleşmede halk kavramı ile karardan etkilenecek, etkilenmesi ihtimali olan ve konuya ilgi duyan kişiler kastedilmektedir. Ayrıca çevre koruma alanında çalışan sivil toplum örgütleri süreçle ilgili görülmektedir. Sivil toplum örgütlerinin katılımının öngörülmesi karar verme sürecinin daha etkin denetlenmesini sağlayarak, şeffaflığı arttıracaktır.
Kamu yararının gelecek nesillerin de sağlıklı çevrede yaşama hakkı üzerinden tanımlanmalı ve ÇED izin süreçlerinde istenen raporlarda bununla ilgili bölümler dahil edilmelidir. Örneğin; Aarhus Sözleşmesi’nde “şimdiki ve gelecekteki kuşakların” sağlıklı bir çevrede yaşaması için; çevresel bilgiye erişimi, karar alma sürecine ilgili halkın katılımını ve yargısal makamlara başvuru haklarını güvence altına alıyor.
Hocam hava kirliliği özelinde ÇED süreçlerinde nasıl değişiklikler yapılmasını önerirsiniz?
Öncelikle mevcut, planlanan ve aynı anda başvurmuş olan tüm sanayi tesislerinin sebep olacağı kümülatif etki hesaplanacak şekilde bir süreç işletilmeli. Var olan hava kalitesinin ve projenin sebep olacağı kirlilik yükünün tespiti için yapılan modellemeler ve verilerin doğruluğu kontrol edilmelidir. Örneğin, Greenpeace tarafından tespit edildiği üzere Alpu termik santrali için ÇED şirketi tarafından, ÇŞB Hava Kalitesi Yönetimi Dairesine verilen yazıda işletilen model sonuçları ile sonradan ÇED raporuna giren model sonuçları birbirinden farklıdır. Hava yönetimi dairesine bilgilendirmesi yapılan model sonuçlarında, emisyon değerleri daha yüksek görünmektedir. Yine Alpu Santrali hava kirliliği modellemesine, ÇED şirketi tarafından eksik meteorolojik veri girilmiştir. %10 ve üzeri eksik meteorolojik veri girince, modelin geçersiz kabul edilmesi gerekmektedir. Alpu santrali ÇED‘inde modele %16,5 eksik veri girilmesine rağmen Meteoroloji Genel Müdürlüğü bu model hakkında görüş bildirmediği gibi, itiraz da etmemiştir.
İkinci olarak; bahsedilen hava kirliliği dağılımını gösteren modellemelerden hangisinin projenin yapılacağı arazi koşuluna uygun olduğu, kümülatif etkinin ve en küçük ve kanserojen parçacıklar olan PM 2.5 in dağılımını da gösterebilmek için yatırımcı tarafından hangi model(ler)in kullanılması gerektiğine dair Bakanlık ve bu alanda çalışan akademisyenlerce ortaklaşa bilimsel yol ve yöntemler kullanılarak bir rehber oluşturulmalıdır. Modelleme sonuçları İzleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı öncesinde mutlaka ilgili Bakanlık tarafından değerlendirilerek sonuçları Komisyona sunulmalıdır.
Sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar ÇED yönetmeliği ile ilgili değişiklik sürecine nasıl dahil olabilirler?
Bu Çalıştay konusu bu soruyu yanıtlamak gerekirse, Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Gülen Güllü’nün liderliğinde farklı alanlarda çalışan akademisyenlerden oluşan proje ekibi ve Bakanlık tarafından yukarıda belirtilen konularda değişiklikleri içeren taslak ÇED yönetmeliğinin ekim sonunda hazırlanacağı, bu arada STK’ların katkısına açık oldukları belirtildi. Bu doğrultuda yazılı olarak verilecek görüşler proje ekibi lideri ve çalışmayı yürüten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Endüstriyel Yatırımlar Dairesi ile paylaşılabilir.
