Hafta SonuManşet

Masallar, Ağaçlar, Sicilya’da güneşli bir kış günü…

0

Bir varmış bir yokmuş Sicilya denen bir adada yaşayan bir anne oğul varmış. Çocukluğu yaylalarda geçmiş anne ağaçlar olmadan, yeşili görmeden yaşayamazmış. Neyse ki armut dibine düşmüş, oğlu da annesi kadar sevmiş yeşile dair her şeyi.

Anne dermiş ki oğluna “Ağaçlar tıpkı bizim gibi, biz de onlar gibiyiz. Hepsinin kendine ait fiziksel yapısı, karakteri, talihleri, talihsizlikleri hepsinin ayrı hikayeleri var. Milyonlarca yıldır bu gezegenin en büyük sırdaşı, koruyucuları onlar.

32

Dinlemenin önemini oğluna anlatmakta da en büyük yardımcısıymış ağaçlar annenin. Ağaçların bilgeliklerinin nedeninin dinlemeyi bilmelerinden kaynaklandığını söylermiş oğluna. Bütün gün güneşi, bulutları, gökyüzünde uçan kuşları, gövdelerinde gezinen karıncaları, tırtılları, yoldan geçen insanları, arabaları dinlediklerini ve dinlemeyi bildikleri için de böylesine bilge olduklarını anlatırmış.Eğer biz de onları dinlemeyi öğrenirsek bize sırlarını açabileceklerini söylermiş. Oğlu Kerem onları dinlersek bizimle sırlarını paylaşacaklarına pek ikna olmuş görünmese de dinlemenin önemli olduğu konusunda annesiyle hemfikirmiş.

O gün Kerem’le yapılan bütün bu konuşmaların tekrarlanmasının nedeni bir buluşmanın önhazırlığıymış aslında. Dünyayı kurtarmak istiyorsak çocuklardan ve ağaçlardan başlanması gerektine inanmış hem botanikçi, hem de müzisyen olan Luisa Graziano ile buluşacaklarmış. Luisa çocuklarda ekolojik bilinç oluşturmak için onlarla doğada atölye çalışmaları yapıyormuş. Çocuklara ağaç masalları anlatıyormuş. “Hikayesini bildiğiniz herkes ve her şey size yabancı olmaktan çıkar” dermiş Luisa ve eklermiş, “artık kendinizi ona daha yakın hissedersiniz, kimse bir yakınına kötülük yapmak istemez.” Çocukların ağaçlarla bağını (dolayısıyla doğayla) güçlendirmek içinse çocuklara onların hikayelerini anlatıyormuş.

21

Palermo Botanik Bahçesi‘nin önünde güneşli, ılık bir kış sabahı Luisa ile buluşmuşlar. Palermo Üniversitesi Botanik Bölümü’ne bağlı botanik bahçesi Akdeniz’in en büyük bitki müzesi, aynı zamanda İtalya’daki en önemli akademik enstitülerden biriymiş. Botanik bahçesi tam iki yüz yaşındaymış. Bahçede sayısız tropikal ve astropikal bitki türü, üstelik 500.000 (exsiccata) kurutulmuş bitki bulunuyormuş . Bütün bunları Luisa’dan dinlerken botanik bahçesinin kapsından girmişler. Girer girmez nefesleri kesilmiş. Bu cennet bahçesinde Luisa’nın anlatacağı masalları dinlemeyi dört gözle beklemeye başlamışlar.

Botanik bahçesinin girişindeki dar, iki yanı ağaçlı yola girer girmez üzerlerinden yeşilli kırmızılı dört beş tane papağan uçarak geçmiş. Kerem ve annesi hayretler içinde ağaçların arasından onları tekrar görmeye çalışırken Luisa bu papağanların anne ve babalarının bir evcil hayvan mağazasından kaçıp buraya geldiğini, iklim uygun olduğu için de kolayca üreyebildiklerini, ikiyken şimdi on, on iki tane olduklarını söylemiş.

