Karadeniz havasıyla, suyuyla, yeşiliyle, Kaçkar sıradağlarına aniden çöküp birden yok olan sisiyle unutamayacağınız manzaralar sunar size. O manzaraların izinde, Kaçkarlar’ın eşsiz güzelliklerine tanık olduğumuz zorlu bir yürüyüş rotasını katettik.
Kaçkarlar, Kuzey Anadolu Dağları’nın doğudaki bölümünü oluşturan ve Doğu Karadeniz sahili boyunca uzanan bir dağ sırası. Batı kesimi 2000 metre yüksekliğe kadar ulaşırken, doğusundaki birçok zirve 3500 metrenin üzerinde. En yüksek noktası ise, 3937 metre yükseklikteki “Kaçkar dağlarının kalbi” olarak nitelenen Kavrun dağ silsilesi. 1994 yılında milli park ilan edilen Kaçkar Dağları’nın büyük bölümü Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi sınırları içindeyken, küçük bir bölümü de Artvin’in Yusufeli ilçesi sınırları içinde.
Isınma turu
Trans Kaçkar yürüyüşü için, 5 kişilik profesyonel rehber ekibimizle beraber, toplam 28 kişi olarak yola çıkıyoruz. Trabzon havalimanında bizleri karşılayan rehberlerimizle Rize’ye geçiyoruz. Yürüyüşümüz Tar Deresi Şelalesi yürüyüş rotasında başlıyor. 2 kilometrelik kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Ayder Yaylası’ndaki otelimize geçerek dinlenmeye çekiliyoruz; çünkü ertesi gün bizi zorlu bir yolculuk bekliyor.
Macera başlıyor
İkinci gün, Ayder yaylasından araçla Palakçur yaylasına çıkarak yürüyüşümüze başlıyoruz. 3100 metreye kadar başlarda az, sonlarda dik eğimli tırmanışlar yapıyoruz. Yemek molasından sonra inişe geçiyoruz. Geçitten yaklaşık 4 kilometre sonra 2300 metrede Salafet Yaylası var. Burada kısa bir mola verip, sularımızı tazeledikten sonra yürüyüşümüze devam edeceğiz. Salafet Yaylası’ndan sonra Karamolla Mezrası’na varıyoruz. Burada çok dik bir yokuş olan 3300 metre yükseklikteki Körahmet geçidi bizi bekliyor. Geçidin dikliğini görünce, “Buraya kadar; gerisini getiremem ben bu yürüyüşün” diye düşünmeden edemiyorum. Ama yürümenin tuhaf bir büyüsü var. Siz o ilk adımı attıktan sonra, bacaklarınız sanki sizden habersiz getiriyor gerisini. 16 kilometrelik bu zorlu yürüyüşü de 10 saatte kazasız belasız atlatıyoruz. Yürüyüşün son kilometrelerinde, Artvin Yusufeli Hevek’teki pansiyonumuza yaklaşmış olmanın yüzlere verdiği mutluluk ifadesi görülmeye değer. Ertesi gün Dilberdüzü yaylasındaki kampa çıkacağımız için herkes dinlenmek üzere odalarına çekiliyor.
Yüksek irtifa yürüyüşü yaparken, rehberimiz Bülent Saraloğlu’nun dikkat çektiği en önemli kural; vücudun yüksekliğe yavaş yavaş alışmasını sağlama gerekliliği. Bu sebeple 2860 metre yükseklikteki Dilberdüzü ana kampına çıkmadan önce, bir diğer adı Yaylalar Köyü olan Yusufeli Hevek’te 1900 metrede konaklıyor, sonraki yüksekliklere vücudumuzu alıştırmaya başlamış oluyoruz.
İrtifa yükseliyor
Üçüncü günün sabahında Hevek’ten başlayan yürüyüşümüz, 2100 metredeki Olgunlar Yaylası ile 2400 metredeki Nasdaf Yaylası’nı aştıktan sonra, 2860 metredeki Dilberdüzü ana kampında son buluyor. 5 saatlik bu yürüyüşten sonra artık kampta dinlenme vakti. Herkesin aklında aynı soru var: Yüksek irtifa bizleri etkileyecek mi?
[Dağ Hastalığı Nedir?]
Yüksek irtifalarda oksijen ve hava basıncı daha az. Buna uyum sağlamak için yeterli zaman olmadığında “dağ hastalığı” denen bir rahatsızlık oluşabiliyor. Akut dağ hastalığı yaşama riski, kişinin yüksek irtifalara alışkınlığı ve bünyesine göre farklılaşabiliyor.
Dağ hastalığının belirtileri genel olarak yüksek irtifaya çıktıktan sonra birkaç saat içinde başlıyor. Hafif vakalarda baş dönmesi, baş ağrısı, kas ağrıları, uykusuzluk, bulantı ve kusma, iştah kaybı, şişlik, hızlı kalp atımı, nefes darlığı gibi rahatsızlıklar görülebiliyor. Şiddetli dağ hastalığının belirtileri ise; öksürük, göğüs tıkanıklığı, soluk görünüm ve ciltte renk değişikliği, yürüyememe veya denge kaybı. Bu gibi durumlarda tıbbi yardım istemek gerekli.
