Manşetİklim ve Enerji

Nükleer enerji iklim krizine çare mi, engel mi?

0

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Teke ve Yeşiller Partisi’nden nukleersiz.org Koordinatörü, Gazeteci ve Aktivist Pınar Demircan ile Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, Gazeteci Pelin Cengiz‘in moderatörlüğünde Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun doğal gaz ve nükleeri ‘düşük karbonlu’ olarak sınıflandırması üzerine değerlendirmeler bulundu.

Yeşiller Partisi’nin resmi Youtube hesabı üzerinden gerçekleştirilen yayında Sabancı Üniversitesi IPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, küresel iklim mücadelesi bağlamında AB’nin almış olduğu kararı değerlendirerek “Karar hala reddedilebilir. Komisyon kararı, henüz parlamentodan geçmedi. Ancak parlamentodan geçmeme ihtimalinin pek yüksel olmadığı da konuşuluyor” dedi.

‘Kararda Fransa baskısı var’

Şahin, AB’de en nükleer ağırlıklı olan ülkenin Fransa olduğunu belirterek ülkenin karardaki etkisine işaret etti:

“Kararda bir Fransa baskısı olduğu kesin. AB ülkeleri arasında sadece 11’inde nükleer santral var. Bunlardan bir tanesi de Almanya. Almanya da bu sene sonuna kadar kalan üç nükleer reaktörünü de kapatacak ve sıfırlayacak, dolayısıyla nükleerden çıkmış olacak. Öte yandan AB’nin bu kararı nükleer taraftarlarını çok heyecanlandırdı. Ancak kararın ayrıntılarına bakıldığında nükleere çok da kapı açan bir karar olduğunu göstermiyor. Aslında bu kararın açıkça Fransa’nın elindeki mevcut nükleer santralleri koruma çabasına bir yasal dayanak kazandırma çabası olduğu çok belli.”

‘Karardaki en önemli şart nükleer santrallerin üçüncü jenerasyon ve üçüncü olmasının istenmesi’

AB’nin kararının ayrıntılarında nükleer reaktörlerle ilgili pek çok şart olduğuna da değinen Ümit Şahin, “Bu şartların en önemlisi, yeni yapılabilecek nükleer santrallerin ancak üçüncü jenerasyon ve üstü olabilmesi. Zaten üçüncü jenerasyon üstü reaktörleri yapımı bitmeyen reaktörler ve çok güvenilirler. Finlandiya’daki üçüncü jenerasyon reaktörü 2005’te başlatılmasına rağmen yapımı tamamlanmadı ve açılmadı. Çok ciddi bir devlet sübvansiyonu gerektiriyor. Hiçbir şirket tek başına bunu yapamaz, bu kadar pahalı bir yatırımın yapılması mümkün değil. Dolayısıyla AB şartlarında yeni reaktör yapmak çok kolay değil. Dolayısıyla bu kararın arkasında aslında mevcutları koruma gayesi yatıyor” dedi.

‘Nükleere ‘düşük karbonlu’ denmesi bir söylem mücadelesi’

Şahin, mevcuttaki nükleer reaktörlerin korunmak istenmesinin sebebini ise şöyle açıklıyor:

“Bunun arkasında yatan şey iklim değişikliği için zorunlu hale gelen ve Paris Anlaşması’nın da bir sonucu olan hızlı enerji dönüşümü geçişini yavaşlatmak. Yenilenebilir enerjiye geçişi yavaşlatmaya çalışıyorlar. Kararın nükleer endüstrinin bir hayatta kalma çabasının bir sonucu olduğunu söylemek herhalde oldukça açıklayıcı olacaktır. Nükleer endüstri kendini bu şekilde ayakta tutmaya çalışıyor. Çünkü eğer bugünkü hızla giderse mevcut yenileme ve yapım hızıyla 410 civarındaki nükleer santral sayısı, 2050’de 100’e düşecek. Çünkü yaşlananlar kapanıyor. Nükleer için hiçbir AB kararında ‘yeşil’, ‘sürdürülebilir’ olarak geçmiyor. Düşük karbonlu olduğu söyleniyor. Nükleere ‘düşük karbonlu’ denmesi bir söylem mücadelesi. Ancak düşük karbonlu olduğunu söylem bazında da reddetmek gerekiyor.”

