2011 Kasımı’nda yine bir sınıfım var önümde, iyisinden bir vakıf üniversitesindeyim. Sınav sonrası itirazlarla karşı karşıyayım, bermutad. “Hocam, siz gerçekten de bu evrim teorisine inanıyor musunuz yani şimdi? ama sadece bir teori bu sonuç olarak, kanıtlanmamış ki, fosil mosil. Biz anlattığınız şekliyle insan evrimine inanmak istemiyoruz..” Sanırım son bir senede Türkiye eğitim müfredatı evrim teorisini kapsayacak şekilde gelişmemiş. Sınavda zaten yine antik Yunan Polis’inin ekonomik altyapısını köleliğe değil sırf ticarete dayandırmayı seçmişlerdi ekseriyeti. O kadar da değinmiştim, ama galiba ticarete atfettikleri kültürel değer yanında nafile benim dil dökmem. Pek değişmemiş değerleri geçen seneden beri. Tüm şu mesnedsiz ‘68 tekrarlanıyor ümitleri ve korkuları bir yana, yeni bir nesil filan girdiği yok. Gerçi alfabede harf kalmadı bir nesle daha isim verecek. Kürtçe harfler de yattı zaten; dil haklarını tanımaya yanaşan yok, o tartışma çoktan kapandı.
En azından özelleştirme tehlikesi yok benim üniversitemin. Malum, Tayyip Kâr Amaçlı Yüksek Eğitim Kurumlarının Kurulması ve İdaresine dair Kanun’u geçirdikten beri bir kısmı özelleşmek için başvurdu vakıf üniversitelerinin. Bir ikisi de iflas edip yeni baştan kurulmanın yolunu arıyor. Esas, Boğaziçi’yi satmaya çalışıyorlar, eskiden otonom bir vakıf üniversitesi olmayı hayal eden tüm hocalar karşı olsa da buna, niyetler çok ciddi. Eğitim sonuç olarak piyasaya ihtiyaçları doğrultusunda eleman yetiştirmek amacı güdüyor artık – pardon, ülkemizin yetişmiş işgücü ihtiyacı diyorlardı değil mi buna – ve BÜ de iyi bir marka, eline teslim edilmeli piyasanın. Özerk, bin yıldır kendi değerlerini belirlemiş bir üniversite geleneği, vatandaş eğitimi, insanlığın kendini tartması, tanıması, üniversite bunlardan hızla soyunmaya devam etti bu sene de, son krizden sonra tüm dünyada olduğu gibi, bu ülkede de. Sırada YÖK’ü bu yeni ‘konsept’ çerçevesinde yeniden yapılandırmak var, ama çok yavaştan alıyorlar bunu; ne de olsa bir yandan eski devlet 12 Eylül’ün taç mücevherlerinden biri olan bu kurumu kaybetmek istemiyor, diğer taraftan AKP kendi kadroları elinde gayet mesud YÖK’ten. Bu sene de gördüler yüz küsur üniversiteyi çok merkezi bir şekilde idare edemiyeceklerini, ama artık daha çok bir selektif müdahale aracı şeklinde işletiyorlar, muhteşem hukuk devletimizde YÖK’ü de.
En kötüsü (batıda) yine İstanbul Üniversitesi’ni vurdu; malum, otoriteryan tepkiler hep orada ağırdır zaten. 28 Şubat’ta da böyleydi, bu sene AKP baskısı altında da öyle oldu. 2010 sonunda öğrencilere karşı bir serbest durdurma ve arama emri çıkartmayı başarmışlardı; fütursuzca kullandılar. Benim tespitimce apolitik öğrenci nüfusu arasında ne derece yaygın olduğu mübhem, ama olduğu kadarıyla ve olduğu çapıyla bile öğrenci muhalefeti susturulsun diye şu moda olan yumurtalı tişörtleri giyenleri dahi üniversite kapısından döndürdüler, ihtarlarla. Af çıkarıyorlardı, kimse artık üniversiteden atılmayacaktı ya siz bu yazıyı okuduğunuz günlerde.. palavra. Komisyonda iki cümle değişikliği ile milli güvenlik devleti anlayışını gayet iyi korudular; polis de artık kampüste.. Zaten korumasalardı Yargıtay koruyacağını belli etmişti; o tartışmalar iki haftamızı aldı 2011’den, hiç açmayalım. Bu kadar baskıya karşın patladı İÜ. Seçimlerden sonra ciddi bir ulusalcı sol protestolar silsilesi yükseldi; AKP 2011 sonunda hâlâ daha kendi başına buyruk bir şekilde hazırlamakta ısrar ettiği anayasasını yavaş yavaş kamuoyuna ‘ilân’ ettikçe daha da arttı her taşın altında şeriat ve ABD’yi gören yumurtalar ve boyalar. AKP nasıl mı iktidara geldi yine? Nasıl başka birşey bekliyordunuz ki? Ordunun kapalı kapılar ardındaki ihtarlarına uyup daha milliyetçi bir söylemi benimsedi ve barajın altında bıraktığı MHP’nin oylarını da kendine katarak %53 oyla mutlak bir iktidara geldi. Taksicilerin, bakkalların hepsi memnun, bize kuvvetli iktidar lazım, öyle düşük baraj, temsiliyet, katılımcı anayasa bozar bizi, bakın memleket nasıl ilerliyor diyorlar her seferinde, çileden çıkıyorum. Ve, İstanbul Üniversitesi’nde en kötüsü bu seneki 6 Kasımdı. Hiç bir demokratik ülkede görülmeyecek manzaralara şahit olduk, ve duyduğumuz bunlar gözaltında da devam etti… Sonrasında sivil toplumdan, öğretim üyesi sendikalarından gelen isyan üzerine soruşturma açıldı. Başbakan bizleri nifak tohumu sokmak ve yangına körükle gitmekle suçladı, ve biliyoruz hepimiz soruşturmaların hâlini bu ülkede..