Ben uykusuzluk sorunu yaşıyorum; ayrıca yüksek irtifa gözlerimi şişiriyor. Ekipteki diğer arkadaşlardan bazılarının ise baş ağrıları nüksediyor.
Ama bunlara aldırmaksızın ana kampın tadını çıkarıyoruz; masa başında toplanıp çaylarımızı, kahvelerimizi yudumlamaya, sohbet etmeye koyuluyoruz. Ardından kamp sorumlusu Ayhan Tarhan’ın ekibe hazırladığı akşam yemeğini yiyoruz. Kampın ilk akşamında erken yatmak zorundayız. Sabaha karşı 03:00’te kalkıp zirveye doğru yol almamız gerekiyor.
Zirveye doğru
Saat 03:00’te uyandığımda, kameraman arkadaşım Burcu Camcıoğlu gözlerime ne olduğunu soruyor. Yüksek irtifaya, çadırda konaklamaya alışık olmadığımdan ve soğuk yüzünden en fazla 2 saat uyuyabildiğimden gözlerim aşırı derecede şişmiş. Yine de yürüyüşün keyfi içime işlemiş; zirve tırmanışına katılmak istiyorum.
Dilberdüzü ana kampında kahvaltı yapıp, kasklarımızı, kar kramponlarımızı ve dağ kazmalarımızı alarak, en önemlisi de rehberlerimizin zirve tırmanışı öncesi uyarılarını dikkatle dinleyip tırmanışımıza başlıyoruz.
2860 metrelik Dilberdüzü ana kampından 3937 metre yükseklikteki Kaçkar Dağı zirvesine yürüyüşümüz 5 bölümden oluşacak: Kamp arkasındaki ilk tepe; 3374 metre yükseklikteki Kaçkar Deniz Gölü; 3500 metre yükseklikteki karar noktası; 3700 metre yükseklikteki balkon ve 3937 metre yükseklikteki zirve.
Bu yüksekliklere ulaştığımızda vücudumuz dağ hastalığı belirtilerini gösterebileceğinden, her aşamada kendimizde gördüğümüz değişiklikleri rehberlerimize bildirmek zorundayız.
Yürüyüş başlıyor ve daha ilk tepede, ekip arkadaşlarımızdan biri, mide bulantısı ve baş dönmesi sebebiyle kampa geri dönüyor.
Yürüyüşümüz genel olarak büyük taşlar üzerinde, ara ara toprak zeminde, bazı yerlerdeyse kar ve buzda yürüyerek geçiyor.
3460 metreye çıktığımızda, hayatımızda asla unutamayacağımız bir manzarayla karşılaşıp, bütün zorlukları anında unutuyoruz. Kaçkarların mavi gözü, “Büyük Deniz Gölü” tüm heybetiyle bizi kucaklıyor.
Büyük Deniz, bir buzul gölü ve dünyanın bu yükseklikteki en derin ikinci gölü. Derinliğinin 70 metre olduğu söyleniyor. Ekim ayından itibaren beyaza kesen göl, Temmuz itibariyle yavaş yavaş buzlarını çözerek mavi renge bürünüyor.
Göl etrafında mola verip fotoğraf ve video çekimlerimizi yapıyor; doğanın bize sunduğu bu eşsiz manzarayı ölümsüz kılıyoruz.
Tamam mı devam mı?
Bundan sonra istikamet 3500 metre yükseklikteki karar noktası. Giderek dikleşen yokuş bir hayli zorluyor ekibi. İşte her şey burada başlayacak.
Karar noktasına vardığımızda Büyük Deniz Gölü’ne tepeden bakıyoruz. Ülkemizin böylesine cezbedici bir doğaya sahip olmasından ve bu gölü görmekten dolayı ne kadar mutlu olduğumu düşünüyor, kendimi çok şanslı hissediyorum.
Bundan sonra zirve çıkışını kendine gerçekten güvenenler yapacak. Ekip arkadaşlarımızdan bir kısmı rehberlerimizden Okan Yenigün’le beraber kampa geri dönmeye karar veriyor. Rehberimiz Bülent Saraloğlu iki gündür uyumadığım ve yorgun olduğum için benim de onlara katılmamı tavsiye ediyor ama bu şansı bir daha yakalayamayacağımı ve yürümek istediğimi söylüyorum. 16 kişi kalıyoruz.
Bundan sonraki hedefimiz 3700 metredeki zirve öncesi balkon. Karar noktasından balkona, inişli çıkışlı, karlı ve taşlı bir yoldan 2,5 saatte varıyoruz. Herkesin yüzüne, buraya kadar varmış olmanın mutluluk ifadesi yansıyor.
