Ana Sayfa Blog Sayfa 5385

Herkes için mimarlık, başka bir mimarlık mümkün

Bu bildiri, 21-23 Ekim 2010 tarihlerinde TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından Ankara’da gerçekleştirilen Mimarlığın Sosyal Forumu 2010 etkinlikleri sonucunda benimsenmiştir:

Dünyaya 1973 krizinden sonra, Türkiye’ye 1980 darbesi ile dayatılmaya başlanan neoliberal politikalar, kapitalist üretim tarzının tarihsel dinamiklerini bir kez daha gözler önüne serdi. Sermaye, üretim fazlasını daha fazla kâra dönüştürebileceği yollardan yoksun kalınca mekânı “yeniden” keşfetti. İlk uygarlıklardan bu yana egemen sınıfların gücünü gösterdiği, politikacıların etkin bir şekilde tahakküm aracı olarak kullandığı kent mekânı artık tüm ağırlığıyla ekonominin merkezine oturmuştu.

O günden bugüne neler oldu, neler oluyor? Sermaye, mekânı egemen sınıflar lehine yeniden üreterek, yoksulları yerlerinden edip onların yaşam alanlarını dönüştürerek kâr etmeye devam ediyor. Her geçen gün daha asimetrik bir hal alan/kutuplaşan bir toplum haline geliyoruz. Sınıf kavramının yok olduğu iddia edilen bugünlerde, sınıf farklılıklarını mekânda hiç olmadığı kadar belirgin bir şekilde yaşıyoruz. Siyasal ve finansal güçlerin ortaklaşa yürüttüğü komplo kent mekânının sömürgeleşmesine yol açıyor. Aynı stratejiler kırsalı öldürüyor. Tüm insanlık kentlerde yaşamaya zorlanıyor. Azınlığın kâr etmeye devam edebilmesi adına yoksulluk normalleştiriliyor. Kentler dışlanmanın, ayrışmanın, yoksunlaşmanın ve insan hakkı ihlallerinin mekânları haline getiriliyor.

Biz mekân üzerine çalışanlar (mimarlar, şehir plancıları vs.), sermayenin azgın kâr hırsıyla tek başımıza baş edemeyeceğimizin farkındayız. Öte yandan mimarlığın egemen sınıfın bir lüksü olarak görülmesini reddediyoruz. Mimarlığın, herkes için bir hak olduğuna inanıyoruz. Biliyoruz ki, toplumsal mimarlık, toplumla birlikte kendi yaratıcı mekânlarını üretmeye muktedirdir. Mimarlığın Sosyal Forumu süresince hayatlarını bu tür projelere adamış mimarlar, şehirciler ve bu projelerde aktif olarak görev almış kentlilerin deneyimleri bu inancımızı perçinledi. Forum?un, geleceğimizin aslında kendi ellerimizde olduğu fikrinin paylaşılması adına amacına ulaştığını düşünüyoruz. Böyle bir bilinçlenme sürecini başlatması, Forum’un en somut sonucudur. Bu Forum, mekânsal siyasetin yanında kendi gücümüzün ve örgütlü mücadelenin de önemini gösteren bir kıvılcım olabilmiştir ve gerisi gelecektir. Forumun hareketlendirdiği sokak etkinliği ele alınan konular hakkında kamuoyu oluşturmak açısından hayati önemdedir. Bundan sonraki mücadelenin deneyim paylaşımının ötesine geçmesi daha üretken ve köktenci bir yol izlemesi gerekmektedir. Yasadığımız dünyanın kaçınılmaz olmadığını, farklı alternatiflerin kolektif bir şekilde üretilebileceğini göstermek üzere kendimizi kitlelerin sürdürdüğü mücadelelere dâhil etmeliyiz.

Forum’un Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yalnızca benzer kaygıları paylaşan kurumların katkılarıyla düzenlenmiş olması önemlidir. Forum, sistemin ayağı olan hiçbir büyük şirket ya da şirket vakfının finansmanı ile gerçekleşmemiş, muhalefetin kendi kendine deşarj olması ya da ehlileşmesi yerine, inancın kamçılanmasını, mücadelenin yeni bir bakış açısı ve ivme kazanmasını hedeflemiştir.

