Editörün Seçtikleriİklim KriziKültür-SanatManşet

‘Bir şeyleri’ farklı yapma cesareti ve bir İstanbul Bienali

0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 17’incisi düzenlenen İstanbul Bienali, bugün Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi‘nde düzenlenen basın toplantısıyla tanıtıldı.

Bienale katılan 500’ün üzerinde katılımcının 50’yi aşkın projesi, 17 Eylül Pazartesi günü itibariyle sekiz hafta boyunca İstanbul’un çeşitli mekanlarında yer bulacak.

Zeytinburnu’ndaki bu türünün ilk örneği bahçe, 700’ün üzerinde tıbbi bitki türüne ev sahipliği yapıyor.

Yüzyıllar boyunca şifa için kullanılan ve modern farmakolojinin temelini oluşturan kadim bitkilerin arasında katılımcıların İngilizce, Türkçe, İtalyanca, Fransızca, Hintçe sohbetleri yükseliyor.

Basın toplantısı, İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer‘in sunumu ile başlıyor:

“Bienal, kentin birçok noktasına konuk olarak, üzerinde durduğu düşünceleri ve projelerin serptiği tohumları dağıtmaya çalışıyor. Ağırlıklı olarak Asya ve Batı dışından alternatif sanat pratiklerine yer veren bu bienal, İstanbul’da da şehrin eski merkezlerinin dışına çıkıyor. Bunun, İstanbul’un mahalleleriyle ve bu mahallelerde varlığını sürdüren kültürel dokuyla iletişme geçmesine de olanak tanıyacağını umuyoruz.”

Bu yıl bienalin küratörlüğünü üstlenen Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in değerlendirmeleri öncesinde Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç söz alıyor.

Ömer Koç, konuşmasında iklim krizi vurgusu yapıyor:

“İstanbul Bienali, bizleri bu sene bir kez daha sorgulamaya davet ediyor. İnsanlığın, attığı düşüncesiz adımların kaçınılmaz sonuçları ile ilk kez bu kadar net yüzleştiği bir dönemden geçiyoruz ve acil çözüm bekleyen pek çok sorunla karşı karşıyayız.”

Ömer Koç:Medeni, çağdaş ve aydın bir Türkiye’nin yolunun eğitim ve sanattan geçtiğine inanıyorum.”

Bienalin ‘günümüzün bu karmaşık sorunlarının birçoğunu tüm açıklığıyla masaya yatırdığını’ belirten Koç, şöyle devam ediyor:

“Bienal özen ve dayanışmadan beslenip daha yaşanır bir gezegeni mümkün kılma gayesiyle sanatseverlerle buluşuyor. Sanatın üzerimizdeki dönüştürücü gücü sayesinde, daha iyiye yönelik ilham sunacağına ve bizlerin de dünyayı dönüştürecek gücü kendimizde bulmamıza vesile olacağına kaniyim.”

Koç, konuşmasının sonuna şu duyuruyu ekliyor: “2007-2026 yılları arasını kapsayan İstanbul Bienali sponsorluğumuzu, 2036 yılına kadar uzatma kararı aldık. Hayırlı olsun.”

Konuşmaların ardından küratörler Bauer, Kanwar ve Teh‘in, bienalin kavramsal çerçevesini nasıl belirlediklerini, sanatçı ve mekân seçimlerini, kamusal program ve bienalin yaratmak istediği etki üzerine konuştuğu oturum başlıyor.

Yaklaşık 14 dönüme yayılan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, bienalin bu seneki 12 mekanından biri.

Bahçe, 15’inci yüzyılda yaşamış İslam âlimlerden, 41 çeşit baharat ve ottan yaptığı mesir macunu ile meşhur Merkez Efendi’nin kurduğu Halveti dergâhına yürüme mesafesinde.

Bir şeyleri farklı yapmak

Adını buradan alan Merkezefendi Mahallesi‘nde gün akıyor:

Toplantı boyunca alana yakın eski binaların balkonlarından mahalle sakinleri, evlerinden bizleri izliyor. Sokağın ötesinde henüz dün yeni öğrenim yılına başlamış ilkokulun ve lisenin öğrencilerinin cıvıltıları bazen alana kadar geliyor.

