Yeşeriyorum

Ali ile Ramazan

0

Ali İle Ramazan

“Devrim ve sınıf mücadelesi üstüne konuşurken açık açık gündelik hayattan söz etmeyenler, aşkın yıkıcı gücünü ve sınırları reddetmenin olumlu yanını anlamayanlar; o insanları ağzında bir ceset var” *

Raoul Vaneigem

Ali yetim, Ali kimsesiz, Ali mazbut.Hoş oğlan Ali.

Ramazan ağır adam, Ramazan orospu, Ramazan anasız, babasız.Ali gibi.

Yetimhanede kesişti gönülleri…

Âşık onlar. Hem de deli gibi. Ana, baba, can, canan âşkı. Tüm hepsinin yokluğunun âşkı onlarınki. Fazla buraya fazla. Bu dünyaya fazla onlarınki. Sevgi değil, âşk değil onlarınki. Onlarınki başka birşey.

Ali ile Ramazan, Perihan Mağden’in gerçek bir hikayeden esinlenerek yazığı son romanı.Varoş kültürünün, kimsesizliğin en erkek isimleri var romanda. Ama onlar yetim. Onlar öksüz. Onlar kimsesiz. Ali’nin Ramazan’ı. Ramazan’ın Ali’si. O kadar. İsimleri kadar erkek onlar. İsimleri kadar âşık. İsimleri kadar varoş. Onlar sadece isimleri kadarlar.

Mağden’in kitabı gerçek hayatta 1992’nin Aralık’ında büyük gazetelerin büyük puntolarla ‘çarpık’laştırdığı üçüncü sayfasında kalan, birbirine aşık  Ali ile Ramazan’ın ölüm haberinden geliyor. İlk girişte söylüyor, kitabın sonunun acı olduğunu, ölüm olduğunu sonunda. Ali’nin de Ramazan’ın da öldüğünü. İki aşığın İstanbul semalarında öldüğünü. Büyük gazetelerin büyük başlıklarını söylüyor: “ÇARPIK GECE:2 ÖLÜ”. İkna ediyor sizi. Öldü diyor onlar, öldü… Ve ‘köşe’sinden gelen Mağden sesleriyle; en ‘çirkef’ sesiyle, en ‘cırtlak’ sesiyle, bu kadar masum bir aşkı, çarpıklaştırdığı için, büyük gazeteye sayıp sövmemek için tutuyor kendini. Anlıyoruz. Tutuyor kendini.

İkinci sayfada başlıyor anlatmaya, iki küçük çocuğu anlatıyor. Ali ve Ramazan’ı.Ali ile Ramazan olmadanki hallerini. Oluşlarını. İki yetimin yetimhanesini. Yetimlerle büyümesini anlatıyor. Küçük yetim dilini kullanarak. Yetimlerin ‘imla’sını bilerek yazıyor, çocukların ‘imla’sını bilerek, iki küçük adamın ‘imha’sını yazıyor acı acı. Küçük, eksik, harfleri yutulmuş kelimelerle. Yetimlerin, çocukların lugatıyla başlıyor konuşmaya. Konuşturmaya. Aktarmaya.

Hataylı Ali’nin, Arap Ali’nin annesinin, babasının kafasını ortadan ikiye ayırıp, tarım ilacıyla intihar etmesini anlatıyor. Yer sofrasında oldu hepsi. Çorbaları bulamaç gibi oldu. Ali izledi hepsini, çamyarması, babayiğit,  küçük Ali izledi hepsini. Yer sofrasında, akşam yemeğinin dibindeki babasının ortadan iki ayrılmış kafasını, vıcık vıck oraya buraya fışkıran sıcak taze kıpkırmızı baba kanını izledi, anasının yan odadan ağzından köpükler gelerek inleyişlerini dinleyerek. Ölüm perdesini izledi. Gözü açık. Yer sofrasında. Kıpırdamadan. Yetim Ali, Öksüz Ali. Göre göre.

Cami avlusundan gelişini yazıyor, Ramazan’ın buraya. Yetimhaneye. Müdürbey’in yetimhanesine. Bembeyaz , pespembe, küçücük Ramazan. Şirin Ramazan. Zengin çocuğu gibi. Müdürbey’in Ramazan’a aşkı var; belki sübyancılığı. Orospu oldu Ramazan küçük yaşında. 13’ünde Müdürbey’in çarşafalarında kirlendi, kirletti. Tokmakçı oldu 13’ünde.

