Bir kent nasıl ‘Yeşil kent’ haline gelir?

Son 20 yılda dünyanın gündemine giren ve aynı hızla da birinci öncelik haline gelen bir konu var: İklim değişikliği ve bunun çerçevesinde kentleri daha “Yeşil Kentler” haline getirmek.

Her kent bunun için çalışıyor. Bunun için önce bir azaltım hedefi ortaya atılıyor. Sonra onu yakalayıp yakalayamayacağı belli olmayan bir Eylem Plan(lar)ı hazırlama süreci başlıyor. Fakat özellikle Türkiye’de yerel yönetimler tüm süreçlere hâkim olmadan harekete geçtiği için başarısızlık kaçınılmaz oluyor. Hem de en baştan. Örneğin bir taraftan bir eylem planı hazırlama süreci devam ederken diğer taraftan yerel yönetimin yaptığı hiçbir işte karbon salımları vb. konular düşünülmüyor. Eylem planlarında verimli, yeşil binalar yazarken hiç de buna uymayan binalar dikilmeye devam ediliyor. Ya da ulaşım konusunda afili cümleler edilirken içten yanmalı motorlu araçlarla filoların yenilendiği haberleri de manşetlere çıkabiliyor. Sonuçta  sürekli büyütülen hedefler ve %1 bile ile azalmayan karbon salımları ortaya çıkıyor. Hedef açıklamanın başlangıç bile olmadığı görmeyen, aksine bitişe en yakın nokta olduğunu sanan bir anlayışımız var.

Aslında bir kenti “yeşil” haline getirmek için elimizde tek bir reçete yok. Her kentin, hatta her kentin içindeki her mahallenin bile farklı dinamikleri var. Fakat atılacak ana adımlar aynı. Sonrasında her yerleşim yeri kendi özgün koşullarına göre farklılaşacaktır ve ortaya aynı hedefe, benzer yönlerden giden ama giderken farklı araçlar, farklı patikalar kullanan örnekler çıkacaktır.

Peki, neler yapılmalı?

  1. a) İlk adım bir baz yıl seçmek. Ne yazık ki Türkiye’de bu neredeyse imkânsız. Sebebi basit: Kurumlar, özellikle yerel yönetimler ne kadar enerji harcadıkları, ne kadar su harcadıkları konusunda arşiv tutmuyor. Bir baz yıl seçilemediğinde de azaltım hedefinin bir anlamı kalmıyor. Baz yıl ne kadar eski olursa bu gezegen için iyi, yerel yönetim için ise zorlayıcı olacaktır. Bu yüzden azaltım hedefi açıklandığında sorulması gereken ilk soru: Hangi seneye göre? 1990 mı? 2019 mu?
  2. b) Baz yıl seçildikten sonra yoğun bir envanter çalışmasına girmek gerek. Sera gazı salımları hangi kaynaklardan yapılıyor? Bu kaynakların ne kadarına yerel yönetim doğrudan müdahale edebilir? Ne kadarına dolaylı olarak etkisi olabilir? Burada en önemli problem ise Türkiye’nin yerel yönetimlerinin aslında çok etkisiz olması. Eğer Büyükşehir Belediyesi değil de bir ilçe belediyesiyseniz, esas olarak çok fazla müdahale şansınız yok. Fakat bu böyle diye durmanın da anlamı yok. İklim kriziyle mücadele, en ufak sorunları bile iyileştirmeye çalışmanın da mücadelesi aynı zamanda.
  3. c) Envanter çalışması yaptıktan sonra tüm yerel yönetimler şunu görecektir: Salımların büyük dilimine doğrudan etki etme şansı yok, çünkü belediye faaliyetleri sonucunda gerçekleşmiyorlar. Bu bize şunu gösteriyor: Demek ki sadece yerel yönetimi hedef alan bir eylem planı ile başarıya ulaşma şansımız yok. Ne yapılacaksa hep beraber yapacağız.  Önü de yerel yönetim çekecek. Çünkü pek öyle görülmese de bir kentin, bir ilçenin örgütlenmiş en önemli kuruluşu yerel yönetimler. Hep beraber yapmanın yolu da bizi o çok bilindik ama kimsenin tam anlamıyla hayata geçirmeye gönlünün razı gelmediği kavrama götürüyor: Katılım! Yerel yönetimler, eylem planlarına diğer bileşenleri de katmalı. Hatta eylem planını kentle birlikte hayata geçirmeli. Başarılı olmanın başka bir yolu yok. Aylar sürebilir, bir sürü toplantı yapılabilir! Sürsün ve yapılsın. Hızlıca yapılan ve rafta çok güzel duran bir eylem planından çok daha iyi bir yöntem bu. Unutmamak gerek ki insanlar fikirlerinin sorulduğu, önerilerinin dinlendiği ve kendileri gibi olanların önerilerini etkileyebildikleri bir sürece, yapılacak işe çok daha fazla sahip çıkarlar.
  4. d) Sahip çıkma bizi bir sonraki aşamaya getirecektir: Fikirleri birlikte oluşturduysak, gelin hayata da birlikte geçirelim. İklim için öne çıkın, iklim için gönüllü olun. Yerel yönetimin yetmediği yerlerde elçi olun ve birlikte yapalım. Hazırlık süreci ne kadar katılımcı olursa bu aşamanın tabandaki yayılımı da o kadar geniş olacaktır. Çevrimiçi hayatın giderek önemini arttırması ile hem gönüllülüğü hem de katılımcılığı daha hızlı, daha esnek ama daha güçlü şekilde oluşturmak mümkün.

