Köşe YazılarıManşetYazarlar

Arkamızda çöp dağları oluşturduğunuz bir bayramın ardından

0

İhap Hulusi Görey’in, Cumhuriyet’in ilk yıllarında faaliyet gösteren “Saygısızlıkla Savaş Derneği’ne hazırladığı afiş beni epey düşündürdü.

Türk grafik sanatının kurucusu, Kınalıadalı Görey yaşamının büyük bir bölümünü Ada’da geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve birçok devlet kurumunun kurumsal ve görsel kimliğini oluşturdu.

Bu gördüğümüz afişi de muhtemelen Ada’daki çalışma masasından, bir zamanlar pırıl pırıl olan Marmara Denizi’ni seyrederek çizdi. 1930’larda Kulüp Rakısı etiketini, 1932’de Atatürk‘ün siparişi üzerine Türk Alfabesi‘nin kapağını yaptı;  Ziraat, Türkiye İş, Yapı ve Kredi, Garanti, Sümerbank, Emlak Kredi, Türk Ticaret bankalarıyla Maliye Bakanlığı, Türk Hava Kurumu, Kızılay, Yeşilay, Tariş için bugün hala kullanılan tasarımları üretti.

Kulüp Rakısı etiketini,  en keyifli günlerini geçirdiği Kınalıada’da,  yakın dostu şair, yazar, eğitmen ve milletvekili Fazıl Ahmet Aykaç ile sohbetlerinden esinlenerek, ölümsüzleştirmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Etikette görülen iki kişinin de İhap Hulusi ile Fazıl Ahmet Aykaç olduğu rivayet edilir.

Ücretsiz taşımayla Adalara hücumun sonuçları

Cumhuriyet bir toplumsal dönüşüm projesiydi. Ancak o günden bu yana çok şey değişti. İhap Hulusi’nin kurumlar için hazırladığı afişlerden de geriye pek azı kaldı. Kalanların bir bölümüne ise o günkü amaçlarının dışında anlamlar yüklendi.

Bu gün ise başka bir toplumsal dönüşüm projesi; hayatımızın her alanına giren “Tek Adam-İslami Dönüşüm” projesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Bu dönüşümün mekansal ve toplumsal izdüşümlerini de bayram vesilesiyle yine-yeniden ortaya çıkan çöp yığınlarında, toplumsal davranış biçimlerinde bir kez daha gördük. Nedenlerini bazıları eğitim eksikliğine, kimileri göçe, nüfusun yoğunluğuna ya da neoliberal ekonomilere bağlasa da Adalıların görüşü, bayramlarda uygulanan ücretsiz Ada ulaşımı. Bayram tatillerinde Adalara gelmek isteyenlerin oluşturduğu uzun kuyruklar ve  deniz yolları ile salkım saçak taşınan vatandaş fotoğrafları ve videolarının, change.org’ta başlatılan imza kampanyalarının neyi gizlediğini görmezsek, ottan, çöpten, ahlaktan, eğitimden bahsederek dar alana sıkışıp kalacağız.

Bayram süresince ortaya çıkan çöp dağları sadece Prens Adaları’nın sorunu değil. Ege ve Akdeniz bölgesinin küçük beldelerinde de durumun farksız olduğunu her yıl üzülerek izliyoruz. Adalarda sorunun daha büyüme sebebi, onun Ada oluşu elbette, kaçacak yer yok! Aynı, gemilerdeki batma tehlikesine karşı  istiap haddi belli olan yolcu sayısı kadar hazır edilen can simidi gibi,  Adaların da bir istiab haddi var ve böyle zamanlarda mütemadiyen aşılıyor.

Kış nüfusu yaklaşık 16.000 olan ve  devlet bütçesinden ona göre pay alan, günü birlik turizm ile 250.000’e ulaşan nüfusa bu bütçe ile hizmet etmek ise mümkün değil. Hiç bir belediye böylesi bir  bütçe ile çare bulamaz. Çaresi belliyken, yıllardır bu ekstra bütçe, yazlık beldelere aktarılmıyor. Ege ve Akdeniz bölgelerinin seçmen profilini düşününce şaşırtıcı gelmiyor; yurttaşlık hakları ise kimsenin umurunda değil.