Herkesin anayasal bir hak olan sağlıklı bir çevrede yaşaması ve bunu sağlayabilmek adına bu hakkı savunması temel dileğimiz. Gerek yerel gerek ulusal -başta sağlık ve çevre örgütleri olmak üzere- meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları sürecin takipçisi olmalı ve kamuoyunun sesi olmalıdır. TTB de konuyla ilgili gerek tek başına gerekse Platform kapsamında çok sayıda etkinliğe katılmış, görüş oluşturmuş, raporlar yazılmasına katkı vermiştir. Bu süreçte de değerlendirmelerini ayrıntılı bir rapor olarak ilgili makamlara iletmeyi planlamaktadır. Gelişmeleri takip edecektir.
Avustralya’da gözleri ve gagaları kanayan yaklaşık 60 kuş, çığlıklar atarak gökyüzünden yere çakıldı.
Olaya müdahale etmesi için çağrılan kurtarma ekipleri buldukları 60 hayvanın 58’inin olay yerinde öldüğünü açıkladı. Çoğu yerli tür olan uzun gagalı corellalardan oluşan kuşlar koruma altındaki türlerden. Adelaide yakınlarındaki One Tree Hill’deki bir okul yakınlarına düşen kuşların zehirlendiği düşünülüyor.
Casper’s Kuş Kurtarma’nın kurucusu Sarah King ,The Guardian’a ekibinden bir kişinin kuşları nasıl bulduğunu anlattı: Oraya gittiğinde beni aradı. Gerçekten huzursuzdu ve orada müdahale edebileceğinden daha fazla kuş olduğunu söyledi. Kuşlar tam anlamıyla ağaçtan, gökyüzünden önüne yağar gibiydi. Bunların aslında sadece iki veya üçü ölüydü. Gerisi sadece yerde çığlık atıyordu. Artık uçamıyorlardı, gagalarından kan geliyordu… Gördüklerimiz korku filmini aratmıyordu.”
Kurum, kuşların bilinçli zehirlendiğine inanıyor. Diğer corella türleri Avustralya’da tarım ürünlerine zararlı kuşlar olarak görülüyor. Yerel konsey bunlarla öldürücü olmayan metotlarla savaşmayı öneriyor. King söz konusu durumdaki zehirlemenin “korkunç” olduğunu söyleyerek, bunun bazı durumlarda kuşların birkaç gün sürebilecek yavaş ve acılı ölümüne sebep olabileceğini düşünüyor.
Daha önce de gökyüzünden çok sayıda kuş yağmış ve benzer görüntüler yaşanmıştı. ABD’nin Arkansas eyaletinde 2011 yılbaşı arifesi zamanı 5 bin kadar kuş gökyüzünden ağaçlara, elektrik direklerine ve binalara yağmıştı. Olay 5 bin nüfuslu Beebe şehrinde yaşanmıştı. Hayvanların havai fişeklerin gürültüsünden korkarak öldüğü veya yere çakıldığı düşünülüyor. Nitekim 5 bin kuşun öldüğü olaydan bir yıl sonra aynı şehirde bu defa 100’den fazla kuş öldü.
TBMM Genel Kurulu’ndaki 15 Temmuz özel oturumunda, CHP’li Özkoç’un, Erdoğan’in ‘Ne istedilerse verildi’ sözlerini hatırlatması gerilim yarattı. AKP’liler masalara vurarak protesto etti, Grup Başkanı Bostancı Özkoç’u suikastçi darbecilerle aynı paralelde olmakla suçladı.
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin üçüncü yıldönümünde TBMM Genel Kurulu özel oturumu gerginliğe sahne oldu. CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç‘un konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın FETÖ konusunda “Ne istedilerse verildi” yönündeki sözlerini anımsatması üzerine gerilim yaşandı.
Özkoç, FETÖ mensuplarına AKP iktidarı döneminde devlette yerleşme olanağı verildiğini belirterek, Ergenekon Davası ile Balyoz Davası gibi yargı süreçlerine Erdoğan ve AKP’nin desteğini hatırlattı. AKP’liler masalara vurarak konuşmayı duyulmaz hale getirdi.
