Ana Sayfa Blog Sayfa 5388

Slovenya’da ilk siyahi başkan

0

Gana doğumlu bir doktor, eski doğu blokundaki ilk siyahi belediye başkanı olmayı başardı.

Merkez soldaki Sosyal Demokratlar’dan aday olan Peter Bossman, Slovenya’nın kıyı kenti Piran’daki belediye başkanlığı seçiminde az farkla zafer kazandı.

Bossman, insanların artık derisinin rengini görmediğini ve seçiminin ‘Slovenya’daki üst düzey demokrasi’yi gösterdiğini belirtti.

Bossman, 1980’lerde, o dönem Yugoslavya’nın bir parçası olan Slovenya’ya tıp öğrenimi için gelmişti.

Peter Bossman, oyların yüzde 51,4’ününü alarak, eski Belediye Başkanı Tomaz Gantar karşısında az farkla zafer kazandı.

Mutlu ve gururlu

‘Mutlu ve gururlu’ olduğunu söyleyen Bossman, ‘Kampanyamı diyalog üzerine kurdum ve diyaloğun kazandığını düşünüyorum’ dedi.

Bossman kampanyasında Piran kentine elektrikle çalışan otomobilleri getirmeyi vaat etti.

Peter Bossman ayrıca, kente bir havaalanı ve golf sahası kazandırmayı da umuyor.

54 yaşındaki Bossman, tıp eğitiminden sonra memleketi Gana’ya dönmeyi amaçlıyordu.

Ancak, Hırvat bir meslektaşıyla evlenmesinden sonra fikrini değiştirdi.

1991’de bağımsızlığını ilan eden ve 2004’de Avrupa Birliği’ne üye olan tek eski Yuvoslavya ülkesi olan Slovenya’da nüfusun yüzde 12’si ülke dışında doğmuş. Ancak bunların çok küçük bir kısmı Afrika kökenli.

Bossman, Reuters Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, derisinin rengi nedeniyle son yıllarda hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadığını söyledi.

Bossman, ‘Farklı olanları kabul etmeyen küçük gruplar hep vardır. Slovenya’ya geldikten birkaç ay sonra bazı insanların bizimle birlikte olmak istemediklerini hissettim. Ama son 10 ila 15 yıldır hiç böyle bir deneyim yaşamadım. Hiçbir sorunum yok ve bence insanlar artık bana baktıklarında derimin rengini görmüyor’ dedi. (BBC)

Şili şarabı-Fransız peyniri keyfinin acısı çevreden çıkıyor – Robert Gottlieb

Ocakta şeftali, ağustosta Brüksel lahanası yiyebiliyoruz ama gıdanın kilometrelerce uzaklara taşınması çiftçiye de çevreye de zarar veriyor.

Süpermarkete bir sonraki gidişinizde sarmısağı kontrol edin. Başka bir çağda, pekâlâ hemen burada, Kaliforniya’daki Gilroy’da üretilmiş olabilirdi. Fakat bugün sarmısağınız büyük ihtimalle okyanuslar ve kıtalar aşıp mutfağınıza giriyor.

Bugünlerde sarmısağın büyük kısmı Çin’den geliyor. 2003’ten bu yana Amerika’nın Çin’den sarmısak ithalatı neredeyse üçe katlandı, Kaliforniya’da yetiştirilen sarmısak miktarıysa yaklaşık yarıya düştü. Bu da sarmısağınızın size ulaşmak için muhtemelen yüzlerce yerine, binlerce kilometre yol aldığı anlamına geliyor.

Venezüella-Çin-Los Angeles

Dahası, Çin’den sarmısak taşıyan gemiler yüksek oranda zehirli yakıt kullanıyor, ki o yakıt da muhtemelen Venezüella’dan gelmiş oluyor. Büyük nakliyat gemileri Güney Amerika’da yakıt alıyor, ardından Pasifik’i geçiyor, burada Çin sarmısağını yüklüyor ve sonra okyanusu gerisin geri aşarak Los Angeles ve Long Beach limanlarına yanaşıyor. Limanlarda da trenlere veya kamyonlara yükleme yapılıyor, ki bu da ilave dizel kirlenmesine yol açıyor. Çevresel etkiler küresel ve bilhassa da ister Çin’de ister burada olsun, gemilerin, trenlerin, kamyonların ve depoların bulunduğu varış noktalarında yoğunlaşıyor.

