Hafta SonuManşet

“Hangi yıldız düşer kimseler görmeden?”*

0

O kitabı okuduktan sonra hayatımda ilk defa kalkıp kütüphaneye gittiğimi hatırlıyorum. Bizim evle kütüphane arasında çok yol yoktu. En fazla 20 dakika yürüyecektim. Kütüphaneye gidince ne yapacağımı, kime ne soracağımı bilemediğimden biraz çekingendim aslında. Ne yapıyorum ben şimdi dediğimde adımlarım yavaşlıyordu. Biraz önce kapağını kapadığım romanı düşündüğümdeyse koşmak istiyordum. Sanki bir sırrı vardı bu kitabın ve ben de onu bulmaya gidiyordum işte. Şehir kütüphanesine gittiğimde, danışma masasında oturan ve tabii ki örgü ören (gerçekten örmese bile ben onu öyle hatırlıyorum) teyzeye kitabı göstererek, “Bu adam ne yapıyor, öğrenmek istiyorum.” demiştim. Teyze hiç şaşırmadı. Kaşlarını kaldırarak önce bana, sonra kitaba baktı ve örgüsüne devam ederek (artık o an gerçekten ne yapıyorsa),”O dedenin kitaplarını alanlar geri getirmezler, sense bize kitabını getirdin, hayırdır inşallah. Bak bakalım, normalde kitapları ikinci koridorun sonunda durur.” Tabii Marquez’in hiçbir kitabı yoktu. Yazar hakkında yazılmış herhangi bir çalışma da bulamadım. Koridorda, iki kitap rafının arasına bitkin bir şekilde oturdum ve zaten yanımda getirdiğim Yüzyıllık Yalnızlık’ın sadece yazar ve kitap hakkında bilgi veren o son sayfasını okudum. Büyülü Gerçekçilik sadece bir cümlede geçiyordu. Eve gidip bilgisayarda gerçek bir bilgiyi de ilk defa o zaman araştırdım herhalde. İşte, büyülü gerçekçilikle tanışmam böyledir.

Roberto Bolano’nun Uzak Yıldız’ına başlarken çekingendim bu yüzden. Hakkında hep çok şeyler duymuştum, bu yüzyılın en iyi yazarı, Şili’nin en iyi şairi… Yine de, Marquez’in Borges’in anlatımından sonra Güney Amerika’nın benim için büyüsünün bozulmasından, kafamın karışmasından korkuyordum. Uzak Yıldız uzun süre kitaplıkta bekledi bu yüzden. Şimdi söylemek lazım, okuyalı günler geçmesine rağmen kahramanlarını anıyorum, herkese anlatmak istiyorum.

Uzak Yıldız, Polanski’nin hangi filmini izleyeceğimi belirledi mesela. Film bittikten sonra romanda nasıl geçtiğine geri döndüğümü, geri dönmüşken kitabın neredeyse yarısını tekrar dinlediğimi (ikincisinde bir anlatı gibi oldu artık) ya da adı geçen şairleri acaba gerçekten varlar mı diye, yine intenette araştırdığımı söylemem gerek.

Çünkü ben hiç böyle bir kitap okumadım.

Allende yönetimi sırasında Şiir atölyelerinde bir araya gelen bir grup insanın Pinochet darbesi sonrasında hayatlarının da nasıl devrildiğini okuyoruz Uzak Yıldız’da. Otobiyografik özellikler de taşıyan roman bittikten sonra anladım ki böyle bir anlatımı, üslubu Türkiye’de de aramışım, arıyorum. Darbenin sanata neler yaptığını ve böylece insana neler yaptırttığını anlatırken ince bir zekayla kara mizah da yapıyor Bolano. O hep anlatsın istiyorsunuz,

“Şöyle yazdı ya da yazdığını düşündü: Ölüm benim yüreğimdir. Ardından: Yüreğimi al. Ardından adı: Carlos Wieder, ne yağmurdan ne şimşekten korkmadan. Her şeyden önce, tutarsızlıktan korkmadan.

