Kültür-SanatManşet

Ken Loach’dan, “Whiskey in the Jar” – Altın Portakal Notları 2

0

Yazıya otururken bu enfes parçayı da dinlemeye başladım, siz de okurken öyle yapayım bari dersiniz diye şuraya da iliştiriyorum.

Beyoğlu Alkazar sineması, 3 ya da 4. katında bi salon. Film bitmiş ve ben çakılıp kalmışım oturduğum yere ve jeneriği izliyorum az önce gözlerimin önünden “bir film şeridi gibi geçen” şahaneye kimlerin katkıda bulunduğunu öğreneyim diye. Tıfıl sinemaseverlik günlerimdeyim daha film seçerken yönetmene bakılması gerektiğinden bihaberim. Oyunculara bakınıyorum filan ama benim için o zamanlar kıstas filmin hikayesi.

Alkazar’da izlediğim filmin de öyküsüne tav olmuşum zaten. Londralı bir otobüs şoförü Nikaragualı bir devrim kaçkınına aşık olup peşine Nikaragua’ya, devrime, savaşa, ölümün kucağına gider. Vayy. Kaçırmamak lazım diyor bu dediğimi de uyguluyorum. Ve film bittiğinde beni oturduğum yerde çakılı bırakıyor.

“Carla’s Song” (Carla’nın Şarkısı) ile tanıdım ben Ken Loach abimi. Film izlediğim sene ya 94 ya da 95. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Nişantaşı tepeli yollarında geçen bir kısacık ömrün İstiklal’e uzanmış 1,5 saatinde.

Aradan çok seneler, çok filmler, sinema seçimi için yönetmene bakmak gerektiğinin dimağa dank ettiği tecrübeler geçti.

Ken Loach abim ne zaman bir film çekse ben de bir fırsatını bulup izledim. Her seferinde hem de her seferinde Ken Loach abim filminin sonunda beni oturduğum yerde çakılı bırakmak huyundan vazgeçmedi.

The Angel's Share ekibi Cannes'da kırmızı halının üzerinde

“Tutunamayanlar”ı anlatır Ken Loach. Tutunması imkansız olanları hatta. Onların yanından anlatır, onların bakış açıları ile dünya nasıldırı gösterir. “Batsın Bu Dünya“ya hiç kapılmaz ama, “Kaderimin Oyunu” temsilinin oyuncuları gibidir onun kahramanları.

The Angel’s Share“de de aynısını yapıyor. Tutunamayanları; kendi pencerelerinden, çıkışsızlıkları ile, hayata nanik yapan o sevimli tavırları ile anlatmaya bir kez daha devam ediyor.

(Sinema yazısı okurken en kızdığım durum olan filmin içinden bir detayı filmi henüz izlememiş olan kişilere aktarma hatasına düşmek istemem. Bu nedenle ne yapsam da filmden bahsetmeden filmden bahsetsem fikir temaşası içindeyim şu an. Ha, bir de unutmadan, yazılarına “Bu yazı film hakkında detaylar içerir” diye başlayan, üstelik yazısını da filmin vizyona girdiği gün yayınlayan sevgili sinema yazarları; kulaklarınızı her seferinde derin derin çıtlatıyor, bahse konu yazınızı da asla okumuyorum bilesiniz)

Britanyadayız. İşçi sınıfında diyemeceğim çünkü işçi bile olamayan bir sınıfın içinde. Darp nedeniyle uzun süre cezaevinde kalması gerekirken kız arkadaşının, ondan önemlisi doğacak oğlunun hatrına hapis yerine kamu hizmeti cezası alan Robbie’nin hikayesini anlatıyor Loach bu filminde. Kamu Hizmeti cezasının Robbie’nin çıkış bileti olmasına tanıklık ediyoruz.

İçimizi umutla, geleceğe ilişkin ışıklı hayallerle dolduruyor bir kez daha Ken Loach. “Bir umut her zaman var, kovalanması gereken; yenilgi her daim yanıbaşımızda olsa da denemek tek silahımız” diyor her filminde olduğu gibi.

Ne zaman bir Ken Loach filminin sonuna gelsem hayata sıkı sıkıya sarılmak için yeni bir can simidi daha edinerek çıkıyorum karanlık sinema salonundan. Aynı benim karanlık salondan aydınlık dışarıya geçişim gibi aslında Ken Loach abimin filmleri, hayatı tüm çıplaklığı ile, acımasızlığı ile abartıya kaçmadan anlatıyor; her filminin sonunda aydınlığa, umuda bir selam çakmaktan tek bir geri adım atmadan.

“The Angel’s Share”de görüp ülkemizde de kesinlikle uygulanmalı dediğim bir hukuki süreç var. Darp suçundan kamu cezası alan Robbie’ye bir süre sonra mahkeme celbi gelir. Ağır Suç İşleyenlerin Mağdurlarlar ile Buluşması kanunu gereği darp ettiği kişi ve ailesi ile konu hakkında görüşmesi gerekmektedir. Kız arkadaşı ile birlikte söylene söylene gider. Toplantı sırasında darp edilen tüm yaşadığını, darp edilenin ailesi (özellikle de annesi) onun işlediği suçtan sonra çektiklerini tüm hiddeti ile aktarırken renkten renge girer Robbie. Toplantı sonrasında kucağındaki oğluna bakarak kız arkadaşına, “Eğer biri benim yaptığımı oğluma yapsa kesinlikle o kişiyi öldürürdüm” derken artık başka bir insan haline gelmiştir bile. Suçlunun ıslahı için bulunmş dahiyane bir çözüm bana kalırsa “Ağır Suç İşleyenlerin Mağdurlarlar ile Buluşması kanunu”. Britanya yasalarında gerçekten var mı yoksa Ken Loach abimin bir önerisi midir bilemiyorum elbette.

Viski içenler, içmeyi sevenler, alemciler özellikle izlemeli, “The Angel’s Share”i. Filmde hikayesi anlatılan, benim de filmi izleyecek olanların keyfini kaçırmamak için içeriğinden bahsetmeyeceğim “meleklerin payı”nı da unutmadan içmek bundan sonraki ahir ömrümde yapılacaklar listeme şimdiden eklendi.

Şerefe Ken Loach abi. Sana, sinemaya ve meleklere kaldırıyorum kadehimi.

(Son bir söz de Altın Palmiye’yi Ken Loach abimin “The Angel’s Share”i yerine, Michael Haneke abimin “Amour”una veren Cannes jurisine, “İnsan değilsiniz”)

Alex’siz kalın ama Sinemasız kalmayın

anavarza

You may also like

Comments

Comments are closed.