TBMM yeni yasama dönemine 75 yeni fezleke ile başladı. Aralarında HDP Eş Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli’nin bulunduğu 40 HDP’li milletvekili hakkında 71 fezleke hazırlanarak Meclis’e gönderildi.
Yeni yasama dönemine başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) 75 yeni fezleke geldi. Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyen fezlekelerin 71’i HDP milletvekilleri hakkında düzenlendi. AKP‘li 2, CHP’li 1, MHP’li bir milletvekili hakkında da fezleke düzenlenerek Meclis’e gönderildi.
Duvar’ın haberine göre, Meclis’in açılışıyla birlikte temmuz ayından bu yana Meclis Başkanlığı’na gelen yasama dokunulmazlığının kaldırılması dosyaları Gelen Kağıtlar’da yayınlandı. Meclis’in kapalı olduğu yaklaşık 2.5 ay içinde Meclis’e gelen toplam fezleke sayısı 75 oldu. Yasama dokunlmazlığının kaldırılmasını isteyen fezlekelerin 71’i 40 HDP milletvekiline ait. HDP Eş Başkanı Sezai Temelli hakkında 3, HDP Eş Başkanı Pervin Buldan hakkında 2 fezleke gönderildi.
Hakkında fezleke hazırlanan diğer HDP milletvekilleri ise şöyle: Leyla Güven, Meral Danış Beştaş, Semra Güzel, Hüda Kaya, Berdan Öztürk, Serpil Kemalbay Pekgözegü, Gülüstan Kılıç Koçyiğit, Dirayet Dilan Taşdemir, Salihe Aydeniz, Ayşe Sürücü, Hişyar Özsoy, Tuma Çelik, Sıdık Taş, Musa Farisoğulları, Nuran İmir, Mehmet Ruştu Tiryaki, Feleknas Uca, Pero Dundar, Nejdet İpekyüz, Nimetullah Erdoğmuş, Mithat Sancar, Fatma Kurtulan, İmam Taşçıer, Hüseyin Kaçmaz, Ebrü Günay, Erdal Aydemir, Kemal Bülbül, Züleyha Gülüm, Rıdvan Turan, Tülay Hatimoğulları Oruç, Garo Paylan, Dersim Dağ, Kemal Peköz, Remziye Tosun, Mensur Işık, Salihe Aydeniz, Muazzez Orhan, Ömer Öcalan, Ayşe Sürücü ve Şevin Coşkun oldu.
AKP’li iki vekil hakkında da fezleke
AKP İzmir Milletvekili Fehmi Alpay Özalan, Düzce Milletvekili Fahri Çakır, CHP Kırklareli Milletvekili Türabi Kayan ve MHP Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı hakkında da birer fezleke Meclis’e gönderildi.
Atlantik Okyanusu’nun ücra köşelerinden birinde yer alan ‘Erişilemeyen Ada’da bulunan plastik atıkların miktarı, son 10 yılda iki kattan fazla arttığı bildirildi.
Atlantik Okyanusu’nun en ücra köşelerinden birinde yer alan Erişilemeyen Ada’ya erişen plastik atıkların miktarı, gezegenimizin denizlerindeki plastik atık sorununun boyutunu gözler önüne serdi. Birleşik Krallık’a bağlı Ada’da bulunan plastik şişelerin yüzde 84’ünün Asya’da, çoğunun da Çin’de üretildiği anlaşıldı.
Araştırmacılar şişelerin üretim tarihlerinin son birkaç yıl içinde olmasından yola çıkarak atıkların gemilerden bırakılmış olabileceği sonucuna vardı. Her yıl 12,7 milyon ton plastiğin karadan denizlere ulaştığı tahmin ediliyor. Bu miktara denize açıldıktan sonra atılan plastikler dahil değil.
Karadan değil, gemilerden
BBC’nin haberine göre, Proceedings of the National Academy of Sciences adlı bilimsel dergiye yazdıkları makalede konuyu inceleyen Güney Afrika ve Kanadalı araştırmacılar, bugüne kadar okyanuslara karışan plastiklerin çoğunun karalardan bu noktalara geldiği düşünülse de bunun doğru olmayabileceğine dikkat çekti. Araştırmanın liderliğini yapan Cape Town Üniversitesi FitzPatrick Afrika Ornitolojisi Enstitüsü’nden Peter Ryan, Erişilemeyen Ada’da 2009 yılında inceledikleri plastik atıkların 3 bin 515 parçadan oluştuğunu, bu sayının 2018’de 8 bin 84’e yükseldiğini söyledi.
Pet şişeler bu atıklar içinde hem en büyük paya sahip hem de oranı büyük hızla artan grubu oluşturuyor. Okyanuslara karışan pet şişelerin miktarı 1980’den beri her yıl ortalama yüzde 14,7 artıyor.
Adada bulunan en eski plastik çöp 1971 yılında üretilmiş. Fakat kıyıya erişen şişelerin çoğu son iki yılda üretilen şişeler. Prof. Ryan “İşi öğrendikten sonra üzerinde etiketi olmayan bir pet şişe hakkında bile pek çok bilgi edinebilirsiniz. Üretim tarihi şişenin üzerine basılmıştır. Şişeler üretici şirketin işaretlerini de taşırlar ve böylece hangi üreticiden ve hangi ülkeden geldiklerini bulabilirsiniz. Bizim için daha büyük şok, adaya hakim rüzgar yönü olan Güney Amerika yerine Asya’da üretilmiş çöplerin erişmesi. Şişelerin yüzde 84’ü Asya’da üretilmişti” diyor.
Şişelerin Asya üretimi olması ve üretildikten kısa süre sonra Erişilemeyen Ada’ra bulunması, bunların yakınlardan geçen bir gemiden atılmış olması ihtimalini güçlendiriyor. Prof. Ryan başlangıçta bunların ticari gemilere kıyasla “Vahşi Batı’yı andıran” balıkçılık gemilerinden atılmış olabileceğini düşündüğünü, fakat bölgede Çin’in değil Japonya ve Tayvan’ın balıkçılık yapması nedeniyle geriye kalan tek ihtimalin ticari gemiler olduğunu söylerken “Son 10 yılda Güney Amerika ile Asya arasında bu rota sıklıkla kullanılır oldu. Fakat ticari gemilerin çöpleri denizlere dökmeme yasağına uymasını beklerdim. Bu yüzden şok oldum” ifadelerini kullanıyor. Prof. Ryan, gemicilik sektörünün bu bulgulara vereceği yanıtı merakla beklediğini söylüyor.
Otuz yıl boyunca sürdürülebilir kalkınmadan, gelecek kuşaklar için üzerindeki kaynaklarla birlikte yaşanır bir gezegen bırakmaktan bahsederken bu, salt bir etik sorumluluk olarak dile getiriliyordu. Diğer bir ifadeyle, kuşaklar arası adalet probleminin bir tarafı masada yoktu ve bizim yüzümüze hiçbir şey söylemiyordu. Greta’yla birlikte gelecek kuşaklar şimdiki kuşakların yüzüne doğrudan konuşmaya başladılar.
Yazının başlığı aslında “Gretaları, Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future) Hareketi’ni anlamaya çalışmak” olmalıydı. Hep öyle değil midir? Bir tepki, huzursuzluk birikir; bu damıtılmış ifadesini öncü bir bireyin veya grubun dramatik bir eyleminde ve söyleminde bulur. Peşinden kitleleri sürükler ve gizil hoşnutsuzluğun gün yüzüne çıktığı, taleplerin formüle edildiği bir harekete dönüşür. Bir sonraki aşama bu talepleri hem dayatacak, hem de alternatif pratikler örgütleyecek toplumsal ayakların, buna hizmet edecek liderliklerin inşasıdır. Akış bu derece doğrusal olmasa da toplumsal hareketlerin büyümesi ve inşası bir ölçüde bu şablona uygun olarak gerçekleşir.
