Hafta SonuKitapManşet

Biz büyüdük ve kirlendi dünya – Mehmet Fırat Pürselim

0

Çevre bilincinin 1960, 70’lerden sonra dünya üzerinde yavaş yavaş oluşmaya başlaması, -ne yazık ki- insan kaynaklı ilk büyük çevre felaketleriyle karşılaşmamız üzerine olur. İnsan kır kökenliyken, kendini doğanın bir parçası gibi görüyorken, dolayısıyla ona zarar vermezken çevre bilinci yoktur. Ne zaman ki doğadan kopup kent soylu hale gelir ve yaptıklarıyla doğayı kirletmeye hatta yok etmeye başlar, işte o zaman çevreyi koruma bilinci de gelişmeye başlar. Ama insanın hırsı, daha uzun ve geniş yollar, daha lüks siteler, daha fazla teknoloji, daha fazla üretim/tüketim, tüm koruma tedbirlerini aşan biçimde doğayı kemirmektedir.

Medya ve Gündelik Yaşamda Çevre Gerçeği isimli kitap, insan tarafından hızla yok edilen çevre gerçeğine ve koruma yollarına dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Dokuz makaleden oluşan çalışmada yer alan imzaların neredeyse tamamı akademisyen olduğu halde, bilimsel anlatımlı, sıkıcı bir kitap değil. Herkesin rahatlıkla okuyup anlayabileceği aynı zamanda da pek çok şey öğrenebileceği bir eser.

Çevre ve Medya adını taşıyan ilk bölüm, Bora Ataman ve Özlem Erkmen’in hazırlamış olduğu, Liberal Basın Teorisi ve Ulusal Basında Çevre Haberleri isimli yazıyla açılıyor. Çalışmada önce basın ve işlevleri tartışılıyor, ardından medyanın çevre sorunlarında durduğu yere dikkat çekiliyor, son olarak asıl amaç olan Türkiye’deki çevre haberlerinin analizine geçiliyor. Curran’ın basına, kamuyu bilgilendirmek, hükümeti tetkik etmek, kamusal bir tartışma ortamı yaratmak ve kamuoyunun fikirlerini ifade etmek, şeklinde dört kilit işlev yüklediğinden bahsediliyor. Hansen’in ifade ettiği gibi, -çevre konusunda bir uzmanlığımızın olmaması halinde- çevre ile ilgili bildiğimiz ve öğrendiğimiz şeylerin deneyimlerimizle değil, çoğunlukla medya aracılığıyla olduğuna dikkat çekiliyor. Bilgilendirmeler içeren giriş kısımlarının ardından çalışmanın asıl amacı olan, Türkiye’deki çevre haberleriyle basına yüklenen dört temel amacın yerine getirilip getirilmediği, getiriliyorsa bunun ne derecede başarılabildiği inceleniyor. Bu inceleme farklı siyasi görüş ve okur profiline sahip olan, Aydınlık, BirGün, Hürriyet, Taraf ve Zaman gazeteleri üzerinden yapılıyor.

Kenan Evren Duman’ın, Çevre Gazeteciliğinin Gelişimi ve Mesleki Örgütlenme Çalışmaları isimli makalesinde; kitle iletişim araçlarında yayımlanan çevreyle ilişkili güncel olaylar, eğilimler, sorunlar ve insanlarla ilgili bilgilerin aktarımı, insanların etkileşim içinde oldukları dünya ile ilgili eğilimler, sorunlar ve güncel konularda haber toplama üretme ve dağıtma faaliyeti olarak ifade ettiği çevre gazeteciliğinin, tarihçesi, etik kuraları ve örgütlenmesi irdeleniyor. Çalışmadaki en çarpıcı tespit ise, çevre sorunlarına kamunun ilgisinin 1970’li 80’li yıllardan sonra başlaması, bunun sebebininse, bilimsel bilginin artışının yanı sıra çevre sorunlarının küreselleşmesi (küresel ısınma gibi) ve çevre felaketlerinin ortaya çıkması.

