2023 KAHRAMANMARAŞ DEPREMİEditörün SeçtikleriManşetTürkiye

Bir foto-muhabirin gözünden deprem -2: O beyaz halıları bir hafta önce yıkamıştım

0

Haber/izlenim ve fotoğraflar: Gürcan ÖZTÜRK

Drone: Cevat EZGİN

*

2. GÜN ARSUZ

Arsuz’da kaldığımız Denizkızı Pansiyon sahilde beyaz boyalı, eski ve iki katlı bir bina. Sanki 80’lerde kalmış, plajı da öyle, kumu çok ince ve güzel. Şubat ayının sonları olduğu için sabahları çok soğuk. Küçük odamızda, dalga sesiyle, telefonun alarm sesi birbirine karışıyor,  uyanıyoruz. Saat 06.30, dinlenebilmiş değiliz. Malzemelerimizi hazırlayıp, bardaklarda hazır çorbamızı içiyoruz.

Fransızların ayak seslerini kapımızın önünden usulca  geçerken duyuyoruz. Hareketlerimiz hızlanıyor birden ve üzerimizi sımsıkı giyip aşağıya iniyoruz. Sırtımızda fotoğraf malzemeleri, elimizde termos, içinde sıcak çay…

Kurtarma ekibi, sahilde köpeklerini gezdiriyor; siyah ıslak burunlu ve kahverengi siyah alacalı…

Bir tanesi benim olsun istiyorum, ama kedimiz Jüpiter ne der ki? Bence sever… Cezayir asıllı Nessim ve köpeği Ray’in sahilde koşup oynamasına katılıyoruz bir süre. İyi geliyor koşmak, solumda sonsuz Akdeniz, sağımda sevimli Ray… Nessim geride kaldı.

Fransız arkadaşlarımız, 99 depreminde de Türkiye’de insan kurtarmaya gelmiş. Hepsi, profesyonel itfaiyeci; farklı şehirlerde yaşıyorlar ve deprem haberini alır almaz Monaco’da buluşup Adana Havalimanı’na gelmişler. Ve bu güzel insanlar, Türkiye’ye gelebilmek için ücretsiz izin almış.

Hepsine çok saygı duyuyorum: Bir tarafta hiç tanımadığımız, hiçbir karşılık beklemeden enkazın altında hayatlarını, sağlıklarını riske atan bu insanlar; bir tarafta, çok iyi tanıdığımız, hırsız müteahhitler, ahlaksız siyasetçiler, rüşvetçi bürokratlar, depremzedelere, çadır satan Kızılay, beton ve para seviciler…

Güneş ışıkları Akdeniz’in tuzlu sularını ısıtmaya başladı. Arsuz merkeze doğru yola çıkıyoruz. Arsuz, İskenderun’un 30 km. güneyinde, tarihi ve küçük bir tatil bölgesi. Arsuz Otel’den yaşlı bir kadın canlı kurtarılmış. Enkaz altında hala canlı insan olabileceği bilgisi geldiği için, bugünkü ilk durağımız burası.  Otelin bahçesine giriyoruz, dörder katlı, iki ayrı ana binadan oluşuyor otel. Depremden sonra, iki katlıymış gibi, ikici ve üçüncü katlar ağır hasarlı. Bahçesinde palmiye ağaçları, sahile sıfır ve sarı kumu… Enkazda, 4-5 kişilik sivil kurtarma ekipleri, 1 manga asker ve bir kepçe çalışıyor… Askerleri ilk kez otelin bahçesinde çalışırken fark ediyorum…

“Neredensiniz” diye soruyorum, Ankara’dan gelen jandarmalarmış…

Ulaş, Fransızlarla, yerli arama kurtarma ekiplerinin iletişimini ve koordinasyonunu sağlıyor. Cevat, bu bölgede sadece otel binası yıkıldığı için, drone uçurmuyor, koşarak enkaz altında çalışmaya başlayan Fransızlara yardım etmeye başlıyor. Daha iki hafta önce, Göztepe’den, Karşıyaka’daki kokoreççiye böyle koşarak gitmiştik. Canım Cevat…

Patrick ve ekibi, kurtarma ekibinden bina ve enkaz altındakiler hakkında bilgi alıyor.

