Doğa MücadelesiManşet

“İklim değişikliğine karşı küresel bir yargı merci kurulması gerekiyor”

0

Polonya’nın Katoviçe kentinde karar alıcıları bir araya getiren Birleşmiş Milletler’in 24. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP24) tüm hızıyla devam ederken, arka arkaya açıklanan uluslararası raporlar termik santrallerin hem ekolojik hem de ekonomik etkilerinin çok ağır olduğunu ortaya koyuyor. 

Çevre Bakanlığı’nın paylaştığı verilere göre şu an Türkiye’de 56 adet kurulu veya kurulması düşünülen termik santral projesi bulunuyor. Ancak termik santrallerin insan ve diğer canlıların sağlığına ve iklim değişikliğine etkileri nedeniyle verilen mücadelede elde edilen kazanımlar her geçen gün daha da artıyor. 

Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri Gönüllü Avukatı İsmail Hakkı Atal ile Türkiye’deki kömürlü termik santralleri ile ilgili yürüyen hukuki süreçleri, halk sağlığına etkilerini ve iklim değişikliği ile mücadelede acilen atılması gereken adımları konuştuk.

***

Adana Barosu 7 yıldır termik santrallerin lisans iptal davalarıyla ilgileniyor

İsmail Bey, Adana Barosu olarak bugüne kadar kömürlü termik santrallere ilişkin kaç lisans iptal davası açtınız? 

Şu ana kadar 2011 yılında 8, 2014 yılında 5, 2016 yılında 7 termik santral lisans iptal davası açtık. Bu dava dosyalarından 5’i doğalgazlı termik santral projeleri, geri kalanı ise kömürlü termik santral projeleri aleyhine açıldı. 2011 yılında DAÇE (Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri), Adana Tabip Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak lisans iptal davalarını açmıştık. 2014 yılında açtığımız davalarda davacılar arasına Adana Barosu, 2016 yılında açtığımız davalarda davacılar arasına Hatay Barosu ve Türkiye Barolar Birliği de katıldı. 

“Ülkemizde ÇED sürecinin usulü tamamen bürokratik formaliteden ibaret”

Bu süreçte hangi kazanımlar elde edildi?

2008 yılında açtığımız Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) iptal davasıyla şu anda çalışan İskenderun-Sarıseki sahilinde Atlas Enerji-Dilertermik Santrali’nin ÇED raporunu Hatay İdare Mahkemesi’nde iptal ettirdik. Ancak daha mahkeme kararının mürekkebi kurumadan, dosya Danıştay’da temyiz aşamasındayken davalı  şirket parasını vererek yeni bir ÇED daha yaptırdı. Ülkemizde ÇED sürecinin usulü tamamen bürokratik formaliteden ibaret. Sonucu belirlenmiş bir süreç olarak uygulandığını gösteren o yıllardaki deneyimimiz, sonraki yıllarda TBMM’de bir soru önergesini yanıtlayan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın 28 Temmuz 2014 itibariyle 23 bin ÇED başvurusundan sadece 3 tanesinin olumsuz çıktığı şeklindeki yanıtıyla somutlaştı.

“DAÇE’nin ve meslek örgütlerinin açtıkları davalar sonucunda 29 termik santral doğrudan ya da dolaylı olarak engellendi”

İptal ettirdiğimiz ÇED raporlarının arkasından alınan yeni ÇED raporlarının para ve zamana mal olması ise bizi DAÇE olarak yeni bir yol arayışına itti. 2011 yılında EPDK’ya lisans başvurusunda bulunan 17 termik santralden lisans verilen 8 tanesine “kümülatif etki sebebiyle” lisans iptal davaları açtık. Açtığımız 8 davada Danıştay 13. Daire yürütmeyi durdurma talebimizi reddetti. Yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair 13. Daire kararına itirazımız üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu aynı coğrafi bölge içindeki tüm termik santrallerin kümülatif etkisinin hesaplanması gerektiğini belirten içtihatlarla bağlayıcı kararlar oluşturdu. Bunu izleyen süreçte Adana-Hatay-Mersin bölgesinde 13 bin 610 megavatlık 2 doğalgazlı ve 15 kömürlü toplam 17 termik santral lisans başvurusu EPDK tarafından reddedildi. Toplamda açılan termik santral lisans iptal davaları sayısı 20’ye ulaştı. DAÇE’nin ve meslek örgütlerinin açtıkları davalar sonucunda 29 termik santralin doğrudan veya dolaylı olarak engellenmiş olduğunu ve mücadelenin başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

“Yumurtalık’ta 5 yılda kanser vakalarının sayısı 12 kat arttı, kanser çeşidi 4’ten 14’e yükseldi”

Karbon salımları en yüksek oranlarda olan kömürle çalışan termik santrallerin halk sağlığı, gıda güvenliği ve diğer canlı türlerinin nesli açısından tehditleri neler, bilirkişi raporlarından hangi sonuçlar çıktı?

