KitapManşet

Zet küpün karesi (Açık Kitap Yazı Kalır 3)

0

10’lu yaşlarımın bi yerlerindeydim (yani ya ortası ya da başı ama sonu değil, emin de olamadığım için bu şekilde belirtiyorum). O vakitler İstanbul Bahçelievler’de oturuyoruz. Eski internetsiz, facebooksuz ve dahi twittersız günlerde biz -şimdi masal gibi gelse de- sokaklarda oyun oynardık ve dönemlerimiz olurdu. Kukalı saklambaç dönemi, Boru dönemi (içine ok haline getirilmiş kağıt yerleştirdiğimiz bir boru idi bu ve o okları borunun içinden rakibimize üflemek sureti ile oynardık bu oyunu), Kağıt dönemi.

Kağıt dönemi sırasında mahalleden arkadaşım Gökhan ile kağıt oynarken hayatımdaki ilk ekonomi/iktisat/maliye dersimi aldım. Şimdi kağıt derken aklınıza iskambil kağıtları gelmesin, alakası bile yok. Bazen araba markaları bazen futbolcu isim ve numaraları vsr olan kağıtlar dönerdi piyasada. İşte o kağıtlardaki numaranın son harfinden türeyen oyunlar oynardık bizde. Sende lamborghini var ve kağıdında 58 yazıyor diyelim, onu yere bırakıyorsun eğer arkadaşında sonu 8 ile biten herhangi bir araba markası var ise o ana kadar yere bırakılmış tüm kağıtları alıyordu.

İşte Gökhan ile ben de başladık oynamaya. En sonunda Gökhan’ın elindeki tüm kağıtlar bitti. Gökhan da kazandığım için beni tebrik etti, ben de mutlu mesut evime gittim. Evde kağıtlarımı bi saydım. Ulan, benim daha az kağıdım var. Nasıl oluyor ki bu? Düşün, düşün çıkamıyorum işin içinden. O kadar safım ki Gökhan’ın oyun sırasında bazı kağıtları dizinin altına bazılarını cebine koyarak beni kandırmış olacağına ihtimal dahi vermiyorum. İşte sana ilk ekonomi dersin, sen ekonomiden zerre anlamıyorsun azizim.

Açık Kitap Yazı Kalır’ın, “Bilgi İktisadı ve İktisadi Bilgi” maddesini okurken aklıma bu hatıram geldi ve bir kez daha kendimi gülümsemekten alamadım. Üç buçuk sayfa ve dokuz tam sütun yer kaplayan maddeyi her ekonomi yazısını okurken yaptığım gibi kafamı kaşıyarak, çoğu şeyden hiçbir şey anlamayarak okudum. Bu konuya kafa patlatmış abimlerin resimlerine baktım sonra, Adam Smith, Friedrich August von Hayek, Joseph E. Stiglitz. Kenneth J. Arrow vsr. Hayatlarını ekonomi, iktisat bilimine vakfetmiş insanlar. Onu oraya al, bunu burdan şuraya koy, onun fiyatını berikine yaklaştır, bunun arzını şuraya indir ama ötekinin berikinden fazla olmamasına da dikkat et. Teoremler üret, formülasyonlar yarat, seni meşgul eden derdi tüm diğerlerine bulaştır dur.

Üniversitede okurken bir iktisat hocamız vardı. Hoca isimleri ile aram kötüdür, beni mazur görsün onun da ismini anımsamıyorum. Merkez Bankasında önemli görevlerde bulunmuş bir iktisat profesörü idi Derslerde hiç anlamadığımız şeylerden hızlı hızlı bahseder, bu bahis sırasında tahtaya daha da anlamadığımız şekiller çizerdi. Bu anlatış ve çizişin bir anında bize döner, “anladınız mı çocuklar?” diye sorardı. Bir hocaya bir tahtadaki dünyanın o ana kadarki en çözülmez sırrına bakar ve “anladık hocam” manasına kafamızı sallardık.

Ne var ki hocanın anlattığından da tahtaya çizdiğinden de -hadi sezarlık bende kalsın- hiçbir şey anlamazdım. Aynen şimdi kitaptan öğrendiğim, “Pareto etkin durum” sözünden hiçbir şey anlamadığım gibi. Bu nasıl bir cümledir arkadaş, “Pareto etkin durum”. Neresinden tutsan elinde kalıyor. İktisatta her zaman vardır zaten böyle esrarcengiz tanımlamalar, formüller, ifşaatlar. İlgili maddenin yazarı Açık Radyo programcısı Hasan Ersel de benimle aynı fikir de olmalı ki maddenin bir yerinde şöyle demiş.