İlk yaptığı iş, otelin duvarlarını yıkan kepçeyi durdurmak oluyor.  Binaya bir merdiven isteniyor ve ekipten, Yunan asıllı Niko, canlı olduğu düşünülen kata çıkıyor. Sessizlik… Komuta sadece denizden bahçeye yayılan dalga sesleriyle başımızın üzerinde uçuşan martı ailesinin sesleri uymuyor.

Dinlemeden sonra, Patrick çalışılacak bölgeyi tespit ediyor ve betonun kırılması için hilti istiyor. Ve ekip betonu kırmaya başlıyor. Bir yandan da askerler enkazın altında çalışıyor.  Ayakta durmaktan dizlerim ağrıdı; otelin merdivenlerine oturup insanları seyre dalmışken, bir kadının tiz sesiyle irkiliyorum. Kırmızı kazaklı, beyaz başörtülü, basma etekli zayıf ve esmer bir kadın. Yanında arkadaşıyla dertleşiyor: Aradığımız kişi bir erkek, ve kurtulan yaşlı kadının oğlu, otelin sahibi. Yaşlı kadın ise Alzheimer… Ablanın, ailenin hizmetçisi olduğunu anlıyorum. Kocaman, nemli ve kara gözlerini kısarak, sesini kısarak hayıflanıyor arkadaşına: “Daha bir hafta önce yıkamıştım o beyaz halıları…”

İnsanların hikayelerini, isimlerini, yaşlarını, işlerini dinlemekten yorgunum. Hikayeleri dinlemek ağır bir yük gibi, insanın aklından bir türlü çıkmıyor. Hayatta olan yaşlı kadının Alzheimer hastası olması iyi mi, kötü mü? Bilemiyorum.

Çalışma bölgesinden uzaklaşıp sahile iniyorum. Bir küçük mola, kaçamak…

Sahilde, bir ahşap sandalyenin üzerine malzemelerimi bıraktım. Öyle hafifledim ki!

Şimdi uzaklara bakıyorum, denizin mavisi çok güzel, plajın kumu sıcacık, hafiften gelen bir deniz esintisi…Palmiyeler, otelin tülleri salınıyor.  Burada tatil yapan insanları düşünüyorum;  ne güzeldir, ne eğlencelidir yazın burası… Peki, artık gelmek isteyecekler mi?

Hatay, Türkiye’nin en özel kentlerinden biridir; insanlarıyla, birlikte yaşayan etnik gruplarıyla, çok kültürüyle… Mis yemekleri, mezeleri, zeytinyağı… İskenderun’un Jumbo karidesi ve humusu enfestir. Ve Hatay bu memlekette rakı içilecek en güzel şehirdir… Öyleydi yani. Ya şimdi? İnsanlar ne zaman evlerine, şehirlerine ve hayata dönecek? Dönebilecekler mi?

Ulaş sesleniyor, “hadi gel” diye. Patrick ve ekibi, yaklaşık üç saatlik bir çalışma sonrası, enkazda canlı insan olmadığı konusunda hemfikir. Buradaki çalışmamızı bitiriyoruz. Üzgünüz…

Siteler bölgesine yola çıkıyoruz, burası Arsuz’un en çok yıkım gören yerleşim bölgesi. 15 sene önce yapılmış, beş katlı binalardan oluşan blok binalar. Sulak ve hatta bataklık gibi çamurlu bir zemine inşa edilmişler. Binaların tamamının zemine doğru çöktüklerini görüyoruz. Bütün katlar, tek bir kat haline gelmiş. Daha çok yazlık gibi kullanılan binalar, okulların şubat tatili bitince boşalmış Allahtan. Yaşayan az insan varmış burada. Bu iyi bir haber. Yürüyerek, binaların arasında geziniyor ve fotoğraf çekiyorum.