Doğrusu botanik bahçesi bu papağanlarla birlikte tam bir masal alemine dönüşmüş. İlk durakları meşe ağacının yanına gelmişler. Luisa, Kerem’e doğru eğilip sonbaharda ve kışın ağaçların nasıl göründüğünü sormuş. Kerem de gayet kendinden emin. “Çıplak” diye cevap vermiş. Luisa da “Evet haklısın, sonbaharda ağaçlar yapraklarını dökmeye başlıyor ama bir ağaç var ki yapraklarının hepsini asla dökmüyor, hatta kurumuş yapraklarını bile.” Luisa onlara ağacın üzerindeki tamamen kahverengi olmus, kurumuş, büzüşmüş ama bütün gücüyle dala tutunan yaprakları göstermiş. “Nedenini bilmek ister misiniz?” diye sorup şeytanı kandıran meşenin masalını anlatmaya başlamış.

Şeytanı Kandıran Meşe

Çok uzun zaman önce tanrı dünyayı ve dünya üzerinde ağaçları yaratmış. Ağaçların güzelliği karşında dili tutulan şeytan onlara sahip olabilmek için dayanılmaz bir arzu duymuş. “Neden sadece tanrı bu ağaçlara sahip? Bir süreliğine bile olsa onların benim olmasını istiyorum.” demiş ve tanrıyla konuşmaya karar vermiş.

30

Tanrı’nın huzuruna çıkmış ve “Tanrım demiş, yarattığın bu ağaçları bir süreline bana versen ne olur? Bir süre için bile olsa onların sahibi olmama izin ver “.  Peki” demiş tanrı.  “Kış gelip de ağaçların üzerinde tek bir yaprak kalmadığında ağaçların sahibi sen olabilirsin, ta ki baharda tekrar yeşerene kadar.” Çok sevinmiş şeytan. Fakat Tanrı ile şeytan arasındaki bu konuşmayı duymuş bir meşe ağacı. Hemen diğer ağaçları çağırıp anlatmış duyduklarını. Hepsi karalar bağlamış, korkmaya başlamışlar. ‘”Eyvah“ demiş bir tanesi, “Biz biliriz bu şeytanı, kızınca ağzından alevler püstürtmeye başlar, hepimizi yakıp yokeder. Ne yaparız? Kış geliyor hepimiz yapraklarmızı dökmeye başlıyoruz.”

Ormanı derin bir hüzün kaplamış, kuruyan yapraklar döne döne dallarından kopup düşerken ağaçlar korku ve üzüntü içinde arkalarından bakmışlar. Şeytan ise düşen her yaprağın ardından sevinç çığlıkları atıyor, her çığlığında ağzından alevler çıkıyormuş. ”Kış geliyor, kış geliyor yakında ormanın patronu ben olacağım “ diye bağırıp duruyormuş. Meşe demiş ki arkadaşlarına “Hiç korkmayın siz, aranızda en dayanıklılardan biri benim. Kış da gelse, kurusa da bütün yapraklarım ben dökmeyeceğim yapraklarımı. ‘” Bütün gücüyle dayanmış meşe, yapraklar sararmış önce, sonra kahverengi olmuşlar, dirençleri azalmış. Yumuşacık yüzleri kavrulmuş, kurumuş; ama meşe direnmiş, var gücüyle sarılmış kurumuş yapraklarına. Dökmemiş onları ve ormanı şeytandan kurtarmış. Bugün hala kış da gelse meşe dökmez kurumuş yapraklarını n tamamını. Şeytan da anlayamaz hiçbir zaman kış zamanını.

Anne oğul çok sevmişler vefakar meşenin masalanı ve bahçede gezinmeye koyulup heyecanla dinlemişler diğer masalları.

Ay Prensesi

Bir zamanlar ormanın derinliklerinde yaşayan yaşlı bir adam ve karısı varmış. Yaşlı adam hayatını bambu ağaçlarını kesip satarak kazanırmış. Fakar asla genç ağaçları kesmezmiş. Yalnızca artık ömrünün sonuna gelmiş ağaçları kesermiş. Çok para etmezmiş bambuları satmak, oldukça fakirmiş yaşlı çift.

