Yeşeriyorum

Bir Şehir Efsanesi: Piyasanın Görünmez Eli

0

Baştan söyleyeyim. Başlığa aldanmayın. Bu yazıda öyle çok teknik iktisat analizleri bulamayacaksınız. Hatta aksine bu iktisat karşıtı bir yazı olacak demek daha doğru. Aslında temel derdim son dönemde et fiyatları üstünde dönen spekülasyonlara ve manipülasyonlara dikkat çekmek.

Amma, mevzuya girmeden bir kuramsal taksim geçmeden de olmaz nitekim.

Modern kapitalizmin oluşum sürecinde onun işleyiş mekanizmalarıyla ilgili “bilimsel” bir farkındalık iddiası olarak liberal iktisadi doktrin, malum, çok temel bir paradigmaya dayanır: piyasanın kendi kendini düzenleyen bir yapısı olduğu ve devletin müdahalesi olmadığı sürece bu yapının tüm oyuncuların optimum doyum düzeylerine ulaştığı bir denge noktasını (bir üretim-tüketim miktarı ve fiyat çifti) kendi kendine ulaşabileceği iddiası. Ünlü “görünmez el” metaforu yani.

Bu hikaye egemen doktrin olarak geçen yüzyılın başına kadar hakimiyetini sürdürse de büyük 1929 kriziyle beraber korkunç bir çatırtıyla sarsıldı. Bu büyük küresel kriz piyasanın hiç de öyle kendini krize girmeden denge noktasında tutamadığını; hatta krizlerin kapitalist ekonominin yapısal bir unsuru olduğunu liberal iktisatçıların suratlarına çarptı.

Sonra kurtarıcı peygamber Keynes geldi ve kapitalist ekonominin bu krizlerden uzak durabilmesi, en azından iktisadi dalgalanmaların belli makul çerçevelerde tutulabilmesi için aktif olarak iktisadi süreçlere müdahale eden bir devletin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetler bu müdahaleler için politikalar üretmeliydi. Sonuçta savaş-sonrası dönemde devletin piyasaya çeşitli şekillerde müdahale etmesi, hükümet programlarında mali ve parasal iktisadi politika araçlarının olması sıradan bir şey haline geldi.

1970’lerde yaşanan ikinci büyük küresel krizden sonra bu kez Keynezyan devrim ve devletin piyasaya müdahalelerinin meşruiyeti sorgulanmaya başlandı. Bu neo-liberal akımın en uçtaki ağızları devletin gece bekçiliğine geri dönmesini, ekonomiden tamamen el etek çekmesini talep etmeye başladılar. Özellikle 1980’ler ve 90’larda devletin doğrudan işletmecilik yaptığı, geniş bir kamu ekonomisi büyük ölçüde lağvedildi. Mali politikaların popülaritesi azalırken parasal politikalar öne çıktı. Sosyal politikalar büyük ölçüde geriledi. Devlet talebi teşvik için insanlara transferler yoluyla kaynak aktarma uygulamasını terkederken, devletin boşluğunu finans sermayesi neredeyse zorla cebimize sokuşturduğu “aşırı uygun koşullu” kredilerle doldurdu. Yani Refah Toplumu yerini Borç Toplumu’na bıraktı.

Ama sonuçta devletin iktisadi hayattan bu ölçüde geri çekilmesi asla söz konusu olmadı. Çünkü devletin müdahale araçlarından tamamen vazgeçmeyi hiçbir iktisatçı, piyasa aktörü ya da politikacı göze alamadı. Özellikle Borç Toplumu’nun 2008’deki büyük krizinden sonra başta ABD olmak üzere pek çok gelişmiş ülkede devletin büyük kurtarma operasyonları ile piyasaya müdahalesi ve bu müdahaleyi süreklilendirmek için yeni kurumlar ve araçlar geliştirmesi, kapitalizmin yürütülebilmesi için bir gece bekçisinden daha aktif ve maharetli bir devlete ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Bugün ise piyasanın ne kadar naif, kırılgan bir şey olduğu; yalnızca devletin değil, kendi içindeki güçlü aktörlerin etkileriyle de kolayca manipüle edilebildiği gün be gün daha bir açığa çıkıyor. Bu konuda finans ve para piyasalarındaki spekülasyonlar, teknik tabiriyle “keriz silkelemeler”; kitabına uydurulamadığında suç kabul edilen, ama uydurulduğunda iyi kar getiren manipülasyonlar en belirgin örnekler.

E peki bütün bunların etle ne ilgisi var diyeceksiniz şimdi. Var tabi… Olmaz mı.