Greta Thunberg’den bahsederken de elbette onun ayırt edici kişilik özelliklerinin ötesine geçip temsil ettiği toplumsal hareketin söylemine ve niteliklerine odaklanmak gerekiyor. Aslında bu bir anlamda (biz Greta’yı hayranlıkla takip ederken) geç kalmış bir yazı; artık bilen biliyor: Greta 2018 sonbaharında, kendi tabiriyle “iklim krizi” karşısında yetişkinlerin sorumsuzluğunu protesto etmek üzere İsveç Parlamentosu önünde okul grevine başladığında 15 yaşındaydı. 2018 İklim Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın (COP 24, Katoviçe) ardından okul grevi dünyaya yayıldı ve Gelecek İçin Cumalar olarak adlandırılan, cuma günleri tekrar eden okul grevleri başladı. Bunun Türkiye’de de yansımaları oldu. 11 yaşındaki Atlas Sarrafoğlu inisiyatif alarak arkadaşlarını Mart 2019’da okul grevine davet etti. Eylül 2019’da Kuzey Yarıküre’de okulların açılmasıyla birlikte grevler yeniden başladı. Birinci büyük grev 20 Eylül’de gerçekleşti ve şimdilerde yetişkinleri de içine alacak şekilde her hafta büyüyerek tekrar ediyor. (Yetişkinlerin katılımı destek niteliğinde, onlar grev yapıp işyerlerini durdurmuyorlar).
Bu bir yıl içerisinde Greta üst düzey pek çok toplantıya davet edildi, çok sayıda kürsü konuşması yaptı ve canlı yayın demeçleri verdi. Ancak geçen hafta (21-23 Eylül) yapılan BM İklim Zirvesi’nin ardından Gelecek İçin Cumalar’ı temsilen konuşan ve görüş bildiren çocuk ve gençlerin sayısı artmaya başladı. Greta’nın bu derece üst düzey ilgi görmesi, ve profesyonelce tasarlanmış iletişim araçlarıyla dünya gündemine taşınması kafa karışıklıkları yarattı. İsveç, Fransa, İngiliz Parlamentoları, COP24, Davos … ABD Kongresi, BM İklim Zirvesi ve daha neler neler; ayrıca TED konuşması, Time, The Guardian manşetleri bunlardan sadece bazıları. Peki gerçekten ne oluyor? Greta niçin bu kadar ilgi görüyor?
Bunun için pek çok neden ileri sürülebilir. On altı yaşında bir çocuğun, belki yaşadığı Asperger Sendromu’nu bir avantaja dönüştürerek, son derece içten, odaklı ve iyi ifadelerle iklim krizinden dem vurması, bu çıkışı bir projenin enstrümanı olarak değil özerk bir şekilde yaptığına insanları inandırabilmesi, fotojenik olması, İsveç gibi varsıl ve liberal bir toplumun üyesi olması ve bu itibarla önüne bazı kapıların kolay açılması, sorular karşısında kendisine politik bir ayar vermeden açık sözlü ve kısa cevaplar üretebilmesi. Böylelikle bir ilgi odağı oluştuktan sonra, ürettiği yazılı ve görsel mesajların pekiştirici bir döngüyle (onu görmek istemeyenlerin dahi ihmal edemeyeceği şekilde) birçok mecraya yayılması. Hepsi birer faktör olmakla birlikte, onu sevenler kadar ondan nefret edenlerin de üzerinden malzeme üretebileceği değişkenler bunlar.
İklim mücadelesi için fırsat
Greta’nın “yükselişini”, Gelecek için Cumalar Hareketi’nin gösterdiği şekilde, iklim mücadelesi için bir fırsat olarak görmek mümkün. Küresel nizamın bir kısmı tarafından bu derece olumlu karşılanmasının nedeni, mevut uluslararası bir konsensüse hitap ediyor olmasıdır. Bu konsensüsün politik ayağı olarak UNFCCC Paris İklim Anlaşması’na (2015), bilimsel ayağı olarak da IPCC’nin 2019 başında yayımladığı 1.5 Derecelik Küresel Isınma Raporu’na işaret edebiliriz. Zira konuşmalarında Greta, sürekli olarak Paris Anlaşması’nın 1.5 derece hedefinin yerine getirilmesi için yapılması gerekenlere, ve bu anlaşmaya referansla iklim adaleti sorununa değiniyor. İkinci olarak da, 1.5 derece hedefini yakalamak için IPCC tarafından ortaya konan karbon bütçelerine ve karbon azaltım oranlarına vurgu yapıyor. Bu hedeflerle bilimsel gerçekler ve eylem arasındaki boşluğa işaret ederek küresel ikiyüzlülükle sistemi suçluyor. Paris İklim Anlaşması şimdi zayıf görünen küresel liberalizmin iklim sorunu karşısındaki uzlaşı çabasını temsil etmekte, tasarımdan uygulamaya kadar sırada bekleyen yüzlerce teknik buluş ve yeni yönetim fikrinin sunduğu imkanlardan, yükselen alternatif enerji, enerji verimliliği ve “sıfır atık” sektörleri ve çevrimsel ekonomilerden beslenmektedir. Küresel ekonomik durgunluğun nasıl aşılması gerektiği noktasında da yeni ekonomilerin politik temsilcileriyle başta büyük petrol devleri olmak üzere kömür ve diğer fosil lobisi arasında bir çatışma vardır. Paris İklim Anlaşması halihazırda, yeni ekonomik sektörlerin temsilcisi olması gereken küresel liberalizmin (örneğin Avrupa ve Kuzey Amerika’daki Yeni Yeşil Düzencilerin) politik gücüyle orantısız bir şekilde çok ileri iklim hedefleri benimsediği için, hedeflerle uygulama arasında grotesk bir uçurum yaşanmaktadır. (Ayda dört kilo vermek hedefiyle diyet uygulayan bir obezin hamburgerle beslenmesi gibi).
Köprüden önce son çıkış
IPCC 1.5 Derece Raporu da politiktir buna dönük tüm değerlendirme sürecinin örgütlenmesi politik bir karar olduğu için öyledir. IPCC 1.5 Dere. Raporun temel aldığı bilim düzmece veya raporun değerlendirmesi tarafgir olduğu için değil, bizatihi “acaba ısınmayı 1.5 derecede tutmak mümkün mü?” sorusunun sorulması, vece Raporu iklim aktivistlerinin büyük ölçüde “biz bu oyunu kaybettik”, iklim araştırmacılarının da “artık azaltım meselelerinden ziyade uyum problemlerine odaklanalım” dediği noktada, Paris İklim Anlaşması’nın talebiyle devreye girmiş ve köprüden önce son bir çıkışın olduğunu dünya aleme hatırlatmıştır. Greta konuşmalarında bu son çıkışa işaret etmektedir.
