Hafta SonuManşet

“Beyaz Adam” geziyor – Selcen Küçüküstel

0

Bu yazı, yazarının da onayı ile magmadergisi.com/ dan alınmıştır

Eee ama bunların cep telefonları var! Kültürleri bozulmuş.

Sonbahar obasında rengeyiklerini sabah bıraktığı yerden getirmiş çadırın önündeki ağaçlara bağlayan Boyuntuktuk’a yardım ederken yanımıza gelen bir turist şaşkınlık içinde bana böyle demişti. Ne de olsa alanda çalışan ve kendi “medeniyet” bölgesinden gelen bir antropolog olarak ben de bu “bozulmuş” yerlilerden şikayet ediyor olmalıydım. Bunca yol gelmiş, o kadar para harcamış olan turist arkadaşımız ta buralara kadar cep telefonu kullanan yerlileri ve etrafta onun gibi dolaşan turistleri görünce buraların “bozulmuş” olduğuna karar vermişti. Halbuki o rahat konforlu hayatını bırakıp buraya kadar “değişik kültürleri” görmeye gelmişti. Bu “ilkel yerliler” bile bu hale geldiyse dünyanın çivisi çıkmış olmalı!

İşin doğrusu bu olay sadece benim başıma gelen ve bir kez olan münferit bir olay değil. Alanda çalışan antropologlar olarak bu hayal kırıklığı yaşayan insanlarla çoğu zaman yüzleşmemiz gerekiyor. Yıllar önce Türkiye’de göçerlerle çalışan bir arkadaşımın da söyleşisinde önce anlattıklarını heyecanla dinleyen, sonra da fotoğraflardan birinde çadırın içindeki bir televizyonu gören bir üniversite öğrencisinin tepkisi hâlâ aklımda.

“Nee burada bile televizyon mu var? Bu insanlar da bozulmuş yazık!”

Dolayısıyla bu yaygın zihniyet ister kuzey Moğolistan’ın ırak vadilerinde olsun ister Torosların Yörük çadırlarında, her yerde karşımıza çıkıyor! Her ne kadar bu tepkileri verenlerin çoğu farkında olmasa da bu hayal kırıklıklarının dayandığı nokta ne yazık ki çok eskilere dayanıyor; sömürgeci zihniyet. Beyaz adamın keşif aşkı ve “ilkel” yerlileri yargılama arzusu… Çünkü bu kalıplaşmış dünya bakışında sadece zıtlıklara yer var; yerliler ya bozulmamış kültürleriyle doğada yaşıyorlardır ya da bozulmuş ve cep telefonu kullanıyorlardır! Dolayısıyla zamanında yerlileri ilkel ve “bizden” olmamakla suçlayan “beyaz adam” şimdi yeni dünya düzeninde sömürgeci yerine turist olarak gittiği yerlerde aynı yerlileri bu sefer “fazla kendinden” olmakla suçlamaktadır. Dolayısıyla yargılamanın çeşidi değişse de, yerli halkların hayatları ve nasıl yaşamaları gerektiği konusunda fikir beyan etme yarışı hâlâ devam etmektedir.

Buraya kadar tamam, hayal kırıklığına uğramış birkaç turist çok da sorun değil diyebilirsiniz. Yalnız ne yazık ki tam da bu zihniyet bugün dünyanın dört bir yerinde hayatta kalma mücadelesi veren yerli halkları ciddi anlamda etkilemekte. Bugün dünyanın hemen her yerinde halen göçer yaşamı sürdüren halklar, Amazon yerlilerinden tutun kuzey Moğolistan’a, kutuplarda Inuit’lerden Güney Afrika’da Kung San’lara kadar hepsi, topraklarının sömürgeci güçler tarafından işgal edilmesiyle mücadele halindeler. Ya bulundukları yerlere dev barajlar yapılıyor, ya ormanları keresteciler tarafından talan ediliyor ya da “çevre koruma” adı altında yaşadıkları topraklardan atılıyorlar. Bu mücadele, yani gezegenimizde kalan son göçer ya da küçük toplulukların başına gelenler hepimizin gözü önünde gerçekleşen yeni bir kültürel soykırım aslında. Kuzey Amerika yerlileri (Kızılderililer) Amerikalılar tarafından katledildi diye üzülürken, şu an 2018 yılında hâlâ bir çok bölgedeki yerli halklar ya kendi hükümetleri ya da büyük şirketler tarafından topraklarından atılarak soykırıma uğruyorlar!