Sandığınız kadar ucuz değil

Peki niye Çin’den sarmısak alır hale geldik? Bütün o nakliye maliyetlerine rağmen, Amerika’da üretilen sarmısaktan ucuz olduğu için.

Fakat sizin markette yaptığınız tasarruf, Gilroy gibi yerlerdeki çiftçileri vuruyor. Dahası, Çin sarmısağının ne tadı ne de dokusu burada üretilen sarmısağınkiyle aynı. Ve Çin’den sarmısak almak ticaret açığımızı artırıyor, Amerika’daki işsizliğe katkıda bulunuyor ve gıdayla ilişkimize zarar veriyor.

Gıda ürünlerinin giderek küreselleşmesi sadece ABD’de var olan bir dert değil. PepsiCo Çin’de, Frito-Lay birimi yoluyla, saf bir Amerikan ürününü, yani patates cipsini başarıyla piyasaya sundu. Bunu kısmen, Çin’de neyin piyasaya sürülebileceğini belirleyen kısıtlamalara bağlı kalarak yaptı. Çinliler ithal edilecek tarım ürünlerinin başka yerlerde üretilmesine izin vermiyor, bu nedenle Frito-Lay şu an patatesleri Çin’de üretiyor.

PepsiCo’nun Çin’deki girişiminin operasyonlar müdürü Wall Street Journal’a şunları söylüyordu: “PepsiCo bir tarım şirketi değil. Fakat bir pazar oluşturmak için, bunun gibi ilave adımlar atmak zorundaydık.”

Obez Çinli kimseyi şaşırtmasın

Frito-Lay’in ‘yeşil çaylı patates cipsi’ gibi ürünleri şu an Çin mağazalarına oluk oluk akan diğer fast-food ürünlerinin yanında yerini alıyor ve bu durum Çin’deki insanların beslenme alışkanlıklarını ciddi biçimde değiştiriyor. Sonuçlardan biri şu: Nüfusun dörtte biri aşırı kilolu veya obez; bir kuşak önce Çin’de böyle bir şeyi asla göremezdiniz. Çinliler henüz biz Amerikalılar kadar obez değil, fakat gidişat o yönde.

Gıda küresel bir ürün haline gelmiş durumda. Bu, Şili şarabımızı Fransız peynirimiz eşliğinde yudumlayabilmemiz anlamına geliyor. Ve her şeyi her mevsimde bulabilmemiz: Ocakta şeftali, ağustosta Brüksel lahanası satın alabiliyoruz. Peki ne pahasına?

Kültürümüzü de kaybediyoruz Yediğimiz gıdanın ucuzlamasına yol açan küresel ticaretin nimetlerine dair yığınla laf duyuyoruz. Fakat gıdayı tarladan pazara binlerce kilometre taşımak çevre kirliliğini artırıyor, geleneksel beslenme alışkanlıklarını değiştiriyor ve yerel çiftçilere zarar veriyor. 22-23 Ekim’de Carson’da düzenlenen uluslararası bir konferansta, gıdaları bu kadar muazzam mesafeler arasında taşımanın sonuçlarından bazıları ele alınacak.(daha fazla bilgi için: www.theimpactproject.org)

Bununla birlikte bu konuda bir tek şey gün gibi ortada: Gıdayla kültür karmaşık bir ilişki içinde ve yerelde yetiştirilmiş gıdayla bağlantımızı kaybettiğimizde, kültürümüzün de bir parçasını kaybediyoruz. Yediklerimizle tekrar bağ kurmanın vakti geldi.