23

Bir gün yaşlı adam bambuları keserken bambulardan birinin kökünden bir ışık sızdığını görmüş, köke yavaşça yaklaşmış. Kökün içinde bir şey altın gibi parlıyormuş. Biraz daha yaklaşıp dikkatlice baktığında bunun bir bebek olduğunu görmüş. Bebeği yavaşça kökün içinden çıkarmış eve götürmüş. Işıklar saçan bu bebek bir kızmış. Yaşlı adam ve karısı bu bebekle ne yapacaklarını düşünüp durmuşlar , sonunda onu kendi çocukları gibi büyütmeye karar vermişler. Yaşlı adam ve karısı bebeğe bakmaya başladıklatan sonra adamın her kestiği bambu ağacının kökünden altın çıkmaya başlamış. Böylece yaşlı çift zamanla çok zengin olmuşlar. Kızlarını hayatlarında sahip oldukları her şeyden daha çok sevmişler. Kız büyüdükçe güzelliği dillere destan bir kız olmuş. Bütün krallar, prensler onunla evlenmek için yarışır olmuşlar. O ise günden güne daha mutsuz görünüyor, kimseleri istemiyormuş. Her akşam pencereye oturur, gözünü aya diker, iç çekip dururmuş. Onu mutlu görmek için her şeylerini vermeye hazır anne babası bu mutsuzluğuna bir türlü anlam veremezlermiş.

31

Bir gün kız gerçekleri anne babasına anlatmaya karar vermiş. Onlara aslında ayın kızı olduğunu, bir gece aydan yanlışlıkla düştüğünü anlatmış. Onun ait olduğu yer orasıymış. Onlara  kızlarını bırakmak çok zor gelse de o, ait olduğu yere, aya dönmek istiyormuş. Kızın ay prensesi olduğunu duyan ve ona delicesine aşık Çin imparatoru ordusunu hemen kızın evine göndermiş. Prenses kaçıp gitmesin diye gece gündüz evin etrafında nöbet tutmuşlar.

Fakat presses aya dönmeye karar verdiğinde gökyüzünden inen ışıltılı kanatlar görmüş herkes. Bu ışıltı askerlerin gözünü görmez etmiş. Gümüş bir elbiseyi prensese giydirmiş bu parlayan kanatlar ve onu alıp aya dönmüşler. Prenses gitmeden önce imparatorun kendisine duyduğu büyük aşkın karşılığı olarak ona bir iksir bırakmış. Ölümsüzlük iksiriymiş bu. Fuji dağını bulmasını ve o dağın tepesinde içmesini söylemiş prenses. Bugün Fuji dağının tepesinde hiç eksik olmayan dumanın nedenin o dağda hala iksiri içen Çin imparatorunun olduğu söylenirmiş.

Ejderha Ağacı ( Dracaena draco)

24

Bir ejderha ve bir fil ormanda karşılaşmışlar. Birbirlerinden çok hoşlanmayan, aslında hoşlanmamalarının nedenini de pek bilmeyen bu iki hayvan, birbirlerini her gördüklerinde küçücük şeylerden kavga çıkarıyorlarmış.

İşte yine karşılaştıkları o gün ne diğer hayvanların, ne de kendilerinin bilmedikleri bir nedenden kavga etmeye başlamışlar. Kavga ettikçe öfkeleri artmış. Birbirlerine daha şiddetli şekilde saldırmaya başlamışlar. Bu kavganın sonunda her ikisi de ağır yaralanıp oracıkta ölmüş. Anlamsız bir kavgayı canlarıyla ödeyen bu iki hayvana kızan ormanların tanrısı diğer hayvanlara örnek olsun diye bu iki hayvanın kanlarını birleştip öldükleri yerde bir ağaç yaratmış. Bu ağaca ejderha ağacı denmiş. Bu ağaç nerede büyürse büyüsün kabuğunun altında ejderhanın ve filin kanı hala akıyormuş ve ağacın dalları tıpkı ejerhanın pençeleri gibi büyüyormuş ki kimse bir öfkenin esiri olup ağır bedeller ödemesin.

27

Eğrelti otunun önünden geçerken Luisa, “Bu bir ağaç değil ama ona ait de küçücük bir ortaçağ masalı var isterseniz anlatırım” demiş. Masallara hikayelere sırtlarını dönüp gitmek zormuş bizim anne oğul için. Annenin çocukluğunda mendilin içine doldurup yakantop oynamak için top yaptığı eğrelti otlarının masalını merakla dinlemey başlamışlar.

