Dosya Haber: Müjgan Halis
2021 yılının hemen başlarındayız. Bundan 50 yıl önce geriye dönüp bakıldığında, herhalde kısa süre önce geride bıraktığımız 2020’den, yeni bir çağın başlangıcı olarak bahsedilecek: Salgınlar çağının. Bu yılı insanlık ailesi olarak yeni bir virüsle tanışarak geçirdik, virüsle ne zaman vedalaşacağımız, daha doğrusu vedalaşıp vedalaşmayacağımız bile belli değil. Covid- 19 ile birlikte hepimizin gündemine doğayla barışmak, doğaya dönmek, şehirlerden kaçmak gibi birçok kavram girdi. Bunları ne kadar başarabildik, ne kadar samimiydik bilinmez ama şurası bir gerçek ki, “doğanın intikamı” olarak görülen bu virüse rağmen, Türkiye’de doğayı tahrip eden girişimler 2020’de de devam etti. Bu tahribatın öne çıktığı yerlerden biri de, ‘turizm cenneti’ diye lanse edilen Muğla oldu. Muğla’da neredeyse her ilçede ve pek çok köyde termik santraller, jeotermaller, madencilik çalışmaları 2020’de hız kesmeden sürdü.
İzleyeceğiniz (isterseniz dinleyeceğiniz) video podcastte Muğla’da doğayı korumak için bir araya gelen Muğla Çevre Platformu’ndan (MUÇEP) Platform Eşsözcüsü Umay Karabaş ve MUÇEP Milas Meclisi Eşsözcüsü Neşe Tuncer ile Muğla’da olup bitenleri konuştuk.
‘Her endüstri her sektörden tahribat var’
MUÇEP Eşsözcüsü Umay Karabaş söze “Muğla’da ne ararsanız var” diye söze başlıyor ve devam ediyor:
“Her endüstriden, her sektörden tahribat gözlemliyoruz. Bunun başında madenler geliyor. Turizm odaklı bir kalkınma adı altında birtakım tahribatlar da var. Bunların hepsi doğayı etkiliyor. Seydikemer’den tutun Milas’a kadar uzanan bir hattan bahsedebiliriz. Seydikemer’in kıyıları bugüne kadar en korunmuş kıyılardı. Datça Bozburun yarımadası bir ÖÇK bölgesi. Fakat oradaki SİT derecelerinin düşürülmesi planlanıyor. Gökova’da imar revizyon planlarında korumaya odaklılık diye bir şey yok. Bodrum’da bir çevre yolu projesi var. Milas’ın her köyünde başka bir dert var. Mesela İkizköy’de hiç çıkmayan bir kömür yüzünden, 12 kilometrelik bir kömür ocağı projesi var. Artık çağdışı kalmış termik santraller var Muğla’da.”
‘Ne pahasına olursa olsun yatırımları’nın kelebek etkisi
MUÇEP Milas Meclisi Eşsözcüsü Neşe Tuncer ise bu projelerin hayata geçmesi durumunda, sonuçlarının neler olacağını şu ifadelerle anlatıyor:
“Biz MUÇEP olarak hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın web sitesini hem de diğer bakanlık sitelerini takip etmeye çalışıyoruz. Çok çarpıcı veriler var. Şöyle ki, 2020 yılında toplam 220 civarında ÇED süreci başlayan proje var. Buna ilçe ilçe baktığımız zaman, en çok Milas, Bodrum ve Yatağan’da görüyoruz. Sonra Menteşe, Marmaris, Seydikemer diye devam ediyor. Fethiye’de 24 tane var. Biz bunlara itiraz ettiğimiz zaman, ‘Siz yatırım istemiyor musunuz’ gibi bir argümanla karşılaşıyoruz.
Tabii ki herkes yatırım olsun, istihdam olsun ister. Fakat bu her şeye rağmen, ne pahasına olursa olsun olmamalı. Yapılan her projenin bir kümülatif etkisi var. Mesela bir termik santralin çıkardığı zehirli gazlar, ta Mısır’a kadar uzanıyor. Veya Güllük Körfezi’nde yapacağınız bir liman buradaki yılan balıklarının üremesini engelliyor. Ve bu yılan balıkları yumurtalarını bırakmak için ta Meksika’dan geliyorlar. Dolayısıyla bir kelebek etkisinden bahsediyoruz.”
