ManşetTürkiye

6-7 Eylül Pogromu: Hesabı verilmeyen her katliam yenisini getirdi

0

Türkiye tarihi için bir leke olan 6-7 Eylül 1955 Pogromu’ndan bu yana tam 68 yıl geçti. Ancak henüz ne bu kara leke silinebilmiş, ne de acılar dinmiş değil.

İnsan hakları örgütleri, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler ve politikacılar, pogromun yıl dönümünde 1955 Eylül’ünde yaşanan, insanların hayatına mal olan bu insanlık suçuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

‘Pogrom, belleğimizde acı günler olarak yerini koruyor’

Tarih Vakfı tarafından sosyal medya platformu X üzerinde yapılan paylaşımda 6-7 Eylül Olayları sırasında yaşananlara değinildi. Vakıf, Dilek Güven‘in Toplumsal Tarih dergisinde kaleme aldığı “Türk Milliyetçiliği ve Homojenleştirme Politikası: 6-7 Eylül Olayları ve Failler” başlıklı yazısından şu alıntıyı aktardı:

“6 Eylül 1955’de Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması ile ilgili bir haber yayınlandı ve halk galeyana getirildi. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve DP’nin de dahli ile kitleler İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde gayri-müslimlerin yoğun olarak yaşadığı yerlere yönlendirildi. Organize edilmiş bu kitleler 6 Eylül akşamı başta Beyoğlu olmak üzere çeşitli semtlerde gayri-müslimlere ait dükkanları ve kiliseleri yağmaladılar. Mahkeme zabıtlarına göre 4.212 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile, aralarında fabrika, otel, bar vb. yerlerin bulunduğu 5.317 mekan saldırıya uğramıştır.”

Tarih Vakfı, “6-7 Eylül pogromu belleğimizde acı günler olarak yerlerini koruyor” diye ekledi.

‘Yalnızca İstanbul değil, İzmir, Ankara, Urfa, Mardin, Midyat’ta da saldırılar yaşandı’

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon tarafından yapılan basın açıklamasında 6-7 Eylül Olayları’nın bir devlet operasyonu olduğu ifade edilerek, olaylar “titizlikle örgütlenmiş bir özel harp faaliyeti” olarak nitelendi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Bu bir devlet operasyonuydu. Titizlikle örgütlenmiş bir özel harp faaliyetiydi. Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından planlandı, devlet dersini iyi ezberlemiş kalabalıklar tarafından şevkle uygulandı. Öldürülen kişilerin sayısı, kayıtlara geçtiği kadarıyla 37’ydi. Kayıtlara 60 olarak geçen tecavüz vakasının gerçek sayısı ise 400 civarındaydı. Bazı kadınlar tecavüz edildikten sonra öldürüldü. 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas diri diri yakıldı. En az birkaç rahip bıçakla ve zorla sünnet edildi. Onlarca kişi linç edildi. Yalnızca İstanbul’da değil, İzmir ve Ankara’da da benzer olaylar yaşandı, üstelik Urfa, Mardin, Midyat’ta da Süryanilere saldırıldı. 4 bin 214 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog, işyeri ve dükkan benzeri toplam 5 bin 317 mekan yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. Bu veriler uluslararası literatürde 6-7 Eylül hakkındaki en kapsamlı kitabın yazarı olarak tanınan Speros Vryonis’in verdiği rakamlar.

Ama gerçeğin yeterince bilinmeyen bir yanı var. En çok kullanılan fotoğraflarda dükkanlara, işyerlerine yönelik tahrip ve yağmayı görürüz. Fotoğraflarda dükkanlâra saldıranları, İstiklal Caddesi’nin boydan boya kumaşla, yağmadan arta kalan mallarla kaplandığını izleriz. Böyle bir temsil, insan zihninde yanlış bir algıya hizmet eder. Bu, ‘azınlıklar zengindir ve saldırı bu zenginliğe karşı yapıldı’ algısıdır. 6-7 Eylül’ün bir ‘servet düşmanlığı’ olarak sunulmasıdır.