Fakat Greta ve Cumalar Hareketi’nin sistem tarafından ağırlanmasını kolaylaştıran faktörler kadar, onların kattığı muazzam yeniliğe ve onlara şüpheyle yaklaşılmasına neden olan faktörlere de bakmak gerekir. Elbette en büyük yenilik, o bilmediğimiz, görmediğimiz gelecek kuşakların sahaya inmesidir. Otuz yıl boyunca sürdürülebilir kalkınmadan, gelecek kuşaklar için üzerindeki kaynaklarla birlikte yaşanır bir gezegen bırakmaktan bahsederken bu, salt bir etik sorumluluk olarak dile getiriliyordu. Diğer bir ifadeyle, kuşaklar arası adalet probleminin bir tarafı masada yoktu ve bizim yüzümüze hiçbir şey söylemiyordu. Greta’yla birlikte gelecek kuşaklar şimdiki kuşakların yüzüne doğrudan konuşmaya başladılar. Gelecek kuşakların yokluğunda iklim değişikliği yarın, sorunlar iyice dayanılmaz hale geldiğinde çözümlenmesi gereken bir problemdi. İklim biliminin, bugünkü eylemlerimizin yakın gelecekteki sonuçları hakkındaki tüm uyarılarına rağmen anaakım politik söylem ve yükselen popülizm sadece bugün, en yakınımızdaki çıkarlara işaret ediyor, bu da bugün ve gelecek arasında muazzam bir değer uçurumu yaratıyordu. Gelecek İçin Cumalar bugün ve gelecek arasındaki bu değer uçurumunu yok etmeye aday oldu. “Yarın bugündür, iklim için her ne yapılacaksa burada, derhal ve bugün yapılmalıdır” dedi.
2 Ağustos tarihinde New York Times’da yayımlanan Christopher Cladwell imzalı bir yazı, çocukların bilim tarafından doğrulanan haklı aciliyet vurgusu karşısında, inceltilmiş sağ kanat cehalet ve demagojiyi temsil ediyor: Diyor ki Cladwell, “demokrasi çoğu zaman beklemek ve görmektir, sabır demokrasinin en yüce değeridir. İklim değişikliği ciddi bir meseledir, ama ‘bekleyemeyiz’ demek, çok daha büyük problemlere davetiye çıkarmaktır”. İşte çocukların “hemen şimdi” ve yetişkinlerin “bekleyip görelim” yaklaşımları arasındaki bu gerilimin, aynı zamanda çok sert bir politik çatışmanın zayıf görünen sureti olduğunu söylemeliyiz.
İklim politikaları
Yeniliğin getirdiği ve yukarıdaki gerilimle de ilişkilendirilebilecek ikinci bir çatışma noktası ise değerlerle çok daha doğrudan ilintili. Gelecek İçin Cumalar buyurganlıkla, “politika önermemekle” eleştiriliyor. Egemen iklim söylemi bugüne kadar hep yararcı değerlendirmeler üzerine kuruldu. Petrolü güneşle ikame etmenin maliyeti nedir, iklim hasarlarının maliyeti nedir, bugün kaç liradır, yarın kaç lira olacaktır gibi doğrudan paraya tercüme edilen bir değer dili kullandı. Adına “iklim politikaları” denilen şey bu değerlendirmeler üzerine kurulurken (bunun hiç yapılmaması gerektiğini savunmuyorum) gelecek kuşaklar ve doğa bunun içinde kendisine anlamlı bir yer bulamadı ve istismar edildi. Gelecek İçin Cumalar ve yükselen diğer iklim hareketleri acil eylem vurgusu yaparken bu egemen değer dilini bir tarafa bırakıp ahlaki bir çağrıda bulunuyor. “Yaptığınız yanlış, ahlaki olarak kabul edilemez, değişmelisiniz” diyor. Bunun sadece fosil yakıt sektörünün devlerine, büyük şirketlere, politikacılara değil, mesajı duyan ve anlayan herkese bir çağrı anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor.
Bu yenilikler Gelecek İçin Cumalar’ın medeniyetimiz tarafından hoş bir şekilde ağırlanmasını zora sokacak olan faktörler ki, bunun çıktılarını Greta üzerinde yürütülen karalama kampanyalarında da görüyoruz. “Peki ne yapmalıyız?” sorusu üzerine epey söz üretilebilir. Ama öncelikle mesajı almalı ve anlamaya çalışmalıyız; bunun için de elden geldiğince araştırmacı olmalıyız. Yükselen bir nehrin kıyısında kamp kurup, karanlıkta ıslık çalmamalıyız.
*Prof. Dr. , Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü
Küresel ısınmaya ilişkin hatalı varsayımlardan biri, nükleer gücün çözümün bir parçası olması gerektiğidir Allen J. Schaben / Los Angeles Times
Geçen hafta, ( 5 Eylül 2009) küresel ısınma hakkında CNN’deki iklim değişikliği meclis toplantısı, politika tartışmalarının hatalı öncüller üzerine kurulduğunu açıklığa kavuşturdu. Perşembe günkü münazarada Demokratik başkan adayları yine iklim meselelerini tartışacaklar. Burada, onların reddetmeleri gereken bazı hatalı varsayımlar yer alıyor.
Sürekli tekrarlanan asılsız konulardan birisi, net sıfır karbondioksit salımına nükleer gücü tekrar benimsemeden ulaşamayacağımız. Bazı adaylar geçen hafta bunu desteklemedikleri, çünkü nükleer gücün çok pahalı olduğu ve henüz atık sorununu çözemediğimiz yönünde cevap verdiler. Bu ikisi de doğru fakat burada esas önemli nokta tartışmanın dışında bırakılıyor.
Eğer bizim enerji talebimizi nükleer güç olmadan karşılayamamamız gerçekten mevzu ise, maliyetleri yutmalı (şu an güneşin 2, rüzgarın 3 katı) ve atık bertaraf çalışmalarına dönmeliyiz. Fakat, enerji sistemimizi ek nükleer güç olmadan karbonsuz hale getiremeyeceğimiz savı kusurlu.
Uzmanlar bölünmüş durumdalar, fakat yakın tarihli bazı çalışmalar nükleerin genişletilmesine dayanmaksızın karbonsuzlaşmanın muhtemel yolunun ana hatlarını çiziyor. National Oceanic and Atmospheric Administration (Ulusal Okyanus ve Atmosferik İdare) (NOAA) tarafından yürütülen bir çalışma bu işin başarılmasının anahtarının şebekenin entegre hale getirilmesi olduğunu öneriyor. Öyle bir sisteme ihtiyacımız var ki güç üretildiği yerden ihtiyaç duyulduğu yere efektif bir şekilde aktarılabilsin. Kaldı ki ABD’de her zaman bir yerler rüzgarlı ya da güneşli. Daha çevik bir şebeke, orijinal şebekenin inşasının ihtiyaç duymuş olduğu gibi federal yatırım gerektirecektir. Fakat bunu bir kez yaptık, bir daha yapabiliriz.
İklim tartışmalarını işgal eden ikincibir hatalı öncül Çin’in dünyanın en büyük sera gazı salım suçlusu olduğu. Çin kesinlikle en büyük salıcı, fakat onu en kötü olarak işaret etmek aldatıcı. Evet, Çin karbondioksit emisyonlarını 2017 itibariyle ABD’nin iki katına çıkmış durumda ancak Çin’de ABD’den 3 kat fazla insan yaşıyor. İşin aslı kişi başına ABD’de düşen salımlar Çin’den çok daha fazla.
Dahası, Çin salımlarının büyük bir kısmı, çoğunlukla Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ihraç malların gömülü salımları. Bir başka deyişle ABD’nin tüketimi Çin salımlarına sebep oluyor.