İşte bu noktada az önce bahsettiğim beyaz adam zihniyetli turistin hayal kırıklığı yerli halkların bu mücadelesinin karşısına çıkan en bilindik zihniyet ve engellerden birisi maalesef. Topraklarında hâlâ sürdürülebilir geçimlerini sağlayan, doğaya saygılı, ancak tüketecekleri kadar harcayan bu topluluklar kendi topraklarında yaşamak için mücadele vermeye çalışırken sömürgeci zihniyetin cevabı hazır:

“Artık geleneksel yaşamıyorsun ki, tişörtün var! Kültürün bozulduğuna göre, zaten doğayla barışık da değilsin. Dolayısıyla bizim dışarıdan sana müdahale etmemizde de bir sorun yok”

Yani kısacası yüzyıllardır öyle ya da böyle yerli halkların hem topraklarına hem kültürlerine yapılan saldırı devam ediyor. Yaşamaları gereken kriterler belli, “beyaz adamın” keyfine göre yaşamalılar.

Yukarıda anlattığım olay dünyanın birçok yerinde yaşanırken, ben de bizzat Moğolistan’daki alan araştırmamda gözlerimin önünde benzer bir olayla karşılaşmıştım. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi Moğolistan’da Dukhaların yanına gittiğim üçüncü yıl hepimiz taygada otururken bir gün görevli koruyucular gelmiş ve Dukhaların yaşadığı yerde av yasağı ilan edildiğini söylemişti. O gün insanların suratındaki ifadeyi hâlâ unutamıyorum, ellerine tutuşturulan bir kağıt üzerinde hangi hayvanı avlarlarsa ne kadar cezası olacağı yazıyordu. Yüzyıllardır bir sürü kurala uyarak avlanan ve taygada yer iyelerinin (ruhların verdiğine inandıkları, hayvanları vurduktan sonra özür dileyen, ayıyı bile kural olarak arkasından vurmayan bu insanların karınlarını doyurma biçimleri bir günde engellenmişti. Burayı artık hükümet Dukhalardan koruyacaktı. Bunun karşılığında bir süre sonra Dukhalara para vermeye başladılar.

“Avlanmayın alın size para, gidin et satın alın!”

Şimdi burada avcı toplayıcı (derleyici) halklar için avcılık ne demek olduğundan, toprakla ve doğayla kurulan ilişkide insanın avladığı hayvanları yemesinin, tüm ekosistem içinde onu diğerleriyle eşitlikçi bir konuma nasıl yerleştirdiğinden ve bu döngü bozulduğunda tüm sistemin nasıl değiştiğinden uzun uzun bahsetmeyeceğim. Yine her yerde olduğu gibi oranın sakinlerine sormadan karar veren baskın güçler Dukhaları da yüzyıllardır yaşadıkları taygada nasıl hayatta kalacaklarını bilmez halde bırakmıştı. Rengeyiklerini hâlâ besleyen ancak sadece binek hayvan ve süt için kullanan bu halk ellerine para geçmesiyle geçirdikleri değişim ve avlanma yasakları için belki de göçer hayatı bu yüzden bırakmak zorunda kalacaklar, kim bilir…

"Beyaz Adam" Geziyor 1

Bunları anlatmamın nedeni birkaç gün önce başıma gelen ancak kişisel düzeyde önemli olmasa da sıklıkla karşılaşılan bir zihniyete karşılık fikir alışverişi yapma imkanı yaratmak. Dukhaların yanına gitmiş, çok takipçili bu turistlerden biri geçtiğimiz günlerde bir video paylaşmış. Uzun uzun obayı çeken turist, videonun sonunda Dukhâlârın bölgesinde yapılan bu zulümden hiç ama hiç bahsetmeden hemen başlamış yargılamaya, söylediklerini toplarsak eğer şöyle:

“Devlet Dukhalara para veriyor, bu yüzden iyice tembelleşmişler, zaten yerlerde çöp de vardı, hiç de öyle anlatıldığı gibi doğayla barışık değiller. He bir de kültürleri de kalmamış, ayyaş olmuşlar, zaten cep telefonları bile var! ”

İşte bilir kişi “beyaz adam” gene karşımızda! Hayatta kalma mücadelesi veren 200 kişilik bir halkın hükümetleri tarafından nasıl kültürel soykırıma uğradıkları, yüzyıllardır yaşadıkları geçim biçimlerinin nasıl dışarıdan gelen müdahaleyle bozulduğu ve yardıma muhtaç hale getirildiklerinden bahsetme gereği bile duymadan, ya da zaten belki de olan biteni anlama yetisine sahip olmayan bir “beyaz adam” yerlileri yargılıyor. Üstelik kendinden emin, sadece yanlarında üç gün kalarak hayatlarına dair her şeyi hemen anlamış! Hatta anlamakla da kalmamış, ben dahil bölgede yıllardır çalışan ve Dukhaların doğa ile barışık yaşadıklarını yazan araştırmacıları da suçluyor. Üstelik yazılarımızda yazdığımız değişim ve görüntülerde gösterdiğimiz teknolojik aletler de ona yetmiyor, yerlileri kötülememiz gerek. “Yani, bu insanları çok toz pembe gösteriyorsunuz ama ben gittim gördüm! Olay anlatıldığı gibi değil.”

Ben şimdi burada Dukhaların yanlarında kaldığım aylar boyunca şahit olduklarımdan uzun uzun bahsetmeyeceğim. Nehirlerinde kirlenmesin diye ellerini bile yıkamayan, hamile bir hayvanı yanlışlıkla vurduğu için şamana gidip günlerce kabus gören, avladıkları hayvanları her daim paylaşan, ormanlarını koruyan ruhlara sunumlarda bulunan bu insanlardan şu an bahsetmeyeceğim. Bunların hiç birinin bir önemi yok çünkü, “beyaz adamın” cevabı her yerde hazır: “Ama cep telefonları var! Doğayla barışık olamazlar, yalan atma!”

Burada ilginç olan ve olayı bu yazıya konu yapmaya değer kılan ise yine yukarıda bahsedilen konuya geliyor. Çünkü bu yargılayıcı turistin söylemleri çok tanıdık. Hem de dünyanın her yerinde kullanılan söylemler! Bunlardan en tipik olanı “tembelleşmişler” suçlamasıdır ve söyleyen kişinin bilinç altında yatanları ortaya koyar. Eski sömürgeci etnografyalardan tutun, bugün “gelişim” adı altında gittikleri ülkelere sanayi, medeniyet götüren “beyaz adam” hep aynı iddiayla gelir.

“Burada insanlar tembeller! Bütün gün yatıyorlar..”

Kapitalist sistemin içinden çıkan bu zihniyet, yerlileri hep ama hep tembellikle suçlar. Herhalde sabah erkenden kalkıp mesaiye gitmeleri mi bekleniyordu, henüz tam anlamış değilim ama bu suçlama hiç şaşmaz. Ünlü antropolog Richard Lee, Kung’lar arasında yaptığı çalışmada avcı toplayıcıların karınlarını doyurmak için haftada ortalama şu kadar saat çalışmasının yeterli olduğunu yazdığında bu tartışmalar oldukça alevlenmişti. Eleştiren kişileri de, “Galbraithean way” bakışı olarak niteleyerek, kapitalist düzenin insanın gereksinimlerini sonsuz olarak görmek istediğinin altını çizmişti. Aslında insanoğlu çok daha az çalışıp, kendilerine vakit ayırarak hayatta kalabiliyordu, avcı derleyici toplumlardaki araştırmalar bunu ortaya koymuştu, ama bu durum kapitalist sistemin hoşuna gitmemişti. Bu yüzden “tembellik” ithamları klasik bir zihniyet olarak bugüne kadar devam etti.