Yüzölçümünün yüzde 59’u maden şirketlerine ruhsatlı
Neşe Tuncer de, Umay Karabaş gibi Muğla’da bütün sektörlerden yatırımlar olduğunu, bunun en önemli yoğunluğunu da maden sektörünün oluşturduğunu vurgulayarak, sözlerine devam ediyor:
“Şu anda bildiğimiz kadarıyla Muğla ilinin, toplam yüzölçümünün yüzde 59’u maden şirketlerine ruhsatlandırılmış durumda. Ve bu projelerin birçoğu ÇED süreci başlamasına rağmen, Valilik tarafından bir iki ay içerisinde ‘ÇED gerekli değildir’ ibaresiyle ÇED süreci sonlandırılıyor ve bu yatırımlar devam ediyor. Bu projelerin 122 tanesi ‘ÇED gerekli değildir’ kararıyla sonuçlandırılmış. Bunun dışında Muğla’da gördüğümüz -ki diğer yerlerde de oluyordur-herhangi bir şekilde ÇED süreci sonlandırılan bir proje, birkaç ay sonra noktası virgülü değişmeden tekrar önümüz geliyor. Ağustos ayında reddedilen bir rüzgar enerji santrali projesi, aralık ayında tekrar gündeme geldi mesela. Veya Köyceğiz’de bir maden projesi Ağustos ayında durdurulmuştu, aralıkta tekrar ÇED süreci başladı.”
‘Ekolojik raporlar’, bilimsel değil
Muğla’daki projelere bakıldığı zaman çok ürkütücü bir görüntü arz ettiğini söyleyen Tuncer, bütün Türkiye için söz konusu olan bir tehlikeye dikkat çekiyor: Bakanlığın başlattığı ekolojik temelli bilimsel raporlar. Bu raporlarla Türkiye’nin 22 SİT bölgesine ayrıldığını anlatan Tuncer şu bilgileri veriyor:
“Bakanlık bu raporlama projesini 2014’te başlattı. İyi niyetle başlamış bir çalışmaydı. Hiçbir çalışma biz buranın dağlarını yok edeceğiz, vahşi bir madencilik yapacağız, koyları yok edip her yeri yat limanı haline getireceğiz diye başlamıyor. Türkiye’nin doğal sit alanlarının sayısını artırmak için başlatılan bu projeye dair raporlar, ihale yoluyla 2016-2017’de hazırlanmış. Aslında biz MUÇEP olarak bu raporları elde etmek için kurulduk. Çünkü raporlar gizli tutuldu ve biz 2020’nin Eylül’ünde raporlara erişebildik.”
Raporlarda karşılaştıkları bulguları da şöyle anlatıyor:
“Bir kere bu raporlar bilimsel değil. Bozulmuş doğa alanlarını korumak ve rehabilite etmek yerine, ‘modifiye etmek’ diye bir tabir kullanıyorlar ve doğal sit olmaktan çıkarıp, ‘nitelikli koruma alanı’ yapıyorlar. O zaman da bu yerlere günübirlik tesisler yapabiliyorsunuz. Ya da daha korkuncu ‘sürdürülebilir nitelikli alan’ olsun diyorlar, o zaman da orada madencilik bile yapabiliyorsunuz. Gökova’dan bahseden rapor hiç susamurlarından bahsetmiyor, çünkü gece orada gözlem yapmaları gerekirken bu yapılmamış. Nitekim Sayıştay 2019’da, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı raporunu açıkladı ve tam da bu ihalelerin ‘uygunsuz’ olduğunu söyledi. Sayıştay diyor ki, ihaleleri alan bu şirketler ön yeterlilik koşulunu yerine getirmemiştir. Yani bu şirketler bilimsel raporlar hazırlayacak yetkinlikte değildir. Nitekim Muğla raporunu hazırlayan da bir gayrimenkul yatırım şirketi.”
Can havliyle korumak
Umay Karabaş ise raporlara dair görüşlerini şöyle ifade ediyor:
“Bu raporlar her şeyden önce ulaşılabilir olmalı. Ve bu raporlar dikkate alınarak daha fazla SİT derecesi kararı alınmamalı. Ve bu raporlar baştan düzenlenmeli, düzenlenirken de katılımcı, şeffaf ve koruma odaklı olmasına özen gösterilmeli. Çünkü doğal SİT alanlarının genişletilmesi gerekirken, bu raporlar vesilesiyle çok daha küçülür hale gelmiş durumda. Oysa bizim ortak yaşam alanlarımızı korumaya ihtiyacımız var. Veriler gösteriyor ki, 20 bin yıl önce buzul çağında Musul öncesi iklimsel ve jeolojik yapısı sebebiyle pek çok canlıya sığınak olmuş bir yer. Muğla bu özelliği itibarıyla da, sadece tür çeşitliliği değil gen çeşitliliği anlamında da çok özel bir yer.”
İklim krizi nedeniyle dünyanın can havli halinde olduğunu belirten Karabaş, “Muğla’ya baktığımız zaman böyle özel bir kentin, yeni marinalar, yeni maden ocakları, yeni oteller yaparak değil böyle özel bir coğrafyayı öbür canlılar için de korumamız gerekiyor” diye konuşuyor.