Rogier van Rooij tarafından cleantechnica.com yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete yazarı Ali Serdar Gültekin‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.
***
Peki, bu yeşil imajı nasıl kazandılar?
Hollanda, tüm yolcu trenlerinin rüzgâr enerjisi ile çalıştırıldığı, tüm bakkaliyenin elektrikli kamyonetlerle teslim edildiği, solar bisiklet yollarında herkesin bisiklet sürdüğü için sürdürülebilirlik şampiyonu olmalılar değil mi? Hayır.
İşin aslında Hollandalılar sürdürülebilir değiller, hatta buna yakın bile değiller. Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleriyle kıyaslandığında enerji kaynaklarında yenilebilir enerjinin payı yönünden Hollanda utandırıcı seviyede düşük bir şekilde 26. sırada geliyor. 2014 yılında Hollanda’nın enerjisinin %5,5’i sürdürülebilir bir şekilde üretildi. Avrupa Birliği üyesi 28 ülkeden sadece Malta (%4,7) ve Lüksemburg’un (%4,5) sonuçları daha kötü. Fakat bu ülkelerin çok az yurttaşı var ve yüz ölçümleri küçük, Lüksemburg denize kıyısı olmayan bir kara ülkesi ve Malta kişi başına gelirde Hollanda’nın çok gerisinde nüfus yoğun bir ada.
Diğer tüm ölçütlerde de Hollanda daha iyisini başaramıyor. Avrupa Enerji Ajansının 2015 raporunun ortaya koyduğu üzere Yenilenebilir Enerji Direktifinde (Renewable Energy Directive – RED) belirlenmiş hedeflere ulaşmak için doğru yolda ilerlemeyen bir AB ülkesi. RED, AB’nin bir bütün olarak 2020 yılında %20 ve 2030 yılında %27 yenilenebilir enerjiye ulaşmasını güvence altına alan bir Avrupa Komisyonu programı. Aynı rapora göre Hollanda bu çabasında gittikçe geri kalmakta, daha bir yıl önce RED hedeflerine ulaşmakta zorlanacak birden çok ülke vardı. Tüm üye ülkeler için hedefler farklı ve ulusun başlangıç pozisyonuna göre ne başarılabileceğine bağlı olarak “gerçekçi”. Yukarıda tarif edildiği gibi Hollandalıların hedefi zaten %20 ortalamasının altında.
Diğer ülkelerin performanslarının ortaya koydukları üzere hedefler adil ve makul: 28 üye ülkeden 20’si hedefini aşmış durumda.
Reddedilemez şekilde, ülkenin kayda değer bir kısmının ortalama sürdürülebilirlik performansına rağmen enerji sektörü basit bir etkenden daha fazlası. Kişi başına düşün ortalama karbon salım seviyeleri daha tamam bir manzara ortaya koyuyor. Dünya Bankası verilerini kullanarak ortaya çıkarılıyor ki kişi başına karbondioksit salımları, 2013 yılı Avrupa Birliği salımlarının %50 üzerinde. Geçen on sene içinde aradaki fark daha da açılmış durumda.
Hollanda’da kişi başına düşen gelir oranlarının yüksek olduğu doğru fakat bu kabaca %40’lık bir fark. Bu durum Hollanda gelir seviyelerindeki yüksekliğin, salımların artmasından tek başına sorumlu olmadığı anlamına geliyor. Bunun haricinde bile Hollanda ekonomisi karbon verimliliği konusunda oldukça düşük skor elde ediyor.
Son yıllarda yenilebilir enerjisinin toplam enerji üretimine oranı şaşırtıcı şekilde durgun. 2014 ve 2016 yılları arasında oran sadece %0,4 artarak %5,9 olmuş durumda. Gerçi büyük projeler yapım aşamasında olsalar bile rüzgar ve güneş tüm güç üretiminin beyhude kısmını oluşturuyor. Bu sebeple Hollanda’da yenilebilir enerjisinin bir kısmı başka kaynaklardan, özellikle de biokütleden geliyor. Teşviklerinin rüzgar ve güneşe aktarılması yönünde siyasi bir momentum olduğu (yani kaynaklar hâlâ biokütleye akıyor) halde biokütle gelişmiyor.
Kaynaklarına göre yenilenebilir enerji tüketimi
Hollandalıların savunmasına göre, yüksek nüfus yoğunluğu yeni güneş ve rüzgar tarlalarının inşası önünde bir engel teşkil ediyor. Ülkede hiç tepe olmaması da Norveç ve İsveç’te olduğu gibi hidroelektrik kullanımını engelliyor. Fakat mesele bundan daha derin görünüyor. Hollanda geçen on yıl boyunca, yenilebilir enerjiye hiçbir ilgisi olmayan merkez sağ muhafazakâr partilerce yönetildi. Bununla birlikte Hollanda’nın doğal gazdan kaynaklanan serveti, Avrupa’nın en büyük, dünyanınsa en büyük 10. doğal gaz sahasına sahip olması, bunlara ek olarak Kuzey Denizinde kıyıdan açıkta petrol kuyularının yer alması, Hollanda’nın fosil yakıtlara bağımlılığına katkıda bulunuyor.
Sürdürülebilirlikte muazzam şekilde zayıf ilerleyişlerine rağmen Hollanda doğa dostu imajını harika bir şekilde korudu. Hollandalılar, her yere bisikletle giden ve elektriklerini rüzgardan sağlayan, elektrikli araçlar süren ve bu sebeple düşük karbon ayak izine sahip olmak zorunda insanlar olarak değerlendirildiler. Bu durum kısmen, gerçekten harika olan pazarlama yöntemine bağlanabilir. Tesla’nın Hollanda’da fabrika kurmasını sağlamayı hedefleyen şu harikulade İnternet sitesi gibi.
Fakat Hollanda sürdürülebilirlik imajı büyük ihtimalle yüksek sayılardaki bisikletçilerden, çok sayıdaki geleneksel rüzgar değirmenlerinden, ülkenin yenilikçiliğinden, iş dünyası ve sosyal iklimde ilerlemeciliğinden, sürekli olarak gezegeni daha ucuza kurtarmak için fikirler ve teknolojilerle ortaya çıkarmasından kaynaklanıyor. Hollanda yüksek eğitimli bir nüfusa ev sahipliği yapıyor. Bu durum ise satın alma tercihleriyle iş dünyasını sürdürülebilirliğe ya da en azından öyleymiş gibi görünmeye iten müşteriler oluşturuyor. Bu sebeple Hollanda trenlerini rüzgar gücüyle çalıştırıyor ve Amsterdam havalimanı taksileri tamamıyla elektrikli Teslalardan oluşuyor. Fakat tüm bu çaba ülkenin salımlarında dramatik bir değişikliğe yol açmıyor.
Hollanda, sürdürülebilirliği arttırmak ve geleneksel uygulamaları çevre dostu alternatifleriyle değiştirmek isteyen yurttaş ve işletmelerin ilerlemeci girişimleriyle dolu. Bu çabalar sadece uluslararası olarak tanınmıyor aynı zamanda Hollanda ekonomisi içinde, enerji arzı da dâhil olmak üzere, bir düşük karbon Eldoradosu imajı çiziyorlar. Ne yazık ki bunun tersi doğru. Gigavatlarca güneş ve rüzgâr kapasitesi inşa halindeyken Hollanda Avrupa’nın en sürdürülemez ekonomisi ve büyük ihtimalle yakın gelecekte de böyle olmaya devam edecek.
Makelenin İngilizce orijinali
Makele: Rogier van Rooij
Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin
(Yeşil Gazete, cleantechnica.com)