Hafta SonuManşet

Kullanmaktan nasiplenmeye, kakafoniden senfoniye – Ahmet Batal

0

Bir maddeyi kullanmakla bir bireyi kullanmak arasında şöyle bir fark var. Maddeyi eşya olarak bir forma soktuğumuzda herhangi bir amacı olmayan bir yapı taşını şekle sokmuş oluruz. Oysa bir bireyin bedenini, gücünü, eylemini kendi amacımıza yönelik bir forma soktuğumuz anda bu yapıların bireyin kendi amaçları doğrultusunda işletilmesinin önü kapatılır. Kendi menfaatimiz için bireyin menfaatini yadsır, onu soktuğumuz bu yeni formu bireyin asıl formuna yeğ tutarız. Onun vücudundan, gücünden, zamanından çalmış; kendini gerçekleştirmesini engellemiş hatta yıkıma uğratmış oluruz. Özetle birey kullanmak bireyin kendini gerçekleştirmesi yönünde bir eksiklik yaratmadan mümkün değildir. Doğal olarak, bireyin kendisini gerçekleştirmesinde bir eksiklik yaratmayan faydalanmalara bireyi “kullanmak” demek de doğru değildir. Bu tarz faydalanmalara o yüzden bundan sonra bireyden “nasiplenmek” diyeceğim. Birey kendini gerçekleştirirken etrafa saçılan, ondan kopup artık doğanın, hayatın bir parçası olan şeylerden faydalanmak anlamında…

Kişinin bambaşka hayalleri varken sırf gününü kurtarmak adına çalıştırılması o kişinin kullanılmasıdır. Konfeksiyon atölyesinde asgari ücretle çalışan birinin diktiği pantolonu giydiğimde şunu derim ona: Benim pantolon giymem senin zevklerin ve becerilerin doğrultusunda kendini gerçekleştirmene ayıracağın vakitten daha değerli. Oysa kıyafet dikmeyi seven, hayatı giysi tasarlamak olan bir terzinin diktiğini giymek, onu kullanmak değil, ondan nasiplenmek olurdu.

Mesela E=mc2’den faydalanan hangi bilim insanı Einstein’i kullandığı hissine kapılabilir? E=mc2’yi bulduğu için kimse Einstein’a para vermemiş olsa bile (Nobel para ödülünü fotoelektrik etkiden aldı) bu O’nun fizik yaparak kendini gerçekletirirken elde ettiği bir sonuç, etrafa saçtığı bir cevherdir. O’ndan hiçbir şey eksiltmemiş bu denklemden faydalanan da Einstein’ı kullanmış değil, O’ndan nasiplenmiş olur. Oysa bu sureçte bir yandan da hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olduğu patent ofisinde yazdığı her bir rapor Einstein’in hayatından çalınarak üretilmiş bir nesnedir. Bu raporları kullananan herkes, karşılığı verilmiş olsa da, Einstein’i kullanmıştır.

Kişinin insanda “karşılığını veriyorum, o halde kullanmış olmam” sanrısına kapılmaması neredeyse mümkün değilken; hayvanda ise, kişinin hayvandan kendi menfaati için çalmadığını; ondan alırken onun refahından, ömründen eksiltmediğini düşünebilmesi imkansızdır. Hayvanın köleliği normaldir, kimsenin bunu inkar edecek hali yoktur. Bir ineği doğadan alıp ahıra, süt çiftliğine kapatırım. Kapatılsınlar. Tavuklar kafeslerde doğalarının onlarca katı yumurta üretmeye zorlansın. Çünkü onların bedenlerinin, hislerinin ve ömürlerinin kendilerini gerçekleştirmek yerine benim tereyağlı sucuklu yumurtamın gerçekleştirilmesine harcanması daha mühimdir. Onların hayatının doğal formları gözüme bir taşın doğal şekli kadar sebepsiz ve değersiz gözükür. O yüzden bir mermeri alıp ondan masa yaptığım gibi; hayvanın da hayatını yontar, büker, keser; ondan kendim için anlamlı olan formu yaratırım.

