EkolojiManşet

Türkiye’de ormanlar tehlike altında

0

21 Mart Dünya Orman Günü’nde Türkiye Ormancılar Derneği, TMMOB Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, Tarım Orkam-sen, Tarım Orman-iş ve Orman Teknikerleri Derneği yazılı bir açıklama yaparak kamuoyunu ormanlara sahip çıkmaya çağırdı.

Koronavirüs salgınının yaşamın teminatı ormanların değerini bir kez daha ortaya koyduğu belirtilen açıklamada bu süreçte dahi orman ekosistemlerinin yok edildiğine dikkat çekildi.

Ormansızlaştırma artıyor

Yılda ortalama 4,7 milyon hektar ormanın yok edildiği belirtilen açıklamada Türkiye’de de durumun farklı olmadığı belirtildi.

Açıklamada “Her ne kadar ülkemiz orman alanlarını artıran ender ülkelerden biri olarak görülse de (Resmi verilere göre 1973 yılında 20,2 milyon ha günümüzde 22,9 milyon ha), özellikle ormancılık dışı amaçlarla yapılan tahsisler nedeniyle ormanlarımızın hem alansal olarak azaldığı hem de bozulduğu yönünde ciddi bulgular vardır” denildi.

Orman Kanunu’nda 18 yılda 29 değişiklik

6831 sayılı Orman Kanunu’nda, 1956’dan-2003 yılına kadar 15 kez, 2003’ten 2021’e kadar 29 kez değişikliğe gidildiği belirtilen metinde “Toplam 44 kez değiştirilen orman yasası her seferinde ormanların aleyhine işletilmiştir” ifadesi yer aldı.

Açıklamaya göre 39 bin hektar büyüklüğündeki orman alanları ormancılık dışı amaçlarla kullanılmak üzere madencilik, enerji, turizm vb. etkinliklere tahsis edildi. Bu sayıya büyük bir bölümü orman ekosistemi oluşturmaktan oldukça uzak olan 135 bin hektar civarındaki özel ağaçlandırma tahsisleri ise dahil değil.

‘Ormanlar parçalanıyor’

Bu tür tahsisler sonucu ormanlardaki parçalama miktarının arttığı belirtilen açıklamada şı ifadeler kullanıldı:

Resmi verilere göre sadece 2008 ile 2019 yılları arasındaki 11yıllık kısa süre içinde, ormanlarımızdaki parça sayısı 102 binden, 159 bine çıkarak %56 artmış, 10 hektardan büyük orman alanlarının sayısı azalırken, 10 hektardan küçük orman alanlarının sayısı %118 artmıştır. Bu veriler büyük orman alanlarının, hızla parçalanarak küçük alanlara dönüştüğünün kanıtıdır.”

‘Odun üretimindeki artış yüzde 53’ü buldu’

Son yıllarda ormanların; ekonomik kriz bahane edilerek, piyasa ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak yoğun bir üretim baskısı altına alındığı belirtilen açıklamada “2005 yılında 13 milyon m3 olan odun üretimi 2017 yılında 18,5 milyon m3, 2020 yılında ise 28,5 milyon m3 ‘e çıkarılmıştır. Son dört yılda (2017-2020) odun üretimindeki artış oranı yüzde 53’ü bulmuştur” bilgisi paylaşıldı.

Açıklamada “Odun üretimindeki aşırı artış ormanlarımızın geleceğini tehdit etmektedir. Bunun yanında milli parkların da odun üretimine açılmasını sağlayacak hazırlıkların yapılıyor olması meslek kamuoyunda yoğun bir kaygı uyandırmaktadır” ifadeleri yer aldı.

 ‘Sözleşmeli işe alımlar sıkıntı yaratacak’

Orman yangınlarıyla mücadelede de büyük eksiklikler olduğu söylenen açıklamada teknolojik olanakların gelişmiş olmasına rağmen liyakate dayalı personel politikası terkedilmiş olduğu için, yangınla mücadelede yetersiz kalındığı aktarıldı.

Bunun yanı sıra 2020 yılında OGM bünyesinde çalıştırılmak üzere orman mühendisi ve muhafaza memurlarının, sözleşmeli personel olarak (4b) kapsamında işe alınmalarının kamu hizmetinin yürütülmesinde ciddi sıkıntılar yaratacağı belirtildi.

