Hafta SonuManşet

Neden seküler bir Şabat’a ihtiyacımız var?

0

Teknoloji hayatlarımızı hızlandırırken, birçoğumuz artık yavaşlama ihtiyacı duyuyoruz. Bunun oldukça cazip bir çözümü var: Seküler bir Şabat tutmak, yani bir diğer deyişle, dünyevi bir inzivaya çekilmek.

 Pico Iyer yeni TED kitabı ‘The Art of Stillness: Adventures in Going Nowhere (Hareketsizlik Sanatı: Bir Yere Gitmemenin Macerası)’nın TED Ideas’da yayınlanan bölümünü Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Elif İlik’in çevirisiyle sunuyoruz

* * *

Bir yere gitmeme fikri, yer çekimi kanunu kadar evrensel. Tam da bu yüzden farklı geleneklerde birçok bilge kişi bu konuyu ele almış. 17. yüzyılda yaşamış Fransız matematikçi ve filozof Blaise Pascal ünlü sözünde şöyle diyor: “İnsanoğlunun bütün mutsuzluğu tek bir basit nedenden kaynaklanıyor; kendi odalarında sakince oturamamaktan…” Amiral Richard E. Byrd ise, sıcaklığın -70 santigrat dereceye düştüğü Antarktika’da bir kulübede yalnız başına yaklaşık beş ay geçirdikten sonra şunları söylüyor: “Yaşadığımız kafa karışıklıklarının yarısı, aslında ne kadar az şeye ihtiyacımız olduğunu bilmememizden kaynaklanıyor”. Ya da Kyoto’da sık sık söylendiği gibi, “Bir şeyler yapma. Öylece otur”.

Pascal ve hatta Amiral Byrd bugünün standartlarına göre oldukça sakin bir dünyadan bahsediyorlar. Siz The Art of Stillness’i okurken, insanlık Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi’nde bulunan verilerin beş katı veri elde ediyor olacak.  Kitabı okumak, Shakespeare’in hayatı boyunca aldığı bilgi kadar bilgi almak demek. Yeni bir alan olan, Kesinti (interruption) bilimi alanında yapılan araştırmalar, bir telefon görüşmesinden sonra tekrar kendimize gelmek için yaklaşık 25 dakikaya ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. Buna benzer kesintileri her 11 dakikada bir yaşıyoruz. Bu da bizi kendimizi hayatımıza kaptırmaktan alıkoyuyor.

7 art_of_stillness_featured...

Bilgiler üzerimize yağmur gibi yağdıkça, bu bilgileri işlemek için zamanımız da kalmıyor. Teknoloji bize ondan tam olarak nasıl faydalanacağımız konusunda fikir vermiyor. Ya da bir başka deyişle, şu an bir bilgiyi derinlemesine inceleyebilmek, eskiden çok önemli bir aşama olan o bilgiyi elde edebilme sürecinden daha önemli.

Her mikro saniyede değişen karmakarışık ve dev bir tuvalin beş santim uzağında gibi hissediyoruz kendimizi. Tuvalin ne anlatmak istediğini ve büyük resmi ancak bir adım geriye giderek anlayabiliriz.

Dalai Lama hakkında yazdığım kitapla ilgili bir konuşma yapmak için Google’ın merkez ofisine gitmiştim. Birçok ziyaretçi gibi, tramplenlerden, içerideki ağaç evlerden, çalışanların beş saatte bir mola vererek dinlenmelerinden ve bu sayede ilham kaynağı bulabilmek için zihinlerini serbest bırakmalarından çok etkilenmiştim. Dünyayı dolaşırken karşılaştığım en büyük sürprizlerden biri de en yeni teknolojilere olan ihtiyaçla aralarına akıllıca bir sınır çeken insanların, eski teknolojilerin sınırlarını buldozer gibi ezen bu yeni teknolojilerin geliştirilmesine yardımcı olan insanlar olmalarıydı. Yani, dünyayı hızlandırmak için çalışan insanlar,  aslında hayatı yavaşlatma konusunda en hassas olan insanlar.