Geçen gün Bakan Eker’in gazetede yayınlanan şakasını hatırlayın: “Et fiyatları refah artışı nedeniyle arttı” demiş muhterem. Nedir burada ki ima? Hükümetimiz halkın refahını o kadar artırdı ki ete talep arttı, bu da fiyatlara yansıdı. Yani herşey piyasa mekanizması içinde olup bitti ve et fiyatları piyasadaki talep şokuyla artıverdi.

Ancak et fiyatlarıyla ilgili süreci tekrar gözden geçirdiğimizde, Bakan’ın iddiasının aksine, herşeyin özellikle son aylarda çok da piyasa mekanizmasına uygun işlemediği izlenimini yaratan sevimsiz görüntülerin farkına varabiliyoruz.

Et fiyatlarındaki artış neredeyse bu senenin başından beri durdurulamaz bir şekilde ilerledi ve halen bu ilerleyiş sürüyor. Başlarda medyada bu ilerlemenin, hani görece piyasa mantığı içinde kabul edilebilir açıklamalarını okuyabiliyorduk. Geçen senelerde yem fiyatlarındaki artış, süt ve hayvani ürünlerin fiyatlarındaki düşüş nedeniyle hayvancılıkla uğraşan küçük üreticilerin bu sektörden ayrılması; bunun da et arzını azaltması gibi.

Sonra Hükümetin canlı hayvan ithalini serbest bırakan kararı geldi. Piyasa mantığının öngöreceği üzre görece ucuz ithal etin yarattığı rekabetle fiyatlar kısa bir süre durulur gibi oldu. Ama her nedense hemen sonra tekrar tırmanışa devam etti. Sanki piyasa içinde birileri Hükümetin fiyatlar karşısındaki frenleme çabasına direniyordu.

Sonra Hükümet yakınlarda bir adım daha atıp karkas etin ve hazır et ürünlerinin ithalatını da serbest bıraktı. Ama bu da işe yaramadı. Et fiyatları hala yükseliyor. Piyasa her nasılsa, kendi işleyiş mantığına da ters bir şekilde, Hükümetin müdahalesiyle memlekete giren ucuz ete rağmen bu fiyat sarmalının sürmesinde ısrar ediyor.

Bu durumda, piyasadaki kimi aktörlerin bu fiyat sarmalından fayda sağladıkları ya da fayda beklentileri olduğu için Hükümetin müdahalelerine rağmen bu fiyat artışının sürmesine neden olacak şeyler yaptığını -stok, karaborsa- düşünmek hiç de komplo teorisi değil. Nitekim son dönemde medyada özellikle et ve et ürünleri sektöründeki bazı yurt içi tekellerin piyasaya arzı suni olarak kıstıkları ve büyük miktarlarda stok yaptıkları yolunda haberler de görülmeye başladı. Bu yolla tekeller yalnızca kısa dönemde fiyat artışlarının getirdiği büyük rantlara oynamış olmuyor; daha uzun dönemde küçük üreticilerin sektörden tamamen kazınıp atılmasını, böylece piyasanın tamamen kendi kontrollerine geçmesini de garantiye almaya çalışıyorlar.

Öte yandan Hükümetin neden et fiyatlarını kontrol etmek adına durmadan hayvan ve et ithalalatının önünü açtığını da nihayet anladık. Meğer gümrük birliği anlaşmasıyla uzun zaman önce AB’ye söz verdiğimiz, ama bu zamana kadar hiç yerine getiremediğimiz bir et ithalatı kotamız varmış. Bu vesileyle et ithalatının serbest kalması bu kotamızı doldurmamızı da sağlayabilecekmiş.

Aman ne güzel. İnsan bunları duyunca sene başından beri oynanan pis bir oyunun kurbanı olduğumuzu düşünmeden edemiyor. Sanki olup biten herşey AKP Hükümetinin ekonomiyi neo-liberal bir çerçevede yeniden biçimlemek uğruna sahneye koyduğu yeni bir oyun. Anlaşılan o ki Hükümetin asıl derdi et yüzü göremeyen yoksul halkın karnının doyması değil, ülkenin AB kotalarının dolup dolmadığı. Piyasadaki tekeller de bu oyunun, yarattığı ekstra rantlar ve piyasadaki hakimiyetlerini artırmak uğruna danışıklı döğüşçüsü.

Velhasıl kimse bana piyasanın görünmez elinden filan bahsetmesin artık. Piyasanın iki büyük ve aç gözlü eli var: Hükümet ve tekeller. Ve bu iki el suratımıza ardı ardına tokatlar patlatıp duruyor.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.