(Kaliforniya’daki Occidental Koleji’ne bağlı Kentsel ve Çevresel Politikalar Enstitüsü’nün direktörü, 20 Ekim 2010)

Afganistan’da bu yıl ölen NATO askeri sayısı 600’e çıktı

0

Afganistan’da iki NATO askerinin ölümüyle birlikte yıl başından bu yana ülkede ölen yabancı asker sayısı altı yüze çıktı. ISAF (International Security Assistance Force) tarafından yapılan açıklamada, dün biri bombalı saldırıda, biri de Taliban güçlerinin silahlı saldırısında olmak üzere iki NATO askerinin daha öldüğü bildirildi. Son ölümlerle birlikte bu yıl içinde Afganistan’da ölen yabancı asker sayısı altı yüze ulaştı. Geçtiğimiz yıl boyunca Afganistan’da toplam 521 yabancı asker ölmüştü. ABD öncülüğünde Afganistan’daki işgalin başladığı 2001 yılından bu yana ölen toplam yabancı asker sayısı ise 2170’e çıktı.

Afganistan’da NATO şemsiyesi altında çoğunluğu ABD askerlerinden oluşan 150 bin yabancı asker bulunuyor. Söz konusu güçler, işgalle iktidardan uzaklaştırılan Taliban güçlerini yenmekten ziyade, ilerlemesini durdurmaya çalışıyorlar. İktidara gelir gelmez Afganistan’a onbinlerce ek asker gönderen ABD Başkanı Barack Obama, başarısız olan Afganistan stratejisini kasım ayında yapılacak olan Senato seçimleri ardından gözden geçirmesi bekleniyor.Batı destekli Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai hükümeti ise, Taliban güçleriyle uzlaşı arayışında. Buna karşın Taliban, yapılan görüşmelerde savaşın son bulması için yabancı güçlerin ülkeden çekilmesini önkoşul olarak ileri sürüyor. (ANF)

Gümüşdamla’da HES’e karşı sesler yükseliyor

0

Antalya Isparta Burdur Dereleri Gönlünce Aksın Çevre Platformu; Antalya’nın Akseki ilçesi, Gümüşdamla Köyü sınırlarında Ercihan İnşaat Şirketi ve BM Holding tarafından inşa edilen HES (hidroelektrik santral) nedeniyle köyde büyük sıkıntılar yaşanmakta, inşaatın birçok çevre ve insanlık suçunu da bir arada taşımakta olduğunu söylüyor. Platform tarafından basın kuruluşlarına duyurulan açıklama şöyle:

Gümüşdamla Köyü’nün ortasından geçen dere, köyün 4 km. yukarısından, Manavgat Çayının ilk çıkış yeri olarak adlandırılan Ali Hoca Membası’ndan çıkmakta. Gümüşdamla Köyü’nün tarlalarını suladıktan sonra Üzümdere ve ardından Sinanhoca Köyleri’nin tarlalarını sular ve oradan da Oymapınar barajına kadar toplam 100 kilometrelik alana ulaşır. Gümüşdamla’da 1978 Ekim ayında yapılan ölçümde suyun debisi saniyede 300 litre olarak ölçülmüşken, bu suyun 1998’deki ölçümünde 166 litreye düştüğü görülmüştür. Şu anda ise küresel ısınma sonucu bu oranın daha da azaldığını çıplak gözle bile gözlemlemek mümkündür. Su hem bizim için çok önemlidir. Bize ve bölgenin doğasına ancak yeten su, HES’e verilmiştir.

Oysa su kullanma önceliği, kaynağının çıktığı yöre ve kaynağın güzergahında, bu havzada yaşayan halktadır. Yine aynı şekilde yöre halkının kendi bölgesinden çıkan veya geçen suyu tarımda kullanmada önceliği vardır. Havzada yaşayan bitki ve diğer canlıların yaşamları için gerekli suyu yatağında mutlaka bulundurma zorunluluğu vardır. Doğanın dengesinin bozulması diğer canlıların da yaşamını etkilemektedir. Ancak tüm bu su ihtiyaçları karşılandıktan sonra suyun diğer alanlarda kullanılabilirliği doğru olacaktır. Tıpkı bizim köyümüzde olduğu gibi ülkemizde de yanlış uygulanan su politikaları, aslında kendimize yetecek su kaynaklarımızı ve geleceğimizi tehdit etme noktasına getirmiştir. Suyun bilinçsiz kullanımı, doğanın tahribatı, kamusal değerlerin geri plana itilmesi, plansızlık, konuyla ilgili kurumların koordineli çalışamaması sorunu giderek büyütmüştür.

