Teneffüste herkes oyun oynarken, Zita kitap okuyor. Okul arkadaşı Logan yanına gidip Zita’ya normal olmadığını söylüyor. Hikâyemiz böyle başlıyor.
Bu hikâyeyi okurken aslında bir parça kendi hikâyemi de okudum. Okul yıllarında boş derste herkes muhabbet eder, şakalaşırken ben arka sırada şiir kitapları okurdum. Halimden gayet memnundum, ama bir arkadaşımız okula kocaman bir yaş pasta getirdiğinde hepimiz ağzımızı şapırdatıp pastadan tatmak için sıraya girerken, “Ben pasta sevmiyorum” diyen arkadaşımızla dalga geçmekten de kendimi alamamıştım. Anlayacağınız ben de ‘normallik’ takıntısından payımı almıştım.
Normal Çocuklar kitabının yazarı Michaël Escoffier de bir nevi, “normallik/anormallik denen ikiliğe takıntı, kendimizi uzak tutamadığımız bir yalan” diyor. Ama bu yalan maalesef bizi incitmekten de geri durmuyor. Zita da Logan’ın kendisine söylediklerinden etkilenip o güne kadar halinden hiç şikâyet etmediği halde, “Ben de normal olmak istiyorum” diyor. Normallik fikri onun da kafasına yerleşmiş oluyor. Normalin ne olduğunu, normal çocuğun neye benzediğini, kim olduğunu sorguluyor. Okul arkadaşlarının davranışlarını, görünüşlerini incelemeye koyuluyor. Gözlemlerini de defterine not ediyor. Ama çıkan sonuç hiç de beklediği gibi olmuyor! İşte bu da kitabımızın sürprizli sonu!
Kitabımızı okurken, aklıma Seren Yüce’nin yönetmenliğini yaptığı, 2010 yapımı Çoğunluk filmi geldi. Filmi de bu kitap gibi çok beğenmiştim. Filmdeki karakterimiz Mertkan, kendi benliğinin peşinden gitmektense çoğunluğa uymayı, ‘normal’ olanı yaşamayı, yani çoğunluk nasılsa öyle olmayı tercih ediyordu. Galiba Zita, Mertkan’dan daha akıllı. Hemencecik ‘normal’e uyup teneffüste kitap okumayı bırakıp diğerleri gibi oyun oynamaya yönelmiyor. Soruyor, sorguluyor. Ve ‘normal’den yana tavır almaktansa, farklılıkların yanında yer alıyor.
Yoksa sanırım hayatımızın her döneminde, hepimiz en az bir defa ‘anormal’ hissettiriliyoruz. Tıpkı çocukken kitap okumayı seçtiğim için, herkesin saçı düzken benim saçlarım kıvırcık olduğu için hissettiğim gibi… Ya da arkadaşımıza sırf pasta sevmiyor diye takındığımız tavır gibi. Görüyorsunuz ya, ‘normal’ kavramı hiç masum değil. Oradan akran zorbalığına uzanan kısa bir yol var. Oysa ha düz saçlısın, ha kıvırcık… Ha pasta seversin, ha simit… (Ya da ikisini de sevmeyebilirsin!) Ha kitap okursun, ha top oynarsın, ha koşmaca… Hepimiz farklı ve eşit değil miyiz? Ne dersiniz, böyle düşününce dünya daha güzel ve hatta daha eğlenceli değil mi?
Yazan: Michaël Escoffier
Resimleyen: Laure Monloubou
Çeviren: Korkut Erdur
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…