Teknolojinin yarattığı canavarı temsil eden WEEE Adam bir insanın hayatı boyunca ürettiği atık miktarını temsilen 30 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 3,5 ton ağırlığında

Çevre Hareketlerinde Medyanın Tutumu ve Alternatif Medyanın Kullanımı / Örnek İnceleme: “Yalova Termik Santraline HAYIR!” Kampanyası, Nuray Yılmaz Sert tarafından hazırlanan bir çalışma. Bu çalışmada pazar ekonomisinin egemen olduğu medyada çevre sorunlarına yeterince yer verilmediği veya çarpıtarak verildiği anlatılarak, buna karşı olarak alternatif medyanın kullanılması (internet, yerel medya, fanzinler, sokak tiyatroları) gerektiği, “Yalova Termik Santraline HAYIR!” Kampanyası özelinde aktarılıyor. Çevre politikaları ile sadece mevcut ya da muhtemel kirliliğin ortadan kaldırılması değil aynı zamanda kaynakların gelecek nesillerin de yararlanabileceği en iyi şekilde kullanılması, korunması ve geliştirilmesi amaçlanması gerektiğini, Aksoy’dan alıntılayarak okura aktarıyor.

Duygu Özsoy tarafından hazırlanan, Kamusalın Özele Devredilen İşlevleri: “Çevreye Duyarlı” Yayıncılık ve Paradoksları isimli yazıda, kapitalizmin çevreye verdiği zararlar anlatıldıktan sonra çevreci söylemle kendimizi avutmak yerine ekoloji politikaları geliştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır, son olarak da çevreye duyarlı yayıncılığın paradokslarını ortaya konulmaktadır.

Gouverneur’dan alıntılanarak, çevreye verilen zararların kapitalist gelişmenin üç özelliğinden kaynaklandığı belirtilir. “Bunlardan ilki; kapitalistlerin sadece kârı amaçlaması ve aldıkları kararların sonuçlarını görmezden gelmeleridir. Örneğin kimyasal gübre kullanılarak kısa zamanda elde edilen kâr maksimizasyonunun uzun vadede neden olduğu ekolojik tahribat hesap edilmemektedir. İkinci özellik ise; ileri ülkelerde dayatılan ve az gelişmiş ülkelerin azınlıkları tarafından da paylaşılan aşırı tüketim modelinin, gezegendeki hammaddeler ve enerji kaynakları üzerinde büyük baskı yaratmasıdır. Üçüncü olarak da; gezegen ölçeğinde kapitalist gelişmenin sonucu olan az gelişmiş ülkelerdeki yoksulluğun, doğanın üretici gücünün tahribini hızlandırmasıdır. Örneğin, topraklar tekellerin elinde olduğundan köylülerin ekilebilir arazi bulabilmek için ormanlık alanları tahrip etmeleri veya yakacak ihtiyaçları için ağaç kesmeleri gibi durumlardan bahsedilebilir.”

Yazar, Kovel’in büyümenin uygarlığın doğal temelinin yıkımı anlamına geldiğini savunduğunu söyleyerek, bunu şu şekilde açıklar. “(Kovel,) mevcut sistemin iç mantığında büyümenin azınlık için zenginliğin, çoğunluk için de sefaletin sürekli artması anlamına geldiğinin kanıtlanmış bir şey olmasına rağmen büyümenin sınırlandırılması fikri bile resmi söylemden ihraç edilmiştir. Dünyanın canlı bir organizma olması durumunda aklı başında herkesin bu büyümenin kanserli bir büyüme olduğu, tedavi edilmediği takdirde bunun insan toplumunun sonu anlamına geldiğini …savu(nur).”

Yazar, enerji tasarruflu makinelerin tercih edilmesi, uçağa daha az binilmesi, klima filtrelerinin üç ayda bir değiştirilmesi vs. gibi çevreye duyarlı önlemlerin, sorunun büyük resminin algılanmasını engellediğini ve insanların bireysel önlemlerle çözüme ulaşacakları şeklinde ikna edilerek, kapitalizm için yeni bir tüketim alanı açıldığı gibi şirketlerin sosyal sorumluluk imajlarının da güçlendirildiğini iddia ederek, çözümün çevreci söylem değil, topyekûn ekoloji politikaları olması gerektiğini vurgular.

Özlem Gündüz Kalan, Çevre Bilinci, Tüketim ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk İlişkisi: NTV Yeşil Ekran Örneği isimli makalesinde, sosyal sorumluluğun önemi artarken ve kurumların bu yöndeki çabaları yoğunlaşırken, çevreye duyarlılığın ‘markalar’ tarafından pazarlama tekniği olarak kullanıldığına dikkat çekerek, konuyu NTV Yeşil Ekran örneği üzerinden incelemektedir.