Görünmezlik Otu

Dinazorların yaşadığı zamandan beri var olan, erkeği ve dişisi olmayan yapraklarının üzerindeki tohumları toprağa dökerek kendini çoğalatan bu bitki 24 Haziran’da insanlara görünmez olma gücünü veren bir bitkiye dönüşüyormuş.

Aziz Giovanni gününde saat gece yarısını vurduğunda insanlar tekbaşlarına ormanın yolunun tutarlarmış. Buldukları bir eğreltiotunun altında oturup sessizce beklerlermiş.

Eğer eğrelti otunun altında beyaz bir zambak biterse. Bu zambak insanlara görünmez olma gücünü verirmiş. Görünmez olmayı dileyen kim varsa bugün bile İtalya’da 24 Haziran’da eğreltiotu bulmak için ormanın yolunu tutuyormuş.

Manolya ( Ficus)

Uzun yıllar önce hem insanların hem hayvanların hem de bitkilerin huzur ve barış içinde yaşadıkları bir ülke varmış. Bu ülkede herkes diğerine saygı gösterir, kimse sahip olduğuyla övünmez, kimse gücünü bir başkasının üstünde göstermezmiş. Kimse gözünü diğerinin malına dikmez herkes sahip olduğu ile yetinmeyi bilirmiş.

28

Bir gün bu huzur dolu ülkeden geçen bir yolcu bir kaç gün burada konaklayıp dinlenmek istemiş. Aynı zamanda konuksever olan halk sevinçle açmışlar yabancıya kapılarını. Ona birbirinden lezzetli yiyecekler, hediyeler sunmuşlar. Bu konukseverlikten çok memnun kalan yabancı bir türlü ayrılamamış bu ülkeden. Bütün gün boş boş sokaklarda dolaşıp ülke halkıyla sohbet edermiş. Onlara iltifatlar edip dururmuş. Lakin onlara iltifat ederken her birinin yan komşusu hakkında da dedikodu etmek gibi bir huyu varmış.

Herkese “Aman sen ne kadar iyi bir adamsın, ne kadar akıllısın, ne kadar çalışkansın sahip olduğundan çok daha fazlasını hakediyorsun oysaki bak şu komşuna, hiçbir işe yaramaz ama seninle aynı haklara sahip” demeye başlamış. Herkes kendini o kadar önemser olmuş ki her biri krala gidip daha çok toprak, daha büyük ev, her şeyden daha çok istemeye başlamış.

22

Luisa ve Kerem

Zavallı Kral kendi halkını tanıyamaz olmuş. Çünkü bu ülkenin kralı da diğer krallara benzemezmiş herkes gibi saray yerine evde yaşar, herkes gibi yaşamını devam ettirmek için o da çalışırmış. Çaresizlik içinde tanrıya yalvarmış, bütün bu olanlara son vermesini istemiş. Tanrı ondan halkını tam üç kez uyarmasını istemiş, eğer hala dinlemezlerse onları çok büyük bir ceza bekliyormuş. Zavallı Kral ne yaptıysa kendini dinletememiş. Herkes kendinin en güzel , en güçlü, en iyi olduğunu düşünmeye devam etmiş. Sonunda tanrı öyle kızmış ki bu ülkede yaşayan herkesi manolya ağacına çevirmiş. Fakat bu ağaçlar ağaçken bile daha çoğuna sahip olmayı istemekten vazgeçmemişler. Kökleri dala dönüşüp diğer bitlikleri boğmuşlar, o kadar büyümüşler ki diğer ağaçların güneşini kapatıp onların yokolmasına neden olmuşlar. Hiçbir zaman bulundukları yere sığamamışlar.

Daha anlatacak çok masalı varmış Luisa’nın ama biraz yorulmuşlar. Luisa ve Anne manolya’nın dev köklerinden birinin üzerine oturup dinlenmeye başlamışlar. Kerem ise manolya ağacının birbirinin içine geçmiş gövde ve dalları arasında çoktan oyuna dalmış.

Artık Kerem için manolya, hikayesini bildiği dev cüsseli oyun arkadaşıymış.

20-Şenay-Boynudelik

 

 

Şenay Boynudelik

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.