Ayrıca, Forum’un, sistem tarafından İstanbul’la yapay bir rekabete zorlanan Ankara’da gerçekleştirilmiş olması önemlidir. Küresel bir durum haline gelen ve kentlere dayatılan rekabetin yapaylığı Forum sayesinde teşhir edilmiştir. Rekabetin doğamızdan kaynaklandığı söylemi ile kentlerimizin yarıştırılması arasındaki ilişki açıktır; kentler ve bölgeler arası eşitsiz gelişme insanları göçe zorlamaktadır. Kişilerin, hayatlarını kendi yaşam alanlarında sürdürebilme haklarına saygı gösterilirken, insanların göç etme hakkının da tanınması şarttır. Herkes, yaşamını tercih ettiği mekânda sürdürme hakkına sahiptir.

Forum’a katılan bizler, meslek kuruluşlarının, toplumsal hareketlerin ve aktivist örgütlerin mensupları, sermaye ve kâr odaklı değil, insan ve emek odaklı bir dünyanın mümkün olduğunu mekân üzerinde yaptıklarımızla kanıtlayacağımızı ilan ediyoruz. Forum süresince devam eden atölyeler, bu yönde deneysel çabalardı. Bundan sonraki süreç, kapitalizmin ürettiği krizlerin mekân aracılığıyla egemen sınıf lehine çözülmesine karşı ortak bir mücadeleyi gerektirmektedir. Mekânsal tahakküme karşı mücadelenin öneminin kavranması ve bu mücadelenin güçlendirilmesi gerekmektedir. Gündelik hayatın her anında gerek bireysel gerekse kolektif olarak bu tahakküm biçimine karşı durmak zorunluluk haline gelmiştir.

Mimarlığın Sosyal Forumu bileşenleri ve katılımcıları olarak bizler, bu paylaşım ortamında başlattığımız birlikteliği daha örgütlü ve daha üretken yollarla sürdüreceğiz. Kapitalist tahakkümün mekânsal biçimlerine karşı mücadele arzumuzu paylaşan örgüt ve inisiyatifleri uluslararası bir dayanışma ağı oluşturmaya çağırıyoruz!

(Yeşil Gazete)

Türk Tabipleri Birliği: Türkiye’nin sağlık düzeyi eksi

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, ülkelerin sağlık düzeylerini değerlendiren çalışmayı paylaşmak üzere basın toplantısı düzenledi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, TTB Merkez Konseyi üyeleri Prof. Dr. Gülriz Ersöz, Doç. Dr. Özlem Azap ve Dr. Arzu Erbilici’nin katılımıyla düzenlenen basın toplantısında, çalışma sonucuna göre Türkiye’nin sağlık düzeyinin “eksi” olduğu belirtildi.

Açıklamayı yapan TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, 169 ülkenin ortalama yaşam süresi, bebek çocuk, anne ölümleri, ölüm nedenlerinin hastalıklara göre dağlımı, hastalıklara göre yaşam yılı kayıpları gibi çok sayıda veri yönünden analiz edildiğini ve ülkelerin aldıkları puana göre sıralandığını bildirdi. Bu analiz sonucunda Türkiye’nin sağlık düzeyi puanının -11,98 olarak elde edildiğini belirten Tanık, sıralamada da 87. olduğunu kaydetti.

Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye’de sağlık alanındaki olumsuzlukları sadece “hekim yetersizliği” ile açıklamakta ısrar ettiğine işaret eden Tanık, bunun çok indirgemeci bir yaklaşım olduğunu belirterek, “Araştırmada da belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin sağlık olumsuzluklarını sadece ‘hekim yetersizliği’ ile açıklayamayız. Ülkelerin sağlık düzeyini etkileyen en önemli etmenlerden biri gelir düzeyidir. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, eğitim, sosyal güvenlik olanakları da sağlık düzeyini etkileyen etmenler arasında yer almaktadır. Diğer etmenlere bakmadan ‘hekim sayısı yetersizdir’ demek, buradaki eksiklikleri saklamaya çalışmaktır” diye konuştu.

Tanık, araştırmada ülkelerin hekim sayılarının da değerlendirildiğini ve Türkiye’de olması gereken hekim sayısının 113 bin 902 olarak belirlendiğini kaydetti. Türkiye’de 2009 verilerine göre 110 bin 400 hekim bulunduğunu ifade eden Tanık, buna göre hekim yetersizliğinden söz etmenin mümkün olmadığını söyledi.

