EkolojiManşetPodcastSağlıkYeşil Havadis

[Yeşil Havadis] Aslı Odman: Bizim milli asbestimiz yerli Sao Paulo olarak bütün sokaklarda dolaşıyor

0

İzmir Aliağa’da söküm işlemlerinin yapılması amacıyla Brezilya’dan yola çıkan, donanmaya ait Nea Sao Paulo isimli uçak gemisi, taşıdığı yüksek asbetle İzmir başka olmak üzere tüm Türkiye’nin tepkisine neden oldu.

Asbest, sadece gemi sökümüyle ilgili bir mevzu değil. Çok daha yaygın, toksik, zehirli bir kimyasal madde. Hayatımızın birçok alanında kullanılıyor ve asbeste bağlı hastalıklar da bir halk sağlığı olarak hem bu konuyla ilgilenen kişilerin hem sağlık profesyonellerinin gündeminde. Asbest’in ne olduğu ve hayatımızda ne gibi tehlikeler barındırdığını İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gönüllüsü ve akademisyen Aslı Odman, Açık Radyo-Yeşil Gazete işbirliğiyle hazırlanan ve her Cumartesi saat 08.00’de yayınlanan Yeşil Havadis’te açıkladı.

Savaş Çömlek: Asbest konusuna bir giriş yapar mısınız? Bu konu nedir aslında? Bizim aslında ne yapmamız lazım? neyin mücadelesini vermemiz lazım? Bu geminin durdurulması bize yeter mi?

Aslı Odman: Esasında halk sağlığından önce psikolojiyle başlamak lazım sanırım. Ben asbestle mücadele alanında hem emek hem ekoloji üzerinden mücadele hattının kurulması için esasında 2007- 2008’den beri uğraşıyorum. Bir yandan işçi sağlığı, bir yandan da hem kentsel dönüşüm mağduru mahallelerdeki hızlı “soylulaştırma” sürecindeki asbest, hem gemi sökümdeki asbest, hem su borularında asbest… Asbestin Türkiye’de kullanılma sesleriyle karşılaştığına çok kısa bir çaba bu.

Ama birdenbire asbestle ilgili böyle bir ilgiyi beklemiyordum. Yani 2007’den yediden bu yana, sanırım asbestin en fazla manşete çıktığı, insanların kelimeyi yanlış yazmadan kullandığı en yoğun dönemi yaşıyoruz. Bu da psikolojiyle neden ilgili? Gerçekten bütün o kötücüllükler, sanki dışarıdan bir gemiye, şanlı bir gemiye bindirilip de getirilince birden görülebilir oluyor.

‘Sao Paulo’dakinden çok daha büyük miktarda asbest, bina yıkımlarıyla kentlere dağıtılıyor’

Halbuki bu asbest dediğimiz kanserojen lifle Türkiye’de 2018’de yasaklanan, Avrupa Birliği ülkelerinde tedricen 1993’ten 2000’e kadar yasaklanmış olan bir madde. Şimdi Sao Paulo uçak gemisiyle tekrar görünür oluyor ama bizim milli ve yerli asbestimiz yerli Sao Paulo olarak bütün sokaklarda dolaşıyor.

Dolaştığı sokaklar da işçi sınıfı mahalleleri, sokakları ya da Aliağa değil yalnızca. Şu anda soylulaştırmak çabasıyla Beyoğlu Belediyesi tarafından apar topar yıkılan Okmeydanı‘ndaki Fetihtepe Mahallesi, Kadıköy‘deki Fikirtepe Mahallesi değil. Fikirtepe yıkıldığı zaman kuzey rüzgarlığıyla indiği bütün Moda, Caferağa ve Yeldeğirmeni’nde de bu böyle.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı da bu geminin gelmemesi için her şeyi yapacağını söyledi ama aynı İzmir’de bundan çok daha büyük miktarda asbest şehrin merkezinde deprem sonrası binalar yıkılırken yayıldı. Bayraklı’dan Karşıyaka’dan bahsediyoruz. Yani esasında sokaklarımızda o  yabancı kötücül bir gemiye bindirilmeden önce, onlarca küçük Sao Paulo gemisi salınıyordu zaten. Bu gündelik felaketlerle beraber psikolojik olarak da bilinç altına itiliyor. Bir de zaten çok güçsüzleştirildiğimiz bir dönemdeyiz. Sosyal, ekoloji, emek mücadelesi açısından baş edemediğimiz sorunları da şimdiye kadar hep göz ardı ettik.

‘Kurşunlu boyalara bakan yok’

Türkiye’de gemi sökümü ciddi şekilde yükselen bir sektör. Covid döneminde, dünya ticareti ve turizmiyle birlikte  gemicilik sektörü geriledi, biliyorsunuz. O yüzden daha fazla gemi, söküme gitti. Birinin derdi diğerinin karı oldu. Sökülen yüzlerce yaşlı gemi asbest barındırıyor elbette ama mesele sadece asbest değil. Asbest kadar da sökümü kolay olmayan ve sökülmeyen, atılmayan, kazınmayan kurşunlu boya da barındırıyor bunlar. Ayrıca adlarını bir kimyagerin çok daha iyi sayabileceği birleşimleri, pH’lar, TSD’leri vs.leri de içeriyor bütün bu gemiler.