Ancak Google ofisinde beni asıl etkileyen, dijital giriş kartımı beklerken tanıştığım iki kişiydi: Bunlardan ilki Google+’ın pazarlama kampanyasıyla ilgilenen neşeli ve heyecanı gözlerinden okunan genç bir Hindistanlıydı. Yoga ile ilgilenen Google kullanıcılarının birer Yoga eğitmeni de olabilmelerini sağlayan “Yogler” adında bir program üzerinde çalışıyordu. Diğeri de “Kendinizi Keşfedin” adlı haftada yedi gün yayınlanan ve oldukça ünlü olan programı hazırlayan, deneyimli bir yazılım mühendisiydi. Bu programın müfredatı, binlerce Google kullanıcısına, meditasyonun yalnızca daha sağlıklı olmayı ya da mantıklı düşünebilmeyi sağlayan değil, duygusal zekâyı da geliştiren bir aktivite olduğuna dair ölçülebilir ve bilimsel kanıtlar sunuyordu.

Kendi pozisyonlarını kendileri belirlemiş olan bu iki kişi, kesinlikle Dalai Lama hakkında bir şeyler öğrenmek isteyecek türden insanlardı.  Her şirketin kendi aydınlanmalarını paylaşmaya hevesli baş pazarlamacıları vardır. Ancak, Yogler programının kurucusu Gopi’nin, bir konferans odasına gidip gözlerini kapayabilmesinden çok kolay bir şeymiş gibi bahsetmesi beni çok şaşırtmıştı. Dickinson’ın bir şiiri geliyor aklıma:

İçerideki, büyüklüğünü
dışarıdan alır.
Merkezi ruh hali gibi,
Bir dük ya da cücedir.

Silikon Vadisi’ndekilerin çoğu, her hafta “İnternet İnzivası” yaparlar. Cihazlarını Cuma akşamından Pazartesi sabahına kadar kapatırlar ve bu sayede tekrar çevrimiçi olduklarında ihtiyaç duyacakları, oran ve yön hislerini yeniden kazanmaya çalışırlar. Kevin Kelly bana bunu tekrar hatırlattı.(TED Konuşması: Teknoloji nasıl değişir). Yeni teknolojilerin en heyecanlı sözcülerinden biri ve aynı zamanda Wired’ın kurucu müdürlerinden biri olan Kelly, son kitabında, teknolojinin “bireysel potansiyellerimizi nasıl artırdığından” bahsediyor. Ancak Kelly’nin kendi evinde akıllı telefon, dizüstü bilgisayar ya da televizyon yok. Kevin halen Asya köylerinde aylar süren yolculuklara çıkıyor ve sanal olmayan bir dünya deneyimlemek için yanına bilgisayarını almıyor. “Teknolojinin bereketliliğini hep yakınımda tutmaya çalışıyorum. Böylece kim olduğumu daha kolay hatırlıyorum” diyor.

Şu anda Minneapolis’teki General Mills yerleşkesinde bulunan her binada bir meditasyon odası var. Kongre üyesi Tim Ryan, Temsilciler Meclisi’ndeki tüm meslektaşlarına sessizce oturma seansları yaptırıyor. Onlara, meditasyonun kan basıncını düşürdüğünün, bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğinin ve hatta beynimizin yapısını değiştirdiğinin bilimsel olarak kanıtlandığını hatırlatıyor. Bunun, dini ya da başka bir doktrinle olan ilişkisi, bir ruh sağlığı doktoruna gitmeninkiyle aynı.