Açıklamanın tamamı şöyle:

Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı çalışmada ülkelerin sağlık düzeyleri değerlendirildi. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için; 169 ülkenin ortalama yaşam süresi, bebek, çocuk, anne ölümleri, ölüm nedenlerinin hastalıklara göre dağılımı, hastalıklara göre yaşam yılı kayıpları gibi çok sayıda verisi analiz edildi. Ülkeler aldıkları puanlara göre sıralandılar. En yüksek puan alan ülke +22,75 ile İsviçre oldu. Onu İzlanda, Avustralya, Japonya, İsveç, Kanada, İtalya, İspanya izlediler. En düşük puan alan ülke Sierra Leone’nin puanı -118,57 idi. Afganistan ve çok sayıda Afrika ülkesi de eksi puan aldılar. Türkiye’nin puanı ise -11,98’dir.

Bu yakışıksız durum yakından incelenmeyi hak ediyor. Bu incelemeyi yapabilmek için doğru sorular sormak gerekiyor. Doğru soru “ülkelerin sağlık düzeyini belirleyen değişkenler nelerdir?” olmalı.

Araştırmamızın sonuçlarına göre ülkelerin sağlık düzeylerini belirleyen etmenleri şöyle sıralayabiliriz: Kişi başına düşen gelir, gelir ya da harcama dağılımında eşitsizlik, toplam sağlık harcamaları, kişi başına sağlık harcamaları, sosyal güvenlik harcamaları, erişkinlerde okuryazarlık oranı ve 1.000 kişi başına düşen hekim sayısı.

Sağlık düzeyi (+) puan alan ülkelerde sağlık düzeyini etkileyen en önemli etmen kişi başına düşen gelirdir. Çalışmamızın sonuçlarına göre, kişi başına düşen Gayri Safi Yurt İçi Hasılası 10.000 Amerikan Doları’nın altında olup da sağlık düzeyi pozitif olan Küba dışında bir tek ülke yoktur.

Sağlık düzeyi (-) puan alan ülkelerde ise kişi başına düşen gelir yanı sıra eğitim, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve sosyal güvenlik harcamaları sağlık düzeyi üzerinde etkili olmaktadır. Üstelik gelir dağılımındaki eşitsizlik tek başına negatif belirleyicidir. Yani gelir eşitsiz dağılıyorsa sağlık düzeyi olumsuz etkilenmektedir. Eğer bir ülkedeki sağlık düzeyi negatif ise, ülkenin sağlık düzeyinde bir gelişmenin olabilmesi için kişi başına düşen gelirde artışın yanı sıra, eğitim, gelir dağılımında eşitsizlik, sosyal güvenlik gibi temel alanlarda da gelişme kaydedilmesi gereklidir.

Yineleyelim; Türkiye’nin sağlık düzeyi -11,98’dir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu grubun analizinden ise çok çarpıcı bir veri çıkmaktadır, gelir dağılımındaki eşitsizlik tek başına ve çok yüksek bir katsayı ile sağlık düzeyinin belirleyicisidir.

Türk Tabipleri Birliği’nin çalışmasının ikinci bölümünde ülkelerin hekim sayılarını belirleyen etmenler de saptandı. Türkiye’de hekim sayısını etkileyen etmenler toplam nüfus, kentli nüfus, 10 bin kişiye düşen hasta yatağı sayısı, kanalizasyon sistemi kullanan nüfus yüzdesi ve bulaşıcı hastalıklar nedeniyle kaybedilen yaşam yılıdır. Bu verilerin ışığında Türkiye’de olması beklenen hekim sayısı 113.902’dir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlık Bakanlığı kaynaklarından elde ettiği 2009 verilerine göre ülkemizde 110.400 hekim vardır. Yani Türkiye’de hekim yetersizliği yoktur.

Peki, sorun nedir?

Türkiye’de hekimler ve tüm sağlık emek-gücü açısından sorun sayı değil, istihdam ve dağılımdır. Türkiye’de hekim dağılımı eşitsizdir. Türkiye’de hekimler tam istihdamla çalıştırılmamaktadır. Türkiye’de hekimler düşük ve emekliliğe yansımayan ücretlerle güvencesiz çalıştırılmaktadır.

Özellikle Dünya Bankası tarafından desteklenen çalışmalarda ortaya konan ve geçerli olduğu varsayılan “hekim sayısı-sağlık düzeyi” ilişkisinin geçerli olmadığı ortaya konmuştur.

Türkiye sağlığı iyileştirmek için öncelikle yoksulluğu ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmalıdır. Eğitim ve sosyal güvenlik gibi alanlara yatırım yapmalıdır. Hekim sayısının arttırılması Türkiye’de yaşayanların sağlığını iyileştirmeyecektir. Sağlık insan-gücü arzını arttırarak, sağlık hizmetleri maliyetinde insan gücünün payını azaltacaktır. Giderek hekim işsizliği yaratacaktır.