2016 yılında açtığımız davalar grubunda yer alan Yumurtalık EMBA Kömürlü Termik Santral projesinin lisans iptal davasında yapılan keşif öncesinde mahkemeden bir talepte bulunduk.  Bilirkişi heyetine halk sağlığına olan etkisinin belirlenmesi amacıyla hekim bilirkişi, tarım alanlarına olan etkisinin belirlenmesi amacıyla ziraat mühendisi bilirkişi ve toplumsal maliyetin hesaplanması amacıyla iktisatçı bilirkişi eklenmesini talep ettik. Mahkeme tarafından talebimiz kısmen kabul edilerek akademisyen halk sağlığı uzmanı ve ziraat mühendisi bilirkişi atandı. Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 2017/247 E. sayılı dosyasında Sağlık Bakanlığı’na yazılan yazı sonrasında 18 bin nüfuslu Yumurtalık ilçesinde  2009 ile 2014 arasında kanser sayısı 12 kat artarken ilçenin nüfusu ise azalarak yaklaşık 17 bine düşmüştü. Diğer yandan 2009 yılında bölgede 4 kanser çeşidi varken, 2014 yılında 14 kanser çeşidine çıktığı bilirkişi raporuyla tespit edildi.  

“Yumurtalık İskenderun sahillerinde balıklardaki ağır metal oranları arttı, deniz suyu ısındı, plankton ve fitoplankton sayıları azaldı”

Dava dilekçelerimizde bulunan bilimsel çalışmalardan Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmada İskenderun Sarıseki ile Payas arasındaki sahilde topraktaki ağır metal kirliliğinin insan sağlığına zararlı sınırın çok üzerinde olduğu sabit. Yine Yumurtalık İskenderun sahillerinde deniz suyu sıcaklığının artması nedeniyle 2000’li yıllarda “Caulerpa taxifolia” isimli işgalci bir deniz yosunu türünün bölgeyi istila ettiği, diğer deniz canlılarının yaşama alanını işgal ettiği Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nin bir çalışmasıyla ortaya çıktı. Fakültenin 2004 -2009 yılları arasında ölçümleyerek hazırladığı Denizekolojisi İzleme Çalışması raporlarında da balıklardaki ağır metal oranlarının arttığı, deniz suyunun ısındığı, plankton ve fitoplankton sayılarının da azaldığı tespit edildi.

“Kuzular ve buzağılar sakat veya ölü doğmaya başladı” 

Sadece Sugözü Termik Santrali saniyede 24 metreküp, günde 5 milyon 300 bin metreküp soğutma suyu denizden çekip ve kaynama noktasına gelmeden denize deşarj ederken, körfezin karşı kıyısında Atlas Enerji Diler Termik Santrali de aynı şekilde 4 önce çalışmaya başladı. 2008 yılında Sugözü Termik Santrali’nin yanındaki Sugözü köyünde kuzular ve buzağılar sakat veya ölü doğmaya başladı. EPDK’nin reddetmek zorunda kaldığı 17 termik santral lisans başvurusunu, toplam 29 termik santral projesinden 4 tanesinin yapıldığını hesaba katarsak bölgede halk sağlığı, tarım ve denizel ekosistemdeki etkiler açısından bir yıkımın eşiğinden döndüğümüzü söyleyebilirim. 

“Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar da çok tehlikeli bir sınırda olduğumuzun farkındalar”

Fosil yakıt şirketlerinin iklim değişikliğine dair bildiklerini kamuoyundan saklayarak ve çalışmalarına devam ederek insanlık suçu işlediklerinden bahsetmiştiniz. Küresel ölçekte fosil yakıt şirketleriyle nasıl bir mücadele şekli geliştirilmeli? 