Derelerimiz ve akarsularımız enerji nedeniyle 4628 sayılı yasa çerçevesinde doğayı hiçe sayan plansız, kaptı kaçtı bir şekilde sermayeye satılmaktadır ve halkın ortak değeri olan sularımız ne yazık ki özelleştirmenin kıskacı altındadır. Dünya kaynaklarını kendi hakkı olarak gören sermaye, gelecekte tüm hesaplarını su kaynakları üzerinden yapmaktadır. Bu nedenle suyun ticarileşmesi ve kendi çıkarlarına kullanabilecekleri meta olabilmesi için her türlü dayatmaları ve düzenlemeleri yapmaktadır. Ülkemizde, Yukarıdaki şartların düzenlemesi 6200 sayılı kanun ile Devlet Su İşleri’ne (DSİ) verilmiştir. Devlet Su İşleri bu görevi yerine getirebilmekte midir? DSİ, son 10 yılda küçük HES’lerin dağıtımında karar sahibi olamamış; DSİ Genel Müdürlüğü’nde dar bir kadro, mevcut iktidarın su dağıtım genel müdürlüğü gibi davranmıştır.

Bölge Müdürlükleri’ne sorma gereksiniminde bile bulunmadan talepler doğrultusunda iktidar partisinin belirlediği şirketlere ülkenin tüm derelerini paylaştırmıştır. İktidar suda da kendi siyasi şirketlerini oluşturarak Türkiye’nin derelerini yandaş şirketlere peşkeş çekmiştir. DSİ’deki bu kadrolar “Su Hayattır” politikası yerine “Su Paradır” politikasını yerleştirmiştir. Ancak su temel insan hakkıdır ve bizler bu hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bizler suyun korunması, halka ulaştırılması ve doğru kullanılmasından birici derecede sorumlu olan DSİ’nin bu görevine sahip çıkmasını, Gümüşdamla’daki yanlış uygulamayı durdurmak için hareket geçmesini ve Türkiye’ye kader gibi sunulan hes’lerden görevi gereği halkı, suları ve dereleri korumak için harekete geçmesini talep ediyoruz.

(Medyantalya)

İzmir Barosu’nda seçimleri ÇAG kazandı

0

İzmir Barosu’nda yeniden Çağdaş Avukatlar Grubu dönemi başlıyor. Seçimi Çağdaş Avukatlar Grubu kazandı. Baro başkanı Sema Pekdaş. Fuar Atlas Pavyonu’nda dün toplanan genel kurul, bugün seçimlerin ardından sona erdi. Baro üyesi avukatlar, sandık başına giderek yeni yönetimi seçti. Yönetim için 7 liste yarıştı. Üçe bölünen Cumhuriyetçi Avukatlar Grubu; Özdemir Sökmen, İlhan Erkul ve Erdoğan Öztürker başkanlığında üç ayrı liste ile seçime katıldı. Seçimin en iddialı grubu Çağdaş Avukatlar Grubu, Sema Pekdaş’ı aday gösterdi. Pekdaş, genel kurulun tek kadın başkan adayıydı. Değişim Grubu Refik Uzun’u, Bağımsız Savunma İbrahim Bahçıvancılar’ı ve Ilerici Avukatlar Grubu da Mehmet Zeyrek’i aday gösterdi. Oylama sonunda Çağdaş Avukatlar Grubu seçimi kazandı. Kesin olmayan sonuçlara göre, Çağdaş Avukatlar Grubu’nun listesi 901 oy aldı. İkinci sırada ise Cumhuriyetçi Avukatlar Grubu adayı Özdemir Sökmenler yer aldı. (ANF)

Madencilere karşı kararlılık gösterisi

Madencilik yasasında yapılacak bir değişiklikle zeytinliklerin maden arama ve işletme hakkı elde etmesini son anda engelleyen zeytinciler madencilere karşı uyanık olmaya devam ediyorlar. Hafta sonunda Ayvalık’ta gerçekleşen Zeytin Hasadı şenlikleri kapsamında düzenlenen bir panelde konuşan Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi ( UZZK ) başkanı Dr. Mustafa Tan bütün zeytincileri madenciler karşısında nöbete çağırdı.