‘Nükleer endüstri lobisi var’

Gazeteci ve Aktivist Pınar Demircan ise AB komisyonunun kararlarından Türkiye’nin de etkileneceğini belirterek “Avrupa Komisyonu’nun bu kararı salt Avrupa ülkelerini bağlamayacak, Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri gibi eksik demokrasili hatta demokrasi yoksunu ülkelerin zaten şeffaf yürütmedikleri nükleer enerji yatırım ve işletim süreçlerinde daha rahat hareket etmesini destekleyecek” dedi. Demircan şu ifadeleri kullandı:

“Fransa’nın bu işin başını çektiği ortada. Bunun da nedeni yüzde 70’lere varan elektrik ihtiyacını karşılaması. Sadece nükleer santrallerden de ibaret değil durum. Bağlantılar var. Endüstriyi bir bütün olarak düşünmek lazım. Nükleer endüstri lobisi var. Uranyum madeninin yerin altından çıkarılmasından atık sürecine kadar nükleer endüstri bir bütün ve bunlar tamamen iklim değişikliği sürecinde yapılması gereken iyileştirmeleri baltalayacak iş paylaşımları. Ayrıca 2050’ye kadar nükleer santrallere 500 milyar avro yatırılması gerekecek. AB’nin kararına göre nükleer santraller için de yılda 20 milyar avro ayrılması gerekiyor. Üstelik 2030’a kadar sadece mevcutlar için bunlar geçerli. 2030 sonrası yeni nesillerin yatırımına da bu paralar ayrılıyor olacak.”

‘Güneş ve rüzgar enerjisinin maliyeti düşerken neden maliyeti artan nükleere yatırım yapılıyor?’

“Bugün güneş enerjisinin maliyeti yüzde 89 civarında, rüzgarın maliyeti yüzde 79 oranında düşerken; nükleer enerji üretim maliyeti yüzde 26 artmışken neden maliyetli bir sürece yatırım yapılır?” diye soran Demircan, bunun yanıtının sektörün varlığını sürdürme ve beslenme ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Pınar Demircan, “Kimse iklim odaklı değerlendirmiyor. İklim değişikliğini önceleyen bir pozisyonda değil bu devletler. Sivil toplumun daha gerçekçi yaklaşımını bu şirketlerin etkisizleştirilmesi için kullanılması lazım” dedi.

‘Lobilerin etkisi’

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Teke ise kararla birlikte AB Komisyonu’nun 2018’de başlattığı çalışmada farklı bir noktaya gelmiş göründüğüne dikkat çekerek “Burada lobilerin etkisi olduğunu görebiliyoruz. Fransa’nın da elektriğinin yüzde 70’ini nükleerden sağladığı için ülke olarak gerçekten baskı unsuru olması önemli. Bunu karşısında da doğalgazla ilgili Almanya’nın bir önceki hükümetten devraldığı siyasi bir yön var. Almanya, doğalgazı geçiş enerjisi olarak kullanmak istediğini belirtmişti” ifadelerini kullandı.

‘Nükleer karbon salıyor’

Nükleerin küresel ölçekteki bütün raporlamalarda gittikçe maliyetleri artan bir enerji sistemi olduğunun altını çizen Özlem Teke, “Bunun karşısında yenilenebilir enerjinin sürekli yenilenebilir teknolojilerle ucuzladığını görüyoruz. Bunun karşısında da nükleerin maliyeti artıyor. Bir başka konu da hammadde sorunu. Nükleerin Net Sıfır bir süreç olduğu karbon açısından söylense de aslında madencilik aşamalarından itibaren karbon saldığını da biliyoruz. Bunlar görmezden gelindiğinde bile alsında nükleer çok büyük riskler barındırıyor. Maliyetlerin çok yüksek olması, yapım aşamasından itibaren çok uzun sürmesi, reaktörlerdeki erime riski gibi birçok problem var. Bunların hepsini bir potada değerlendirdiğimizde aslında nükleerin bir geleceği olmadığın görüyoruz” şeklinde konuştu.

‘Türkiye’nin enerji politikalarında ilk ve en acil atması gereken adım: Kömürden çıkış’

Finansmanın da enerji sorununda çok önemli bir yere sahip olduğuna değinen Teke, Türkiye’nin enerji politikalarını şöyle değerlendirdi:

“Türkiye’nin nükleer enerjiyle ilgili yatırımlarını aslında zaten projeksiyon üzerinden değil ama dış siyasetiyle ilgili olan bazı basiretsizliklerinden dolayı bu süreci devam ettirdiğini düşünüyorum. Türkiye’nin enerji politikalarında ilk ve en acil atması gereken adımın kömürden çıkış olduğu çok net bir şekilde biliniyor. Ama bugün içinde bulunduğumuz enerji krizini de yaşarken fark ettiğimiz şu ki; aslında ortada gerçekten çok büyük bir yanlış politikalar var. Doğalgaza çok bağımlı hale gelmişiz. Yerli milli enerji söylemi üzerinden giderken aslında kömürde bile yerli değil, ithal kömüre bağımlı hale gelmişiz. Doğalgazla ilgili süreçlerimizi hem yönetememişiz, hem gerçekten burada da bağımlılık düzeyimiz çok yüksek. Oysaki yenilenebilir enerji, devletten sübvansiyon alan sektöre teşvik ve destekler kesildiği anda, kendi enerji dinamiklerine bakıldığında bile gerçekten hızlı bir büyüme gerçekleştirilebiliyor.”

