Türkiye’de Doğa ve İnsan Konularının Yakın Tarihi’nde Tanıklıklar
Güneşin Aydemir
4
OKUL – 2
Bizim okulda (Hacettepe Biyoloji) girdiğimiz derslerin yanında bir de “özel öğrencilik” diye bir kategori vardır. O sırada bölümde yapılan bilimsel çalışmalardan birinde gönüllü bir şekilde yardımcı olursunuz. Yapılan çalışmanın sahibi olan kişinin özel öğrencisi olarak çalışmanın gerektirdiği her ne varsa yaparsınız. Bu işler, laboratuar temizlemekten, literatür taramaya; kobay fare kesmekten mikroskopla doku tayini yapmaya kadar gider (itirafname kabilinden, evet pek çok kobay fare, kurbağa kesmişliğimiz vardır, Allah affetsin). Yapılan bu çalışma da en yüksek kredili derslere eşdeğer bir kredidedir ve not alırsınız. Dünyanın en güzel uygulaması aslında. Hala yapılıyor mu bilmiyorum. Ama üniversiteler için çok gerekli.
Malum ben de meraklı bir tazeydim o zamanlar! Okulda pestisitlerin memeliler üzerindeki etkilerini araştıran bir histoloji-toksikoloji araştırmasına özel öğrenci olarak yazdırdım kendimi. 1990 yazını hergün okula giderek geçirdim. Bana söylenen herşeyi harfien yerine getirdim. Okulda bu şekilde özel öğrenci olan ben tek de değildim. Başka arkadaşlarım da başka başka projelerde çalışıyorlardı. Ve okul başka bir boyut kazandı gözümde. Aralarda koridor sohbetleri, aynı laboratuarı kullanan diğer öğretmen ve öğrencilerle çeşitli muhabbetler derken çalıştığımız kattaki ekoloji bölümündekilerle de tanışma fırsatı doğdu.
***
Benim kuzenim (amcaoğlu) Yalçın, Akdeniz fokunun Türkiye kıyılarındaki durumu ve korunması ile ilgili çalışmalarla ilgilendi yıllarca. Geçmişte Akdeniz Havzasına yayılmış koloniler halinde yaşayan bu deniz (kıyı memelisi de diyorlar hem deniz hem de karada bulunabildiği için) memelisi elbette çağımızın makus kaderine ortaklık etmiş, yok olmayayazmış. Bunu fark eden bir grup Sualtı Araştırmaları Topluluğu – ODTÜ SAT- üyesi, bir çalışma grubu kurmuştu. Yıl 1987. Akdeniz Foku Araştırma Grubu (AFAG – bakınız: http://sadafag.org/ ). Bu insanlar foklar hakkında bayağı bir bilgi toplayıp saha araştırmaları yaptılar. Yetmedi, projeler yazdılar, uluslararası bağlantılar kurdular. Yetmedi, birkaç bölgede fokların korunması için pilot projeler yürüttüler. Yetmedi, Foça ve birkaç yerde balıkçıları, orada yaşayan halkı, herkesi bilgilendirmeden bilimsel veri toplamaya; balıkçılarla ilişkiden, yerel kurumlarla ilişkilere, kanunların uygulanması için çok katmanlı programlar yürüttüler. Yetmedi, Akdeniz Foklarının (ve aynı zamanda küçük kıyı balıkçısının ve balık popülasyonlarının da) korunması için eylem planları hazırladılar. Yetmedi, Önemli Fok Alanları diye bir kavramın literatüre geçmesini sağladılar. O dönemin parlak doğa korumacılarındandı her biri. Başarılı da oldular. Belki de kendilerini ne derece başarılı buluyorlar, onlara sormak lazım. Eminim güzel analizlerde bulunurlar.
Peki bütün bunların benim yazımla ne alakası var? Açıklayayım:
Bu zamanlardan birinde, yaptıkları saha araştırması sırasında bir mağarada bir fok kafatasına rastlarlar. Hayvanın yaşını merak ederler haliyle. Malum ben de biyoloji bölümünde okuyan hevesli bir insanım. Okuldaki hocalarla aram iyi, başka bölümlerden insanlar da tanıyorum. Lafı uzatmayayım, Yalçın kafatasını bana verdi. Ve “yaşını ölçebilecek biri var mı tanıdığın”, dedi. Ben de koridordan tanıdığım, o sıralarda (yıl 1990) ekoloji bölümü doktora öğrencisi Bülent Alten’e başvurdum. Sonunda kafatasının yaşını bulamadık, daha doğrusu elimizdeki imkanların buna elvermediğini anladık.
Elinde fok kafatası ile dolaşan öğrenci olarak dikkat çekmiş olacağım ki, bir gün koridordaki radyatörlerin üzerinde bir sınıf arkadaşımla oturduğumuz sırada, -o da Bülent Bey’in özel öğrencisi- Bülent Bey önümüzden geçti. Sonra geri geri geldi ve bana, “Bir araştırma projesinde çalışmak ister misin?” Dedi.
İşte aydınlandığım an! Bütün hayallerim gerçek mi oluyordu yoksa? Arazide, araştırma, doğa… Ne dediğimi hatırlamıyorum o an, ama bir süre sonra ben ekibe alınmış, proje elemanı olmuş, çalışıyor olarak buldum kendimi. 11 kişiden oluşan bir ekipte okuldan henüz mezun olmamış iki kişiden biriydim. Ve belli ki bu ekip akademisyen olmak üzere yetiştirilecekti.
Proje ne olsun beğenirsiniz? Ülkemizin gelişen turizm alanlarından ikisinin (Belek ve Sarıgerme) sivrisinek sorunun çözülmesi. Ekolojik modelleme yoluyla sivrisinek popülasyonunu kontrol altına alacak bir entegre mücadele programının oluşturulması ile ilgili bir proje. Yıl 1990 demiştim değil mi?.
Dönemin en yüksek bütçeli birkaç projesinden biriydi. TUBİTAK ve Turizm Bakanlığı’nın ortak projesi. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümündeki ekoloji ekibi de projenin yürütücüsü. Danışmanı.
Ekibin başında bizim bölümün profesörlerinden Ayşe Boşgelmez var. Disiplinli, ciddi bir insan. Onun altında iki doktora öğrencisi; Bülent Alten ve daha sonraları Buğday döneminde tekrar karşılaşacağım ve hatta birlikte çalışacağım Oluş Molu. Onların altında da yeni mezun olmuş akademisyen adayları ve benimle birlikte o radyatörün üzerinde oturan muhabbet arkadaşım Murat Burak Yaylaoğlu (Murat ileriki yıllarda Max Planck Enstitüsünde şu meşhur genom projesinde çalışacak, Nature Dergisi’nde makaleleri yayımlanan uluslararası bir bilim insanı olup çıkacaktı).
Toplam 11 kişilik bir ekiple çalışmaya başladık. Akademik bir çalışmanın ilk aşaması olan literatür taramasıyla işe koyulduk. Her gün sabahtan akşama kadar kütüphanede çalışıyor, makaleleri sınıflandırıyor, okuyor ve birbirimize anlatıyorduk. Bu hummalı ekip çalışması nedense bana inanılmaz bir zevk veriyor, kendimi gittikçe artan oranda ekoloji konusunun katmanları arasında buluyordum gün geçtikçe.
Sonra sıra geldi arazi çalışması kısmına….
Devam edecek….
Güneşin Aydemir