Ali ve Ramazan’ın ailesinin hikayesi; kitabın başında arka fonda bir siluet gibi duruyor. Ali’nin annesine olan sevgisi arasıra Ali’nin ağzından çıkıyor: “Yemoo…Yemoo…Veynik Yemo?Annee…Annee…Nerdesin Anne?” Fakat Ramazan’ın aile hikayesinin üzerinde pek durulmuyor. Çünkü ana konu Ali ile Ramazan. Müdürbey’in Ramazan’a olan bağlılığı ve tecavüzleri, yer yer kendini farklı boyuttaki bir tutku gibi göstersede, tecavüz olgusu yanı başımızda duruyor. Bu tecavüz gerçeğine karşılık yazar, tecavüz ve sonrası gibi bir ikilem içine girmekten öte, yetimhane sonrası yaşananları trajikliğini yansıtıyor daha çok. Tecavüz Ramazan’a vurulmuş bir etiket olarak göstermekten ve tüm yaşananları buna bağlamaktan uzak duruyor, Ali ile Ramazan’ı psikolojik rahatsızlık sınıflandırmasından atmayı bihayli başarılı işliyor. Mağden’in romanında asıl psikolojisi bozuk olan; onların Ali ile Ramazan olma ihtimallerine izin vermeyen; zorlu, pis, kirli, kendi etrafında aylak aylak dönen bir dünya. Kitap ilerledikçe, onların Ali ile Ramazan olma ihtimallerini hiçe sayan bu dünyanın, onlara demah davranan bu dünyanın; başkaları için ne kadar yaşanabilir, ne  kadar cömert olduğunu gördükçe asıl ‘ibne’nin, asıl iki yüzlünün içinde yaşamaya mahkum kılındığımız dünya olduğunu, ve buranın gerçekten birilerine karanlık iken birilerine ne kadar aydınlık olduğunu anlıyorsunuz.

“Ramazan Ali’ye iyi geliyor. Başına gelenin adını bilmiyor. Aşka düşüyor. Tepetaklak düşüyor Ali, ne kadar düşebilirse; o kadar.”

Mağden, iki erkeğin aşkını,  üçüncü sayfanın ‘flaş’larından koparıp sunuyor önünüze. Hiç olmadığı kadar sıradan bir aşkı, hiç olmadığı kadar sıradan bir şekilde sunuyor. Âşk’ın önündeki tüm sıfatları atmak istercesine. ‘Eşcinsel âşk’, ‘Erkek âşkı’ demekten alıkoyuyor kendini. Alıkoymak istiyor. Alıkoyulması gerektiğinin altını çize çize. Heteroseksist normların oluşturdğu aşk sınıflandırmasını bir tarafa atarak; anlatıyor size. Sıcak, derin, sıradan tutkularını. Ramazan en temiz öpüşmesini, ruhunun temiz sevişmesini, en güzel kokusunu buldu Ali’de. Ali, Ramazan’ın temizlenme ihtimali. Fahişeliği bırakma ihtimali Ali. Temiz düşleri Ali onun.

Sevdikçe, öpüştükçe onlar, daha da ibneleşiyorlar. Su yüzüne çıkıyor. Ramazan diyemez kendine ibne. O ibne değil o. Ali’ye sus diyor. Biz ibne değiliz diyor. Biz aşığız sadece.

“İbne değil onlar.Ne biçim aşıklar.İkisi de erkek; tamam. Ama aşıksan ne yazar? Kime ne yazar?”

Ali :“İbne miyiz biz? İbne mi oldum artık ben?”

Ramazan :“Şşşt, kullanma o kelimeyi. İbne mibne diiliz oğlum. Sevgiliyiz biz. Tamam mı; âşık olduk işte”

Mağden, ataerkil dünyanın Ramazan’ını, erkekliğiyle imtihanını, âşkıyla; bir erkeğe âşkıyla imtihanını anlatıyor. Becermek ve becerilmek kavramları  ile. Ramazan tokmakçı. Ramazan fahişe. Ama o alıcı bir fahişe. Kestanesini çizdirmeyen bir fahişe. İbne değil o, ibne değil. En erkek o, erkekleri ‘götürüyor’ çünkü Ramazan. Ali’ye âşık bir tokmakçı. Romanda Ramazan’ın erkekleri parayla ‘kaldırmasını’ ama kendi erkekliğine yediremediği eşcinselliği, öte yandan Alisi için fahişelik yaptığı ikilemini izlerken, ‘erkek’ olgusunun Ramazan’a yüklediği çıkmazları görüyoruz. Kitabın sonuna doğru ise, Ali için kafasındaki bu ‘erkek’lik sınırlarını bir tarafa atan, belki de  erkeklere olan aşkını gizlemek için kullandığı erkek dünyanın bozuk ağzını, küfürlerini  bir tarafa atması gerektiği bilincine varan bir Ramazanla karşılaşıyoruz. Ama kitap boyunca içinde yaşadığımız bu erkek dünyanın, erkekliğe verdiği görevleri, kalıpları, erkek algısını ve oluşturduğu erkeklik kültürünü Ramazan’ın üzerinde kıyasıya görüyoruz. Mağden’in romanında belki eksik olarak aktarılmış denilebilecek bir nokta, kitapta yan karakterler olarak duran kadınların aktarılmasındaki eksiklik olabilir. Ama yazar ana konuyu merkeze aldığı için, diğer sistem eleştirilerine dokunduğu tarzda iğnelemeleri kadın karakterlerin üzerinden de yapmayı ihmal etmiyor.