‘Karbon nötr’ hedefi olmayan bir planın anlamı yok

Bu aşamalar her kentin, her semtin kendi iç dinamikleriyle şekil alacak, özgünleşecektir. Eylem planlarının içeriği de öyle… Fakat bir eylem planında olmazsa olmaz noktalar elbette var.

Öncelikle artık karbon nötr bir hedefi olmayan eylem planlarının anlamı yok. Kenti hangi yılda (öyle 2100’ü falan da beklemeden) karbon nötr yapacaksınız, bunu ortaya koymak gerek. Ülke hedeflerinden daha erken bir yılı hedef olarak belirlemek ve bunu başarmak kentin ve yöneticilerinin itibarına fayda sağlayacaktır. Bu tarihi koyarken, kentin tüm enerjisinin ne zaman %100 yenilenebilirden geleceğini ve bunun ayrıntılarını da eklemek gerekir. Yoksa önce hedefi koyup “sonrasına bakarız bir şekilde” anlayışıyla hareket eden bir eylem planı ile değil azaltımı hayata geçirmeyi, üstüne artırım yaparsınız. 2030’da %30 azaltım hedefiyle çıkılan bir yolda %32 artırıma ulaşmak siyasi bir başarısızlığın yanı sıra iklim için neredeyse bir suç olarak bile kabul edilebilir.

Kenti dirençli hale getirmek çok önemli. Çünkü sadece azaltım ile değil uyum ile de haşır neşir olmak zorundayız. Ve çoğu kentte sadece iklim değişikliğine uyumla da yetinemeyiz. Depreme, sağlık sorunlarına karşı da dirençli bir kent oluşturmak gerek. O zaman konutları yenileyeceğiz. Fakat nasıl? Bunun için binaların hepsinin enerji verimliliği artırılmalı, yeşil çatı uygulaması olmayan bina kalmamalı, mümkünse kendi enerjisini üretmeli ve suyun her damlasının değerini bilmeli. Gri su uygulaması, yağmur suyu hasadı uygulaması artık bir binanın lavabosunun markasından daha önemli hale gelmeli.

En önemli kalem, ulaşım

Bir eylem planı, ulaşıma mutlaka el atmalı. Açık konuşalım: Dizel öldü. Benzin de ölüyor. Öncelikle kuruma araç alımında, sonrasındaysa tüm kentte satılan araçlarda buna göre hareket etmek gerekli. Bu büyük bir müdahale olarak görülebilir ama aksi çok daha büyük sorunlara yol açacak. Hangi yıl  dizel kullanımı yasaklanacak? Hangi yıl benzin kullanımı yasaklanacak? Bunlar net olarak yazılmalı ve yerel yönetim de üzerine düşeni yapmalı. Yenilenebilir enerji ile çalışan şarj istasyonları ile kenti donatmalı ve yeni yapılacak her türlü yapıda bunu zorunlu tutmalı. Yoksa klasik bir Türkiye uygulaması olur: Hedef yıl gelir. Hazır olunmaz. Bir sene ertelenir. Sonra bir sene daha. Sonra bir sene daha. Elimizde erteleme notlarıyla dolu bir eylem planımız olur.

Bisikletler, raylı sistem, kent bahçeleri, bostanlar…

Bisiklet ağları, yürüme yolları, raylı sistem vb. konular çok konuşulduğu için sanki aşılmış gibi görünüyor ama ne yazık ki gerçek hiç öyle değil. Bisiklet hala bir ulaşım aracı olarak değil, bir keyifli zaman geçirme aracı olarak görülüyor. Sahil kenarlarındaki bisiklet yollarıyla kimse işe gidip gelemiyor. Yürüyüş de öyle. Raylı sistem özellikleri gereği ağır bir şekilde ilerliyor ama illa her rayın da yerin altından geçmesine gerek yok. Tramvaylar da düşünülmeli.

Eylem planında mutlaka kent bahçeleri ve bostanlara mutlaka yer verilmeli. Bu, bir hobi maddesi olarak görülemez. Gıdaya ulaşım, kaliteli ve sağlıklı gıdaya ulaşım yerel yönetimlerim sorumlulukları arasında olmalı. Gönüllülerle ya da elçilerle gıda ağları kurmanın, her zaman kentin örgütlü yapısını güçlendirmek için yarar sağlayacağını hiç bir zaman unutmamak gerekir.

Atıkla mücadele

Son olarak atığı azaltmak ve atıkla mücadele etmek… Kentleri bir tüketim canavarından çıkartarak kendisini çeviren bir hale getirecek alanlara dönüştürmek gerekli. Bunun da yolu geri dönüşümden geçiyor.

Eylem planında olmazsa olmaz konular bunlar. Eksiği vardır ve elbette artırılabilir. Örneğin akıllı kent uygulamaları ile hayatı kolaylaştırırken, iklime yararlı olmaktan hiç bahsetmedim, ama olmalı. Çöp olan ve ne yazık ki geri dönüşümü de mümkün olmayan eylem planları yapmak yerine; tüm bir kentle daha uzun süren ama kalıcı ve hedefe ulaşacak eylem planları yapmaktan başka bir şansımız yok.

Paylaş
Yazar:
Koray Doğan Urbarlı