Oysa vahşet, bu iki gün boyunca bitmeyen enerjisini ağırlıklı olarak Hıristiyan nefretinden almış, korkunç saldırılar Hıristiyan inancına karşı yapılmıştır. Bunun somut kanıtı kiliseler ve mezarlıklardır. Saldırılar en yıkıcı, en tahrip edici yüzünü başta Rumların olmak üzere gayrimüslimlerin kutsallarına, kiliselerine, sinagoglarına, mezarlıklarına karşı göstermiştir. Kiliseler birkaç saat içinde harabeye çevrilmiş, dinamitle patlatılmış, ateşe verilmiştir. Kilise içinde kutsal eşyalar tahrip edilmiş, İsa tasvirlerinin gözleri oyulmuş, haçlar kırılmış, mezarlar açılıp cenazelerin kemikleri ortalığa saçılmış, yeni gömülmüş bir cenaze ağaca asılarak karnına Türk bayrağı saplanmıştır.

İstos Yayın tarafından 2015’te yayınlanan Patrikhane Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6/7 Eylül 1955 başlıklı kitap 6-7 Eylül pogromunun bu tek boyutlu temsilinin eksikliğini ortaya koydu. Çok geçmeden Bakanlar Kurulu tarafından sınırdışı edilecek ve kitabı yasaklanacak olan Dimitrios Kalumenos’un olay gecesi ve ertesi gün büyük tehlikeleri göze alarak gezdiği tahrip edilmiş kilise ve mezarlıklarda çektiği fotoğraflar gerçeği sergiliyor.

‘Hıristiyan ve Yahudi düşmanlığını bir nefret suçu olarak bir kez daha lanetliyoruz’

Öte yandan, resmi tarihi sorgularken devletin suç işlediği, suçunu kabul etmediği, üzerini örttüğü, hesabını vermediği, Rum toplumunun ağır kayıplarını tazmin etmediği, bir özür bile dilemediği gerçeğinin altını çiziyoruz. Ama altı yeterince çizilmeyen bir gerçek, halkın katılımıdır. Suçun bir avuç yönetici tarafından işlendiği içimizi rahatlatır, halkın katılımını konuşmak rahatsız edicidir.

Speros Vryonis halk katılımı konusunda da titiz bir çalışma yapmış, İstanbul Emniyet Müdürü’nün Yassıada duruşmalarında verdiği 300.000 kişi bilgisini inandırıcı bulmamış, elindeki verilerle bu sayının 100.000 olduğunu belirtmiştir. Yani o günkü İstanbul nüfusunun onda biri. Şehrin bugünkü nüfusuna oranlarsak bu, iki milyona yakın kişi demektir. Bugün böyle bir yıkıcılığa iki milyona yakın kişinin bilfiil katıldığını düşünürsek, halk katılımının boyutlarını daha iyi görebiliriz.

İnsan hakları savunucuları, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtları olarak bizler, bugün, 6-7 Eylül pogromunun 68. yılında hem Türkiye’de devlet geleneğinin, hem de devletin dayandığı tabanın, yani Türkiye’nin Müslüman nüfusunun tarihini sorguluyor, Hıristiyan ve Yahudi düşmanlığını bir nefret suçu olarak bir kez daha lanetliyoruz.”

‘Yüzleşilmeyen suçlar tekrar eder’

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği paylaşımında şunları kaydetti:

“Bugün 6 Eylül. 6-7 Eylül olayları ve İstanbul pogromunun yıldönümü. Yüzleşilmeyen suçlar tekrar eder. Geç de olsa adaletin yerini bulması, faillerin ortaya çıkarılması ve benzer hak ihlallerinin tekrar yaşanmaması için Meclis araştırması açılmalıdır.”

İnanç Özgürlüğü Girişimi tarafından yapılan paylaşımda, 1955’te yaşanan pogromun Türkiye tarihindeki kolektif şiddetin en çarpıcı örneklerinden biri olduğu aktarıldı ve şu ifadeler yer aldı:

“Bugün, Türkiye tarihindeki kolektif şiddetin en çarpıcı örneklerinden biri olan 6-7 Eylül 1955 Pogromu’nun 68. yıldönümü. Azınlıkları hedef alan saldırılarda 10’dan fazla kişi öldürüldü, birçok ibadet yeri ve mezarlık tahrip edildi ve yüzlerce ev ile işyeri yağmalandı.”