Sao Paolo çok tanınmış bir gemi ve kötü bir ünü var. Nükleer testlerde kullanılmış. Üreten işçiler kansere yakalanmış, içindeki askerlerden pek çok kanser olan var ama bu geminin arz ettiği tehlikelerin ne yazık ki on mislini her sene, rutin gündelik felaket olarak Aliğa’da  yaşıyoruz.

Çocuklarımızın, belki doğmamış çocukların asbete maruziyetten kanser olmaması için mücadeleyi yükseltmek gerekir. Bizim nesil için biraz geç kaldık, özellikle de şehirlerde. O yüzden gelin Sao Paulo üzerinden gemi sökümün nasıl vahşi yapıldığını, bunun atık yönetimi zinciri içerisinde nasıl gıda zincirine zehirlenme olarak yansıdığını konuşalım diyoruz. O yüzden psikolojiyi halk sağlığına bağlayan bir hat var burada sanırım.

Brezilya’da niçin sökülmüyor da bu gemi acaba Türkiye’de sökülüyor?  

Bu gemi Fransız donanmasının 1960’ta inşaatı bitmiş en şanlı amiral gemilerinden biri. Fransız donanması tarafından nükleer testlerinde, Fransız Polinezyası’nda kullanmış. İkiz gemisi olan Clemenceu da aynı dönemde bir sene önce üretildi, tam da bu kampanya yapıldığı zaman. Bunu üreten, bundan faydalanan Fransa’nın Hindistan‘a bir de üzerine hurda çelik parası kazanarak ihraç etmemesi lazım diyerek Pasifik’ten geri döndürülmüştü. Geminin Fransa’da sökülmesi ve Fransız donanmasının tüm söküm masraflarını üstlenmesi için sürdürülen mücadele  2007’de kazanıldı.

Sao Paulo için ilk sorumluluk Fransız donanmasında. Gemiyi 2000’de elden çıkarıyor ve Brezilya donanmasına satıyorlar. İkinci sorumluluk da bunun Türkiye’ye “ittirilmesinde” .

Aslı Odman.

Bir de işin teknik yanı var. Çevre bakanlığı bu işin Türkiye ve Hindistan’da yapıldığını söyleyerek övünüyor ya. Bu övünülecek bir şey değil. Dünyada Çin de çekildikten sonra endüstriyel ölçekte gemi söken dört ülke kaldı. Çin “kendi gemimi sökerim, başkasınınkini de almam” deyince, Türkiye, Hindistan, Bangladeş ve Pakistan‘a kaldı bu işler. Bu övünülecek bir şey mi? Aynen plastik ithalatımız gibi. Bırakın gemi sökümünü geçen sene Türkiye Avrupa’dan en fazla katı atık ihraç etmiş ülke. Bunların en ağırlıklı kısmı ise hurda metal.

Biraz önce anlattığım kurşunlu boya, kadyumlu boya, zehirli boyalar, bütün o çelik fabrikalarında eritildiği zaman havaya karışıyor ve tarım havzalarına iniyor ve gıda zincirini zehirliyor. Dünyanın atık merkezi olmak ve bundan da çok dar bir elit kesimin kar etmesi ve bütün bedellerin ise canlılara, ekosistemi ve topluma yüklenmesinin övünülecek hiçbir yanı yok bizim için.

Çin bu yüzden sökmüyor, Fransa’da sökmüyor. Hindistan da sökmüyor. Türkiye’ye gönderiliyor. Orada bir ince nokta da var. Türkiye gemi sökmede uzmanlaşmayı öyle bir noktaya götürdü ki 22 tersaneden sekizi Avrupa Birliği gemi söküm mevzuatı gereği sertifika aldı. Bu durumu meşrulaştırıyor gibi görünüyor. Ancak biz bu  sertifikaları alan işletmelerde ISO’ların nasıl işlemediğini, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi‘nden de biliyoruz.

AB mevzuatına uygun sertifika var ama ne kadar uyuluyor?

İnsan bedeni, ekosistemin bedenidir. Daha yakın zamanda 30 Haziran’da Avrupa Birliği’nin gemi söküm mevzuatını revize etmek için yaptığı kanıt çağrısına cevap verdik.  Spot olarak yapılan ve tersane yöneticileriyle konuşulup sahada yapılan denetimler iş cinayetlerinin çok yüksek insidansı, meslek hastalığının bir tane bile tanısı olmaması. çelik ergitme fabrikalarına kadar giden atık yönetim sistemlerinin belgelenmiş, haritalanmış olmaması,  deniz içerisinde belgelenme yapılmış olmaması, Avrupa Birliği sertifikalı gemilerde de iş cinayetlerinin yoğunlaşıyor olması, asbest rakamlarının usulüne göre bertaraf edilenle uyuşmuyor olması gibi konular;  bu sertifikasyon sisteminin tersane bazında spot olarak ele alındığını ve işlemediğini gösteriyor.