Hayvan kullanımı bu kadar açıkken, hayvandan nasiplenmek kafa karıştırıcı olabiliyor. Bir tavuğun zaten vücudunu terk etmiş bir yumurtayı yemek tavuğu kullanmak değil, ondan nasiplenmek zannedilebilir. Oysa yumurtanın tavuğun vücudundan çıkmış olması, hayatından da çıkmış olduğu anlamına gelmez. Tavuklar yumurtalarından civciv çıkmayacak olsa bile yumurtanın üstüne tünemeye devam ederler, yumurtaları alınırsa strese girerler. Bazıları yumurtalarını yiyebilir de. Vücut bağı kopsa da yumurtayla henüz hayat bağı kopmamıştır. Hepsinden önemlisi yumurtanın üstüne tünemese bile eğer biz o yumurta için hayvanı zapt etmiş, onu kafese ya da kümese koymuş isek kendi kazancımız için onun doğal yaşam formunu bozmuş, onun psikolojisinden ve zamanından eksiltmiş oluruz. Örneğe uygun nasiplenme olsa olsa yabani bir kuşun doğaya terk ettiğinden emin olduğumuz yumurtasını alıp yemek olabilir. Yine doğada yaşayan bir hayvan sürüsünün arkalarında bıraktığı gübreleri toplamak, hayvandan nasiplenmektir. Çünkü dışkısına bile sahip çıkacak hayvan olsa olsa insan olabilir. Kolay tozlaşsın diye ekinlerini arıların bulunduğu bölgeye eken kişi arıdan hiçbir şey eksiltmez. Arı bal derdinde dolanırken çiftçi arıyı kullanmış değil ondan nasiplenmiş olur. Ya da doğal yollarla ölmüş bir keçinin derisini alıp ondan vurmalı çalgı yapan bir müzisyenin yaptığı da nasiplenmektir. Kedi, köpeğin zaten dökülen tüylerini toplayıp bunlardan hırka gibi bir kıyafet yapmak mesela… Hayvan tüyünü terk etmiştir zaten, bizim hırkamız ondan bir şey eksiltmeyecektir. Tüy, deri, yumurta, dışkı.. Eğer hayvan bunlarla bağını koparmış, bunları arkasında bırakmışsa ve bu süreçte bizim hayvana bir etkimiz olmamışsa hayvandan değil doğadan almış oluruz aslında. Hayvanın doğaya bıraktığından ya da kattığından nasiplenmiş oluruz.

Kafamızda kullanmakla nasiplenmek arasındaki bu tanımsal ayrımı yaptığımızda bu kavramların algı dünyamızda cehennem ve cennet kadar zıt iki kutbun, iki hissin de en büyük kaynakları olduklarını fark etmenin önü açılıyor. Kullanmak, yani kendin için başkasından eksiltmek, diğerinin hayatından kendininkini koparmadan mümkün olamaz. İster insan olsun ister diğer hayvanlar, kullandığımız bireyden kendimizi bilinçli ya da bilinçsiz koparırız. Şöyle düşünelim, o asgari ücretle çalışıp pantolonu diken kendi babamız olsaydı? Ya da oturduğumuz evin badanasını, boyasını bizim bir akşam eğlencemizin parasına bir hafta çalışarak annemiz yapsaydı? Yine hayatımıza insan kullanarak devam edebilir miydik? Peki yediğimiz but kedimizin bacağı olsaydı? İçtiğimiz süt için köpeğimizi yavrularından ayırsalar, onu makinelere bağlasalar, kafeslere hapsetselerdi? Yine hayvan kullanabilir miydik? Bağımız olanı kullanmak bu kadar zorsa, kullandığımıza bağlılık hissetmememiz de, onla bağımız olmadığından değil, kullanabilmek için olan bağı koparmamızdan kaynaklanıyor. Kullandıkça kullandıklarımızdan kopuyor, gittikçe daha da yalnızlaşıyoruz. İnsan olarak şu gezegende kendimizi bu kadar yalnız hissediyorsak; evrim bir yandan, bilişsel psikoloji bir yandan siz kardeşsiniz derken biz kendimizi hala diğer hayvanlardan bu kadar kopuk uzaylılar sanıyorsak bunda onları kullanıyor olmamızın payı çok büyük. İnsanın varoluşsal yalnızlığı o kadar da varoluşsal olmayabilir. Yaşadığımız toplum ve zamanın üstümüzde kurduğu hayvan kullanılabilir algısı ve pratiği bizi diğer hayvan kardeşlerimizden kopardıkça koparıyor. Bu da yetmezmiş gibi insan kullanımını da normal gibi algıladıkça sadece diğer hayvanlardan değil, diğer insanlardan da kopuyoruz, yalnızlığımıza yalnızlık katıyoruz.

Öte yandan nasiplenmek kullanmanın yarattığı hissin tam tersini yaratmıyor mu? Kullanmak bizde bir üstünlük duygusu yaratıyor. Şişen egomuzla beraber farkında olmadan yalnızlık hissimiz de artırıyor. Nasiplenmek tam tersi içimizi şükranla doldurup bizi de hayatla/doğayla uyumlanmış hissettiriyor. Hayvan ve insan kardeşlerimize egoyla değil hayranlıkla, şiddetle değil sevgiyle yaklaştırıyor. Bireyin kendini gerçekleştirmesinden payımıza düşeni almış olmuyoruz sadece, payımıza düşeni yapmış da oluyoruz o esnada; yaşamın uyumlu bir parçasına dönüşüyoruz kendimiz de. Yaşamın dişlilerini yoran şımarık bencil bir çocuktan hayvan ve insan kardeşlerimizle kenetli, onlarla uyum içinde dönen bir çark oluveriyoruz.

Kullanmanın yarattığı yalnızlıktan başkasını hissetmedik, çıkardığı kakafoniden başka ses duymadık. Yine de ne kalbimiz uzak nasiplenmenin bize katacağı o bütünlük hissini hissetmeye, ne de kulaklarımız sağır üreteceği senfoniyi duymaya. Her şey bir algımızı değiştirmeye bakıyor.

.

.

Ahmet Batal

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.