Zeytinciliğin yaklaşık 500 000 ailenin geçim kapısı olduğunu belirten Mustafa Tan zeytinciliğin 6 bin yıldan beridir Türkiye’nin geniş bir bölümünde ana ekonomik faaliyet kaynağı olduğunu söyleyerek, madenciliğin ve özellikle de altıncıların girdikleri bölgeyi on- onbeş yıl içinde enkaza çevirerek gittikleri konusunda uyardı. Altının ekonomiye sağladığı katma değerin ve istihdam gücünün çok üstünde bir değerin zeytincilikle zaten yaratıldığına dikkat çekti.

Bergama’da sürdürülen siyanürle altın işleme tekniğinin veya Turgutlu Çaldağında nikel işleme tesislerindeki sülfürlü işleme yönteminin geçtiğimiz günlerde Macaristan’da meydana gelen ve büyük bir felaketle sonuçlanan kaza ile aynı riskleri taşıdığına işaret edilen panelde konuşmacılar zeytinciliğin sürdürülebilir yaşamın simgesi olduğu konusuna vurgu yaptılar.

Ayvalık’taki zeytincilerin maden kanununu sadece zeytincilik penceresinden ele almalarının yetersiz olduğunu düşünenler için aynı günlerde Küçükkuyu’da düzenlenen bir başka toplantıda madencilik yasası daha geniş bir çerçeveden değerlendirildi. Küçükkuyu Belediye başkanı Cengiz Balkan’ın öncülüğünde bir araya gelen İda dağı ve Madra dağı civarı belediyelerin yetkilileri zeytinliklerin yanında ormanların, su kaynaklarının ve bir bütün olarak doğal hayatın korunmasının önemini vurguladılar.

Konuyu yakından takip ettiklerini belirten Küçükkuyu Belediye Başkanı Balkan bölge halkının konuya son derece duyarlı olduğunu, yerel yönetimlerin de madencilik faaliyetlerini dikkatle izledikerini söyledi. Yöredeki pek çok belediyenin yetkililerinin katıldığı toplantıda örgütlü bir şekilde hareket eden madenci lobilerine karşı örgütlü hareket etmenin gereği hatırlatılarak madencilerin faaliyetlerini ve bu konuda parlamentodaki gelişmeleri izlemek için ortak bir sekreterya kurulmasına karar verildi. (Yeşil Gazete)

Haiti’de deprem sonrası kolera salgını önlenemiyor

Karayip Denizi’nde bir ada ülkesi olan Haiti Cumhuriyeti’nde depremden 10 ay sonra ortaya çıkan kolera salgınında ölü sayısı 220’ye çıktı. 7.0 şiddetindeki depremde de resmi rakamlara göre 200 bin kişi hayatını kaybetmişti. Küba’nın doğusunda yer alan ülkenin nüfusu yaklaşık 10 milyon. Eski bir Fransa sömürgesi olan Haiti, Kuzey ve Güney Amerika’da Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra bağımsızlığını ilân eden ikinci ülke. Buna karşılık, bugün Batı Yarımküre’nin en fakir ülkesi ve yönetimsel karmaşa durumu halen devam etmekte.

Yetkililer, ülkenin kuzeyindeki birçok bölgede ortaya çıkan kolera vakalarının başkent Port-au-Prince’e de ulaştığını; burada da 5 vaka teşhis ettiklerini söylediler. Önceki açıklamalarında ölü sayısını 208 olarak iddia eden yetkililer, yaklaşık 3000 kişinin de hastanelerde tedavi altında olduğunu söylemişlerdi. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün İspanya birimi de, Sant Marc kentinde bir enfeksiyon ile mücadele merkezi kurdu.