‘Nükleer bir demokrasi problemi’

Türkiye’nin hem 2030, hem Net Sıfır hedeflerine ulaşabilmesi için en acil yapması gereken şeyin kömürden çıkış olduğunu ifade eden Özlem Teke, “Bununla ilgili gerçekçi adımlar atılmadığını ve hiç planlar yapılmadığını görebiliyoruz. Bu çok önemli. Türkiye’de nükleerdeki süreçlerden hiç haberdar olamıyoruz. İnşaat aşamasında bile çökmeler gibi tehlikeli süreçler meydana geliyor. Ki nükleer çok riskli bir sistem. Türkiye gibi bir ülkede bu süreçlerin yürütülmesi önümüzde büyük riskler barındırıyor. Nükleerin aslında daha çok bir demokrasi problemi olduğunu görüyoruz. Türkiye bu konuda ciddi adımlar atması gereken bir ülke. Ama bugünkü noktada hükümetin tavırlarından da görüyoruz ki; bu ciddiyet yok. Enerji politikaları ile ilgili gerekli adımlar atılmıyor. Nükleer ile ilgili bir geçmişimiz yok” dedi.

‘Nükleer yeşil siyasetin kırmızı çizgisi’

Ümit Şahin, nükleerin yeşil siyasetin kırmızı çizgisi olduğunu belirterek iklim değişikliğine neden çare olamayacağını şu ifadelerle anlattı:

“Nükleer enerji, rüzgar ve güneş enerjisinden dört kat daha pahalı. Nükleer enerji iklim değişikliğine çare olmadığı gibi iklim değişikliği için gerekli dönüşümün önünü tıkar. Parayı nereye yatıracaksınız; nükleer enerjiye mi, yenilenebilir enerjiye mi? Nükleer lobi kendini kurtarmaya çalışıyor diye enerji dönüşümünün ve iklim krizinin önüne çok büyük engel dikiyorlar.”

‘Nükleer enerji iklim krizi için bir çözüm değil’

Nükleer enerjinin iklim krizi için bir çözüm olamayacağını ifade eden Pınar Demircan, “Nükleer dünyanın en ucuz yatırımı olsaydı bile bizim ondan kaçınmamız gerekirdi. Operasyon sürecinde karbon salmıyor ama radyasyon salıyor. Radyoaktif sorunlar iklim değişikliği uyum süreciyle birlikte daha da öne çıkacak” dedi.

“Türkiye bu yolda ilerlerse iklim kriziyle ilgili mücadelemizde çok büyük sorunlar oluşacak”

Hem dünyada hem de Türkiye’de Yeşiller’in vurguladığı en önemli noktanın enerji demokrasisi olduğunu belirten Özlem Teke ise iklim krizinin yeşil siyasetteki yerine şu ifadelerle değindi:

“İklim krizi çok önemli bir politika alanımız. Şu anda dünyada yenilenebilir enerjinin demokratikleştirilmesi, kooperatifler ve yerel ekonominin güçlendirilmesi yoluyla, adil geçiş politikalarıyla uygulandığı zaman hem iklim krizine çok önemli katkılar sunabilen, hem toplumların ekonomik olarak gelişmesini sağlayan enerji sistemleri. Ama nükleer gerçekten çok büyük riskler barındırıyor. Türkiye gibi siyasi iklimi hiçbir şekilde demokratik olmayan, şeffalığın olmadığı bir ülkenin de nükleer gibi tehlikeli ve birtakım militarist sorunlara da neden olabilecek bir enerji sistemine kayması, iklim kriziyle ilgili hedefleri baltalayacak. Türkiye eğer bu yolda bu şekilde ilerlemeye devam ederse gerçekten de iklim kriziyle ilgili mücadelemizde çok büyük sorunlar oluşacak. Bunun altından kalkabilecek finansmanı nükleer gibi tehlikeli ve merkezi bir enerji sistemine yönlendirmemiz gerçekten toplum açısından çok maddi ve farklı noktalarda büyük bedellere neden olacak.”

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.