Gerçekten de, Amerikan şirketlerinin üçte biri, “stres azaltma programları” uyguluyor ve bu sayı her geçen gün artıyor. Bunun bir nedeni de, çalışanların zihin kanallarının açılmasını çok canlandırıcı bulmaları.  Aetna adlı dev bir sağlık bakım şirketinde, buna benzer bir programa katılanların %30’u her hafta birer saat yoga yapmanın stres düzeylerinde üçte bir oranında bir azalma sağladığını gördüler. Bilgisayar çipi üreticisi Intel, her Salı günü dört saat boyunca “Sessiz Süre” uyguladı. 300 mühendis ve müdürden, “düşünme zamanı” yaratabilmek için, e-postalarını ve telefonlarını kapatmaları ve ofislerinin kapısına “Rahatsız Etmeyin” uyarısı asmaları istendi. Çalışanlar bunu coşkuyla karşıladılar ve şirket, daha açık düşünebilmeyi desteklemek için sekiz haftalık bir program uygulamaya başladı. General Mills’te, benzer bir yedi haftalık programdan sonra, üst düzey yöneticilerin %80’i, karar verme yeteneklerinde olumlu değişikliklerin olduğunu, %89’u da daha iyi bir dinleyici haline geldiklerini söylediler. Buna benzer gelişmeler, Amerikan şirketlerinin yılda 300 milyar dolar tasarruf etmesini sağlıyor. Daha da önemlisi, Dünya Sağlık Örgütü’nün 21. yüzyılın vebası olarak nitelediği stresi önleyen bir ilaç niteliğinde.

Aslında bir yere varmayan bu zihin eğitimlerini, sürekli ilerlemeyi gerektiren alanlarda görmek garip olabiliyor. İnzivaya çekilmeyi en iyi gelişim yolu olarak gören işletmeler, aynı değişim yaratmayan ama yenilikçi araçları kullanıyor olabilirler. Benim için, sabit durmanın asıl amacı ilerlemeye yardımcı olmak. Gerçekten de sizi kendinizden, savaş giysilerinizden kurtarıyor ve daha büyük bir şey tarafından tanımlandığınız bir yere yönlendiriyor. Faydaları varsa da, bunlar o an için kullanılamayan, yüksek faiz oranı ve uzun dönemli getirisi olan gizli bir hesapta duruyor. Bir doktor başını sallayarak odanıza girdiğinde ya da bir araç sizin aracınızın tam önünde direksiyon kırdığında, yararlanacağınız tek şey bu derin düşünce anlarında elde ettikleriniz. Özellikle çok riskli durumlarda, netliğe ve odağa duyulan ihtiyaç inkâr edilemez.

Hepimizin bir boşluğa ya da bir molaya derinden ihtiyaç duyduğu anlar olmuştur. Bu, bir bestenin içindeki, o besteye tınısını ve formunu veren “es” e benzer. Tam da bu yüzden, Amerika futbolu oyuncuları, dizilme çizgisine doğru koşarak yarışmak yerine bir çember oluştururlar. Bu yüzden, bazı türde yazarlar, kelimeleri (ve okuyucuları) nefes alabilsin diye bir sayfa içinde bir sürü boş alan bırakırlar. On Emir’de “kutsal” sıfatının birlikte kullanıldığı tek kelime “Şabat (tatil)”tır.

“Sayılar (Tevrat)” kitabında, Tanrı, Şabat günü tahta toplayan bir adamı ölüme mahkûm etmiştir. Judith Shulevitz’in The Sabbath World (Şabat Dünyası) adlı çalışmasında bahsettiğine göre, Şabat hakkındaki kitap, Tevrat’taki en uzun kitaplardan biri. Tevrat’ın Şabat’ın sınırlarını ele alan bir başka parçası, 105 sayfadan fazla.

Şabat tutmak, yani bir süre hiçbir şey yapmamak, benim için dünyadaki en zor şeylerden biri. İstediğim zaman e-mailime bakamamak ya da işlerimle uğraşamamak yerine etten, şaraptan ya da seksten kolaylıkla vazgeçebilirim. Eğer bugün bana gelen mesajlara cevap vermezsem, kendi kendime yarına hepsinin birikeceğini ve cevaplanması gereken mesaj sayısının artacağını söylüyorum (gerçekte, mesaj yollamayı kesmek, alacağım mesaj sayısını da azaltabilir). Eğer işlerime bir ara verirsem, geri kalan zamanda da bir o kadar aceleci olacağıma inanıyorum.

