Fotoğraf; kitaplığın üstünde unutulup tozlanmış, hatıralarını yığdığı kutudan önüne düşmüştü. Bastırıp eve geldiğinde işsizliğini çayına kattığı kanyakla kutladığını hatırladı.
Mühendislik fakültesi sınavlarına girmesinde ön ayak olan komşu Mahmut abi, çalıştığı şirketlerden teknik bilirkişilik işleri ayarlıyordu. Üniversiteden beri vazgeçemediği parti işlerinden artakalan zamanlarında az çok da olsa, para kazanabildiği bir işi olmuştu.
Son aldığı dosya, devrilen verici yüzünden uğradığı zararı taşeronundan isteyen bir firmanın davasıydı. Dosyayı inceledi, Mahmut abi ile konuştu, o da çalıştığı şirkettense taşerondan yanaydı. Enteresandı bu durum, atlayıp bir de yerinde görmek istedi. Çok da uzak sayılmazdı, “Hem biraz da fotoğraf çekerim,” diye düşündü. Üniversiteden beri neredeyse siyaset haricindeki tek tutkusuydu, makinesiz gezmezdi. Eylemlerde çektiği fotoğrafların partinin gazetesinde kullanılması da gururlandırıyordu onu.
Otobüsten dışarıyı izlerken kanatlarını açmış süzülen kahverengi büyükçe bir kuş gördü. Doğan ya da şahindi, ama ikisini de kitapları haricinde doğada hiç görmediğinden ayırt edemedi. Benzer bir kuşun peşi sıra gittiğini fark etti. Birazdan üzerinden geçecekleri derenin içine inmişlerdi. Çok enteresandı köprünün üzerinde yazan isim, Vekilözü. “Niye böyle bir isim koymuşlar ki bu dereye acaba?” diye düşünüyordu ki, muavin birazdan ineceğini, hazırlanmasını söyledi.
Otobüsten iner inmez görmüştü tepedeki verici antenini. “Nasıl yürüyeceğim oraya dek?” diye düşünüyordu ki; arkasına aldığı güneşe rağmen toprak yoldaki tozdan önünü göremediğinden olsa gerek, farlarını yakmış kendisine doğru gelen kamyonu fark etti. Müthişti görüntü, hemen makinesini çıkardı hızlıca ayarlarını yaptı; tek bir kare çekebildi. “Umarım iyi çıkmıştır,” dedi kendi kendine.
Farlarının gözünü aldığı kamyondan inip ona doğru gelenleri tanımadığından, ilk başta çekindi. “Acaba niye fotoğraflarını çektiğimin hesabını mı soracaklar?” düşüncesi aklından geçmedi değil! Meğerse onu karşılamaya gelenler, Mahmut abinin önceden haber verdiği taşeronun işçileriymiş. Daha kendisi sormadan işçiler yolda anlatmaya başladılar bir kusurları olmadığını, kalitesiz malzemeden dolayı rüzgârın anteni devirdiğini. Patronlarının davayı kaybederse, zararı kendilerinden keseceğini de eklemeyi unutmadılar.
Şantiyeye vardığında anteni betona sabitlemesi gereken kopmuş çelik dübelleri inceledi. Paslanmamaları gerekirken pas ve küf içindeydiler. Beton ve etraftaki toprakta damla damla pas görünce, malzemenin sonradan paslanmış gibi gösterilmesinden işkillendi. Şüphesini ustabaşına çıtlattığında,
“Mahmut ile görüşmüştük, senin bize uygun bir rapor yazacağını söyledi, işimizi zorlaştırma her işin bir kolayı vardır,” demesi tepesini attırdı.
“Olur mu öyle şey? Ben de sizlerden yanayım ama ne gördüysem onu yazarım, ne eksik ne fazla!” dedi. Vazgeçmeye niyetli değildi ustabaşı,
“Gelirken Vekilözü’nü gördün değil mi? Zamanında tarla anlaşmazlığından keşfe gelen dik başlı bir avukatı atmışlar oraya,” deyince sustu kaldı.
Hayatı boyunca haklarını savunduğu işçiler kendisini tehdit ediyordu, hem de dağın başında. İlk defa korktu hissetti, devletten bile ürkmeyen bünyesinde. Ne diyeceğini bilemedi.
“Lehinize raporumu yazarım ama mahkeme ne karar verir bilemem,” dedi. Vekilözü’nde uçan kuşlar geldi hatırına, ne kadar da yırtıcıydılar; işçiler de onlar gibiydi.
Döndü evine, yazdı raporunu taşeronun lehine, görmemişçesine o pas lekelerini. Hem işçilerin başına gelebileceklerden, hem de ustabaşının tehditleri gözünü korkuttuğundan başkasını yapmayı istemedi içi. Bilirkişilik hayatı boyunca taviz vermediği etik değerlerden, tüm bildiklerinden inandıklarından vazgeçmişti. Teslim etti raporunu, ne olacaksa olsundu.
Şirket yöneticisi onun raporu yüzünden davayı kaybettiğini düşünüp bir daha bilirkişilik işi vermedi ve diğer firmaların da vermemesini sağladı. Bu son dosyası olmuştu. Mahkeme veznesinden aldığı ödemeyle gidip makinedeki filmi banyo ettirmiş ve kanyak almıştı bakkalından.
Çayını demlemiş, kanyağını katmış bakıyordu fotoğraftaki kamyona. Farların sadece gözünü değil bilirkişiliğini de aldığını anlaması uzun sürmedi. O artık bilse de bilemeyenkişiydi, ama kuşlar kadar da özgürdü…
NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.
Öykü ve Fotoğraf: İbrahim Adıgüzel