ManşetYaşam

“Gezi”li öyküler, “Gezi”den öyküler: Yaşasın Bağzı Şeyler!

0

OTURMAYIN
GELECEĞİNİZ İÇİN GEZİ-NİN.
FERİT EDGÜ (GEZİ-YORUM)

 

Mayıs ayının son günlerinde Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesimine, şehrin merkezinde kalan son yeşil alanların da betonlaşmasına karşı mücadele eden bir avuç insanın sesini önce tüm ülke sonra da dünya duydu. Birken bin, binken on binler yüz binler milyonlar oldular. ‘Kahrolsun bağzı şeyler’ diyerek şiddet içermeyen, benzersiz ve önemli bir kitle hareketine dönüştüler. Bu hareketi, bu sesi edebiyatçıların duymaması elbette beklenemezdi. Onlar da yaşananları öyküleştirdiler. Bunun neticesinde de, Kadir Yüksel’in hazırladığı, ‘28 Yazardan Gezi Parkı Öyküleri’ alt başlığıyla sunulan Bağzı Şeylere Öyküler isimli derleme kitap ortaya çıktı. Kadir Yüksel giriş yazısında, “Sokakta yazılan öykülere öykücülerin ses vermesi, el uzatmasıdır bu derleme. Ses vermenin, el tutmanın, sıcaklığı edebiyatın da sıcaklığıdır…” diyerek derlemenin amacını açıklamış ve asıl öyküyü sokaktaki gençlerin yazdığını da eklemiş.

Kapak resmi pek çok Aylak Adam kitabında olduğu gibi Polonyalı ressam Slawek Gruca imzalı. 2008 tarihli Rüya / Dream isimli resim kitapla ve yaşananlarla o denli örtüşüyor ki, özel olarak yapılsa bundan daha iyisinin olması mümkün değil. Bozkırın ortasında tek başına kalmış yapraksız, kurumuş bir ağaç, tepesinde dönen kargalar, altında bekleyen terk edilmiş bir kedi ve ağacı yaşatmak kedinin yalnızlığına son vermek için koşan kırmızılı bir kadın.

Edebiyatımızın ulu çınarı Adnan Özyalçıner anlatı tadında bir öyküyle kitaba katkı sunmuş. Kenarından bucağından geçip durduğu ama bir türlü içine giremediği Gezi’yi parkın ve Taksim’in tarihi içinde anlatmış, Alandaki Park isimli öyküsünde. “Daha sonraları parkın Elmadağ girişinde Mutfak diye ayaküstü içki ya da çay kahve içilen bir yer açıldı. Akşam saatlerinde serin serin oturulup sohbet edilen bir yerdi. Yıktırılana kadar uğrak yerim oldu orası. Parkın kıyısındaki bu yerde o kadar oturdum da parkın içine girmedim. Dedim ya, orada beni bekleyen kimsem yoktu. Oysaki Elmadağ’dan girilip Taksim’e çıkılan kestirme yollardan biriydi park. Nedense onu da yapmadım. Üstelik parktan geçen yol caddenin gürültüsünden uzakta, sessiz bir yoldu. Hem de ulu ağaçların üstünde uçuşup cıvıldaşan, çiçek tarhları arasına konup kalkan kuşlar öteden beri ilgimi çektiği halde.”

Belki de, Çarşı Elfler, Kırmızılı Kadın Süpergirl, Siyahlı Kadın Trinity, Duran Adam Neo, Talcid Man Red Kit, diğerleri Karaoğlan, Camoka, Frodo, Asteriks, Obi Van Kenobi idi. Belki de Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun Düşsel Kahramanlarım Oradaydı öyküsünde olduğu gibi hepsi gerçekten de oradaydı. Yoksa onca insan neden orada huzur bulsundu ki? “İçime garip bir huzur çökmüştü. Alışık olmadığım bir huzur. Hiçbir yerde bu kadar birbirine saygılı, her şeyini paylaşan insanlar görmemiştim. Bir anda, benim tüm çizgi roman ve bilim kurgu kahramanlarımın ortak karakterinin bu olduğunu anladım. Kendilerinden çok herkesi düşünmek, paylaşmak, barış için kötülerle savaşmak.”