Karayipler bölgesinde yüz yıldır ilk defa kolera bu denli büyük oranda ölümlere yol açıyor. Kolera genellikle kirli su ya da bu sularla yıkanmış gıdalar aracılığı ile yayılıyor. Bu yüzden kanalizasyon veya su arıtım tesislerindeki herhangi bir hasar veya yanlış uygulama, koleranın büyük çapta bir alana kısa sürede yayılmasına yol açabilir. Aslında basit bir tedaviye sahiptir ama tedavi edilmezse de %50 oranında ölümle sonuçlanabilir. Her yıl 100.000’in üstünde insan kolera hastalığı yüzünden ölüyor. Gelişmiş ülkelerde kolera salgınları artık yaşanmazken, temiz suyu bulmanın zor olduğu ve kanalizasyon sistemlerinin tam olarak gelişmediği ülkelerde büyük çaplı kolera salgınları yaşanabilmekte.

Depremin olduğu günlerde Türkiye’nin Haiti halkına elinden gelen katkıyı yapacağını belirten Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, ”İlk fırsatta 1 milyon dolar nakdi para yardımı sağlayacağız.” demişti. 1 milyon dolar ile, İstanbul Boğazı’ndan bir yalı almak  mümkün olmayabiliyor. (Yeşil Gazete, AA)

Başbakanlık örtülü ödenekte büyük oynuyor

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yüksek düzeyde örtülü ödenek harcaması yapıyor . Başbakanlığın Ağustos ayı sonu itibariyle geçen yılın tamamında yaptığı örtülü harcamasının yüzde 68’i oranında örtülü ödenek kullandığını ortaya çıktı.

TBMM’ye sunulan bütçe tasarısında, 2010 yılında Başbakanlık bütçesinde örtülü ödeneğe 230 milyon ayrılırken, Ağustos sonu itibariyle 232 milyon 702 bin 894 TL kullanıldı. 2009 bütçesinde örtülü ödenek için 207 milyon TL’lik ödenek ayrılmış, ancak yıl sonu itibariyle bu hesaptan yapılan harcamaların tutarı 341 milyon 971 bin 42 TL’ye ulaşmıştı.

Bütçe tasarısında, Başbakanlığın 2011 bütçesinde örtülü ödenek için öngörülen başlangıç bütçesi de 2010’a göre yüzde 146 yani 1,5 kat artırılarak 500 milyon TL’ye çıkarıldı. Bununla beraber, 2012 yılı için 527, 2013 yılı için de 552 milyon TL’lik başlangıç ödeneği öngörülüyor.

Muhalefet, Başbakanlığın örtülü ödenekten yaptığı harcamaların, AK Parti organizasyonları, Başbakan’ın gezilerinde dağıttığı oyuncaklar ve hatta yurt dışından ithal edilen mobil dinleme araçlarının alımında kullanıldığını iddia ediyor.

Örtülü ödenek, Kamu Mali Yönetim Kanunu’nun 24. maddesinde düzenleniyor: “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir.” (ANF)

Avrupa’da İslam karşıtları güç birliği yapacak

Holiganlar, Naziler ve hoşnutsuzları bir araya getiren İngiliz Savunma Ligi (English Defence League), İslam karşıtı faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Organizasyon, “yoldaşları” Geert Wilders için Amsterdam’da bir gösteri düzenlemeyi planlıyor. Geert Wilders ise Hollanda’da, liberteryen Partij van de Vrijheid’in (Özgürlük Partisi) başkanı.1998’den beri Hollanda Parlamentosu üyesi. Wilders katolik olmasına rağmen sonradan Ateizm’i seçmiş bir siyasetçi. Wilders, vergilerin düşürülmesi, refah devletinin tasviyesi, asgari ücretin ortadan kaldırılması, devlet düzenlemelerinin ve müdahalelerinin en aza indirgenmesi gibi sağ liberteryen politikalarla, objektivist bir bakış açısını birleştirerek İslam dini ve özgürlüklerin uyuşamayacağı fikri ile İslama karşı bir siyaset izlemekte. Wilders ve partisi yabancı göçmenlere karşı daha sert önlemler alınması, göçmen kanunlarında değişikliğe gidilmesini istemekteler. Wilders, Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na üyeliğine karşı Hollanda’daki en büyük muhalefeti yürütmekte.