Üçüncü bir yanlış öncül, fosil yakıtlardan yenilenebilire geçmenin birçok Amerikalı işçiyi işinden edeceğidir. İşçilerine işlerinden edilmeleri gerçekten bir problem. Bu yüzden başkan adayları kendilerini bu konu hakkında konuşmak zorunda hissediyorlar. Fakat geçen haftanın meclis toplantısında konu o kadar ilgi çekti ki, eğer temiz enerjiyi benimsersek fosil yakıt endüstrisindeki çok sayıda çalışanın işsiz kalması kaçınılmazmış gibi algılanabilirdi. İşin aslı Amerikalıların çok küçük bir miktarı fosil yakıt çıkarma işinde çalışıyor. ABD Çalışma Bürosu istatistikleri kömürde 50.000, petrol ve gaz çıkarma işinde 150.000 rakamlarını vermekte. Bu işler nüfusun %0,1’ini oluşturuyor ya da çalışan iş gücünün %0,2’sini. Tabii ki endüstrinin çıkarma dışında da birçok alanı var fakat bu ek işleri de eklersek, rafine ya da taşıma örneğin, hala çalışan iş gücünün küçük bir kısmı etmekte.
Tüm işler, bu işlere sahip insanlar için önemliyken bu konu teknoloji ve yapay zekayla çalışan değişiminin geniş sorunu ile daha iyi çerçevelenebilir. Yakın tarihli bir çalışmaya göre 2030 yılında – Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin enerji dönüşümüne hızla başlanması gerektiğini belirttiği aynı 11 yıllık süre zarfında – ABD ekonomisi 38 milyon işi otomasyona kaybedecek. Bu, gelir adaletsizliğini daha da artıracak, refah ve sağlıkta büyük eşitsizlikle yaratabilecek potansiyel bir kriz. Demokratlar burada, temiz enerji sektörünün, kolaylıkla otomatikleştirilemeyecek ya da başka kaynaktan emin edilemeyecek işleriyle ekonominin en hızlı büyüyen istihdam alanı olduğunu vurgulamalılar.
Ve son olarak yanlış öncüllerden söz açılmışken, plastik pipetlere odaklanmayı bırakabilir miyiz? Plastik atığı mümkün her şekilde azaltmalıyız çünkü bunu yapmak okyanuslar için iyi. Fakat plastik pipetler bizlerle yenilenebilir enerji ekonomisi arasında duran bir şey değil. Yani dikkatimizi buna harcamayalım.
Yeni bir ekonomik model önerisi olan ‘Türetim Ekonomisi’, Good4Trust.org, ATÖLYE ve Türetim Ekonomisi Derneği iş birliğiyle masaya yatırılıyor. Türetim Ekonomisine Doğru: Döngüsel Sosyal Girişimler” panelinde, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik krizine karşı döngüsel ekonomi tartışılacak.
Sosyal ve ekolojik açıdan sorumlu ve adil “üretici”lerle bu tür ürün ve hizmetlerden yararlanmayı tercih eden “türetici”leri buluşturan Good4Trust.org, disiplinlerötesi inovasyon platformu ATÖLYE ve Türetim Ekonomisi Derneği işbirliğiyle, 8 Ekim Salı günü “Türetim Ekonomisine Doğru: Döngüsel Sosyal Girişimler” paneli düzenliyor.
Panelde akademi, sivil toplum ve özel sektörden örneklerle türetim ekonomisi kavramını ele alacak. Dünyanın en önemli sorunları arasında yer alan iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik krizine karşı atılacak iyileştirici adımların tartışılacağı buluşmada katılımcılar döngüsel ekonomi ve sosyal girişimler aracılığıyla ekonominin ekoloji ile nasıl bir araya getirileceği sorusuna cevap arayacak.
Good4Trust.org kurucusu Dr. Uygar Özesmi’nin moderatörlüğünde gerçekleşecek panelde konuşmacılar sürdürülebilir, ekolojik ve sosyal dışsallaştırmaların olmadığı bir tedarik ağı olan “döngüsel ekonomi” üzerine ilgili alanlardan vaka örnekleri getirecek. Sosyal girişimlerin döngüsel ekonomi eksenindeki konumunu tartışacak olan etkinlikte, “tüketim” yerine “türetim” kelimesinin gündelik hayatta nasıl yer bulduğunun yanı sıra iklim ve biyoçeşitlilik krizlerine yönelik iyileştirici adımlar tartışılacak.
ATÖLYE’de gerçekleşecek etkinlik herkesin katılımına açık.
Etkinliğe katılmak için Eventbrite internet sitesi üzerinden ücretsiz olarak kayıt olabilirsiniz.
Kentsizleşme Tasarım Atölyesi’nin gerçekleştirdiği ‘İstanbul’u Kentsizleştirme Raporu’na göre, mevcut kentleşme ve yan ürünleri olarak endüstriyel tarım, petrol bağımlılığı, iklim krizi, yoksullaşma, göç ve sosyal çatışmalarla ilgili bir vizyon belirlenmemesi halinde, kentin birçok yerinde sosyal ve ekolojik anlamda çöküş yaşanması kaçınılmaz.
Kentsizleşme Tasarım Atölyesi (De-Urban Design Studio) tarafından gerçekleştirilen ‘İstanbul’u Kentsizleştirme’ çalışmasının raporu yayımlandı. Girne Amerikan Üniversitesi, Tasarım Atölyesi- Kadıköy ile Kadıköy Belediyesi’nin de katkılarıyla haziran –temmuz aylarında düzenlenen ve Kadıköy-Kurbağalıdere çevresi özelinde çalışılan proje kapsamında, İstanbul’un mevcut durum analizi ve çözüm önerileri sıralandı.
Doç. Dr. Hossein Sadri ve Doç. Dr. Senem Zeybekoğlu’nun yürütücülüğünde hayata geçirilen projede İstanbul’a ilişkin yapılan saptamalar şöyle:
“İstanbul’un sosyal ve ekolojik yapısının analizi, mevcut kentleşmenin yan ürünleri olarak endüstriyel tarım, petrol bağımlılığı, kirlilik, iklim krizi, yoksullaşma, göç ve sosyal çatışmalar gibi sorunları beraberinde getirdiğini göstermektedir. İstanbul’un mevcut sosyal ve ekonomik durumu, başta Türkiye olmak üzere dünyanın birçok kentinin fakirleşmesine neden olan insan, bilgi ve sermayenin göçüyle oluşmaktadır. Bu durum, giderek kentte yaşayanlar arasında sosyal adaletsizliğin artmasına, az gelirli ve incinebilir grupların yaşamının zorlaşmasına sebep olmakta ve ekolojik yıkımı beraberinde getirmektedir.Tüm bu sebeplerden dolayı da mevcut durum kabul edilebilir ve sürdürülebilir değildir.”
Türkiye’nin eşitsizlik, yoksulluk, evsizlik ve bir çok sosyal sorununun merkezi olmasına ek olarak ekolojik açıdan da yıkımın merkezi olarak tanımlanan kentin ‘yaşanabilir’ bir hale gelmesi için geliştirilen öneriler ise şu şekilde:
*Doğayı ve içindeki tüm canlıları dikkate alacak insan+ bir vizyon geliştirilmesi, bu kapsamda 3000 km2’lik bir alanın insan yerleşkeleri ve faaliyetlerinden tamamen arındırılması,
*Yaban hayatının yaşamının bütüncül korunması için denizlerdeki zararlı faaliyetlerin durdurularak, temizlenmesi ve restore edilmesi,
*Derelerin restorasyonu
*Kendi kendine yeten, dış kaynaklardan özellikle fosil yakıtlardan bağımsız ve sosyal sömürü ve adaletsizliklerden arınmış; topluluk halinde ve mahalle ölçeğinde bir yaşam kurgulanması gerekmektedir.