Kaynak nüfusa yetmeyince

Her coğrafyanın, her kentin sahip olduğu kaynaklar, yani yaşayanlara yetecek besin zinciri, su, temiz hava, yeşil alanlar nüfus, olması gerekenin çok üzerindeyse yetmez, yetmiyor. Sadece rant düşünülerek yapılan bu tür uygulamalar -imar planları gibi- sürdürülemeyen şehirlere, canlılığın, denizlerin ölümüne neden oluyor. Tıpkı nüfusu 20 milyona aşmış İstanbul ve Marmara Denizi gibi.

Şehir sosyoloğu Robert Park “Bir şehir insanının içinde yaşadığı dünyayı arzularına daha uygun hale getirebilmek için verdiği çabaların en tutarlısı ve bütüne bakıldığında en başarılısıdır.  İnsan dolaylı olarak ve kendisini bekleyen görev hakkında net bir fikri olmaksızın, şehri inşa ederken kendini de yeniden inşa etmiştir” diyor.

Zaten Avrupa Birliği’nin çöpçü başı olarak boğazımıza kadar çöpe batmış ve Akdeniz’i en çok kirleten halk olarak ilk sıraya yerleşmişken, Park’tan devamla bayramda yaşadığımız bu nobran, vurdumduymaz davranışlarla üst üste çevre felaketleri yaşamaya devam ediyoruz.

Araç terörü

Adalar’da bayram günlerinin bir başka gündemi de yasa dışı, plakasız akülü araçların terörü oldu. Bariyerleri imha ederek çarşı yaya bölgesine girmeye çalışan korsan taksi ve arabalar vatandaşlarca fotoğraflandı, sosyal medyada, basında haber oldu. En çok etkileşim alan görsel ise, akülü arabaların girmemesi için Çarşı bölgesindeki yollara inşa edilen elektrikli açılır kapanır bariyerlerin  üstüne aracını çıkarıp uçmaya çalışan kişinin fotoğrafıydı.

Çocukların bile lunaparktaki çarpışan arabalar gibi kullandığı bu araçları kişisel konforları için tercih eden, büyük küçük her yaştan kişinin hız sınırını aşması nedeniyle yaptığı kazalarda yaralanan insanların yanı sıra çok sayıda hayvanımızı her gün kaybediyoruz.  Üstelik, bu araçların sayısı 10 bini aşmış durumda.

Başta kamunun, yani emniyet ve belediye görevlilerinin, kaymakamın, savcının kendisinin hız sınırlarına uymaması;  yasaları uygulamakla görevli olmalarına rağmen değil ceza kesip araçları toplamak, ofislerine gitmek için bile iskeleden 50 metrelik yolu yürümek yerine şoförlerince iskeleden alınmaları da cabası.

İBB, 5 Ekim 2021’de UKOME tarafından alınan kararını “Adalar’da 5 Ekim 2021’den sonra akülü araç kullanmak yasak” yazan afişleriyle duyurmuştu. Engelli, yaşlı ve esnafın plaka alma hakları bulunuyor. Araçla adayı gezmek isteyenler ise toplu taşıma ve taksi kullanıyor bir süredir. 20 km hız sınırını her seferinde ihlal eden bu araçların karşısında da Adalılar ve misafirler, halen “yaya yolu” olarak görünen yaşam alanlarında, yürüme haklarını korumaya çalışıyor.

Gelelim, üzerine çok konuşulan son görsele: Geceyi ormanda, Aşıklar Gazinosu’nda yerde yatarak geçiren aile fotoğrafına. Aslında görünenin perdelediklerine hiç kafa yorulmadan çok incitici yorumlar yapıldığını düşünüyorum. Bu çaresiz, toprağa, yeşile hasret yurttaşların, betonda hapsedilmiş bir şehirden kaçıp tüm konforsuz şartlara rağmen oracığa uzanıvermiş halleri için söylenenleri izansız ve vicdansız buluyorum.

Coğrafya ve Antropoloji profesörü, dünyanın önde gelen sosyal kuramcılarından olan David Harvey’in, Asi Şehirler kitabında söyledikleriyle bitirelim:

“Nasıl bir şehir istediğiniz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayış içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından ayrı düşünülemez.”

You may also like

Comments

Comments are closed.