Sokak boyunca kimi konteynırlardan plastik, metal toplayan; kimi atılmış ekmekleri, eski eşyaları alan kadınların yırtık pazar arabalarının ağır tıkırtısı, sokağı baştan aşağı dolduran tekstil atölyelerinin koşturmacalı tıkırtısına karışıyor.

İstanbul’un, -yani Türkiye’nin- en güncel ve en önemli sanat etkinliği olan bienal yıllardır, bu şehrin tarihi ama yaşayan dokusu üzerine sanat inşa eden yüzlerce, binlerce uluslararası sanatçıyı ağırlıyor ve belirli temalar üzerinde insanları bir araya getiriyor. Peki ne kadar bir araya gelebiliyoruz?

Bienalin küratörlerinden Kanwar, oturumda, ‘diyalog ve her kültürden insanla etkileşim ve ilişkinin seçkilerinde önemli payı olduğuna’ vurgu yapıyor ve sergilenecek projelerin, tüm katılımcıların bir arada kalabilmesine katkı sağlamasını temenni ediyor.

Bauer de şöyle devam ediyor: “Tüm bu toplulukları nasıl bir araya getirebiliriz? Bu soru bizim için önemliydi. Boğaz’dan Anadolu Yakası’na kadar farklı mekanlarda buluşan insanların şehri farklı bir gözle görmesini de istedik.”

Bienalin, öncekilerin aksine sonuçtan ziyade bu sürece odaklandığına da vurgu yapılıyor.

Ancak konuşmacılara balkonlarından kulak veren mahallelinin ve davetlilerin bir kısmı, konuşmaları takip edemiyor, çünkü, oturumun Türkçe çevirisi yapılmıyor. Çoğu Türkçe yayın yapan basın organlarıyla buluşmanın hedeflendiği toplantıda, küratörlerin konuşmalarının simültane veya yazılı çevrilmemesi** eleştirilere neden oluyor.

“Birlikte vakit geçirmek, düşünmek, konuşmak, dinlemek, okumak, izlemek, sorular sormak ve sorulara cevap aramak için bir davet niteliği taşıdığı” belirtilen bienalin uluslararası bir dille sürmesi ne kadar makulse, tarihini ve dokusunu bu kadar sahiplendiği şehrin dilini kapsamaması da bir o kadar dikkat çekici oluyor.

(**: Bienal organizasyonu bu yazıya verdiği geribildirimde, girişte simültane çeviri için kulaklık alınabildiğini ekledi. Ancak bundan pek çok kişinin haberi olmamasının yeterince görünür olmadığı konusunda bir eksiklik olduğunu kabul ederek, bunu not ettiklerini belirtti. Bu düzeltmeyi yazının orijinalini bozmadan buraya ekliyor, kendilerine ilgileri için teşekkür ediyoruz.)

İstanbul’un tüm varlıklarını temeline alan, bunu kucaklayan ve kutlayan bienalin çelişkili şekilde ‘beyaz ve oryantalist‘ olarak etiketlenmesi ise yıllardır süregelen bir tartışma konusu.

Bienalin her geçen yıl farklı nüfuz bölgeleri yaratma konusunda çabası görülüyor, eleştirilerin ise şöyle bir dayanağı var:

Türkiye’nin, -zaman zaman devlet eliyle dahi pompalanan- krizlere ve hak ihlallerine karşı verilen mücadelenin ‘ayrıcalıklıların’ bir hobisi olduğuna dair tehlikeli önyargının kırılmasına ve tartışmaların farklı zeminlere taşınmasına çok ihtiyacı var.

Tıpkı, ekokırım faaliyetlerinin mimarlarıyla sessiz çıkar ilişkilerini sürdüren ve karbon emisyonlarına en büyük katkıyı yapmasına rağmen -dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi- sorumluluğunu üstlenmeyen sermaye gruplarının iyi niyet mesajlarından ziyade aksiyonlarına ihtiyacı olduğu gibi.