Naom Chomsky 5 Mayıs 2018 tarihinde kendisiyle yapılan bir röportajda “iklim değişikliği nedeniyle organize edilmiş insan uygarlığının tehdit altında olduğunu, Donald Trump yönetiminin yaptıklarının Adolf Hitler’den daha büyük bir canavarlık olduğunu ve insanlık tarihinde şimdiye kadar hiç kimsenin tüm insanlığın geleceğini tehdit edecek kadar büyük bir canavarlık yapmadığını” söyledi. Diğer yandan kapitalizmin yönlendiricisi olan Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar da çok tehlikeli bir sınırda olduğumuzun farkındalar bence. 2017 yılı Ekim ayında Suudi Arabistan Riyad’daki Ekonomik Forum’da konuşan IMF Başkanı Christian Lagarde “iklim değişikliğine karşı önlem almazsak 50 yıl içinde kızararak , pişerek öleceğiz” demişti.  

“Trump yönetiminin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi gibi benzer kararlar çıkabilir”

Kapitalizmin kurum ve yönlendiricileri için de fosil yakıtlardan tamamen vazgeçerek ekolojiyle ve insanlığın çoğunluğunun menfaatiyle uyumlu bir tutum sergilemeleri, sadece gezegenin ve insanlığın geleceği için değil kendi varlıklarını devam ettirebilmeleri için de şart ve rasyonel. Fosil yakıt şirketlerinin yer altındaki petrol ve kömürün sadece 1/3’ünü dahi çıkartmaları durumunda 2 C’lik geri dönülemez sınırı geçeceğimiz yönünde hesaplamalar var.  Paris İklim Anlaşması’ndaki hedefler bağlayıcı bir hale getirilmediği takdirde, ülkeler ve şirketler arasındaki rekabet nedeniyle Trump yönetiminin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi gibi benzer kararlar çıkabilir. 

“Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni başvuru yağmuru altında tutarak iklim değişikliğinin insanlığa karşı suç kapsamına alınmasını sağlamak bir çözüm yolu olabilir”

Dünya halklarının hükümetlerini baskı altına alarak ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) başvuru yağmuru altında tutarak “iklim değişikliğini insanlığa karşı suç kapsamına” alınmasını sağlamak bir çözüm yolu olabilir. Ve son IPCC raporlarına göre de bu çözüm yolunu gerçekleştirmek için halen 10 yıl kadar zamanımız var. 2016 yılı Eylül ayında Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılık Ofisi bir politika belgesi (policy paper) yayınlayarak çevre suçlarının UCM kapsamına alınabileceğini açıkladı. Bir suçun insanlığa karşı suç kapsamında yargılanabilmesi için suçun gerçekleştiği yerin UCM’nin yargı yetkisini tanıyan ülke topraklarında olması ya da suçu işleyen kişi ya da kişilerin UCM’nin yargı yetkisini tanıyan ülkenin vatandaşı olması gerekiyor.

“Bir an önce iklim değişikliğine karşı küresel bir otorite-yargı merci kurulması gerekiyor”

İklim değişikliği bölgesel değil, küresel bir sorun. Dolayısıyla iklim değişikliğine yol açmak “insanlığa karşı suç” kapsamına alındığı takdirde suçun gerçekleştiği yer bütün Gezegen olduğundan dolayı UCM’nin yer bakımından yetkisinin tartışılmasına gerek kalmayacak. Diğer yandan  küresel iklim değişikliği sorununa çözüm getirmekte ulusal yargı makamlarının yetersiz kaldığını ve zamanımızın az kaldığını hesaba katacak olursak, bir an önce iklim değişikliğine karşı küresel bir otorite-yargı merci kurulması gerekiyor. İklim değişikliği ve fosil yakıt arasındaki sebep sonuç ilişkisi “insanlığa karşı suç-ekosid suçu” olarak değerlendirilmeli.

“Hakimlerin iklim değişikliği konusunda yeterince teknik bilgi sahibi olduğunu söyleyemem”

Peki Türkiye’ye dönüp baktığımızda iklim değişikliği ile bağlantılı çevre davalarında hakimler bu konuya aşina ve yeterince bilgi sahibiler mi sizce?

Ben 2005 yılından bu yana çevre-ekoloji odaklı davalarla uğraşan bir avukat olarak Paris İklim Zirvesi’nden sonra iklim değişikliği üzerinde çalışmaya ve iklim sistemini az da olsa anlamaya başladım. İklim sistemi  karmaşık ve doğrusal olmayan bir sistem. İçinde birçok pozitif geri besleme sistemi, gizli eşik noktaları (thresholds) ve geri dönülemez devrilme noktaları (tipping points) bulunduruyor.  İnsan kaynaklı sera gazı salımı 19. yüzyıl başında başlamış ve Amerikalı bilim insanı James Hansen ve arkadaşları 1981 yılında gezegenin ortalama ısısının sanayi öncesi döneme göre 0,4 C arttığını tespit etmişler. 2017 yılında ise gezegenin ortalama ısısındaki artış 1,1 C oldu. İnsanların, politikacıların ve yargıçların büyük çoğunluğu, 2 C’lik  geri dönülemez sınıra ne kadar zamanımız kaldığını anlamakta güçlük çekiyor. Hakimlerin iklim değişikliği konusunda yeterince teknik bilgi sahibi olduğunu söyleyemem.