AKP Grup Başkanı Naci Bostancı, CHP’li Özkoç’un konuşması üzerine partisi adına yanıt hakkını kullanmak istediğini belirterek kürsüye geldi. Bostancı, Özkoç’u konuşmasıyla Marmaris’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast düzenleme girişimine kalkışan darbecilerle aynı paralelde olmakla suçladı.
Meclis’teki özel oturumu Cumhurbaşkanı Erdoğan da locadaki yerinden izledi.
Trump, tweet dizinde ‘hükümetleri tamamen felaket olan ülkelerden kadın Kongre üyeleri’ ifadesini kullanıp ‘ülkelerine geri dönmelerin gerektiğini’ söyledi.
Alexandria Ocasio-Cortez ve İlhan Omar.
ABD Başkanı Donald Trump, Kongre’nin kadın Demokrat üyelerini hedef alan bir dizi Twitter mesajında yayımladı. Attığı üç tweette kadın Kongre üyelerini ‘kendisini ve ABD’yi acımasızca eleştirmekle’ suçlayan Trump, Kongre üyeleri için “…kendi ülkelerinin hükümetleri tam bir felaketken, yeryüzünün en büyük ve güçlü milleti olan ABD halkına hükümetimizin nasıl yönetilmesi gerektiğini söylüyorlar” dedi. Bir sonraki tweetlerinde de Trump şunları söyledi: “Neden geldikleri, suça bulamış, tamamen çökmüş yerlerine geri dönüp düzeltilmesi için yardımcı olmuyorlar. Sonra da dönüp nasıl yaptıklarını göstermiyorlar.”
BBC’nin haberine göre, Trump ayrıca, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi‘nin de ‘bu Kongre üyeleri için hızla ücretsiz seyahat ayarlamalarını yapmaktan memnuniyet duyacağını’ yazdı.
ABD Başkanı Trump tweetlerinde eleştirdiği Kongre üyelerinin isimlerini vermedi. Ama Trump’la sıklıkla fikir ayrılığına girip izlediği siyasete karşı çıkan, tartışmaların odağında dört kadın Kongre üyesi var.
Rashida Tlaib.
Bu Kongre üyelerinden Alexandria Ocasio-Cortez, Rashida Tlaib ve Ayanna Pressley ABD’de doğup büyüdü. Somali doğumlu Kongre üyesi Ilhan Omar da çocuk yaşta ABD’ye taşındı. Ocasio-Cortez, New York Bronx’ta doğdu, Trump’ın doğduğu Queens hastanesine yaklaşık 19 km mesafede.
Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi de sınır güvenliğiyle ilgili tartışmaya girdiği dört kadın Kongre üyesini ‘manga’ olarak tanımlamıştı.
‘Yabancı düşmanı, ırkçı’
Bu eleştirilere tepki gösteren Nancy Pelosi Trump’ı ‘yabancı düşmanlığı yapmakla’ suçladı. Kongre üyesi Tlaib ise Trump’ın ‘görevini kötüye kullanmakla suçlanması gerektiğini’ söyledi.
Ocasio-Cortez de Twitter mesajında “Bizi seçen Amerika’yı kabul kabullenememesinin üstüne, bizim sizden korkmadığımızı da kabullenemiyorsunuz” dedi. Ilhan Omar Trump’ın ‘beyaz milliyetçiliği körüklediğini’ belirtip ABD Başkanı için “gördüğümüz en kötü, en yolsuz, en beceriksiz başkan” ifadelerini kullandı.
Ayanna Presley.
Pressley, Trump’ın tweetinin görüntüsünü paylaşıp “Irkçılık böyle bir şey. Biz ise demokrasiyiz” dedi.
Başkanlık için adaylığını koyan Demokrat Senatör Elizabeth Warren da Trump’ın tweetleri için ‘ırkçı ve yabancı düşmanı saldırı’ yazdı. Beto O’Rourke “Bu ırkçılık. Bu kadın Kongre üyeleri sizler kadar Amerikalı” dedi.Bernie Sanders da Trump’ı ırkçılıkla suçladı. Bazı Cumhuriyetçi siyasetçiler de Trump’a tepki gösterdi. John McCain’in kızı, Cumhuriyetçi köşe yazarı Meghan McCain “Bu ırkçılık” dedi.