Mağden, kitabı yazarken, 18 yıldır kafasından atamadığı bu trajediyi anlatırken, ‘objektif’ bakmaması gerekliliğini, ve okuyucuyu eğitmesi gerekliliğini de bir tarafa atmayarak, Ali ve Ramazan’ın ne kadar temiz, masum iki erkek olduğunu ve birbirlerine tutkuyla bağlı olduklarını defalarca tekrarlıyor. Bu tekrarlamalar, okuyucuyu sıkmaktan öte kimisini ön yargılarıyla yüz yüze getiriyor. Kimisi için ise, yazarın bu ‘normalleştirme’ çabası kitap boyunca okuyucuda yazara karşı bir güven duyup; yazıya, dile karşı herhangi bir eleştiri sunmadan  kitabı okumasını sağlıyor.

Onlar büyüdükçe Mağden’in dili de büyüyor, olgunlaşıyor, Ramazan orospulaştıkça, Ramazan piyasa oldukça, Ramazan pazarlıklara girdikçe; Ramazan, olgunlaşıyor yazarın dili. Ramazan’ınki de. Belin altı giriyor lugata. İş gereği. Sitem gereği. Neden yaşayabilmek için, becermesi lazım Ramazan’ın oğlanları. Zengin oğlanları. Neden becermesi lazım, tüm İstanbul’u. Neden üstünden geçmesi lazım İstanbul’un, yaşamak için Ali’siyle. Neden tüm kanalizasyonu mübah kılındı Ramazan’a İstabul’un. Neden Ali’si için girmediği delik komadı Ramazan.Neden…diye sitem iç çekişlerini romanda sıkça hissediyorsunuz; başkalarının zenginliği, onların yokluğu ve orospu bir beden dolanıyor sayfalar boyunca. İstanbul sokaklarında. Aşk’ı için orospu bir Ramazan.

On sekizine kadar baktı Devlet onlara. Subyancı bir Müdürbey atadığı yetimhanesinde. Baktı ya devlet 18’ine kadar yetimlere. Borçlular vatana. Gidecekler askerliğe. Gitmek zorundalar. Neden borçlu olduklarını bilmeye bilmeye. Ramazan gitti askere. Götürdüler onu. Neden,niçin diyemeden gitti.

“Ulan ne borcum olabilir ki bana hiçbi halt ama hiçbi halt vermemiş buralara?Vatana yani?

Varsa da ödedik Vatan Caddesinde iyi kötü.” diye iç geçiriyor Ramazan. Ali de gitti askere. Bilmeden. Özlemi arttı, aşkı arttı, Ramazan’ın Ali’ye; Ali’nin Ramazan’a. Aliyle Ramazan olma gerekleri arttı.Yetimhane de yok artık. 18’ine kadar devlet var burda. 18 yıl var devlet. Kimisine hiç yokken. İyi kötü 18 yıl vardı onlara. Şimdi Ali tinercinin en baygını, içi geçkini, şuursuzu. Orospu’nun Allah’ı oldu Ramazan. Olduruldu. Ali’yle Ramazan olmak için, delik deşik etmeliydi tüm et parçalarını. Delik deşik. Ramazan’ın fahişeliğini görmemek için, duymamak için, hissetmemek için çekmeliydi Ali tineri,. Ramazan’ın tokmakçılıktan kazandığı parayla.

Perihan Mağden, gazetedeki köşesindeki misafirliğinden sıyrılıp, bu sefer o misafir konuşmalarını bir tarafa atıp, bağıra çağıra, bol ünlemle, aç parantezle söylemiyor dilinin ucundakileri. Ama söylememek, söylenmemek için kendini zor tuttuğunu romanın alt metnindeki anti-militarizmden, heteroseksizm’e ince dokunuşlarından, sınıf farkının acımaz çelişkisini göstermesinden anlıyoruz. Ama bunları okurlar anlarken, yavaş yavaş, ağır ağır olanlar Ali ile Ramazan’a, onların beraber olma ihtimaline vurulmuş bir fiske gibi duruyor. Ortada, apaçık bir şekilde. Sayfaları çevirirken, kapakta duran iki erkek ismi: Ali ile Ramazan, yaşadığımız bu erkek dünyanın kapağı erkekleştirmesini bozarak, onların ötekiliğini yüzümüze vura vura işliyor. Kitabın yaprakları çevirdikçe, sol tarafı kabardıkça elinizdeki kitabın, buram buram meni kokuyor, erkek kokuyor, göz yaşı kokuyor. Ama en çok da Ali ile Ramazan kokuyor.Ve kitabın kapağını kapatmaya yaklaştığınızda, yani kan kokmaya başladığında kitap, şöyle diyorsunuz kendinize: Keşke tüm Ali’lerle Ramazan’lar, Ali ile Ramazan olsa. Ama farklı bir dünyada ve ölmeyerek, yaşasalar güle oynaya, damgalanmadan, ötelenmeden. Beridekilerle, Yani orta yerde; hep beraber.

*Kitabın ilk sayfasında yazar tarafından eklenen alıntı.

ALİ İLE RAMAZAN
Perihan Mağden
Doğan Kitap
Şubat
2010
185 sayfa
12 TL.

Bayram Şahin

[email protected]

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.