“Nasıl fizikçiler ya da tıp doktorları kendi aralarında konuştuklarında dışarıdan bakanlar pek bir şey anlamıyorlarsa, bu iktisat için de geçerli.”

Sonra da bu sırra vakıf olmanın yollarını sıralamış, iktisat eğitimi ve hayat boyu sürecek bir kendini geliştirme çabası.

Bana hayatımdaki ilk iktisat dersini veren arkadaşım Gökhan ile yıllar sonra yeniden karşılaştım. Kendine ait işyeri vardı, arabası, yazlığı vsr. Bense hala kazandığımı sandığım oyunlardan sonra evime gidip nasıl oluyorda daha az kağıdım olduğuna hayret etmekle meşguldüm.

Hoca isimleri ile aram pek yoktur dedim ama bunun elbette birkaç istisnası var. Lisedeki matematik hocam İslam Dikmenli mesela. Lise 2 matematik, İslam hoca beni ayağa kaldırmış notlarımı okuyor. ilk dönem 4 sınavdan aldığım notlar sırası ile 1, 2, 1 ve 1; 2. dönem ilk 2 sınav, 1 ve 6. İslam hoca not defterinden kaldırdığı gözlerini bana dikip, “Alper, evladım, bu nasıl oluyor, notlar birden bire böyle artar mı çocuğum, fırtına mı çıktı, kasırga mı yıktı ortalığı?” diye soruyor. Sınıfı da alıyor bir kıkırdama. Hayatında bir tek gün olsun doğru dürüst ders çalışmayan ve sadece sınıfta dinlediklerinden aklında kalanlar ile sınavlara giren ben her nasıl olduysa İntegral konusunu anlamışım işte. Ama nerde bizde o yaşta iken bunu savunacak, “Hocam ben İntegral konusunu çok iyi anladım, istediğinizi sorun hemen yanıtlayayım” diyecek cesaret. İslam Hoca o gün beni Gökhangillerle karıştırdı. Kopya çektim, hile yaptım, çamura yattım sandı.

Ve onun dersine giren her öğrencinin aklından çıkmadığına emin olduğum veciz sözlerini tekrarladı, “Sen böyle işlere sakın bulaşma evladım. Şİmdi birşey demiyorum, seni yakalamadım. Ama bir dahaki sınavda gözüm hep üzerinde olacak ve yakaladığım vakit basarım not defterine Zet küpün karesini”

Hayat böyledir işte hocam, atı alan üsküdarı geçer, sen mendil bile bulamazsın arkasından sallayacak.

En son iktisat derslerimden birini de “Bilgi İktisadı ve İktisadi Bilgi” maddesinin yazarı Hasan Ersel bir Açık Radyo programı sırasında Ömer Madra ile konuşurken vermişti.

Konu ne idi hatıtlamıyorum ama Hasan Ersel bir kovboy kasabasını anlatmaya başlamıştı. Çok zengin, müreffeh bir kasaba idi burası. İşsizlik yok, nüfus dengeli, arz talep dengesi mükkemmel. Uzaktan baktığınızda o kasabada yaşamak için canınız gider değil mi. Ama kaz hiç bir zaman ayağına denk gelen bir hayvan olmamıştır. Kasabadaki bu ortamı yaratan nedene göz atmak gerekir diye devam etmişti Hasan Ersel. O kasabada düello çok moda imiş, hemen hemen hergün en az bir düello meydana geliyor. Doğal olarak hergün en az bir kişi de ölüyor. Cenaze levazımatçıları, tabut yapanlar, bu işe yan ürün sağlayan herkes zengin. İşsizlik yok çünkü onu dengeleyecek bir düello geleneği var, istihdam %100. Arz talep dengesi de aynı nedenden dolayı sorunsuz.

“Peki,” diye devam etmişti Hasan Ersel, “şimdi ekonomi mükemmel diye siz bu kasabadaki sisteme müdahale eder misiniz, etmez misiniz?”

İktisat bu sorunun yanıtını bulabildi mi emin değilim hocam, ben şimdi eve döndüm, yeni bir oyun kazandımda kağıtlarımı saymam lazım.

anavarza

 

More in Kitap

You may also like

Comments

Comments are closed.