“Şu anda termik ve nükleer santral davalarında her şeyden önce dikkate alınması gereken argüman iklim değişikliği”

Ancak termik santral davalarında 2016 yılından bu yana açtığımız davalarda iklim değişikliği konusunu işliyoruz ve duruşmalarda da iklim değişikliğini elimizden geldiğince anlatıyoruz. Eriyen buzulların altından insan bağışıklık sisteminin tanımadığı virüs ve bakterilerin çıkabilecek olması ihtimalini, iklim değişikliği nedeniyle atmosferdeki su buharının artmasıyla şiddeti artan Irma kasırgası sırasında Florida’daki TurkeyPoint Nükleer Santrali’nde 2. bir Fukushima nükleer faciasının eşiğinden dönüldüğünü, hava sıcaklıkları dünyanın farklı yerleriyle kıyaslandığında 2 kat fazla artan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaklaşık 500 milyon insanın birkaç 10 yıl içinde göç etmek zorunda kalabileceğini, deniz seviyesi yükselmesi riskinin kıyı alanlarda yaşayan insanları tehdit ettiğini hesaba katacak olursak, insanlık tarihinde tüm insanlığın geleceğini etkileyen en büyük sorunun iklim değişikliği olduğunu görüyoruz. Bana göre şu anda termik ve nükleer santral davalarında her şeyden önce dikkate alınması gereken argüman iklim değişikliği.

Türkiye Delegasyonu Polonya’da devam eden COP24 müzakelerinde

“Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı bir an önce Meclis’ten geçirmeli”

İklim değişikliğini inkâr eden ABD Başkanı Donald Trump, 2017 yılının Haziran ayında Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı aldı. Türkiye ise henüz Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’ten geçirmedi. Ani sıcaklık artışları ve aşırı yağışlar, sel felaketleri bu yıl da ülkemizde iklim değişikliğinin üzerimizdeki yıkıcı etkisini göstermeyi sürdürüyor. Türkiye’nin iklim değişikliği karnesine bakıldığında sizce acilen atılması gereken adımlar neler?

İklim değişikliği nedeniyle Türkiye ve Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan gelecek bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabilir. Türkiye’nin ulusal güvenliği de risk altında. Bu durumda Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı bir an önce Meclis’ten geçirmeli. Türkiye’de İklim Değişikliği Bakanlığı kurulmalı ve Tarım, Orman, Sağlık, Turizm, Enerji, Kalkınma, Ekonomi Bakanlıkları politikalarını “İklim Değişikliği Bakanlığı’nın ” hazırladığı stratejiye ve raporlara göre kurgulamalılar.

“Bölgesel çevre mücadeleleri Türkiye Barolar Birliği olsa da olmasa da devam edecek”

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’ndan 23 avukat geçtiğimiz aylarda ihraç edilmişti. Bu gelişmenin çevre mücadelesine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bulundukları bölgede etkin bir şekilde çevre-ekoloji mücadelesinde gönüllü olarak çalışan avukatlar, TBB Çevre Komisyonu çatısı altında bir araya gelip, birikim ve emeği paylaşıp büyütüyordu. Diğer yandan da çevre-ekoloji mücadelesindeki bu birikim ve emekten TBB’nin faydalanması  gibi bir sonuç gerçekleşiyordu.  Bölgesel kurumların ve meslek örgütlerinin davacı olduğu 10’dan fazla termik santral ve nükleer santral davasında TBB de bizim çabamızla davacı olarak yer aldı.

Şu anda komisyonda görevine son verilen 23 avukatın yerine 7 kişiden oluşan bir komisyon oluşturuldu. Bundan sonra TBB’nin bölgesel ve ulusal çevre-ekoloji mücadelesinde ne kadar yer alacağı, bu mücadele birikiminden TBB’yi ne kadar faydalandıracakları ve katkı koyup koymayacakları Yönetim Kurulu’nun ve komisyondaki arkadaşların tutumuna bağlı. Bizim açımızdan ise bölgesel çevre mücadeleleri TBB olsa da olmasa da devam edecek. TBB’de olup olmamamızın bölgesel mücadelenin varlığını veya başarısını etkileyeceğini zannetmiyorum.

Röportaj: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.