Binaların dış duvarlarına notlar yazılmış. “Bu bina kontrol edildi. Bu binada kimse yok” vs. Terkedilmiş, insansız, sadece kurtulan birkaç hayvanın ortalıkta şaşkınlıkla gezdiği bir bölge… Yıkılan duvarlardan odaları, perdeleri, mobilyaları ve hatta duvarlarda asılı aile fotoğraflarını bile tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz dışarıdan.

Çağrı üzerine, bir enkazda birlikte çalışan yerel itfaiyecilerin ve bir kurtarma ekibinin yardımına koşuyoruz. Binanın ikinci katında mahsur kalan bir aileyi çıkarmaya çalışıyorlar. İkinci kat zeminle birleşmiş. Arama kurtarma ekibindeki bir arkadaş bir saatte kurtarabileceklerini söylüyor aileyi. Patrick sessizlik istiyor ve dinleme yapıyorlar. Köpekleri istemiyor… Anlıyoruz ki, pek yaşam umudu yok. Ama aileyi her koşulda çıkarmak istiyor ekip… 5 kişilik bir aile, anne, baba, kız ve erkek çocuklar… Yakınları bekliyor…

Hava kararmaya başladı, aile evin mutfağında. İkinci kattaki mutfağın tavanının yüksekliği zeminden 1.5 metre seviyesine düşmüş. Ekip tavandan mutfaktaki aileye ulaşmaya çalışıyor. Soğuk artıyor, karanlık artıyor, ağır insan kokuları artıyor, yorgunluk artıyor…  Yaklaşık 1,5 saat sonra tavan kırılıyor. Ve tavandan delik açılıyor ama aileye ulaşmak mümkün olmuyor. Çünkü buzdolabı ailenin üzerine düşmüş ve tamamen yolu kapatmış ve onları sıkıştırmış.

Şimdi buzdolabını da kesip aileye ulaşmaya çalışıyor ekip. Üçüncü katın mutfağındaki yeşil zeytin bidonundan zeytinler saçılmış binanın bahçesine. Ev eşyaları, ayakkabılar, bir bisiklet, balkondaki çiçekler, bahçede dağınık halde…

Buzdolabı küçük parçalar halinde parçalanıyor. Çalışma bölgesinde elektrik yok. Jeneratörden elektrik alınıyor ve çalışma alanı araba farlarıyla aydınlatılıyor…

Ekip, aileyi buzdolabının küçük bir deliğinden görüyor. Kimsede yaşam belirtisi yok. Uzun uğraşlar sonunda buzdolabı tamamen ailenin üzerinden temizleniyor ve parçalar bahçeye atılıyor. Meraklı ve endişeli, mutfağa giriyorum. Tavandan aşağıya doğru bakıyorum aileye… Muhtemelen deprem anında, mutfaktan kaçmaya çalıştılar ama başaramamışlar…

Baba tüm gücüyle, kocaman kollarını açmış, ve gövdesini siper etmiş, eşini ve çocuklarını binadan korumak için.. Zaman onlar için deprem gecesinde donmuş kalmış. Onlarca fotoğraf çekiyorum, ancak sadece bir kareye bakabiliyorum. Tüm ekip, gördüklerinden çok derin etkilenmiş halde. Hüzünlü ve uzun bir sessizlik Herkesin gözleri nemli, kimse birbiriyle göz göze gelemiyor. Çok sarsıcı, çok sert. Şamatacı Niko’nun bile ağzını bıçak açmıyor…

Deniz Kızı’na doğru yola çıkıyoruz… Umudumuz, birazcık dinlenmek, uyumak ve ‘normale yakın’ bir hale gelebilmek… Belki kısa süreliğine gördüklerimizi unutmak… Ama mümkün mü?

Devam edecek…

You may also like

Comments

Comments are closed.