Bu yılki ‘Büyük Atlayış’ eyleminin odak noktası, Dicle Nehri üzerinde kurulan Ilısu Barajı ile su altında bırakılmaya çalışılan Hasankeyf ve Dicle Vadisi içindi. Hasankeyf’e atlayış için izin verilmezken, dünyadan destek geldi. Ergene nehrine ise yoğun kirlilik yüzünden ‘atlanmadı’.
Bianet’e göre, Türkiye ve dünyanın birçok kentinde insanlar, nehirlerin tahrip edilmesini protesto etmek için ‘Büyük Atlayış’ adı altında bulundukları yerlerdeki nehirlere, göllere ve denizlere girdi. Ilısu Barajı’nın tehditi altındaki Hasankeyf‘te yapılmak istenilen “Büyük Atlayış”a ise izin verilmedi. Hasankeyf kaymakamlığı 12 Temmuz Cuma günü yayınladığı bir genelgeyle Hasankeyf’te suya girmeyi izne tabi tuttu.
Nehirlerin özgür akması için her yıl Temmuz ayının ikinci pazar günü dünyanın birçok yerinde ‘Büyük Atlayış’ adıyla etkinlikler düzenleniyor. Bu sene de yapılan ‘Büyük Atlayış’ eylemlerde dünyanın farklı noktalarında birçok insan Ilısu Barajı ve HES projesinin durdurulmasını talep etti.
Türkiye’de yapılan eylemler DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi (HYG), Ekoloji Birliği, İstanbul Kent Savunması, Kuzey Ormanları Savunması, Arkeologlar Derneği, siyasi parti ve birçok sivil toplum örgütü tarafından kurulan Hasankeyf Koordinasyonu’nun çağrısıyla yapıldı.
Eylemlerin başında, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin öncelik ettiği Hasankeyf’ten Dicle nehrine yapılmak istenilen ‘Büyük Atlayış’ yer aldı. KESK’ten Elif Çuhadar, TTB’den Halis Yerlikaya, Avrupa Parlamentosu’ndan (AP) Julie Ward, HDP’li milletvekilleri ve onlarca yurttaşın katıldığı etkinliğe katılmak isteyen bir çk kişi, yasak haberinin yayılması üzerine evine döndü.
Yoğun güvenliğin alındığı ilçede kolluk kuvvetleri, yurttaşların nehre girmesine izin vermedi. Onlarca zırhlı aracın getirildiği ilçede, Dicle nehri etrafı da güvenlik görevlileri tarafından kapatıldığı görüldü. Toplananlar bunun üzerine seyir tepe denilen noktada açıklama yaptı. ”Hasankeyf İçin Geç Değil’ pankartların açıldığı eylemde, kitle Hasankeyf ve Dicle Vadisi için slogan attı. Hasankeyf’teki eylemden sonra kitlenin bir kısmı Batman çayına gidip orda toplu halde suya girdi ve taleplerini dile getirdi.
Marmara’dan Dicle’ye
Hasankeyf’e gidemeyenlerin İstanbul’daki durağı ise Sarıyer Yeniköy’deki Avusturya Başkonsolosluğu’nun önü oldu. Konsolosluk önünde toplanan yurttaşlar basın açıklanmasının ardından sloganlarla denize atladı.
Antalya Sarısu mahallesinde bir grup kadın aktivist önce piknik yaptı. Ardından Hasankeyf temasıyla denize girilip pankartlar açtı.
Yine Antalya’nın Kumluca ilçesinde de Hasankeyf temasıyla Antalya Ekoloji Meclisi üyesi aktivistler Alakır nehrine girerek pankartlar açtı.