Basın emekçileri olarak her gün sayfalarımıza taşıdığımız o ‘ses’ halihazırda onlara gittikçe yükselerek ‘Harekete geçin!’ çağrısı yaparken, bu beklentileri de yeniden yeniden yazmak elzem.

‘Samimi, toplumsal, cömert ve hararetli sohbetler’ nasıl açılabilir?

Meseleyi bugün görülenler gibi sembolik görüntüler üzerinden tartışmak bazen sakil kalsa da şu, gerçek: Ziyaretçiler, Koç Holding’in desteği sayesinde ücretsiz katılabileceği bienal etkinliklerinde şehirle, gıdayla ve doğayla bağı üzerinde yeniden düşünürken, İstanbul’un ‘zenginleri’ semtten semtte helikopterle gitmeyi bırakacak mı?

Bienalin direktörü Bige Örer, bienal boyunca sürecek tüm etkinliklerde karbon ayak izini en aza indirmek için planlama yaptıklarını ve mekanlarda yapılacak değişikliklerden katıımcıların seyahatlerine kadar her konuda bunu öncelediklerini anlatıyor:

Küratörlerlerle ilk görüşmelerimizden itibaren bienalin kaynaklarını nasıl daha verimli kullanabileceğimizi düşündük. Nakliyeleri yapmamak, eserlerin yerelde üretimini sağlamak gibi yollara gittik.

Her yaptığımız işte neyin bizim için öncelikli ve neyin vazgeçilebilir olduğunu kendimize sorarak hareket ettik.

Etkinlik boyunca katılımcıların ikramları karton bardak ve karton kaplarda almalarına yönelik konuşmada ise böyle büyük etkinliklerde çöp çıkarmamak için uygulanabilir çözümlerin hala aranmakta olduğuna değiniliyor: Burada büyük ölçüde katılımcıların, -matarasını yanında taşımak gibi- bazı alışkanlıklara dirençliliği belirleyici.

İsabet ki bienal, ‘alışılmadık olanı deneme cesareti‘ni de tartışacak:

Bildiğimiz haliyle yaşamın askıya alınması, bize bir şeyleri farklı yapmak için az bulunur bir imkân tanıyor. Bu âna hakkını vermek için beklenti ve amaçlarımızı baştan kurgulamalı, formatlarımızı gözden geçirmeli ve hem siyasi hem de felsefi olan temel bir sorgulamaya; samimi, toplumsal, cömert ve hararetli sohbetlere yol açmalıyız.

Bu belirsiz aralıkta her şeyden çok birbirimizle ve dünyayla etkileşim kurmanın, ister eski ister yeni olsun, alışılmadık yollarını deneme cesaretine ihtiyacımız var.

Basın buluşmasının ardından Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma (TÜMATA) grubu, bienal sanatçılarından Mariah Lookman’ın bienal için tasarladığı su bahçesinde, bu esere eşlik eden bestelerini seslendiriyor.

Türk müzik terapisi ilkelerini kullanan geleneksel müzisyenler B. Kanıkey Güvenç Akçay (çeng), Halime Atalay (İstanbul kemençesi) ve Faysal Macit (bendir ve tabla)’in ezgileri tam manasıyla bir müzik ziyafeti.

Lookman’ın bu mekân için özel olarak tasarladığı, eğreltiotları ve lotus çiçeklerini barındıran su bahçesi, bienalin ardından da ziyaretçilerin dinleneceği bir kamusal alan olarak burada kalmaya devam edecek.

Gruptan Türk toplulukların ilkyerleşim yerlerinden olan Ötüken ormanını ruhunu anlatan bestelerini dinliyoruz. Katılımcılardan bazıları, bienalin diğer sanatçılarından Laura Anderson Barbata’nın Meksika’daki Yucatan yerlileriyle yaptığı kırmızı hamaklara uzanıyor.

Dört kadim semtte tarihin peşinde

17. İstanbul Bienali sergi alanları bu yıl Beyoğlu, Fatih, Kadıköy ve Zeytinburnu ilçelerinde yoğunlaşıyor.

