Mother Jones.com’da 21 Ağustos tarihinde Tom Phillpot imzası ile yayınlanan makaleyi Yeşil Gazete ekibinden Bora Kabatepe‘nin çevirisi ile sunuyoruz
***
Bir Çin şirketi geçtiğimiz Mayıs ayında ABD’nin en büyük domuz eti şirketlerinden Smithfield’ı, ABD’den Çin’e yapılan domuz eti ihracatını arttırma hedefiyle satın aldığından beri Çin’in etkileyici ama bir o kadar da sorunlu hale gelmiş olan gıda üretim sistemini inceliyorum. Özetle, ulaştığım sonuç Çin’in –yani bize bugün en basit süpürgeden en akıllı telefonlara varana dek her şeyi sağlayan yerin- küresel üretim devi olarak yükseldiği süreçte tarım arazilerine ve su kaynaklarına ciddi ölçüde zarar verdiği ve bunun ekonomisi büyümeye devam ettiği, nüfusu arttığı ve insanları zenginleşip gıda zincirinde daha fazla et tüketerek üst basamaklara çıktığı halde gıda üretimini artırmasını engellediği yönündeydi.
Bu bulguların hiç birisi Çin’in 1970’lerin sonunda başladığı küresel endüstriyel güç olma yolculuğu süresince sahnelediği gıda mucizesinin itibarını zedelememeli. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve OECD tarafından hazırlanan bir rapor bunu destekleyecek verilerle dolu. Ülke 1990’da %20 olan açlık seviyesini tarım arazilerinden aldığı ürünü sessizce arttırarak %12’ye düşürmeyi başardı. Çin’in toplam gıda çıktısı 1978’den bu yana üçe katlandı. Hayvancılık ürünlerindeki artış ise çok daha başdöndürücü: 1978’in beş katı. Geneline baktığımızda Çin’in gıda üretim sistemi olağanüstü bir başarı öyküsü: Dünya’daki tarıma elverişli arazilerin %7’siyle dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini beslemeyi başarıyorlar.
Ancak şimdi, yani sıkı devlet kontrolündeki ekonomiyi piyasayla uyumlu hale getiren reformlar başladığından 35 yıl sonra, Çin’in “kendi gıdasını kendi üreten ülke” ünvanını koruması giderek zorlaşmış gibi gözüküyor. Nüfusunun ete olan iştahı gelirleri ile beraber artıyor ve 1.2 milyar insan için seri üretimle biftek ve şişler pişirmek istiyorsanız muazzam büyüklüklerde araziye ve suya ihtiyacınız var demektir. Öte yandan, gıda üretimindeki geçmiş başarıyı finansal olarak destekleyen üretim sektörünün inanılmaz yükselişi bu değerli kaynakları ya kısmen kirletti ya da tamamen bünyesine katarak kullanılmaz hale getirdi.
Daha önceki yazılarımdan birisinde, Çin’de kısıtlı olan su kaynaklarının nasıl olup da üretim sektörünün itici gücü konumundaki kömür tarafından kirletildiğini ya da kömür sektörü için kullanılmaya başladığını incelemiştim.
Sudan sonra arazi geliyor. İşte Çin’deki tarım arazilerinin durumu üzerine yapılan son araştırmalardan bazı bulgular:
1) Çin’in Tarım Arazileri Küçülüyor: Ülkenin büyük yüzölçümüne rağmen, çok da fazla seçeneği yok. FAO/OECD çalışmasına göre Çin’deki tarım arazileri 1997 ile 2008 yılları arasında, devlet tarafından “planlı ekolojik ekin alanı dönüşümü” olarak tanımlanan bir süreçle %6.2 oranında azaldı. Land Deals Political Initiative (LDPI) imzalı 2011 tarihli bir makale bu düşüşün sorumlusu olarak endüstriyelleşmeyi ve yapılaşmayı gösteriyor.
2) Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kişi başına tarıma elverişli arazi alan Çin’dekinin 6 katı: FAO/OECD raporları gösteriyor ki Çin kişi başına 0.09 hektar tarıma elverişli araziye sahip – yani küresel ortalamanın yarısından daha az ve OECD ülkelerinin ortalamasının dörtte birine eşit. (Ç.N: Aynı verilere göre Türkiye’deki kişi başına tarıma elverişli arazi 2011 yılında 0.28 hektar olarak ölçüldü. Aynı verinin 1993 yılında 0.43 hektar olması nüfus verisi ile bir araya geldiğinde 20 sene içerisinde 4 milyon hektar tarıma elverişli toprağın kaybedildiğe işaret ediyor.)
3) Çin’deki arazilerin beşte biri kirlenmiş durumda: FAO/OECD bu problem ihtiyatlı bir şekilde “toprak kalitesinde düşüş” olarak tanımlıyor. Çin’deki tarıma elverişli arazilerinin %40’ı erozyon, tuzlanma ve asidifikasyon sorunlarından en az biri tarafından bozulmuş durumdayken %20’si ise endüstriyel atıklar, kanalizasyon atıkları, aşırı tarım kimyasalları kullanımı ya da metal ve kömür madenlerinden doğaya karışan gelen zehirli sular nedeniyle kirlenmiş halde.