Ardından, artık yazacak dumanı kalmamıştı (uçağın gövdesinden sızan duman, bir süreden beri, yazıdan çok eriyen bir tütsü izlenimi veriyordu) ama şöyle yazdı: Ölüm dirilmedir. Aşağıdaki sadık izleyicileri hiçbir şey anlamadılar ama Wieder’in bir şey yazıyor olduğunu anladılar, pilotun niyetini anladıklarını sandılar ya da anladılar ve hiçbir şey anlamasalar da, eşsiz bir eyleme, geleceğin sanatı için önemli bir olaya katıldıklarını biliyorlardı”

Wieder, Allende zamanında şiir atölyelerine de katılmış, darbe sonrasındaysa orduda, uçakla şiirler yazarak Pinochet döneminin önemli bir şairi olmuştur. Böyle anların benim için özelliği, tüylerimi diken diken ederken dünyanın neresine gidersem gideyim değişmeyeceğini bildiğim bir gülüş getirmesi yüzüme. Gerçekten olmuş mudur acaba bütün bunlar, diye düşünürsünüz bir an; ama ne kadar önemli ki bu. Aşağıda, bütün bunları izleyen kitle, önemli olan onlardır. Birkaç paragraf sonra, Bolano devam eder, “Bütün bu anlatılar belki aynen böyle oldu. Belki de olmadı. Kim bilir, belki Şili Hava Kuvvetleri’nin generalleri eşlerini getirmemişlerdir. Belki Captain Lindstrom uçuş pistinde bir gökyüzü şiir resitali hiç sahnelenmemiştir. Ola ki Weider, pek mümkün görünmese de, hiç kimseden izin almadan, kimseye haber vermeden yazmıştır şiirini Santiago semalarına. Belki o gün Santiago’ya yağmur bile yağmamıştır, yine de gökyüzündeki kelimeleri ve arkasından yağan arındırıcı yağmuru hala hatırlayan tanıklar (parkta bir banka oturup yukarı doğru bakan işsizler, pencereden sarkan münzeviler) var. Belki de her şey farklı biçimde oldu. 1974 yılında, sanrı görme, az rastlanır bir durum değildi.”

Sonra yavaş yavaş, her şeyde ve özellikle de annemde büyülü gerçekçilik olduğuna inanmaya başlamıştım. O zamandan beri de büyümesine rağmen büyüsünü kaybetmeyenlere hayranım.

Tanıklıkların bize nasıl anlatıldığı çok önemli çünkü.

Roberto Bolano

Travmasız bir toplumda yaşamak istiyorsak, geçmişi geçmişte bırakabilmeli, aynı zamanda geleceğin içinde geçmiş olduğunu ve olacağını da bilerek kurmalıyız cümlelerimizi. Bu hikayeyi Bolano, kitabın başında yazdığı küçük açıklamada arkadaşı Arturo B.’nin başından geçenleri ondan dileyerek ve onunla sürekli tartışarak yazdığını belirtir. Kitabın sözlü bir anlatım hissi vermesi de bundan kaynaklanıyor olmalı.

Gezi sürecinde yayından kaldırılan NTV Tarih dergisinde yayınlanması gereken Bülent Bilmez’in “Geleceğin Tarih yazımında Her Yer Taksim” makalesini 3 Ekoloji’nin Gezi Özel Sayısında okuyabiliyoruz. Tarih yazımında, tarihçilerin nelerden, nasıl yararlandığını şöyle anlatıyor Bilmez, “.. bugünden kalacak kaynak bolluğuna rağmen gelecekte bir çok tarihçi, ne olduğundan çok, bunların nasıl hatırlandığına odaklanacak ve bu bağlamda (olgusal tarih bağlamında olduğu gibi) sözlü tarih önemli olanaklar sunacaktır. Geleceğin tarihçileri, Gezi’nin kendisine olduğu kadar onun kolektif hafızadaki yeri konusuna ilgi duyacaklardır.” Nasıl hatırlandığına dair o kolektif hafızanın sözlü anlatımları söz konusu olduğunda, Uzak Yıldız’ı düşünüyorum ve Şili’yi kıskanıyorum doğrusu. Gezi Direnişini düşündüğümdeyse, umutlanıyorum. Belki de Uzak Yıldız’a bir bakmanın, onu dinlemenin ve okumanın tam sırasıdır…

*William Faulkner

 

 

 

Bahar Topçu

18 Eylül, İstanbul

 

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.