Partiler ve siyasi figürlerden ‘yüzleşme’ çağrısı

Türkiye İşçi Partisi (TİP) gerçekleştirilen saldırının “çıkarları için hakları birbirine düşman eden egemenlerin ekmeğine yağ süren bir utanç sayfası” olduğunu söyleyerek “6-7 Eylül’ü unutmayacağız, barışı ve kardeşliği tüm yurttaşlarımız için kazanacağız” dedi.

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkanı Ali Babacan, pogromu andığı paylaşımında şu ifadeleri kullandı:

“6-7 Eylül 1955’te yaşananlar, yaşayanların hafızalarından hiç silinmedi. Olaylarda hayatını kaybedenleri, evi ve ekmek teknesi tahrip edilenleri, ülkesini terk etmek zorunda kalanları saygıyla anıyorum.”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) yaşanan olayların utancıyla yüzleşilmesi gerektiğini vurgulayarak, “6-7 Eylül 1955’te Hristiyan ve Musevi yurttaşlara yönelik gerçekleştirilen ırkçı saldırıları kınıyor, yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz. Bu coğrafyanın kadim halklarına dönük hayata geçirilen bu utançla yüzleşilmelidir. Mücadelemiz, bir daha bu tür saldırıların olmaması içindir” dedi.

Partinin Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, kişisel paylaşımında şunları söyledi:

“6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul ve İzmir gibi ülkenin birçok yerinde yaşayan Rum ve Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan ve Musevi vatandaşlara yönelik sistematik bir şekilde hayata geçirilen pogromda hayatını kaybedenleri saygıyla anıyorum. Halkların inkarının yol açtığı bu utanç yüzyılıyla yüzleşilen, sorumluluların açığa çıkarıldığı, yeni yüzyılda halkların eşitçe ve özgürce yaşadığı bir ülkeyi inşa edeceğiz.”

Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Sevda Karaca, 6-7 Eylül 1955’te yaşanan olaylarla yüzleşmenin birlikte yaşama ortamının siyasi ve hukuki güvencesini sağlamakla olabileceğinin altını çizerek şunları kaydetti:

“Türkiye tarihinin kara günlerinden 6-7 Eylül 1955’te, İstanbul’da yaşayan Rumların ve gayrimüslimlerin ev ve işyerleri yağmalandı, yıkıldı ve canlarına kastedildi. 6-7 Eylül olduğu sırada kontra sözcüleri ‘6-7 Eylül de bir özel harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi’ demişti. Türkiye’de ne yazık ki gerçek bir yüzleşme yaşanmadı. Bu yüzden de özel harp yöntemleriyle gerçekleştirilen katliamlar devam etti, hesabı verilmeyen her katliam yenisini getirdi. Yüzleşmek, birlikte yaşama ortamının siyasi ve hukuki güvencesini sağlamakla olur. Özgür, eşit, birlikte kardeşçe yaşayacağımız demokratik bir ülke mücadelemizle 6-7 Eylül’de hayatını kaybedenleri anıyoruz.”

Ne olmuştu?

Dönemin Menderes hükümetine yakın İstanbul Ekspres gazetesinin “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” şeklinde yaptığı bir haber, İstanbul’da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudilerin evlerine ve iş yerlerine yönelik saldırılara neden oldu.

Ardından 6-7 Eylül tarihlerinde ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi, başta olayların yaşandığı Beyoğlu olmak üzere yaşadıkları ilçelerde azınlıklara ait ev ve iş yerlerini yağmaladı.

Yaşanan pogromda, 15 kişi hayatını kaybederken, 400’ün üzerinden kişi yaralandı. Yüzlerce kadın ise tecavüze uğradı. 4 bin 214 ev, bin 4 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel ve benzeri 5 bin 317 işyeri ateşe verildi. Kiliselerin içindeki kutsal eşyalar da tahrip edilirken, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesi ise tamamen yakıldı.

Pogromun ardından Beyoğlu’na gelen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “Galiba dozu kaçırdık” yorumunda bulunmuştu.

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.