Üç nesillik ‘büyüme-karşıtı vizyon
Önerilen uygulamaların radikal bir değişim gerektirdiğine dikkat çekilen raporda, bunun olmaması halinde kentin bir çok yerinde sosyal ve ekolojik anlamda bir çöküş yaşanması riskine dikkat çekildi. Çalışmada, İstanbul’un her anlamda bozulan dengelerinin restorasyonu için çok uzun vadeli bir vizyona ihtiyaç duyulduğu belirtilerek üç nesli kapsayan bir büyüme karşıtı bir hareketin başlaması gerektiğine işaret edildi: “Ancak bu karşıtlığın kısa vadede sürdürülebilir büyüme gibi öteki büyüme (alter-growth) çalışmalarını hareketlendirmesi; 30 yıl içinde, yani yaklaşık bir nesil sonra büyümemeyi (a-growth) ve 2. nesil sonunda ise geri-büyümeyi (de-growth) hedeflemesi gerekmektedir. 3. nesilde ise büyümesiz (non-growth) ve sürdürülebilir bir durumu elde etmeye çalışmalıdır.”
Raporun saptamaları şöyle:
Mevcut Durum Analizi:
1.1. İstanbul Türkiye’yi Sömürüyor
İstanbul, Türkiye’nin %0.6 yüzölçümünü kapladığı halde %19 nüfusuna yani ortalama yoğunluğun 31 kat daha fazlasına sahiptir. Bu yoğunluk, kentin içinde yaşayanların ihtiyaçlarını karşılama konusunda fazlasıyla dış kaynaklara bağımlı olmasına; olası afetler ve krizler karşısında dayanıksız ve kırılgan olmasına ve enerji tüketimi konusunda çok yüksek karbon ayak izine sahip olmasına sebep olmaktadır. Buna bir örnek olarak, yıl boyu ürettiği elektriği 11 günde tüketen İstanbul elektrik ihtiyacının %70ini dışarıdan temin etmektedir (T24, 2018). Daha da vahim olan bir günlük gıdasını üretebilen İstanbul, 364 günlük gıda ihtiyacı için Türkiye ve dünyanın birçok yerine ihtiyaç duymakta (Atalık, 2007) ve bu ihtiyacını ortalama 1000 km uzaktan karşılamaktadır (Yeniçağ, 2018). İstanbul insan sermayesinde de tamamıyla dışa bağımlı bir şehirdir. TÜİK ADNKS verilerine göre İstanbul’da yaşayan nüfusun sadece %14.6’sı İstanbul’da nüfusa kayıtlı bulunmaktadırlar (TÜİK, 2018)
İstanbul’da Yaşayan Türkiye, Tasarım: Muhammed Gündoğan, De-Urban Design Studio
1.2. İstanbul İstanbulluyu Sömürüyor
Türkiye’nin en zengin nüfusunun tercih ettiği ve en yüksek gelirine sahip olan İstanbul aynı zamanda en çok yoksulun da barındığı şehirdir (Nazilli, 2016). Bu nedenle de gelir eşitsizliği açısından Türkiye’nin bir numarasıdır (Yeni Birlik, 2018). İstanbul’daki sosyal eşitsizliği anlamak için aşağıdaki birkaç bilgiye bakmak yeterlidir:
İstanbul’da yaşayan yüksek gelirli %10’luk nüfus en alttaki %10’luk nüfusun 10 katından fazla gelire sahiptir.
En üst gelire sahip %20’lik nüfus, toplam gelirin yarısına el koymaktadır (Şeker, 2017).
İstanbul’da yaşamakta olan 36 zenginin mal varlığı ise ortalama 3 Milyon üzerinde Türkiyeli’nin servetine eşdeğerdir (Uras, 2016, Anadolu Ajansı, 2017, Milat, 2018).
7000 evsizin yaşadığı İstanbul’da evsiz başına 30 üzerinde boş konut bulunmaktadır (Şimşek, 2018, Diken, 2017).
49 üniversitesiyle Türkiye’nin üniversitelerinin üçte birinin bulunduğu İstanbul’da 310 bin kişi okuma yazma bilmiyor (Uslu, 2016, Birsorucevap, 2019).
İstanbul Türkiye’nin eşitsizlik, yoksulluk, evsizlik ve bir çok sosyal sorununun merkezi olmasına ek olarak ekolojik açıdan da yıkımın merkezidir. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin hava kirliliği, su ve atık su, toprak kirliliği, gürültü kirliliği ve Kanal İstanbul projesi olmak üzere beş ana bölümden oluşan raporu İstanbul’un katil projelerin odağı haline geldiğini anlatmaktadır (ÇMO, 2018). Karada ve denizde İstanbul’da birçok tür yok olmuş veya yok olma tehlikesi altındadır (Hürriyet, 2000). Yani milyarlarca yıldır insandan önce İstanbul’lu olan çeşitli yaşam türleri son 100 yıldaki kentleşmenin kurbanı olmakta, bu da ekolojik yaşamı tehdit etmektedir.
İstanbul’luların Birbiriyle İlintili Derin Sorunları, Mahalle Toplantılarının Haritalaştırılması, Ezgi İlknur Özkan, De-Urban Design Studio
İhtiyaç olan öncelikle bir vizyondur
2.1. Mevcut Durum Kabul Edilemez ve Sürdürülemez
İstanbul’un sosyal ve ekolojik yapısının analizi, mevcut kentleşmenin yan ürünleri olarak endüstriyel tarım, petrol bağımlılığı, kirlilik, iklim krizi, yoksullaşma, göç ve sosyal çatışmalar gibi sorunları beraberinde getirdiğini göstermektedir. İstanbul’un mevcut sosyal ve ekonomik durumu, başta Türkiye olmak üzere dünyanın birçok kentinin fakirleşmesine neden olan insan, bilgi ve sermayenin göçüyle oluşmaktadır. Bu durum, giderek kentte yaşayanlar arasında sosyal adaletsizliğin artmasına, az gelirli ve incinebilir grupların yaşamının zorlaşmasına sebep olmakta ve ekolojik yıkımı beraberinde getirmektedir.Tüm bu sebeplerden dolayı da mevcut durum kabul edilebilir ve sürdürülebilir değildir.
2.2. İnsan+ (İnsan-Artı) Bir Vizyon Gerekli
İnsan+ bir vizyon, insan merkezli vizyonların aksine, doğayı ve içindeki tüm canlıları dikkate alarak geliştirilmektedir. Yani insanların habitat oluşturma süreçlerinde, bu habitatların yaban hayatının sürekliliğine zarar vermeden ve birlikte yaşayabilme pratiğine dayalı olması gereklidir. Bunun için, bir çok ekoloji uzmanının önerdiği gibi yaşam alanlarının %50’sinin insanlardan arındırılarak yaban hayatına bırakılması elzemdir (Robinson, 2018).
İnsan Faaliyetlerinden Arındırılmış Yaban Alanları, Çağrıhan Kaplan, De-Urban Design Studio
Bu kapsamda İstanbul’da 3000 km2’lik bir alanın insan yerleşkeleri ve faaliyetlerinden tamamen arındırılması gerekmektedir. Bu alanın yaban hayatının yaşamına uygun, çok katmanlı, endemik fauna ve florayı içeren yabani orman olarak restore edilmesine, böylelikle biyoçeşitliliğin ve yaşam ağlarının arttırılmasına ihtiyaç vardır.