Son zamanlarda bütün Avrupa’da aşırı sağcı eğilimlerde artış yaşanıyor. Hollanda başta olmak üzere pek çok ülkede aşırı sağcıların yükselişi dikkat çekiyor. İngiltere ise bugünlerde İngiliz Savunma Ligi adlı İslam karşıtı grubu konuşuyor.

İngiliz Savunma Ligi, hızlı bir şekilde büyüyen bir sokak hareketi. Bazıları bunu İngiltere’nin sosyal yapısı için en büyük tehdit olarak tanımlıyor. Üyelerinin çoğu aşırı sağ kesimlerden oluşan İngiliz Savunma Ligi, İslam’a düşman. İngiltere genelinde hemen hemen her yerde düzenlenen protesto gösterilerinde binlerce kişinin desteğini alıyor. Gösterilerde sık sık şiddet kullanılıyor; ırkçı ve İslam karşıtı söylemler öne çıkıyor. Ekim ayı başında Leicester kentinde yasa dışı bir gösteri düzenleyen grubun sözcüsü Tommy Robinson, “Hiçbir yere gitmiyoruz. Gücümüz artıyor. Sayımız artıyor. Gelecek yıl da, gelecek on yıl da burada olacağız” ifadelerini kullanmıştı. Aslında sözcünün gerçek adı Tommy Robinson değil. Tommy Robinson, grubun kurulduğu İngiltere’nin Luton kentinden olan mahkûm edilmiş bir futbol holiganının adı. Robinson, “Polis, eroin ticareti yapan, sokaklarımızda terör havası estiren, Müslüman olmayan gençlerimizin özgürlüklerini ellerinden alan, Müslüman olmayan kadınlara asılıp onları taciz eden Müslüman gençlerle ilgilenmeli ve bu konuyu derinlemesine ele almalı. Bu insanlar tüm sistemimizi kötüye kullanıyor” şeklinde konuştu.

Aralarında Naziler de var

Tüm bu ifadelerine karşın, Robinson ve İngiliz Savunma Ligi’nin diğer üyeleri ırkçı ya da şiddet yanlısı bir örgüt olmadıklarını savunuyor. Amaçlarının sadece Batı dünyasının demokratik yapısını tehdit eden radikal İslamcılara karşı mücadele etmek olduğunu söylüyorlar. Irk, renk ayrımı yapmaksızın kapılarının herkese açık olduğunu söyleyen İngiliz Savunma Ligi üyeleri, buna örnek olarak aralarında yer alan Hint Sih mezhebi üyesi bir kişiyi gösteriyorlar. Neo-Nazi oldukları yönündeki iddiaları reddeden grup üyeleri, gösterilerinde sık sık İsrail bayrakları taşıyor. Faşizme Karşı İttifak adlı hareketin lideri olan Weyman Bennet ise farklı görüşte: “İngiliz Savunma Ligi, futbol holiganları, Naziler ve hoşnutsuz kişilerin karışımından oluşan bir grup. Çoğunun ne istediğini bilecek siyasi ideolojisi bile yok.”

Pek çok kişi gibi grup üyelerinin kendilerini tehlikesizmiş gibi sergilemelerini de inandırıcı bulmadığını belirten Weyman Bennet, “Bu insanlar, Avrupa’da bir kriz yaşandığını ve suçun Müslümanlarda olduğunu söylüyor. Tıpkı daha önce Yahudilerin sorumlu tutulması gibi” diyor.