Nevşehir Avanos‘da ekoloji aktivistleri Kızılırmak’a atladı. Çanakkale Gökçeada‘da da yanyana gelen yaşam aktiviteleri de denize girerek Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ne ses olmak için Büyük Atlayış etkinliği düzenledi.
Ergene’ye de atlayamadılar
Trakya Platformu Kırklareli Yürütme Kurulu Üyesi Göksal Çidem ise, ‘Büyük Atlayış’a Trakya Platformu olarak ‘Nehirlere AtlamaMA’ günü olarak katıldıklarını söyledi.
Yörenin tek akarsuyu olan Ergene’den su değil, ‘sıvı’ aktığını belirten Çidem şöyle konuştu: 14 Temmuz 2019 günü Ergene kıyısına yine gittik. Ne yazık ki yine kötü bir koku, simsiyah bir sıvı köpük köpük akıyor. Ergene nehrinden sonra, nehire akan, nehri besleyen dereler de can çekişiyor. Bir taraftan sanayi tesislerince kirletilirken, diğer taraftan her yerde mantar gibi biten endüstriyel hayvancılık tesislerinden çıkan atıklarda dereleri kirletip, göletleri ise atık havuzuna çeviriyor. Etkin adli ve idari tedbirler fakatsız, amasız, ancaksız acilen uygulanmazsa çok yakında dereler ve göllerimizde Ergene gibi hazin sonu yaşayacaklar. ERGENE’ye akan derelerin içinde ve çevresinde yaşayanların gelecekleri de Ergenenin rengi gibi. Kap kara.”
Bu nedenle Ergene’ya atlamadıklarını belirten Çidem, “sözün değil, suyun bittiği noktadayız” ifadelerini kullandı.
Dünyanın dört bir yanında
Dünyanın bir çok şehrinde ise aktivistler ‘Büyük Atlayış’ı, Ilısu Barajı ve HES Projesinin iptal edilmesini dikkat çekmek için yaptı. Eylemin yapıldığı şehirlerden bazıları şöyle: Sine (İran), Bağdat (Irak), Saraybosna (Bosna-Hersek), Berlin, Hamburg, Mainz, Wendland, Münih, Nürnberg (Almanya), Londra (İngiltere), Dundee (İskoçya), Kopenhag(Danimarka), Manlleu (Katalonya), Rio de Janeiro(Brezilya)
ODTÜ Rektörlüğü’nün Kavaklık alanında yapılması istenen KYK yurduna dair ‘gözden geçirilecek’ açıklamasına rağmen, inşaat ruhsatıyla ilgili yasal başvurunun yapıldığı öğrenildi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) 49 yıllığına Kredi Yurtlar Kurumu’na verilen Kavaklık alanında yapılan ağaç kesimine dair öğrencilerin protestoları devam ediyor.
Öğrencilerin tepkilerinin ardından ağaç kesimi durdurulmuş ve ODTÜ Yönetim Kurulu 9 Temmuz’da, “Protokol ve ihale ile ilgili yasal gereklilikler olsa bile yapılabileceklerin tekrar gözden geçirilmesi, ilgili kurumlar ve bileşenler ile bu doğrultuda müzakerelere devam edilmesi ve bir an önce üniversitemizde hayatın normale dönmesi için her adımın atılması yönünde görüş birliği oluşmuştur” kararı almıştı.
Ruhsat müteahhit firmaya verilecek
Mezopotamya Ajansı’nın ODTÜ mezunlarından aldığı bilgiye göre; yasal başvuru yapıldığı belirtilen inşaat ruhsatının müteahhit firmaya en kısa zamanda verileceği öğrenildi. Öte yandan inşaatın başlanacağı alanın ODTÜ Geliştirme Vakfı’na ait olduğu ortaya çıkmasına rağmen, vakfın herhangi bir açıklama yapmadığı ve itirazda da bulunmadığı belirtildi.
‘Ruhsat için tapu tahsis belgesi istenir’
Süreci yakından izleyen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ise “Arazi 49 yıllığına KYK’ye tahsis edildiğine göre ruhsat için başvuruda tapu tescil belgesi istenir. Bu durumda ruhsat verilemez” açıklamasında bulundu.
