Türlerin yaşam hakkı ve İkizdere*

Sesi çıkmayan bir hayvanın sesi olmak!

Hayvan hakları aktivizmi, hayvanların değerinin kendinde olduğu ve insanın buna bir değer atfetme lütfunun olmadığı saiki ile hareket ederek her canlının yaşam hakkını etik bir yaklaşımla savunur. Bu nedenle kentlerde olduğu gibi kırsal alanda da hayvan sömürüsünü ve hayvanlara uygulanan şiddeti durdurmak için elinden gelen her şeyi yapar.

Doğayı sadece hammadde olarak gören sermaye sistemi, hiçbir canlının yaşamının gözetilmediği  doğa düşmanlığını şimdi de Rize İkizdere’de ortaya koyduğu için  böyle bir yazı ihtiyaç haline geldi.  Flora ve faunayla kurulan insanmerkezci yaklaşım, erktekelci iktidarların en temel özelliklerinden birisidir. Sistem bu yaklaşımını kalkınma yutturmacasıyla insanlara dayatıp her ormana fütursuzca girebilmektedir. Ve medyanın yoğun kullanımıyla ekonomik kalkınma, ilerleme, iş vaadi gibi söylemlerle, insanların yaşam alanlarını koruma savunmaları sadece ekonomik gelir-gider kıskacına sıkıştırılır. Yani sağlığınızı kaybetseniz de su kaynaklarınız ve dereleriniz kuruyacak olsa da artık tarım ve hayvancılık yapamayacak olsanız da her gün taş çıkartmak için beyninizde dinamitler patlayacak olsa da bölgenizdeki tüm ekosistemi yaşatan canlıların neredeyse hepsi yok olacak olsa da birkaç yıllık tozlu taş ocağı asgari ücretine evet demeniz istenir. O da zaten yerine getirilmeyecek bir vaattir çoğunlukla. Çünkü her firma kendi taşeronlarıyla gidip bölgelerden taşı alır ve çekip gider.

Nehirler ve türler yok olurken

Oysa nefes alıp yaşamamızı sağlayan ekosistem bir bütündür. Ve bu bütünlüğü her insan kendi yaşadığı habitat içerisinde kendiliğinden bilir. Siz oradaki bir taşı oynattığınızda yaşamın bütününü tehdit edersiniz. Tıpkı İkizdere’de olduğu gibi daha önce rafting yapılacak kadar akan nehir akmadığında, diğer canlı türleri yok olmaya ya da bölgeyi terk etmeye başlar. Terk edemeyen de maalesef ağaçlarındaki yuvalarında ya da iş makinalarının paletleri altında can verir. İkizdere direnişçilerinden Sibel Baş, bir kızıl doğanın yavrularını kesilen ağaçtaki yuvada bırakmasının çığlığına tanık olmanın dehşetini anlattığında tüylerim diken diken oldu. Kızıldoğan kesilen ağacın üzerinde daireler çizerek uçup acılı sesler çıkarıyormuş. Yine Sibel Baş’ın gönderdiği bir ayı yavrusunun fotoğrafında doğa talanı dehşetini, yavrunun yalnız kalmışlığı ve korkusu üzerinden okuyabiliyorsunuz.

İkizdere’deki canlılar

İkizdere Dernekleri Federasyonu ( İDEF) kurucularından Kadir Tozkoparan’ın gönderdiği fotokapan görüntüleri bölgede vaşaktan boz ayıya, karacadan yaban domuzuna, orman faresinden porsuğa, çengel boynuzlu dağkeçisinden alakargaya başka yerlerde sık karşılaşmayacağınız ne çok hayvan popülasyonunun olduğunu gösteriyor. Tahribattan ve gürültüden korkup kaçan nesli tükenmekte olan bir vaşak ise cep telefonu kameralarına yansımış. Nesli tükenmekte ya da endemik vurgusunu özellikle yapmak zorunda kalıyoruz maalesef. Çünkü “hukuk” söz konusu olduğunda bir bölgeyi sit alanı ilan ettirmek için ancak endemik bitki ve hayvanlar üzerinden gidebiliyorsunuz. Hiyerarşik sistem, biyoloji bilimini de ancak bu çerçevede kullanmaya zorluyor. Oysa doğadaki her canlı diğerleriyle kıyaslama götürmeyecek bir öneme sahiptir. Ve endemik olsun olmasın hepsinin yaşama hakkı vardır.

Hayvanların yaşam hakkına saygıyla meşhur Hint felsefesinde bu duruma swadharma ismi verilir. Yani her canlının doğada tuttuğu bir yer vardır ve bu ekosistemin dengesini sağlar. Hiçbirinin önemi diğerinden az ya da çok değildir. Aslında bu yaklaşım ekoloji biliminin de temelini oluşturur. Bu bilimin öncüsü Alexander Von Humboldt daha 1800’lerin başında herşeyin birbirine bağlı ve bütünün karşılıklı etkileşimli parçaları olduğunu keşfetmiş ve buna Almanca Naturgemalde (doğanın çizimi) adını vermişti. Türkçeye çevrilmesi zor olan bu kavram mikrokozmos veya ekosistem olarak adlandırılabilir belki. Bu kavramı Güney Amerika’da Chimborazo Dağı’nın eteklerinde oturup karmaşıklıktaki birliği fark ettiği o büyülü anda ürettiğini biliyoruz. Bugünkü anlamıyla ekoloji bilimi de buradan beslenmektedir.

Bu noktada bahsetmemiz gereken en önemli şeylerden birisi de bizim göremediğimiz binlerce belki milyonlarca canlının yuvasının insanın çoğunlukla rant amaçlı faaliyetleri sonrası dağıtılıyor olması. Orman göremediğimiz milyonlarca canlı organizma barındırır, o yüzdendir ki ekosistemin en önemli parçasıdır. Orman yangınlarında da maalesef insanların kayıpları anılırken hayvanların, böceklerin, yok oluşu pek gündeme gelmez. İkizdere’de daha taş çıkarılmadan sadece yol açım çalışmalarında bile dere taşla dolup kurumaya başlarken balıklar, yılanlar ve kurbağalar hızla ölmeye başladı. Bir de 30 milyon tonun üzerinde taş çıkarılacak bölgede mühendislerin hesaplamalarına göre toplam 1 milyon kamyon seferiyle bu taşlar liman inşaatına taşınacak. Demek oluyor ki bölgede saatte en az 70 kamyon hareket halinde olacak. Dinamitle yapılacak patlatmaları da düşündüğünüzde küçük, büyük bir canlı yaşamının burada devam etmesi neredeyse imkansız hale gelecek.

Sermaye güdümlü, türcü insanın, doğal kaynakların sonunu zorladığı ve türlerin yaşam hakkını tehdidinin en yüksek boyutlara ulaştığı Antroposen çağında, gezegenin sağlığını gözeten her insanın omuzlarında bütüncül bir bakışla hareket eden yaşam savunuculuğu görevi yükselmektedir.

*

  • Türlerin Yaşam Hakkı, Işıl Karaelmas ve Melike Dirikoç’un Açık Radyo’daki programlarının adı.