Wilders’e destek için toplanıyorlar

Bir yıl önce yüzlerce grup üyesi, Manchester kent merkezinde gösteri düzenlemişti. O zamanlar polis ve faşizm karşıtı göstericilere kıyasla sayıca daha azdılar. Ancak bugün daha fazla sayıda üyeye sahipler. Sayıları binlerle ifade ediliyor ve tüm Avrupa’da aynı görüşü paylaşan kişilerle işbirliği yapmak istediklerini belirtiyorlar. İlk eylem planları ise Hollanda’da. Grup üyeleri, Müslümanlara karşı nefret ve ayrımcılığı körüklediği gerekçesiyle yargılanan Hollandalı politikacı Geert Wilders’e destek olmak için 30 Ekim’de Amsterdam’da gösteri düzenlemeyi planlıyor. Bazı siyasi gözlemciler, AB genelinde aşırı sağcı sokak gösterileri ortak zemin buluyorsa, faşizm karşıtı grupların ve ılımlı politikacıların harekete geçme zamanının geldiği yönünde uyarıda bulunuyor.

“Faşist Avrupa” adlı kitabın yazarı ve Avrupa Parlamentosu’ndaki İngiliz Sosyal Demokrat milletvekili Glyn Ford, “Bunun bir İngiliz, Hollanda ya da Alman problemi olmadığı aşikâr. Bu daha ziyade, tüm AB genelindeki Batı tarzı demokrasiyle ilgili bir sorundur. Aşırı sağcı ve Neo-Faşistlerin bir araya gelmeye başladıkları gerçeği, benim için Avrupa’daki tüm faşizm karşıtı örgütlerin işbirliği yapmaları gerektiği yönünde bir mesajdır” diyor. (DW)

Cem Özdemir: Yeşiller, başarıyı özünü koruyarak elde etti

0

Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir, kaydettikleri oy artışının sadece Baden Württemberg eyaletinde değil Almanya genelinde geçerli olduğunu, bu başarıyı ise partinin özünü koruyarak elde ettiğini belirtti.

Almanya’da son yapılan kamuoyu yoklamalarında oy oranını yüzde 24’le kadar çıkaran Yeşiller Partisi, önümüzdeki yıl yapılacak bazı eyalet seçimlerinden ilk parti olarak çıkmanın hesaplarını yapıyor. Cihan Haber Ajansı’na konuşan Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir, Yeşiller’in oylarını sadece Baden-Württemberg eyaletinde değil diğer eyaletlerde de artırdığına dikkat çekti. Özdemir, oy artışının sadece Stuttgart 21 projesine karşı çıkmalarından kaynaklanmadığını dile getirerek şöyle devam etti: “Yeşillere genel bir destek var. Başarımız sadece Stuttgart 21’le ilgili olsaydı sadece bu eyalette oylarımız artardı. Bizim tüm Almanya genelinde bir oy artışımız var.”

Genel anlamdaki oy artışını Yeşiller’in özünü koruması sayesinde elde ettiğini kaydeden Özdemir, “Yeşiller deyince akla otuz yıl önce söylediğimiz mesajlar geliyor. Biz özümüzde kaldık ve onu genişlettik. Bunlar doğayı korumak, sorumlu yaşamak, dünyayı yaşanabilir bir şekilde sonraki nesillere bırakmak. Bunu da sosyal adaletle ve eşit haklarla yerine getirmek. Yeşiller’in özü budur.” dedi. Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) tasavvur edilince ise net bir çizginin akla gelmediğini ileri süren Özdemir, gelecek yılın Mart ayında Baden – Württemberg eyaletinde yapılacak eyalet seçimleri için de şunları söyledi: “Eyalet seçimlerinin ardından SPD ile bir koalisyon kurabiliriz. Şimdiden bunu konuşmak erken olabilir ama kim birinci parti olursa başbakanı o çıkarsın. Dileriz ki seçimlerden sonra sosyal demokrat arkadaşlarımız Hıristiyan Demokratların yanına kaçmaz. Bunu engellemenin yolu da seçmenlerin doğrudan bizi desteklemesinden geçiyor. SPD’nin eninde sonunda ne yapacağı belli olmuyor.”

(CİHAN)