Aziz Gökdemir, Civan’da parkın -bir kısmının- 1939 öncesinde Ermeni Mezarlığı olmasına atıfta bulunan dramatik bir öykü anlatmış. Hakan Bıçakçı ise İşten Eve Giden En Uzun Yolu’nu anlatmış. “Yaklaşık on yıldır, her akşam işten eve yürüdüğüm yol bambaşka bir yer olmuştu iki günde. Evime giden yarım saatlik mesafeyi iki gündür aşamamıştım. İşten eve evden işe robot gibi gidip gelirken, işim de evim de manasızlaşmıştı. Kabuğunu düşüren bir böcek gibi üzerimden atmıştım robotsu parçalarımı. Ölü deri gibi arkamda bırakmıştım. Sokaklardan başka nefes alınacak yer kalmamıştı. Ama işte sokaklarda da pek nefes alınamıyordu.”

Kerem Işık, belkiler üzerine kurmuş Belkili İnsan Dolması isimli metnini. “İşe yarar belki hiç susmadan bağırmak. Belki Sinirli Bıyık Sendromu’na bir tedavi bulunur. Bıyıkların altında yayvan gülümsemeler belirir o zaman. Bankalar boşalır belki. İktidardakiler küçük kız çocuklarına dönüşür. Her türlü kavga süresiz olarak askıya alınır. İnsan nefes alabildiği kadardır belki. Ya da okuyabildiği, okuyamıyorsa da anlayabildiği kadar. Düşünebildiği ama özgürce düşünebildiği kadardır belki de. Ya da sağı solu sevebildiği kadar. Soru sorabildiği, kendisine dayatılanları sorgulayabildiği kadardır belki de insan.”

Oğlu yurtdışına giden bir annenin oğluyla son kez görüştüğü yer olan Gezi Parkı’na ondan bir parça bulmak için gelip giderken, zamanla ağaçları oğlu ve diğer sevdiklerinin yerine koyması, en sonunda da adeta ağaca dönüşmesini Berna Durmaz, Sevdiğine Benziyor İnsan adlı öyküsünde anlatmış. “Ben böyle, her gün aynı masada oturunca, yanımdaki sandalye yıllardır boş, oturunca, elimi uzatınca, o gün uzatamamıştım, atlas sedirinin saçlarına dokununca, oğlumun saçlarına dokunmuş gibi olurdum. Hışır hışır bir konuşma başlardı ağaçlar arasında. Akçaağaçların gövdelerine yaslanıp dinlerdim onları. Önceleri sadece dinledim. O kadar çok dinledim ki sonunda sesim onlarınkine benzemeye başladı. Ağzımı açtığımda, kendi sesim değildi duyduğum. Yaprağın, dalın birbirlerine sürtünüşüne benzer bir sesti. O sesimle konuştum onlarla.”

Türker Ayyıldız, yokluğu en fazla çürüdüğü için kolayca çekilen bir diş kadar hissedilen eczacı kalfası Bekir’in yıllarca hayalinde yaşattığı lisede âşık olduğu kızı yıllar sonra Gezi’de aramasını anlatmış Tül’de. Kendi mucizesini yaratmak isteyen peygamberler gibi gizli aşkından kimseye söz etmeyen Bekir, parkta bir aşk, bir iş, bir isim, bir kabullenme hatta hepsinden fazlasını yepyeni bir dünya buluyor öyküde. Ben de kitaba distopik bir öyküyle katkı vermeye çalıştım. İnsanın kendi yazdıklarını anlatması en zoru olduğu için sözü Asuman Kafaoğlu-Büke’ye bırakıyorum. “Mehmet Fırat Pürselim ‘Kompozisyon’ adlı öyküsünde ağacın, yeşilin, parkın olmadığı, hatta bu sözcüklerin yasaklandığı bir dünyayı anlatıyor.”

Şenay Eroğlu Aksoy, metaforlarla bezeli anlatımı ve masalsı lirik diliyle bence kitabın en çarpıcı metni olan Uzun ve Yoksul’un altına imzasını atmış. “Ne çoktular, ne çok; kadınlar, erkekler. Kadınlar başlarını eğip önlerine, gözlerini kapattılar, bize ağlıyorlardı; kediye ve bana. Kalkmak istedim, olmadı, kediye baktım, ağzımız hâlâ aralık. Düştüğüm yerde birkaç damla yaş aktı gözlerimden; kediye ve bana. Kızıl kahverengi yapraklı ağaçlar tanıktılar, onlar sessizlikleriyle vardılar.”