İnsan Faaliyetlerini Sınırlandırarak, Ekolojik Restorasyon Yaparak Biyoçeşitliliği Arttırmak, Uzay Doğan, De-Urban Design Studio
Denizler de bu kapsama girmektedir ve denizlerdeki zararlı faaliyetlerin durdurularak, temizlenmesi ve restore edilmesi, yaban hayatının yaşamının bütüncül korunması için önemlidir. Aynı şekilde doğal yapısı bozulmuş olan tüm derelerin yeniden canlandırılarak yaban hayat koridorları haline gelmeleri ve ormanları denize bağlayıcı görevler görmeleri için vizyon geliştirilmelidir.
Derelerin Ekolojik Restorasyonu, Burhan Sönmez, De-Urban Design Studio
2.3 Üç Nesli Kapsayan bir Değişim Fikri Gerekli
Mevcut reformcu çalışmalar yetersiz kalmakta ve esas sorunları çözmemekte; bu durumun devam etmesi de evsizlik, açlık, yoksulluk ve sömürünün giderek daha fazla sayıda insanı etkisi altına alma riskini getirmektedir. Radikal bir değişimin gerçekleşmemesi halinde, kentin birçok yerinde sosyal ve ekolojik anlamda çöküş yaşanacaktır. Bu radikal dönüşümü sağlamak ve bozulmuş olan ekolojik ve toplumsal yapının restorasyon stratejilerini oluşturmak amacıyla öncelikle çok uzun vadeli bir vizyona gereksinim vardır. Nesiller ötesi kaygılarla oluşturulması gereken bu vizyonun tamamıyla bilimsel verilerden hareketle ekolojik ve sosyal dayanıklılığa sahip, çevre ve tüm diğer canlıların yaşamlarını destekleyici ve canlandırıcı amaç güden, insan sömürüsü içermeyen, medeniyetimizin eriştiği hak ve özgürlükler gibi evrensel ideallerine uygun düşünülmesi gerekmektedir. Bu vizyon büyüme karşıtı (anti-growth) bir hareketin başlamasını destekleyici argümanlar içermektedir. Ancak bu karşıtlığın kısa vadede sürdürülebilir büyüme gibi öteki büyüme (alter-growth) çalışmalarını hareketlendirmesi; 30 yıl içinde, yani yaklaşık bir nesil sonra büyümemeyi (a-growth) ve 2. nesil sonunda ise geri-büyümeyi (de-growth) hedeflemesi gerekmektedir. 3. nesilde ise büyümesiz (non-growth) ve sürdürülebilir bir durumu elde etmeye çalışmalıdır.
Geri Büyüme Aşamaları (Bruggink, 2016)
2.4. Topluluk Halinde ve Mahalle Ölçeğinde bir Yaşam
Dayanışmayla dayanıklılığın artırılması, kendi kendini yönetebilme gücünün artması, zulmün önüne geçilmesi, paylaşarak daha az tüketme imkanının sağlanması, direncin yükselmesi, birlikte yaşamaya dayalı yerinde ve çok nesilli hedefler doğrultusunda barışçıl bir yaşamın sağlanması için topluluk halinde yaşamanın ve mahalle ölçeğinde “vatandaşlık” kavramının öne çıkması gereklidir.
Topluluk Yaşam Vizyonu, Renan Robillard, De-Urban Design Studio
2.5. Kendi Kendine Yeten Bir Şehir Hayal Edilmeli
Kendi kendine yeten, dış kaynaklardan özellikle fosil yakıtlardan bağımsız ve sosyal sömürü ve adaletsizliklerden arınmış bir kent ve mahalle hayaliyle oluşması gereken bu vizyon, bilimsel verilere dayanarak yerin sosyal ve ekolojik durumuna göre bir yapı hedeflemelidir. Bu doğrultuda da dışa bağımlı ve geleceğin kaynaklarını tüketen mevcut sistemin, sadece kendi zamanı içinde üretilen kaynakları kullanabilecek, yere göre yeterli yoğunluğa sahip, dayanıklı ve bağımsız bir yapıyla değişmesi düşlenmelidir. Bunun için tüm yaşam alanlarında ekosistem analizleri yapılmalı ve o yaşam alanlarının kapasitelerine göre bir vizyon belirlenmelidir.
Ekosistem Analizleri, Esma Çetinkaya, De-Urban Design Studio
Şehir yaşamını petrole bağımlı hale getiren tüm mevcut uygulamalar ivedilikle son bulmalıdır. Örneğin; a) özel araba kullanımına göre şekillenen yatırımlar durdurularak, şehir öncelikle farklı yaş, fiziki ve sosyal koşullara sahip insanların kullanımı için yeniden düzenlenmelidir. b) Gıda, su, giyim ve araç gereç gibi şehirde yaşayan insanların tüm ihtiyaçları şehirdeki kaynaklardan bir sene içinde elde edilen miktarlarla karşılanmalıdır. Bu da örneğin şehirde yıllık yağan yağmur miktarının su ihtiyacı için kullanılması, geçmiş yılların veya gelecek yılların kaynaklarının kullanılmaması anlamına gelmektedir. c) Şehir ekonomisi dışarıdan gelecek veya dışarıya çıkacak kaynak, mal, hizmet veya herhangi bir başka bir şeyin üzerine kurulmamalı, öncülük mahalle ve şehrin ihtiyaçları olmalıdır.
Bu çerçevede, şehrin yıllık yağış miktari, arazi verimliliklerine ve iklimine göre, su, gıda, enerji, inşaat malzemesi vb. tüm ihtiyaçlarını üretebildiği, kendi kendine yetecek bir yaşam sürdürmesi halinde o şehirde kaç kişinin barınabileceği hesaplanabilir . Bu rakam şehrin vizyonunda o şehrin nüfusu ile ilgili hedeflenmesi gereken rakam olmalıdır.
Kalıcı ve dirençli bir üretim sistemi için, doğayla işbirliği yapan ve permakültür felsefesi ve tasarım tekniklerine dayanan bir sistem geliştirilmelidir. Bu doğrultuda insan faaliyetlerine uygun bölgelerde çok işlevli ve doğal gıda ormanları geliştirilmelidir.
Gıda Ormanına Dönüş, Anzilha Doğan, De-Urban Design Studio
Fosil yakıtlardan bağımsız çalışan bir dünyada, kaynak ve toprak kullanımı ve ürünlerin taşınması için, yolların uygunluğu ve eğimi dikkate alınarak mahallelerden azami 20km uzaklıkta bulunan alanlar kullanılmalıdır. Ancak bu alanların da başka yerleşke alanı veya insan faaliyetlerinden arındırılmış alanlar olmaması gerekliliği dikkate alınmalıdır.
5462 Km karelik bir alanda bulunan İstanbul, yukarıdaki prensipler doğrultusunda – doğal limitlerini aşmama, başka coğrafyaların ve gelecek nesillerin kaynaklarını kullanmama – sadece 1,500,000 kişinin ihtiyaçlarını karşılayarak yeterli yaşam imkanı sağlayabilecektir. Bu rakamın Kadıköy özelinde 200,000 kişi olarak hesaplanmıştır.
Türkiye’nin diğer şehirlerinde de bu üç nesilli dönüşüm sürecinde ekolojik, adaletli, kendi kendine yeten, eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm açılardan İstanbul standartlarında yaşanabilir mahalleler oluşturulmasıyla İstanbul’un geri büyümesi tasavvur edilebilir hale gelecektir.