‘Torba yasa ormansızlaşmayı artıracak’

28 Nisan 2018 tarihinde yürürlüğe giren 7139 sayılı torba yasa ile 6831 sayılı orman kanununa eklenen Ek.16. madde ile ülkede yaşanmakta olan ormansızlaşma konusunda yeni bir aşamaya geçildiği belirtildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

Bu değişiklikle orman alanı dışına çıkarma işlemleri daha da kolaylaştırılmıştır. Açıkça anayasaya aykırı olan bu değişiklik, yargı denetiminin evrensel hukuk normlarına göre yapılmaması nedeniyle yürürlüğe girmiş ve ormanlar üzerinde yasal koruyuculuğu sağlayan anlayış büyük bir darbe almıştır.”

‘İzmir’de yapılaşma yeni felaket doğurur’

Açıklamada “Bu tür orman dışına çıkarma işlemleri İzmir Bayraklı ’da olduğu gibi her ne kadar depremde zarar görmüş vatandaşların yerleşimleri için alan açmak için yapıldığı söylense de; bu alanın 1995 yılında meydana gelen sel felaketinde 58 yurttaşımızın sel nedeniyle yaşamını yitirdiği Laka Deresi Havzası’nda olduğu gözden kaçırılmamalıdır” denildi. Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı:

İZSU’nun da katkılarıyla dönemin Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü görevlilerince yapılan çalışmalarla bu alandaki yüzeysel akış durdurularak bir felaketin önüne geçilmiştir. Ancak alanın yeniden yapılaşmaya açılması ile adeta bir başka felakete davetiye çıkarılmaktadır. Bu alanın ağaçlandırılması için yapılmış olan milyonlarca liralık masraf bir yana, yer altı su rezervlerinin dengesi ve yeşil alan bakımından kıt kaynaklara sahip İzmir için ayrı bir öneme sahip bu alanın olduğu gibi korunması gerekmektedir. Bu işlemin iptali için TMMOB tarafından başlatılmış olan yargı süreci devam etmektedir.

‘Ranta yönelik projelerden vazgeçin’

İstanbul’da Kanal İstanbul, İzmir’de de Çeşme Turizm Projesi vb. bilimsel dayanaktan yoksun, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve yürürlükteki mevzuata aykırı projelerle doğa ve orman varlıkları üzerindeki yıkımların şiddeti hızla arttırılmak istenmektedir. Ranta yönelik bu tür projelerden bir an önce vazgeçilmelidir.

Bu açıklamanın yazıldığı sırada, (22 Mart’ta kutlanacak olan “Dünya Su Günü”nden sadece üç gün önce) 19 Mart 2021 tarihinde “Sulak Alanlar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle; yönetmeliğe “Bakanlığa tahsis edilen yerlerde koruma, yönetim, işletme, tanıtım, sportif, eğlenme, dinlenme ve benzeri hizmetler için gerekli altyapı, üstyapı ve diğer tesisler Genel Müdürlükçe yapılır veya yaptırılır. Söz konusu tesislerin işletilmesi ve/veya işlettirilmesi Genel Müdürlükçe yapılır veya yaptırılır.” şeklinde bir ifade eklenmesini, tıpkı daha önce kent (şehir) ormanları ve tabiat parklarında yapıldığı gibi, korunan alanların piyasaya açılmasının ve sermayeye peşkeş çekilmesinin artık rutinleşmiş son örneği olarak görüyoruz.

‘Seyirci kalırsak yok olacağız’

Doğanın kolayca alınıp satılabilir bir meta olması, bugün yaşadığımız Covid-19 pandemisinden daha vahim durumlarla karşılaşabileceğimizin habercisidir. Doğaya yapılan her müdahale, sadece doğayı değil, insanlığın geleceğini de yok edecektir.

Yukarıda bahsettiğimiz olumsuzluklara daha birçok örnek eklenebilir.  Yaşanan tüm olumsuz koşullara rağmen TMMOB’ye bağlı meslek odaları ve Türkiye Ormancılar Derneği olarak bilgi birikimimizi, ülkemizin kalıcı çıkarları için kullanmak ve sermayenin saldırılarına karşı ülkemizi ve doğamızı korumak, toplumsal sorumluluğumuzun bir gereğidir. Ya insanlığın ve yaşamın teminatı olan ormanlarımızı ve doğal varlıklarımızı bütüncül bir koruma anlayışı ile sonuna kadar taviz vermeden koruyacağız, ya da bu varlıklarımızın küresel sermayeye ve ranta kurban edilmesine seyirci kalarak hep birlikte yok olacağız.

More in Ekoloji

You may also like

Comments

Comments are closed.