Türkiye kurşun zehirlenmesinin bedendeki sonuçlarını 6.3 milyon kişi yaşıyor. Geçen seneki bu çalışmayı gıda mühendisi Bülent Şık yazmış.  Türkiye’de kabul edilen değerin üstünde kanında kurşun taşıyan çocuk sayısı 19 milyon. 0-14 yaş çocuklarda ise 6.3 milyon. Bu nereden geliyor? Bizim yalnızca sertifikaya bakacak  lüksümüz yok. Çünkü bu enkaz bizim. Bununla biz yaşayacağız. O karların nereye aktığı bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren çocuklarımız, canlılarımız ve geri dönüşsüz hasar verilen ekosistemler.

Sökülen asbestler ne yapılıyor? Ne yapılması gerekiyor? Saklanıyor mu bir yerde? Bir şeye dönüştürülüyor mu? Bunun bir yasal düzenlemesi var mı?

Şimdi yasal düzenleme çok iyi. Söz konusundaki mevzuat AB ile  tamamen uyumlaştırıldı. 2010’da her şekliyle üretim, tüketim yasaklandı. Kısmen “amyant” adı altında halen Türkiye’ye girdiğini bilsek bile artık öyle kitlesel yapılmıyor. Ama bizdeki sorun artık ithalat, ihracat değil. Hali hazırda var olan, yıkım sırasında ortaya saçılan. Uyuyan devi uyandırmak gibi..

Türkiye’nin neredeyse bütün su boruları bir dönemde İller Bankası asbestli çimentolu su borusu ürettirdiği için bununla yapılmış. Bugün belediyelerin gururla sunduğu “su borularının değiştirilmesi” çalışmaları, her fotoğraf  birer yıkım suçu esasında. Yıktığınızda bütün o lifler havaya salınıyor.

En son 1 Temmuz 2022’de, çok güzel bir bina yıkım yönetmeliği de hayata geçip yürürlüğe girdi. Burada her binanın artık asbest belgesi, yani asbest olmadığına dair belge ibraz edilmesi gerekiyor.

Bu kanun ve mevzuat birkaç sene bizi idare eder. Ama asıl sorun uygulamada. Bu asbest yakılmıyor, yok edilmiyor, hava almayacak paketler halinde güvenli yerlere gömülüyor deniyor. Ama yeni rakamları Çevre Bakanlığı’ndan öğrendik; beş senede, 714 gemiden 250 ton çıkardık dediler. Bunu uzmanlara sorduğumuzda epey komik bir rakam olduğunu söylüyorlar. Gemi söküm sanayi çok izole bir bölgedir Türkiye’de.

Kentsel dönüşümde kimin eli kimin cebinde, kim, nerede, ne binayı yıkıyor, bilmiyoruz. Şu anda herkes olduğu yerden pencereyi açıp baksın, kaç yıkım görecek? Bu binalarda belediyeler, müteahhit şirketlerle ne yazık ki belli ilişkiler içerisinde. Hızlı yıkım, hızlı yapım şeklinde işleyen bir piyasa var.

Halbuki asbestin ölçümü yapılmalı, çıkarsa tamamen karantina şartlarında, tamamen kontamine ederek ve dışarı bir tane lif bile çıkmayacak şekilde kapatma yapılmalı. Sulamayla olacak iş değil yani.  İşçilerin bu zehirli maddeyi hiç bir şekilde solumaması için, tek kullanımlık uygun koruma kıyafetleri giydirilmeli, üç saatte bir vardiyalar değiştirilmeli.  Yıkımların ancak bu şartlarda yapılması lazım. Türkiye’de böyle bir yıkım gören varsa mesaj atabilir ya da bizi bilgilendirebilir. Ben de bilmek isterim.

‘Kamu otoritesi verileri gizliyor’

Gerek konutlar, gerekse Ankara Hava Gazı Fabrikası, Buca Cezaevi, piyale fabrikası gibi çok yoğun kullanılmış fabrikalarda çok yüksek oranda asbest kullanılmış. Belediyelerin ibraz ettiği “usulüne uygun,  asbest döküm uzmanlarınca, full kontamine ortamda dekontamine ettik” diye açıkladığı rakamlar komedi.  Yıkılan tüm binaların üçte ikisi asbest içerikli.

Elimizde kamusal veri yok. Çevre Bakanlığı verileri vermiyor.

Binalar yıkılırken ortaya çıkan asbest sayesinde o bölge tamamen asbeste bulanıyor. Sadece uçuşan lifler değil, onun bulaştığı çatılar, betonlar, her şey. Ve elbette, bu kadar asbesti bertaraf ederken ortaya çıkan molozlar, hafriyatlar, bunları taşıyan sarı kamyonlar.. Durum bu kadar vahim.  Sözün sonu, Sao Paulo ile Brezilya’dan kabus falan ithal etmemize gerek yok. O kabusun içinde, o sokaklarda yaşıyoruz zaten uzun zamandır biz.

More in Ekoloji

You may also like

Comments

Comments are closed.