Kendimi masamın başında kaldırdığımda bunun tam tersinin olduğunu görüyorum. İşten ne kadar uzak kalırsam, genellikle o iş o kadar iyi sonuç veriyor.

Mahatma Gandhi bir gün uyanmış ve etrafındakilere şöyle demiş: “Bugün yoğun bir gün olacak. Bir saat meditasyon yapamayacağım” Disiplini elden bırakması, arkadaşlarını çok şaşırtmış.  Ancak Gandhi sözlerine şöyle devam etmiş: “O yüzden iki saat meditasyon yapmam gerekecek”.

Bu hikâyeyi bir radyo programında anlatmıştım ve sabırsız olduğu anlaşılan bir dinleyici bağlanarak şöyle demişti: “Santa Barbara’lı erkek bir seyahat yazarı için izne ayrılmak oldukça kolay. Peki, ben ne yapacağım? Ben kendi küçük işini kurmaya çalışan bir anneyim ve günde iki saat meditasyon yapabilme gibi bir lüksüm yok.” Bu kadına söylemek istediğim şey, asıl en meşgul insanların kendilerine bir mola tanımaları gerektiğiydi. Araştırmalar, stresin bulaşıcı olduğunu ortaya koyuyor. Eğer bu yoksul, sırtında aşırı yük olan anne, eşinden, annesinden ya da bir arkadaşından çocuklarına günde yarım saat bakmasını istese, eminim ki dinlenip tazelenecek, çocuklarına ve işine daha iyi vakit ayırabilecek.

Maddi durumu elveren insanlar, bir kır evi ya da ikinci bir ev almaya çalışıyorlar. Bana göre, ikinci evinizi hafta içinde yaratmak daha kolay; hele de çoğumuz gibi pahalı gayrimenkul alacak paranız yoksa. Hareket ve bağlantı çağındayız ve Marx’ın başka bir bağlamda açıkladığı şekilde, bu çağda boşluk zaman tarafından yok edilmiş durumda. Artık dünyanın her yeriyle istediğimiz zaman bağlantı kurabiliyoruz. Ancak coğrafya kontrolümüz altına girdikçe, zaman üzerimizde daha büyük bir tahakküm yaratıyor. Diğer insanlarla bağlantı kurdukça, kendimizden uzaklaşıyoruz. New York’tan ayrılıp Japonya’nın arka sokaklarına taşındığımda para, eğlence, sosyal hayat ya da belli fırsatlar açısından daha yoksul olacağımı biliyordum. Ancak daha çok önem verdiğim günler ve saatler açısından çok zengin olacaktım.

Şabat prensibinin yücelttiği şey tam da bu. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli Yahudi teologlarından biri olan Abraham Joshua Heschel, bunu “zamanda değil boşlukta olan bir katedral” olarak tanımlıyor. Haftada bir gün aldığımız izin, Notre Dame’ın ışıklı pasajları gibi, içinde plansızca dolaşabileceğimiz dev bir boşluğa dönüşüyor. Elbette dindar bir insan için Şabat, cemaat, ritüeller, Tanrı ve geçmişle olan ilişkilerin yenilenmesi ile ilişkili. Ancak geri kalanımız için, Şabat, diğer altı güne, bir amaca sahip parlak fikirler taşımamızı sağlayan bir inziva.

Şabat, tüm yolculukların bizi en sonunda evimize geri getirmesi gerektiğini hatırlatıyor. Daha az dikkate aldığımız konularda çok uzağa gitmek zorunda değiliz. İçimize işleyen yerler, uzun süredir görmediğimiz arkadaşlar gibidir. Onlara, daha önceden bildiğimiz bir kaynağa döner gibi, güçlü bir aşinalık hissederek yaklaşırız. Emily Dickinson “Bazıları Şabat’ı Kiliseye giderek geçiriyor” diyor. Ben evde oturulması gerektiğini düşünüyorum.

 

Yazının İngilizce Orjinali

Yazar: Pico Iyer

Yeşil Gazete için çeviren: Elif İlik

(Yeşil Gazete, TED.com)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.