"Beyaz Adam" Geziyor 2

Antropoloji derslerinde ibret olarak anlatmak adına çok güzel bir malzeme çıkarmış turist arkadaşımızın diğer bir söylemine bakalım, “ayyaş yerliler” ithamına. Bugün dünyanın birçok yerinde toprakları ve geçim biçimleri ellerinden alınan yerli halklar gerçekten de alkol sorunuyla boğuşmaktalar. Peki biraz beyin fırtınası yapalım. Sizce Aborjinlerin, Amerika yerlilerinin, Inuitlerin (Eskimo), Kamerun ormanlarında ziyaret ettiğim Bakaların ve geçim biçimleri zorla değiştirilmiş diğer yerli halkların hepsinin aynı sorundan mustarip olması bir tesadüf olabilir mi? Araştırmacıların da defalarca yazdığı gibi, özellikle göçer halklar zorla yerleşik hayata geçirildiklerinde hemen her zaman ana akım toplumun en alt kademesinden sosyal hayata başlarlar. Yıllarca kendilerine yeter bir şekilde yaşadıktan sonra çoğu zaman kapitalist sisteme uyum sağlayamazlar ve maalesef birçoğu depresyona girip bağımlılık sorunu yaşar. Fakat “otantik” bir hayat bulma umuduyla bölgeye gitmiş turist ya da hükümet çalışanı bunlarla ilgilenmez ve Kuzey Amerika yerlilerini (Kızılderilileri) yargılamaya hazırdır; “ayyaşlar”!

Bugün Dukhalar için neyse ki bu sorun çok düşük düzeyde, obada genellikle alkol olmuyor, daha çok köye indiklerinde ve birisi obaya getirdiğinde içiyorlar ama uzun vadede onların da aynı soruna saplanmayacaklarını bilmiyoruz. Ancak buradaki mesele zaten Dukhalar meselesi değil, yargılayan “beyaz adam” zihniyeti. İster Dukhalara olsun ister diğer halklara, bu yargılar hep ama hep aynıdır. Neyse ki bizim örneğimizdeki gezgin Dukhaların yanında yaşamlarına daha fazla tanık olma imkanı bulamamış. Örneğin benim evinde kaldığım Boyuntuktuk dahil olmak üzere obada hiç evlenmediği halde çocuk sahibi olan kadınları filan bilmiyor. Kim bilir belki bu yüzden Dukhalar başka ahlaki aşağılamalara da maruz kalacaktı; “Ben gittim gördüm, aile diye bir şey kalmamış!” Bu örnekler daha çoğaltılabilir.

"Beyaz Adam" Geziyor 3

*Magma Dergisi yazar ve fotoğrafçısı, antropolog. Doktora çalışmasını Humboldt Üniversitesi’nde Dukhalar üzerine yaptı.

Peki yerlileri hiç eleştiremeyecek miyiz yani? Kimi zaman belki o kadar da doğayla barışık değillerse sesimizi çıkarmayalım mı? İşte bu sorunun cevabı bana göre bir vicdani muhasebeye ve politik duruşa dayanmaktadır. Örneğin şiddet görmüş bir kadınla ilgili açıklama yaparken, “ama ben gördüm o da çok açık giyiniyordu” der misiniz? Ya da çöpte yiyecek arayan ayının yaşam alanının nasıl talan edildiğinden bahsetmeden onu “saldırgan” olmakla suçlar mısınız? İşte bunlara vereceğiniz cevap vicdani ve politik duruşunuzun göstergesidir. Yerli halkların içinde bulundukları durumdan hiç bahsetmeden, ki mücadeleleri çok zor bundan emin olun , yerlilere hemen üç günde tembel ya da ayyaş etiketini yapıştırmanın diğer örneklerden farkı yoktur. Zaten bugün kadınlara, hayvanlara ve yerli halklara karşı gerçekleşen tüm baskıların kaynağı da aynı indirgemeci bakış açısının eseridir.

Kısacası diyeceğim o ki “beyaz adam” ölmedi, o her yerde! Sadece günümüzde şekil değiştirdi, sömürgeci yerine “gezgin” kılığına girdi.

Not: Bugün dünyanın değişik yerlerinde yerli halkların yaşadığı bu haksızlıklar ile ilgili daha detaylı okumak isteyenler “Survival International” ve “Cultural Survival” gibi sivil toplum örgütlerinin sitelerinden bilgi sahibi olabilir.

Bu yazı, yazarının da onayı ile magmadergisi.com/ dan alınmıştır

.

.

Selcen Küçüküstel

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.