2.6. Tüm Aşamalar Yatay Karar Verme Süreçleri İle Belirlenmeli
Çoğu sosyal ve ekolojik dönüşümün bedelinin kırılgan gruplar tarafından ödendiğini göz önünde bulundurarak, ivedi olmasına rağmen bu vizyonun 100 yıllık, çok aheste ve sindirerek, çok katmanlı çalışmalarla ve tamamıyla yatay organizasyonlar ve halkın kendi kararlarıyla yürütülen nesiller ötesi bir anlaşma olması gerekmektedir. Bu nedenle de özellikle mahalle ölçeklerinde bu vizyon doğrultusunda ve büyüme karşıtlığından büyümesiz bir şehir hayatına geçiş süreci tüm yaşayanların aktif katılımı ve nesiller ötesi kaygılarla uzun süreli karar verme süreçleri ile oluşturulmalıdır.
Kentsizleştirme tasarımı nedir?
Kentleşmenin özellikle sanayi devrimi sonrasında sebep olduğu sosyal, ekolojik ve daha da önemlisi etik tahribatını restore etmeyi hedefleyen kentsizleştirme (De-Urbanization), sosyal adalete, dayanıklılığa, doğal yaşamı canlandırmaya ve birlikte yaşamaya dayalı yeni bir şehir vizyonu ortaya koyuyor. Kentsizleştirme Tasarımı (De-Urban Design), bu vizyona erişmek için permakültür tasarımı ve geçiş tasarımı (Transition Design) bilimlerinden de faydalanarak insanların bireysel hayatlarından toplumsal örgütlenme biçimlerine kadar, doğa ve yer ile ilişkileri bağlamında köklü bir değişimi öngörüyor ve bu uzun vadeli ve üç nesilli değişimi gerçekleştirmek için kısa ve orta vadeli hedefler ve bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak olasılıkları araştırıyor. .
Kentsizleştirme Tasarım Atölyesi
Kentsizleştirme Tasarım Atölyesi (De-Urban Design Studio) Girne Amerikan Üniversitesi öğretim üyeleri Hossein Sadri ve Senem Zeybekoğlu yürütücülüğünde tasarlayarak araştırma yapmak (research by design) üzere kurulan bir merkez. Ekip, bugüne kadar New York, Rakka, Tebriz, İstanbul, Lefkoşa ve Kibera için kentsizleştirme çalışmaları yaptı.
İzmir’in Foça ilçesinde atık havuzunun taşması sonucu denize yayılan petrolü temizleme çalışmaları sürüyor. 25 Eylül’de Cumhuriyet Mahallesi Gencelli sahili üzerinde evi bulunanlar, denizden ağır koku almaya başladı. Mahalle sakinleri, dayanılmaz olduğu belirtilen kokunun kaynağının araştırılması için ihbarda bulundu. İncelemenin ardından kirliliğin, gemilerden değil bölgedeki bir sanayi tesisinin atık havuzunun yoğun yağmurun etkisiyle taşması sonucu meydana geldiği ve denize petrol sızdığı belirlendi.
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden ekipler yüklenici firma aracılığıyla bölgede temizlik çalışmasına başladı. Kirliliğin temizlenmesi için 100 kişilik ekip, sahile bulaşan atıkları emdirme ve vakumlama yöntemiyle toplanıyor. Temizlik çalışması, bugün de devam etti.
‘Sahile ulaşana kadar beklediler’
Gün içinde kirliliğe yol açan tesisin sahibi şirkete 144 bin lira para cezası kesildiği açıklansa da şirketle ilgili hiçbir bilgi verilmedi. Yenifoça Forum’dan çevre aktivistleri, “bir şirket” denilerek adı saklanan kurumun Petrokimya Holding AŞ. (PETKİM) olduğunu açıkladı. Sızıntıyı açık denizde fark eder etmez ilgilileri uyardıklarını anlatan aktivistler, buna rağmen kirlilik sahile ulaşıncaya kadar, dört-beş gün hiçbir işlem yapılmadığını anlattı.
Yeşil Gazete’ye konuşan YeniFoça Forum’dan Özgür Küçüktülü şunları söyledi:
“Kirliliği açık denizde fark ettiğimizde İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü, Sahil Güvenlik ve ilgili bütün yetkili kurumları haberdar ettik. 4-5 gün boyunca kirlilik sahile vurmadan acilen temizlik çalışmalarına başlanmasını istedik. Ancak maalesef sızıntı sahile vurup ciddi bir çevre felaketi boyutuna gelene kadar dört beş gün boyunca hiçbir şey yapılmadı.”
Küçüktülü, kirliliğin sahile ulaşması üzerine Çevre Bakanlığı ve PETKİM görevlilerinin temizlik çalışmasına başladığını belirterek, şöyle konuştu: “Şimdi geldiğimiz noktada NRC adlı firma temizlik yapıyor ama PETKİM’in vidanjörü sahada çalışıyor. Burada yaşayan herkes atık deposu patlayan şirketin PETKİM olduğunu biliyor. Yapılan haberlerde ‘sanayi kuruluşuna ceza kesildi’ denirken, hangi sanayi tesisi, denizdeki kirliliğin seviyesi ne, hangi saatlerde olmuş, nasıl bir ihmal sonucu’ gibi soruların hiçbirine yanıt yok.”
‘Acil Müdahale ekibi yok’
Her yıl benzer bir felaket yaşayan Foça-Aliağa için bir acil müdahale ekibi olmamasını ve kurulmasıyla ilgili bir çalışma başlatılmamasını da eleştiren Küçüktülü, “Sanayi kirletmeye devam edecek, bölgede yaşayan tüm canlılar bunun çilesini çekecek. Adalet bu mudur” dedi.
Sızıntı Meclis gündemine de taşındı
TBMM Çevre Komisyonu Üyesi ve partisinin komisyon sözcüsü CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan da konuyu TBMM gündemine taşıdı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından yanıtlanması istemiyle yazılı soru önergesi veren Bakan, kirliliğin kaynağı konusunda açıklama beklediklerini söyledi.
Bakan’ın yanıt beklediği sorular şöyle:
1 – Foça’da yaşayan vatandaşlar Gencelli Körfezi açıklarındaki bu kirliliğin pis koku yaydığını ve burunda yanmaya neden olduğunu ifade etmektedir. İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise Gencelli Sahili’ne ulaşan atığın temizliğine başlamıştır. Bakanlık tarafından bu kirliliğin kaynağı ve nasıl oluştuğuna dair hangi çalışmalar yürütülmektedir?
2 – Bakanlık tarafından yapılan çalışmalarla ilgili sonuçları kamuoyuyla ne zaman paylaşılacaktır?
3 –. Bakanlık tarafından bu kirliliğin denizdeki yaşama verebileceği zararlara yönelik bilimsel bir araştırma yapılacak mıdır?
4 – Gencelli Körfezi açıklarında tespit edilen kirliliğe ancak sahile vurduktan sonra müdahalede bulunulmuştur. Bakanlık olarak denizde meydana gelecek herhangi bir kirliliğe karşı acil müdahalede bulunulmasına yönelik bir çalışmanız var mıdır?
5 – Aliağa – Foça bölgesinde faaliyette olan sanayi kuruluşlarının atıklarını nasıl ve ne şekilde tahliye ettikleri takip edilmekte midir? Bölgedeki bu sanayi kuruluşları ne sıklıkta hangi denetimlerden geçmektedir?
6 – Son 5 yılda Aliağa – Foça bölgesindeki sanayi kuruluşlarına yönelik yapılan denetimler kapsamında kaç işletmeye hangi konularda cezai yaptırım uygulanmıştır?
İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği binasının yanı sıra Temel Bilimler ve Kütüphane binaları da tahliye edilecek
İstanbul’daki 5.8 büyüklüğündeki depremin ardından hasar gören ve öğrencilerin eylem yaparak girmeyi reddettiği İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği binası boşaltılıyor. Depreme dayanıksız olan Temel Bilimler ve Kütüphane binaları da tahliye edilecek.
İstanbul Valiliği‘nden Çapa ve Cerrahpaşa hakkında ise “Çapa İç Hastalıkları Poliklinikleri Binası, Cerrahi Tıp Bilimleri Binası, Dekanlık Binası ve Temel Tıp Bilimleri Bölümü Binası’nda deprem kaynaklı yapısal bir hasara rastlanılmadığı, Cerrahpaşa Çocuk Acil ve Veteriner Fakültesi binalarının ise az hasarlı durumda olduğu” bilgisi paylaşıldı. Buralarda yapılacak performans analizleri neticesine göre hareket edilecek.
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Tükel sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, boşaltma kararının rektörlük tarafından alındığını açıkladı. Tükel, binalardaki eğitimlerin başka binalarda ve yerleşkelerde süreceğini söyledi.
Çevre Bakanlığı binası da hasarlı
İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü‘nün Gayrettepe‘de bulunan binası da depremde hasar gören binalar arasında. İstanbul’daki deprem çalışmalarının da yapıldığı binanın bir bölümünün tahliyesine karar verildi.
Barbaros Bulvarı üzerinde bulunan müdürlük binası 1970’lerin sonunda inşa edilip hizmete sokulmuştu. 10 katlı binadaki hasarlı bölümün tahliyesine başlandı. Binanın akıbetinin yapılan incelemenin ardından netlik kazanacağı öğrenildi.
Kamu binalarında yapılan incelemelerde de biri hastane, dördü okul dördü de idari bina olmak üzere dokuz ağır hasarlı bina tespit edildi.
2 bin bina için ihbar yapıldı
Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) da bir açıklama yaparak,’ depremin ardından kurumun hızla hasar ihbarlarını almaya ve hasar tespit çalışmaları için eksper görevlendirmelerini yapmaya başladığı belirtildi. ALO DASK 125 üzerinden iletilen hasar ihbarlarının değerlendirildiği belirtilen açıklamada, başta İstanbul olmak üzere Tekirdağ, Kocaeli, Bursa ve Balıkesir‘den iki bini aşkın Zorunlu Deprem Sigortası poliçesi için hasar ihbarı yapıldığı aktarıldı. Eksperlerin hasar tespiti için sigortalı konutlara gönderilmeye başlandığı kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Hasar tespit ve değerlendirme süreçlerinin sonuçlanmasının ardından kısa sürede tazminat ödemeleri gerçekleştirilecek. Bugün Türkiye’de her iki konuttan biri Zorunlu Deprem Sigortası ile güvence altında. Sigortalılık oranı en yüksek iller arasında özellikle deprem geçirmiş iller yer alıyor. Yalova, Sakarya ve Bolu’da sigortalılık oranları yüzde 80’i aşarken, İstanbul’da ise yüzde 63’e ulaşmış durumda. Güncel hasar bilgilendirmeleri www.dask.gov.tr web sitesinden takip edilebilirken; hasar ihbarları da yine aynı adresten ya da Alo DASK 125 çağrı merkezinden yapılabiliyor.”
İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Alaçatı açıklarında, yavrusuyla birlikte yüzen balina, tekneyle bölgede gezenler tarafından cep telefonuyla görüntülendi.
Çeşme‘nin ünlü tatil cenneti Alaçatı açıklarında, geçen pazar günü tekne ile geziye çıkanlar, yavrusuyla yüzen balinayı farketti. Balinanın dans edercesine denize dalışı, vatandaşlar tarafından ilgiyle izlendi. Teknede bulunanların bir süre görüntülemeyi başardığı balina ile yavrusu, daha sonra gözden kayboldu
İzmir Körfezi’nde de görülmüştü
Balinalar İzmir çevresinde ilk kez görülmüyor. 1995 yılının Şubat ayında, ispermeçet (kaşalot) cinsi biri yavru 2 balina, yollarını şaşırıp İzmir Körfezi‘ne girmişti. Yaklaşık 3 metre boyundaki yavru balina, Urla İçmeler Sahili’nde karaya vurmuştu. Anne balina ise bir süre İzmir Körfezi’nin çeşitli bölgelerinde dolaşmıştı. Yaralı olduğu belirlenen ve ‘Ramazan’ adı verilen yavru balina ise, karaya çıkartılıp tedavi edilmeye çalışılsa da kurtarılamamıştı. Yavru balina burada gömülürken, annesi ise Körfez’den ayrılmıştı.
Çin Halk Cumhuriyeti, kuruluşunun 70’nci yılını başkent Pekin’de düzenlenen büyük bir askeri geçitle kutladı. Askeri geçitte Çin’in yeni balistik füzesi Dong Feng 41 ilk kez kamuoyu önüne çıkarıldı.
Kuruluş yıldönümü dolayısıyla Tiananmen Meydanı’nda askeri geçit töreni yapıldı.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70’inci kuruluş yıl dönümü, başkent Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda düzenlenen resmi törenle kutlandı. Yaklaşık 15 bin asker ve ordu envanterinde bulunan çok sayıda askeri teçhizatın yer aldığı törende, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping bir konuşma yaptı. Şi konuşmasında “Hiç kimse Çin halkının ve Çin ulusunun ileriye giden yolculuğunu durduramaz” dedi. Mao‘nun 1 Ekim 1949 tarihinde komünist Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiği yerde törene katılanlara hitap eden Şi, hiçbir gücün bu olağanüstü ulusun temellerini sarsamayacağı mesajı verdi. Çin medyasının verdiği bilgiye göre, ülke tarihinin en büyük askeri geçit törenine sahne olan ve sabah saatlerinde 70 pare top atışı ile başlayan kutlamalar nedeni ile başkent Pekin‘de çok yoğun güvenlik önlemleri alındı.
Yeni nesil kıtalar arası balistik füze
Tiananmen Meydanı’ndaki askeri geçit töreninde, Çin ordusunun en etkili silahlarından biri olan yeni nesil kıtalar arası balistik füze Dong Feng 41 (Doğu Rüzgarı) de yer aldı. İlk kez kamuoyu önüne çıkarılan ve uzmanlar tarafından dünyanın en etkili füzelerinden biri olarak nitelendirilen silah, 12 ila 15 bin kilometre arasında bir menzile sahip. 21 metre uzunluğundaki füze, bünyesinde on nükleer başlık taşıma ve Amerika Birleşik Devletleri‘ni fırlatıldıktan yarım saat sonra vurabilecek hıza sahip.
Hong Kong’ta olağanüstü önlemler alınırken, kutlamalar da halka kapalı mekanda yapıldı.
Hong Kong’ta yoğun güvenlik önlemleri
Çin’e bağlı Hong Kong Özel İdari Bölgesi’nde ise polis, yeni protesto gösterilerini önlemek için yoğun güvenlik önlemlerine başvurdu. Sokaklarda ve toplu taşıma araçlarında kimlik kontrolleri yapılırken, çok sayıda metro istasyonu ulaşıma kapatıldı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümü ile ilgili resmi tören de her yıl olduğu gibi açık havada değil, güvenlik gerekçesi ile Hong Kong özel idaresi yöneticilerinin katılımıyla kapalı bir mekan olan fuar alanında yapıldı.