Nöbet tutuldu, fidan dikildi
Geçtiğimiz hafta sonu, ‘ODTÜ Savunulmalıdır Platformu’nun çağrısıyla ‘Kavaklık Direnişi Büyüyor’ başlıklı bir etkinlik gerçekleştirmişti. Kampüste yapılan yürüyüşün ardından, kesilen ağaçların yerine yeni fidanlar dikilmiş ve gece boyu nöbet tutulmuştu.
İsrail’de eğitim bakanının ‘eşcinsellikten caydırma terapisi’ne inandığını söylemesi tepki çekti. Dünya çapında reddedilen bu ‘yöntem’i onaylayan bir kişinin eğitim sisteminin en tepesinde bulunmasına karşı eylemler düzenleniyor. Peretz’e siyasetçilerden de tepki yağıyor.
İsrail’de eski bir haham olan Eğitim Bakanı Rafi Peretz’in ‘eşcinsellikten caydırma terapisini’ desteklediğini söylemesi tepki çekti. Yüzlerce kişi, Peretz’in istifası talebiyle sokağa döküldü. Peretz’e İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’dan da tepki geldi.
Eğitim Bakanlığı’na yeni atanan Rafi Peretz, Kanal 12 televizyonu ile söyleşisinde ‘eşcinsellerin cinsel yönelimlerinin terapi ile değiştirilebileceğini’ öne sürüp, kendisinin de bunu bir öğrencisi üzerinde denediğini savundu. Birleşik Sağ isimli aşırı sağ partinin lideri de olan Peretz, böyle bir terapi ile ‘yönelim değiştirileceğine inanıp inanmadığı’ sorulunca, “Bence bunu yapabilirsiniz. Size eğitim konusunda derin bilgi sahibi olduğumu ve bunu benim de yaptığımı söyleyebilirim” yanıtı verdi. Bir öğrencisine ‘kendini anlaması için yardım ettiğini’ de söyledi. Peretz, İsrail Eşcinseller Gençliği isimli sivil toplum örgütünün ‘verdikleri mesaj’ nedeniyle okullarda konuşma yapmasını engellemeyi düşündüğünü de ekledi.
Öğretmenlerden grev tehditi
Bu sözler üzerine Tel Aviv’de, aralarında öğretmenler, öğrenciler ve ebeveynlerin de bulunduğu yüzlerce LGBTİ+ hakları savunucusu sokağa döküldü. Eylemde, “Homofobik bir ırkçı istifa etmeli” pankartı taşındı. İşçi Partili eski başbakanlardan Ehud Barak da eyleme katılanlar arasındaydı. LGBTİ+ hakları savunucusu öğretmenler ise Peretz’in istifası için 3 bin imza toplayıp grev tehdidinde bulundu.
Siyasetçiler: Kabul edilemez
Peretz’e İsrail siyasetinden de tepki yağıyor. Başbakan Benyamin Netanyahu bu açıklamaları ‘kabul edilemez’ bulduğunu ve bakanla özel bir görüşme yaptığını açıkladı. Netanyahu, “Kendisine şunu açıkça söyledim; İsrail eğitim sistemi, kim olurlarla olsun, cinsel yönelime dayalı herhangi bir fark olmadan, her Yahudi çocuğu kabul etmeyi sürdürecektir” dedi. İsrail’de eşcinsel olduğunu ilk kez açıklayan bakanlardan Amir Ohana da eski hahama tepki gösterdi. Adalet Bakanı olan Ohana, “Eğitim bakanı, bütün İsrail’deki gençliğin gözü sizde. LGBTİ+ gençler arasındaki intihar oranı üç kat daha fazla. Hayat kurtarmaktan söz ediyoruz” diye konuştu.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye’ye Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerini alması nedeniyle uygulanacak yaptırımlara ‘Trump’ın da uyacağını’ söyledi.
