Ben köy köy dolaşırken İstanbul’da, Ankara’da kıyamet kopuyordu. Kastamonu’nun bir köyünde misafir olduğum evde biz sofranın başındayken televizyonda tahmin edebileceğiniz renkte Gezi haberleri dönüyordu. Buraya kadar çok şaşırtıcı değildi ama durumun vehametinin ilk sinyalini sofrayı kuran sevimli ev sahibesinin ağzından çıkan şu dikenli kelimelerde gördüm: Terörist bunlar, terörist! Eşi de farklı düşünmüyordu; dış mihraklar, düzeni bozanlar, kaldırım taşları, vs. Ertesi gün oradan ayrılıp doğuya doğru yola koyuldum, köy kasaba ilerledim. Ne acı ki gittiğim hemen hemen her yerde manzara aynıydı, dillerde hep aynı kelimeler:
– “ağaç bahane, bunların derdi başka!”
– “ülkenin gelişmesini istemiyorlar, ülkeye zarar veriyorlar, kırıp döküyorlar”
– “3. köprü, havalimanı, kanal İstanbul projesi yabancıların işine gelmiyor, bu eylemciler onların maşası”
– “dış mihrakların oyunu”
Kısacası, gittiğim köy kahvelerinde okunan gazeteler, evlerde hiç kapanmayan televizyonlar, minibüslerde açık radyolar ve her gün her yerde aynı mesajları yineleyen Başbakan olayları nasıl anlatıyorsa köylü de olayı öyle kabul ediyor, çevresindekilere aynı cümlelerle aktarıyordu. Üstelik bahsettiğim köylüler arasında AK Parti’ye oy vermeyen, hatta Başbakan’ı sevmeyenler de vardı ama bu eylemlerden hepsi bıkmıştı ve alternatif bir ses olmadığı için duyduklarına inanıyorlardı.
Ethem’den, kırmızılı kadından, Kordon’da durup dururken polis dayağı yiyen genç kız ve oğlandan, evlerin içine kadar atılan gaz fişeklerinden, kask numarası kapalı polislerden, eli sopalılardan, tacizlerden, yaralamalardan, yerde tekme tokat dövülenlerden, keyfi gözaltılardan, işkenceden, Dolmabahçe’de camide yaşananların gerçek yüzünden ve daha nice gerçekten haberleri yoktu. Çünkü sosyal medya buralara uğramamıştı. Bir süre kendimi inanılmaz çaresiz, üzgün ve öfkeli hissettikten sonra silkelendim ve “bundan sonraki duraklarımda medya ben olacağım” dedim. Girdiğim her ortamda Gezi gerçeğini anlatmaya çalıştım. “Şöyle olmuş, böyle olmuş” diye kulaktan kulağa çarpıtılarak ve şişirilerek anlatılan lafları duydukça “durun, ben oradaydım, size ilk ağızdan anlatayım” diyerek konuştum da konuştum. Anlattıklarım genelde kafaları karıştırdı, çünkü şimdiye kadar kimse bu abilerime Gezi bostanını, parktaki teyzeleri, çocukları, şenlik havasını anlatmamış, göstermemişti. “Hayır” dediğimiz AVMleri, HESleri, madenleri, nükleer santralleri, köprüyü, havalimanını, vs niye sakıncalı bulduğumuzu kimse onlara tam olarak açıklamamıştı. İşte bu yüzden bu projelere hayır diyenler, kırsaldaki insanımızın gözünde kalkınmaya, gelişmeye, refaha karşı duran, sokağa döküldüğünde ise kutsal devlet nizamına tehdit unsuru içeren kaka insanlar hâlâ…
“Her yer Taksim”i gerçek kılmak, dönüşümü kitleselleştirmek istiyorsak İstanbul dışına, Anadolu şehirlerine, kasabalarına, köylerine bizzat gidip olanı biteni, dış mihrakların, faiz lobisinin veya partilerin değil sadece ve sadece doğanın haklarının savunucusu olduğumuzu, “hayır” dediğimiz projeleri neden ülkemiz ve doğamız için doğru bulmadığımızı herkesin anlayacağı bir dilde anlatmak zorundayız.
Berkay Atik
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…