DTP’lilerin sine-i millete dönüş düşüncesinden vazgeçerek demokratik siyasette ısrar etmesi ve ortamı daha da gerecek etkinlik ve eylemlerden kaçınması bir nebze olsun ülkemizi rahatlatmıştı.
DTP’liler yeni kurulan BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ çatısı altında mücadeleye devam etme kararı aldılar ve bu gelişme ülkedeki tüm kesimler tarafından coşkuyla karşılandı.
Ama gelgelelim bu sevindirici sürecin ileri aşamasında demokratik Kürt siyaseti yeni bir provokasyon ve saldırı dalgası ile karşı karşıya kaldı. Siyasal Rejim adeta ‘Bırakın demokratik parlamenter zemini de dağa çıkın!Biz de sizleri orada teker teker avlayalım’ der gibi bir tutuma girdi.
Son yıllarda değişen güç dengeleri ve Ortadoğuda Türkiyenin rolünün ve etkinliğinin emperyalist-kapitalist krizinden sonra iyice artması ve ABD nin PKK konusunda Türkiye siyasal rejimi ile işbirliğine gitmesi Kürt sorununda AÇILIM senaryoları üreten rejimi bir daha ‘ACABA VAZ MI GEÇSEK? KÜRTLERİ ÖLDÜRE ÖLDÜRE ADAM ETME ÇABASI BİZİM İKTİDARIMIZI VE GÜCÜMÜZÜ PEKİŞTİRİYOR BİZE VAROLMA ŞANSI TANIYOR ÇIKARLARIMIZI KOLLAMA VE HEGEMONYAMIZI DAİM KILMA FIRSATI VERİYOR BİZ EN İYİSİ KAFALARINA VURMAYA DEVAM EDELİM’ gibi bir iç ses eşliğinde tutum değişikliğine itmiş gibi.
DTP kapatıldığında ABD li politikacıların tavrı aynen şu idi;
‘Türkiye’nin içişlerini ilgilendiren bir meseledir biz karışmayız.’
Irak’a demokrasi götürme iddiasıyla milyonlarca kişiyi katlettiği bir savaşın haklılık ve meşruiyet zeminine oturması amacıyla iç politikasında, gelişen savaş ve işgal karşıtı muhalefeti dengeleyen ABD liberalizminin, Türkiye ile ilgili anti-demokratik bir uygulamaya böyle sessiz ve tarafsız kalması da ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte tezimizi de güçlendirmekte.
Kürtler ne yapmalı?
Kopmalı mı?
Cumhuriyet tarihinde çözüme belki de en yakın olduğumuz bir süreçte gelişen olaylara baktığımızda durum çok vahim.
Devlet yetkilileri, bürokratlar, milletvekilleri, siyasiler, gazeteci ve yazarlar hep ‘PKK VE ÖCALAN ÇİZGİSİNDEN ÇIK KENDİ POLİTİKALARINI ORTAYA KOY VE ÖYLE GEL! KÜRT MESELESİNİ TARTIŞMA VE BİR ÇÖZÜM ÜRETME SÜRECİNİ DE BU ZEMİN ÜZERİNDEN YÜRÜTELİM’ diyor. Ama reel politik durum tam aksine DEMOKRATİK KÜRT SİYASETİNİ devre dışı bırakarak Kürtleri PKK – ÖCALAN çizgisinde tavır almaya ve muhalefetini bu iki merkezin yönlendirmesiyle yürütmeye zorluyor.
Anlamak güç.
Daha çiçeği burnunda bir partinin 23 üyesi tutuklandı. Kapıları kırılarak gözaltına alındılar ve hemen hemen hiçbirinin kaçma gibi bir ihtimali olmamasına rağmen yangından mal kaçırırcasına 5 dakikada çıkarılan savcılık emriyle tutuklanmaları da olayın bambaşka bir boyutu.
Bu ülkede ne zaman derin güçler kavgaya tutuşsa bedelini ya Kürtler, ya Aleviler, ya azınlıklar ya da dindarlar ödüyor.
12 Mart 1995 Gazi Mahallesi katliamı, Azerbaycan’da girişilen beceriksiz darbe girişiminin hemen akabinde gerçekleşmişti ve iç huzuru bozma olayını Alevi-Kürt kökenli insanlarımızı katlederek gerçekleştirmişti derin güçler.