Yangın, körük demesinin sebebi aslında İstanbul değil, Diyerbakır. Diyerbakır Üniversitesi’nde boykot var, kimse derse giremiyor bile. Dil hakları tanınmayınca, özerklik konusu tartışmaya bile açılmayınca sivil itaatsizlik hareketleri başladı tüm Kürt coğrafyasında. Allah’tan şimdilik PKK’yı susuturabiliyor bu kuvvetli sivil hareket, ne de olsa ciddi tartışmalardan sonra seçimi boykot etmediler, mecliste grubu olan üç partiden biri BDP. Devlet de durumun farkında ki gerginliği daha fazla tırmandırmıyor, yıldırıp muhalefeti bölüp bir kooptasyon politikası izlemenin peşinde; ama Ankara’da BDP vekillerinin işi gerçekten çok zor bu dönem.
Bütün bu olan bitene rağmen, dünyadaki öğrenci olayları Türkiye’ye sıçramasın diye mi yapılıyor üniversitedeki bu baskı diye düşünmeden edemiyorum bazen. Gerçi, bizdeki muhalefet çok farklı bir frekansta, çok daha yerel bir telden (lele-lelele-lelelelele usûlünde diyebiliriz, bkz: Durukan Dudu) çalıyor; ama paranoya paranoyadır en nihayetinde, ve dünyada gerçekten de bilinçlenen, yaygınlaşan bir muhalefet var. İngiltere’de protestolar boykota ve kalıcı işgallere dönüştü, şiddet boyutu da artıyor, ama Liberal Demokratlar’ın geri adım atma niyeti henüz yok. Eğitim orada da bir sosyal hak değil satın alıp sonra üzerinden para kazanacağın bir meta ne de olsa. Yunanistan’da hükümet krizde üniversitelerin otonomisine dokunamasa da harç-hurç getirmeye kalkınca bu bile yetti Yunanlılar’a; olayları siz düşünün. Kıta Avrupası’nda yine Bologna sürecine, eğitimin ölçülüp biçilip hazır giyim hâline getirilmesine karşı işgaller vardı son sömestr; bazı yerlerde ekolojist tonlar bile vardı öğrenci kampanyalarında, krizler içiçe geçtikçe. İspanya’da, Portekiz’de tedbir paketlerine karşı muhalefetle çok içiçeydi tabii hareket. Kuzey Amerika’da ise kâr amaçlı şirketlere satılan üniversitelerde işgaller devam ediyor. Kapatılacak beşeri bilimler bölümleri öğretim görevlileri de katılınca, sonunda Amerika’lıların kabul edemeyeceği bir itaatsizliğe dönüştü hareket; nasıl olur da özel bir işletmede kontratlarına karşın böyle bir girişime girerler hocalar. Polis usturuplu bir şekilde dahil oldu bir iki yerde meseleye. Berkeley ve birkaç başka duyarlı kampüsten ise destek sesleri kesilmiyor. Diğer taraftan, Obama’nın teşvikiyle doktora öğrencilerine sendikalaşma hakkını vermek için Demokratlar yasa teklifini sonunda verdi, ama Cumhuriyetçi Kongre onu da reddetti. Sanırım her alanda olduğu gibi bu alanda da söndükçe sönen bir balon olarak devam edecek Obama yılları, yine de Çay Partisi alternatifi düşünüldüğünde ümidimiz sekizi tamamlaması. Bu zayıf hâliyle aceba Durban’da ne yapacak.. Hepimiz nefesimizi tutmuş bekliyoruz.