ABD yönetimi Ankara’nın Rus yapımı S-400 füzelerini teslim alması halinde, Türkiye’ye yaptırım uygulamayı ve F-35 savaş uçağı programından çıkarmayı planlıyor. Olası yaptırımların arasında Türkiye’nin ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamına alınması da yer alıyor. S-400’lerin Türkiye’ye sevkiyatı ise 12 Temmuz itibariyle başladı.
Washington Post gazetesine konuşan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo “Kanunlar yaptırım uygulanmasını gerektiriyor ve eminim ki, yasaya uyacağız ve Başkan (Donald) Trump da uyacak”ifadelerini kullandı.
Erdoğan ‘Trump’ın orta yolu bulması gerek’ demişti
Japonya’da düzenlenen G-20 zirvesinde ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir araya gelmiş, buluşma sonrası ABD başkanı “Bu berbat bir durum ancak Erdoğan’a haksızlık yapıldı” diye konuşmuştu. Erdoğan da S-400 teslimatı başladıktan sonra “Trump’ın CAATSA’dan feragat etme ve erteleme yetkisi var. Orta yolu bulması gereken Sayın Trump’tır” ifadelerini kullanmıştı.
Bloomberg de S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye uygulanacak üç farklı yaptırım paketi hazırlandığını, Trump’ın bu paketlerden birini seçeceğini yazmıştı.
Rum gazetesi, Kıbrıs açıklarında sondaj yapan Fatih gemisinin, 170 milyar metreküp doğalgaz keşfettiğini yazdı.
Rum gazetesi Fileleftheros, dün (14 Temmuz) yayınladığı bir haberde Fatih sondaj gemisinin 170 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfettiğini iddia etti. Halihazırda Kıbrıs’ın batısında hidrokarbon bulmak için sondaj yapan Türkiye’nin ikinci sondaj gemisi Yavuz, adanın doğusunda hidrokarbon için sondaj yapacağı Magusa Körfezi açıklarına varmıştı. Türkiye’nin sondaj faaliyetleriyle ilgili AB, ABD ve Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından gelen kınama mesajlarından sonra, son olarak AB’nin Türkiye’ye kısıtlayıcı önlemler almaya hazır olduğu belirtilmiş, ‘yaptırım taslağı’ hazırlanmıştı.
KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Türkiye’nin sondaj çalışmalarının tüm Kıbrıs’ın etrafına yayılabileceğini söyledi. Haberde, AB kaynaklarına dayandırılan bilgiye göre, sondaj çalışmasının başarılı geçtiği iddia edildi.
AB’nin Türkiye’ye karşı yaptırımlar uygulayacağı öne sürülen haberde, Türkiye’nin doğalgazla ilgili faaliyetlerine devam edeceği ve bu uğurda çok para harcadığı da ifade edildi. Yapılan yorumda ise farklı çevrelerce doğalgaz da dahil olduğu bir‘al-ver’ süreci başlatılmasının söz konusu olduğu iddia edildi.
‘Rumlar işbirliği yapmazsa Türkiye devam edecek’
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kıbrıs Postası’ndaki makalesinde KTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Akdeniz’deki hidrokarbonun kullanımıyla ilgili sunduğu ‘doğalgaz komitesi’ teklifinin kabul edilmemesi halinde ada etrafındaki faaliyetlerin kararlılıkla sürdürüleceğini söylemişti. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın dün açıklanan önerisinde hidrokarbon konusununun gerginlik ve çatışma alanı olmaktan çıkarılıp verimli bir işbirliği alanına dönüştürülmesinin amaçlandığı belirtilmiş; Türkiye de öneriye tam destek verdiğini duyurmuştu.
2011’de başladı
Harita: DW Türkçe.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2011 yılında belirlediği münhasır ekonomik bölgede doğalgaz arama hamlesinden hemen sonra KKTC de Ankara ile anlaşarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ada açıklarında petrol ve doğalgaz arama yetkisi vermişti. TPAO’ya yetki verilen bölgelerden bazıları, Rum yönetiminin arama yaptırdığı bloklarla çakışıyor.