İçinde bulunduğumuz ay Aralık ayı.
12 Eylül faşist darbesine giden süreçte generallerin darbe ortamı oluşsun diye tertiplenmesine GÖZ YUMDUKLARINI ifade ettikleri ÇORUM VE MARAŞ KATLİAMLARINDA da yine Alevi ve Kürt yurttaşlarımız katledilmişlerdi ve devlet seyretmişti.
Biraz daha geriye gitmek istedim birden.
6-7 Eylül olaylarında da, dış politikada başarısızlık üstüne başarısızlık yaşayan ve Kıbrıs meselesi başta olmak üzere birçok sorunda köşeye sıkışan Cumhuriyet rejimimiz bu kez Azınlıkları katletmişti.
Tarihimiz utanç abideleriyle doluyken, pislikten geçilmezken yine aklıma bir söz geliyor;
DÜZENİN PİSLİĞİNDEN BESLENENLER ONU DEĞİŞTİREMEZLER.
Ve bu düzen aynı şekilde statik bir biçimde işlemeye devam edecek gibi görünüyor.
Bu ülkede DEMOKRASİyi bize çok görenler, rantları ve çıkarları elden gitmesin paşa gönülleri şad olsun huzurları kaçmasın diye insanlarımızı ölüm ve kan siyasetiyle yarattıkları cadı kazanında kaynattıkları sularda yanmaya mecbur bırakırken, birşeyler için umutlanmak bazen anlamsız geliyor.
Kürt ulusal mücadelesini, Lozan atlaşması ile 4 parçaya bölünmüş Kürdistan’ın her bir parçasında ortak ve birleşik bir mücadeleye girmeye zorlayan bir süreç yaşanmakta.
Suriye, İran, Irak ve Türkiye dörtlüsünün Kürtlere ettiği zulmün ve kıyımın artık bir son bulması ve Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerine kavuşması nasıl gerçekleşecek? Demokratik alanda mücadele yürüten sivil güçlerin önü FAŞİZAN UYGULAMALARLA kesilmekte ve Kürtlere, ulusal sömürge konumundan çıkmak için, Kürdistan denen coğrafyanın dört parçasını da aşan birleşik ve örgütlü bir mücadele tarzıyla yeniden şekillenmekten başka yol bırakılmamaktadır.
Bu 4 devletin de, Kürtleri imha ve inkar siyasetinde NASIL OLSA HADLERİNİ BİLDİRİR EZER GEÇERİZ özgüveniyle hareket ettikleri ve kendi egemen ulusal tabanlarının TEPKİSİZLİĞİNE VE DUYARSIZLIĞINA güvendikleri aşikar.
Bu durum 100 yıldır böyle. Irak’ta süreç ABD nin bölgeyi işgalinden sonra değişti ama diğer üç ülkede Kürtlerin statüsü çok fazla bir değişikliğe uğramadı.
Artık alışılagelmiş KÜRT SORUNU sanırım yerini KÜRDİSTAN SORUNU’na bırakacak. Çünkü artık devletlerin bugüne dek sürdürdükleri politikalar, halklar arasında onarılması zor kırılmalara kırgınlıklara ve düşmanlıklara yol açtı. Bilinçli olarak IRKÇI-ŞOVEN bir dil kullanıldı ve Kürtlere silahlarla saldıranlara VATANDEAŞ TEPKİSİ diyerek göz yumulurken polise taş atan 14 yaşındaki Kürt çocuklarına 8 yıldan başlayan cezalar verildi.
Bu durum Kürtlerin de onurlarında onulmaz yaralar açarken, bu ülkenin vatandaşı olmaktan duydukları gurura da büyük halel ve yıkım getirdi.
Kürtler, bir ulusal sömürge bile olamadıkları gerçeğinin ve ulusal sömürge olmaktan bile beter bir durumda olduklarının farkındalar. Yoksayılmanın ve imha-inkar siyasetinin en yoğun ve kanlısını yaşadılar. Son 100 yılda katledilen Kürt sayısının 1 milyonu aştığı iddiaları var. Neredeyse Cezayir’in Fransız işgaline karşı verdiği özgürlük mücadelesinde kaybettiği insan sayısına yaklaştı Kürtlerin özgürlük-eşitlik ve onurlu yaşam mücadelesinde ölenlerin sayısı.