Beyoğlu’nda, bienalin film ve kamusal programlarına da ev sahipliği yapacak Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’yle birlikte uluslararası performans sanatı platformu Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), 1999’dan bu yana kapalı olan İstanbul’un en eski Rum okullarından Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA’nın sanatçı, küratör ve yazarları desteklemek amacıyla başlattığı SAHA Studio, farklı disiplinlerden güncel sanatçıların sergilerine, seminerlere ve atölyelere ev sahipliği yapan Büyükdere35 ile Taksim Gezi Parkı’nın altında yer alan, 257 metre uzunluğundaki Metro İstanbul Yaklaşım Tüneli Taksim bir yürüyüş rotası oluşturacak.

Metro İstanbul ‘Yaklaşım Tüneli’

Tarihi Fatih ilçesinde, bu yıl ilk kez bienal ziyaretçilerine açılacak sergi mekânları yer alıyor. Uzun yıllar boyunca hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın stüdyosu olan Barın Han’ın yanı sıra Mimar Sinan tarafından 16’ncı yüzyılda Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa için yaptırılan, 2023 yılında faaliyete geçmeden önce ilk kez bienal izleyicisine açılacak The Çinili Hamam bienal mekânlarına katılıyor. 15’inci yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen en eski hamamlardan Küçük Mustafa Paşa Hamamı da bu rotadaki diğer sergi mekânı.

The Çinili Hamam

Kadıköy’de, İstanbul’un 130 yıllık bir geçmişe sahip endüstriyel miraslarından, 2021’de bir müze ve ortak alan olarak kazandırılarak, sergi ve müze mekânları, sahneleri, kütüphaneleriyle gençlere yirmi dört saat
açık bir çalışma ve etkinlik alanı sunan Müze Gazhane ile savaş yüzünden yerinden edilmiş̧ sanatçılar tarafından Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul bienal ziyaretçilerini bekliyor.

Müze Gazhane

‘Bırakın bu bienal de kompost olsun’

Türkiye’nin ve dünyanın krizlerini, farklı sanat pratikleriyle tartışmaya açmayı, bunlar üzerine düşündürmeyi ve diyalog başlatmayı hedefleyen Bienal’in vurgu yaptığı kavramlardan biri ‘kompost‘.

Kompostun ‘devinerek doğaya dönen ve süreç bitse de var olmayı sürdüren’ doğasına atıfla bienal metninde şöyle deniyor:

Belki bu bienal büyük bir toplanma ya da tek bir zaman ve mekânda yapılan planlı bir buluşma değil, bir dağılma, gözden uzak bir mayalanmadır. İplikleri bir araya gelir, çoğalır, ayrılır, gürültülü bir zirveye ya da nihai bir düğüme ulaşmadan yer yer kesişir. Bırakın bu bienal de kompost olsun. Vaktinden önce başlayabilsin, bittikten çok sonra da devam edebilsin.”

Bu buluşmanın konukları, içinde bulunduğumuz zamana –gezegende bizzat yol açtığımız ve hep birlikte yüzleşmemiz gereken bu işlev bozukluğuna– çok eski ve çok yeni teknikleri, yakınlardan ve uzaklardan gelen fikirleri öğrenerek ve paylaşarak anlam vermeye çalışan bireyler ve gruplar olacak.”

Dünyanın ve ülkemizin krizleri her geçen yıl biraz daha derinden sorgulanır ve bu sorgulamalar da giderek yüksek sesle dile getirilir oldu.

Bienal şimdiden, bu soruları bir adım daha ileri götürmeyi ve sanatın bütün gücünü de arkasına alarak daha güzel sorular sormayı başarmış görünüyor.

İstanbul’un, Türkiye’nin ve dünyanın krizlere dair tartışmalarının sanatla perçinlenmesi hepimize iyi gelecek. Ancak bu sorulara bir tane daha ekleyelim: “Bu güzel sorularımıza kim, ne zaman yanıt vermeye başlayacak?”

You may also like

Comments

Comments are closed.