Bir dinlenme molası veriyor, bizden önceki grubun zirveye çıkışını izliyoruz. Öndeki kalabalık grup bir noktada uzun süre beklerken üç kişinin geri döndüğünü görüyoruz. Onları bekleyip neden döndüklerini soruyoruz. İzmir’den gelen bu dağcı grup, zeminin buzlu ve kaygan olduğunu, bizim de çıkmakta çok zorlanacağımızı söylüyor.
Rehberimiz Bülent Saraloğlu, diğer iki rehberimizi gönderip zemini kontrol ettiriyor. Öndeki dağcı gruptan birkaç kişinin düştüğünü görüyoruz ve geri dönen rehberlerimiz de gitmemenin daha doğru olacağını belirtiyor. Biz de kumanyalarımızı yiyor, dinleniyor, zirvenin bir alt katında etrafı fotoğraflıyor, enerjimizi toplayıp kampa doğru dönüyoruz. Kendimizi tehlikeye atmamamız gerektiğinin bilincindeyiz.
Kampa dönüş
12 saatlik yürüyüşten sonra kampa dönmenin mutluluğu, anlatılmaz yaşanır. Gelsin çaylar.. Sonraki günü kampta dinlenerek geçirecek olmanın mutluluğu da ayrı. Kamp hayatına da iyice uyum sağlamış durumdayız artık.
Kamp gününü kimi kitap okuyarak, kimi güneşlenerek, kimi etrafı gezerek değerlendirirken, biz de çekimlerimizi gerçekleştiriyoruz. Muhteşem bulutlar üzerimizden hızla geçerken timelapse kameramızı kuruyoruz. Kamp akşamında ateş başında tenekede tavuk pişiyor. Akşam yemeğinden sonra ateş başında sohbete koyuluyoruz. Kaçkarların yıldızları ve soğuğu bize eşlik ediyor.
Ertesi gün, üç günlük kamp serüvenimizi, bavullarımızı katırlara teslim ederek bitiriyoruz. Yaylalarda mis kokulu çiçekler arasında, Kaçkarlardan akan su sesi eşliğinde Naletleme Geçidi’ne çıkıyoruz. Burada sis basıyor ve görüş mesafesinin az oluşu sebebiyle yol üstündeki göletleri göremeden Çaymakçur yaylasına varıyoruz. Burada bizi araç karşılıyor ve Ayder’deki otelimize götürüyor. 3 günlük kamp sonunda herkes duş alabileceği için çok mutlu. Buradan sonra Kaçkarlar bizi bir rafting macerası ve horonlarla evlerimize uğurlayacak.
Maceranın tadı
Kamplı bir tur yapacağımızı ilk duyduğumda, duş alamayacak olmak, kampta tuvalet olmayacağını bilmek, 2860 metrede çadırda nasıl uyuyacağımı düşünmek, en başta biraz tedirgin etmişti doğrusu beni. Artvin Yusufeli’nden yola çıkıp 5 saat yürüyerek Dilberdüzü kampına vardığımızda ise aklımdakinden bambaşka bir manzarayla karşılaştım. Kamp, karlı dağlar arasında kalmış bir düzlükte Şirinler’in kurduğu bir köy gibiydi. Yeşil bir alanda, masmavi gökyüzü altında, gündüzleri pamuk gibi bulutların hızla üstümüzden geçtiği, geceleri ateş başında yıldızlar altında geçirdiğimiz saatler buranın bir masal diyarı olduğunu kanıtlar gibiydi. Güzel arkadaşlıklar kurduk, sohbetler ettik, 5 günde 63 kilometre yol kat ettik. Kamp yemeklerinin, dağ soğanının tadına vardık. Farklı, ekstrem bir rotada saatlerce yürüdük; ne duş alabildim ne de uyuyabildim ama inanın hepsine değdi. Hiçbir şey bu büyülü atmosferi bozmaya yetmedi. Sadece keyif için bir kez daha bu rotaya gidip, çekim ekipmansız rahatça zirveye çıkmayı göze alabilirim tekrar.
İnsanın kendini denemesi, sınırlarını bilmesi için Trans Kaçkar rotasını deneyimlemesi gerek. Bu rotanın sizi Kaçkarların binbir çeşit bitkisiyle, birbirinden muhteşem yaylaları, eşsiz dağları, şırıl şırıl akan dereleriyle buluşturacağına emin olabilirsiniz. Muhteşem manzaraları fotoğraflamakla kalmayacak bu güzel coğrafyaya bir kez daha aşık olacak, huzuru, aşkı, mutluluğu o dağlarda bulacaksınız. Bu güzellikleri bizden sonraki nesillerin de görebilmesini umut ediyorum.
Böylesine ekstrem bir rotayla bizleri buluşturdukları, yürüyüş sınırımızı görmemize vesile oldukları için sevgili rehberlerimiz Bülent Saraloğlu ve Okan Yenigün’e tüm yürüyüş ekibimiz adına bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bir gün bu masalın içinde yerinizi almanız dileğiyle…
Banu Acar