Fuat Sevimay Gelincik’te çiçeğin ağzından doğanın içinde barındırdığı renkleri ve canları anlatmış. “Yemyeşil buğdaylarla kaplı bir tarlanın kenarında, başka gelinciklerle birlikte karşıladım hayatı. Bu benim hayatım. Uzun ya da kısa. Ne önemi var. Şu an, şu muhteşem göğün altında, rüzgârla birbirine sürten başakların sesini dinlemek, bu ritmin, ahengin, alımlı hareketin bir parçası olmak yeter. Bu ânı yaşamalıyım. Buğday tarlasının orta yerindeki çınar ağacı. Gölgesi umudumu besliyor. Çınar yapraklarının hışırtısı. Az ötede kar suları ile coşmuş derenin çağıltısı. Yosun tutmuş taşlar. Taşların üzerinde seken, kocaman gözlü kurbağalar. Ağaç kovuklarında, güneşe karşı tembel tembel yatmak için yazı bekleyen, özleyen kertenkeleler. Aç karnını doyurmak için yeryüzünü kollayıp, gökyüzünü delercesine uçmakta olan kuzgun. Hepsi benim hayatımın bir parçası.” Devrimci babayla çapulcu oğlun arasındaki Son Barikat’ı yıkan Gezi Parkı, babanın bilincinin akışı içinde ölen anneyi hatırlayarak aktarmış Murat Taş. Öyküyü parkın yeşili kadar martılarıyla, deniziyle, vapurlarıyla, kuleleriyle İstanbul’un ebrulisi de renklendirmiş.

Derlemeyi hazırlayan Kadir Yüksel, öyküleri -farklı bir ölçütle- yazarların ilk öykü kitaplarının yayın tarihine göre sıralamış. Kitapta; Ferit Edgü, Adnan Özyalçıner, Necati Tosuner, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, İlhan Durusel, Tansu M. Gülaydın, Zafer Doruk, Aziz Gökdemir, Celal İlhan, Hakan Bıçakcı, Remzi Karabulut, Gamze Güller, Kerem Işık, Zeynep Sönmez, Özcan Öztürk, Berna Durmaz, Türker Ayyıldız, Mehmet Fırat Pürselim, Sinan Sülün, Şenay Eroğlu Aksoy, Mahir Ünsal Eriş, Onur Çalı, Fuat Sevimay, Hakkı İnanç, Zeynep Ünal, Murat Taş, Vuslat Çamkerten, Semih Öztürk’ün öyküleri yer alıyor.

Kitabın geneline bakıldığında yeşili, doğayı savunan, naif, şiddet içermeyen, yapıcı öyküler olduğu görülüyor, tıpkı parkta yaşananlar gibi. Kadir Yüksel, “…bu derleme, gezideki gençlerin haykırdığı gibi söylersek ‘daha başlangıç’. Umarım edebiyatımız bu diriliş günlerine tanıklık etmekten geri durmaz, yazmaya devam eder,” diye sözlerini noktalamış. Bundan sonra da birileri çıkacak; ‘Hepimiz Mustafa Keser’in Askerleriyiz’ diye orantısız mizah içeren bir öykü yazacak, ‘Vurmayın Öldüm!’ diyen Ali İsmail Korkmaz’ın kısacık yaşamının hazin romanını yazacak, birileri ağaçları, kuşları, biber gazını, tomaları, deniz gözlüklerini, baretleri, barikatları anlatacak.

Not: Kitabın fiyatı 10-TL. olup, telif ücretleri ve gelirleriyle, Gezi Direnişi’nde yaşamlarını yitirenler ve yaralananlar adına -Antakya’da- anı fidanlığı oluşturulacaktır.

Bağzı Şeylere Öyküler, Hazırlayan Kadir Yüksel, Öykü-Derleme, Aylak Adam Kültür Sanat Yayıncılık, 161 Sayfa, Ağustos 2013

 

 

Mehmet Fırat Pürselim

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.