Şimdi tekrar gelelim BDP operasyonlarına.
Hangi pazarlıkların hangi işbirliklerinin ve hangi tehditlerin etkisiyle böyle dengesiz bir açılım sürecine mahkum olduğumuzu bilemiyoruz. Kemalist oligarşi ile İslami sermayenin işbirliğinden doğan AKP iktidarı, statükoyu zorlamakla yetinirken her fırsatta Kürtlere vuran klasik resmi politikanın da pek dışına çıkamayacak gibi.
Ve devlet kendi eliyle, DEMOKRATİK ZEMİNDE ULUSAL BÜTÜNLÜK İÇİNDE ÇÖZÜLEBİLECEK OLAN bir sorunu AYRIŞMA ZEMİNİNE itiyor.
Sanırım 1 küsür milyonluk askeri gücüne ve son teknoloji ile teçhizatlanmış silahlarına güveniyor ama bilmiyor ki artık KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL.
Artık Kürt meselesinde gerilimin artması ve silahlı mücadeleye itilmesi durumunda sanılmasın ki çatışmalar sadece Kürt illerinde ve Kürt coğrafyasının dağlarında olacak…
Tehlike açık ve bariz ortada ve ATEŞE BENZİN DÖKMEK olarak tabir edilen son gelişmeler artık Kürtleri, KADERLERİNİ TÜRKLERDEN ve bölgedeki diğer halklardan (Suriye ve İran’da da durum pek parlak değil) AYIRMAYA VE BAŞLARININ ÇARESİNE BAKMAYA zorlamakta.
Türk halkının (ve elbette diğer 3 ülkedeki halkların) genel kayıtsızlığı ve süreci doğru okuyamaması, ırkçı söylemlerin militarizmin ve gericiliğin politik dili ve hegemonyası ile statükonun dışına çıkamaması, Kürtlerin YALNIZLIK psikozunu da derinleştirmekte ve onu çaresizleştirmektedir. Çözüme olan inancını zayıfkattığı gibi ayrılma eğilimlerinin de iki taraflı olarak artmasına yol açmaktadır.
Ve Kürtler yüzlerini BARZANİ örneğine dönmeye başladılar bile.
Artık Kürt Meselesi yerini KÜRDİSTAN SORUNU olmaya bırakıyor ve bir ORTADOĞU SORUNU olarak gündemde yeni bir durum haline geliyor.
Ben Türk kökenli biri olarak nerede durmam gerektiği konusunda tereddütler yaşamıyor değilim.
Olaya hangi açıdan bakılmalı? Güven duygusunun tamamen sarsıldığı bir ortamda Kürtlerin ve Kürtlerin demokratik taleplerini destekleyen Türk ve diğer etnik kökenden insanların tavrı ne olmalıdır konusunda verecek NET bir yanıtım yok.
Ama gidişat iyiye doğru değil.
İkinci bir İSRAİL-FİLİSTİN olayı yaşanacak gibi ama bu sefer daha sert, kanlı ve ağır yıkımlarla sonuçlanacak bir süreç olacak gibi geliyor çünkü değişecek olan dengeler, sadece bu coğrafyayı değil derin bir kriz yaşayan DÜNYA KAPİTALİZMİNİ de etkileyeceğe benziyor. Ve onların da sürece kesinlikle müdahil olacaklarını söyleyebilmekle beraber müdahale biçimlerinin nasıl olacağını da kestirmek zor.
23 insanın tutuklanması, dünya dengelerinin yeniden yapılandırılmasına yol açacak olaylar zincirinde bir halka olabilir mi?
Bence olabilir.
İleriye bakmak istemiyorum içim kararıyor.
Kürtlerin özgürlük, adalet, eşitlik, dil, kimlik, kültür ve siyasal hak ve özgürlük mücadelesinde yanlarındayım. Bunu da ifade etmek isterim.
Ve onların militarist oligarşinin statükosunu yenerek DEMOKRATİKLEŞME zeminini gerçekleştirmesi ülkemizdeki ve bölgedeki tüm ezilenlerin çıkarınadır. Bu gerçeği hatırlatmak bir zorunluluk.
Sevgiyle.
OKTAY ÇAPAROĞLU
26.12.2009
İzmir