4) Çin toprak kalitesi sorunlarını devlet sırrı olarak görüyor: Devlet 2006 yılında toprak kirliliği konusunda yaptırılan bir araştırma yaptırdı ancak sonuçları paylaşmayı reddetti. Ancak toprak kirliliğinin gıda tedariğini tehdit eden bir sorun haline geldiği ile ilgili somut kanıtlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Mayıs 2013’te Guangzhou şehrindeki gıda güvenliği memurlarının yerel restoranlardan topladıkları on sekiz pirinç örneğinin sekizinde kanserojen bir madde olan kadmiyum seviyeleri tespit etmesi ülke çapında bir çalkalanmaya neden olmuştu. Pirinçler Hunan bölgesiden yani New York Times tarafından “büyüyen fabrikaların, madenlerin ve demir çelik fırınlarının çeltik tarlaları ile yanyana olduğu bölge” olarak adlandırdığı yerden gelmişti. 2011 yılında Nanjing Tarım Üniversitesi yayınladıkları bir raporda ülke genelindeki pirinçlerin %10’unda kadmiyuma rastlanırken, bu oranın güneyden gelen pirinçlerde %60’a yükseldiğini gösteriyordu.
5) Çin’in gıda sistemi kömürden besleniyor: Çin’in gıda tedariği için bel bağladığı suları ve arazileri kirleten şey sadece endüstri değil. Tarımın kendisi de bunu yapıyor. Çin’in gıda üretiminin artışını sağlayan en önemli faktörlerden birisi sürekli olarak yükselen ve şu anda küresel azot üretiminin üçte birini tüketen azotlu sentetik gübre kullanımı ve gelin görün ki azot endüstrisinin enerjisinin %70’i kömür santrallerinden geliyor. Bir diğer deyişle Çin gıdasını üretebilmek için kısıtlı su kaynakları üzerinde tarımla en sert şekilde rekabete giren bir diğer sektöre yaslanmış durumda.
6) Çin’deki en büyük beş gölde de sentetik gübre atıklarının taşınması nedeniyle oluşmuş ölü bölgeler var: Kaliforniya Üniversitesi’nin Çinli araştırmacılarla ortak yürüttüğü bir çalışma 2008 yılında gölleri incelediğinde bu sonuçla karşılaştılar. (Ç.N: Ölü bölgeler sudaki alg popülasyonunun kontrolsüz olarak büyümesi ve sudaki oksijeni tüketmesi nedeniyle oluşan bölgelerdir. Aşırı büyüyen alg popülasyonundan ölen algler bozulmaları sırasında sudaki oksijeni tüketirler ve oksijene ihtiyacı olan tüm su canlılarını ya öldürürler ya da başka bölgelere göç etmeye zorlarlar. Ölü bölgeler doğal sebeplerle oluşabilmesine rağmen sıklıklar insan kaynaklı nedenlerle görülmektedir. En önemli sebepleri arasında sulara aşırı besin akışı yatar. Özellikle sentetik gübreyle yaygın tarım yapılan alanlarda yeraltı sularına karışan ya da yağmur suları ile yıkanan azot ve fosforlu bileşiklerin sulara karışması nedeniyle algler kontrolsüzce büyüyebilecekleri besin kaynaklarına sahip olur ve ölü bölgeler yaratırlar.) Yoğun azotlu gübre kullanımı toprak kalitesine de yapacağını yapıyor. Topraktaki pH seviyesinin düşmesine, yani toprağın asitliğini arttırarak verimin düşmesine neden oluyorlar; bu Çin’de yaygın bir problem. Nature dergisinde yapılan bir araştırmadan notlara göz atalım:
“Araştırma ekibinin sonuçları gösteriyor ki aşırı gübre kullanımı Çin’deki toprak pH’ının 0.5 düşmesine neden olmuş. Bazı yerlerde pH 5.07’ye kadar düşüyor ki pirinç, buğday gibi ekinlerin ve diğer ticari değeri olan gıda ürünlerinin ekilmesi için en uygun ortam 6-7 pH aralığındaki nötr topraklar. Buna karşın kendi haline bırakılan toprağın bu derece asitlenmesi 100 sene alırdı. (Ç.N.: Araştırma 1980’ler ve 2000’ler verilerini karşılaştırıyor). “Asidifikasyon bazı bölgelerde üretimi %30-50 arasında düşürdü.” diyor Çinli bir araştırmacı olan Zhang. Eğer gidişat devam ederse, bazı bölgelerdeki pH seviyesi 3’e kadar düşebilir. “Bu asitlikte hiç bir ekin yetişemez” diye uyarıyor.
“Eğer gidişat devam ederse…” Sanırım asıl soru burada. Bir üretim merkezi olarak Çin’e bel bağlayan ancak bu süreçte Çin’in kendisini besleme kabiliyetini elinden alan bir küresel ekonomik sistem, çöküşe doğru adım adım giden bir sisteme benziyor.
Yazı: Tom Philpott
Yazının özgün hali
Çaviren: Bora Kabatepe
(Yeşil Gazete, Mother Jones)