Çevre ve Gündelik Yaşam adını taşıyan ikinci bölüm, Özge Sayılgan’ın Gündelik Yaşamda Devrim ve Modern Konutun Eleştirisi: Toki ve Kiptaş Örnekleri isimli yazısıyla başlamaktadır. Yazının girişindeki sanat akımlarına ilişkin kısmı okumak yeni bilgiler/i edinmek ve tazelemek adına faydalı olsa da hayli kapsamlı olması karşısında kitap bütünlüğü içinde farklı bir yerde durduğunu da söylemek gerekiyor. Yazıda, Toki ve Kiptaş özelinde, devlet eliyle gerçekleştirilen ‘kentsel dönüşüm’ irdelenmiştir. “Var olan mahallelerin dokularına ve yaşam biçimlerine zarar vermeden, çarpıklaşmış bölgelerin yaşam koşullarının ve kalitesinin iyileştirilmesi için projeler üretmek yerine, kentin bu tür alanlarında mahalli yapılanma içinde yaşayan halkın evlerinden devlet eliyle ve kanun zoruyla çıkartılması ve kentin merkezine uzak, tasarım açısından kimliksiz ve monoton apartman bloklarına yerleştirilmesinin belki de en güncel ve acı örneği yakın zamanda Sulukule’de yaşanmıştır. Üstelik ellerinden yok pahasına alınan evlerinin yerine verilen yeni toplu konutlar için borçlandırıl(mışlardır.)”

Medyanın Üniversite Öğrencileri Üzerinde Çevre Konularında Duyarsızlaştırıcı Etkisi ismini taşıyan, Uğur Cevdet Panayırcı ve Belkıs Saraç Uslusoy’un hazırladığı inceleme aslında konu itibariyle çevre gerçeğini medya üzerinden değerlendiren kitabın ilk bölümüne daha uygun olsa da Çevre ve Gündelik Hayat kısmında kendine yer bulmuş. Marksist kuramcıların kitle iletişim araçlarının insanları kaçışa yönelterek pasifleştirdikleri eleştirisi doğrultusunda; medyanın çevre konusunda yaptığı yayınlarla bilgi sahibi olan kitlenin kendi vicdanını tatmin ederek uyarılmış ve ilgili hissederek, o konuya duyarsız kaldığına yönelik teorilerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, üniversite öğrencileri üzerinde yapılan çalışmayla ortaya konulmaya çalışılmış.

Kitabın ortak editörlerinden olan Serkan Kırlı’nın N. Sertaç Sırma ile birlikte hazırladığı Bilgi Çağının Filizlenen Çevre Bilinci: Yeşil Bilgi Teknolojileri isimli çalışmada, teknoloji kullanımından doğan atıkların tekrar kullanımı ve geri dönüşümünün sağlanması ve yeşil bilgi teknolojileri konularına odaklanılmış. Yeşil Bilgi Teknolojilerinin artık düşünülmesi gereken bir seçenek değil, öğrenilmesi gereken bir zorunluluk olduğu ifade edilmektedir.

Kitaptaki son yazı ise Ali Balabanlar ve Levent Eldeniz eli ürünü olan, Elektronik Atıklar ve Geri Dönüşüm. Elektronik aygıtların atıklarının aslında zehirli varillerden farksız olduğunu ortaya koyan bu yazıda çare olarak, elektronik aygıtların mümkün olduğu kadar uzun süre kullanılması, sonrasında daha az teknoloji gerektiren kişi ya da kurumlara devredilerek ömürlerinin uzatılması salık verilmektedir. Elektronik atıkların içindeki geri dönüştürülebilir olanların dönüştürülmesi gerektiğinin altı çizilmektedir.

Kitabın özetini soracak olursanız, Murathan Mungan*, Telli Telli şiirinde tek mısra ile vermiş, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya.” Yazımızı, Özge Sayılgan’ın makalesinin sonunda yer alan dileği tekrarlayarak bitirirsek, dileğimiz gerçek olur mu dersiniz? “Gösteri toplumunun sahnesindeki insanın bir günü, önceden yazılmış bir oyunun sürekli tekrarı gibidir. Oysa amaç bu dikte edilmiş yaşamı, bir şiire çevirmek olmalıdır.”

Medya ve Gündelik Yaşamda Çevre Gerçeği
Editörler-Serkan Kırlı, Ümit Sarı
Aya Kitap, 207 S., Ekim 2012

 

Mehmet Fırat Pürselim

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.