Yeni tıp fakültesi açılmamalıdır. Var olan fakültelerin kontenjanları arttırılmamalıdır. AKP iktidarı altyapısı olmayan yeni fakülteler açarak ve tıp fakültesi kontenjanlarını arttırarak tıp eğitiminin niteliği ile çok tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Tıp fakülteleri üzerindeki ekonomik baskılar kaldırılmalı, fakülteler eğitim ve araştırmaya öncelik verebilmelidir.

Sağlık emekçilerinin tümünün kamuda, tam zamanlı ve tek işte, insanca yaşanabilir bir ücret karşılığında, grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı ile çalışmasının koşulları sağlanmalıdır.

Sağlık Bakanlığı sağlık insan gücü planlamasının ayrılamayacak bir bileşeni olan Türk Tabipleri Birliği’ni ve ilgili sosyal tarafları muhatap almalıdır.

(Yeşil Gazete)

“Ayda bir gün sokak bizim”

“Ayda bir gün sokak bizim” sokak kültürü’ ve otomobilsiz bir günü Şişli Abdi İpekçi Caddesi’ne taşıyor.

Toplu taşıma araçlarının,  yürümenin ve bisiklet kullanımının otomobillere alternatif ulaşım modelleri olduğunu göstermek ,  trafik kazaları ve otomobillerle istila edilmiş bir şehirde yaşamanın zorlukları ile başa çıkmak ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri azaltmak ve otomobillerden bağımsız bir yaşama davet için.

Şehrimizin, mahallemizin sokaklarını otomobillerden geri istemek ve sokağı eskisi gibi kullanarak top oynamak, bisiklete binmek , kaldırımlar ve yol kenarlarında güvenli yürümek, engellilerin rahatlıkla sokağı kullanabilmelerini sağlamak için.

Kentin asıl sahibinin yayalar olduğunu vurgulamak  Ve Trafik Kazaları İle Mücadelenin En Etkin Yöntemi Olduğu için “AYDA BİR GÜN SOKAK BİZİM” diyoruz.

Tüm bu dediklerimize katılıyor ve ben de varım diyorsanız 31 Ekim 2010 Pazar günü saat 12.00-18.00 arasında Şişli Abdi İpekçi Caddesine bekliyoruz…

Program
1200 Sokakta Buluşma
13.00 Serbest Kürsü
13.30 Alcatel Lucent Sirtaki Ekibi Performans Gösterisi
14.00 Bisiklet Akrobasi Gösterisi
14.30 Nefes çalışması ve Yoga
15.00 Sokak Oyunları Yarışması
Resim Atölyesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Şişli Şubesi, Yaşam
Atölyesi Projesi , Küçük Ayak İzleri Film Ekibi, Cihangir “Mutfak” Kurabiye
Atölyesi, İBB Trafik Eğitim Otobüsü,
Bisiklet Servis İstasyonu, Kiralık Bisiklet Standı gün boyu sokakta yer
alacaktır.

Ayrıntılı bilgi
www.sokakbizim.org, [email protected]
Arzu Erturan 0535 783 09 08 ,
Yeşim Ayöz 0532 484 79 82

Okul yerine cezaevindeler

Bu yılın ilk 9 ayında 376 öğrenci “pankart açmak” ve “ulaşım zammını protesto etmek” gibi çeşitli nedenlerden gözaltına alındı. 50 öğrenci de tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde türban karşıtı afişlerin indirilmesi nedeniyle geçtiğimiz hafta yaşanan gerginliğin ardından rektörlük açılan soruşturma kapsamında 26 öğrencinin soruşturma bitene kadar kampüse girmelerini yasakladı. Öğrencilerin üniversiteye girişlerinin engellenmesi tartışmaları da beraberinde getirdi.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre ocak ayından bu yana 376 üniversite öğrencisi gözaltına alınırken, 50 öğrenci de tutuklandı.

Öğrencilerin gözaltına alınma ve tutuklanma nedenleri arasında “Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açmak, “ulaşım zamlarını protesto etmek”, “öğrenci derneklerine üye olmak” gibi nedenler bulunuyor.

Bu yıl içerisinde gözaltına alınan ve tutuklanan öğrencilerle ilgili ayrıntılar şöyle:

KCK/TM adlı yapılanmaya üye oldukları suçlamasıyla 11 Ocak 2010’da Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencilerine yönelik düzenlenen ev baskınlarında 38 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 7’si çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı.

Kars Kafkas Üniversitesi Öğrenci Derneği üyeleri 16 Ocak 2010’da BDP’ye yönelik operasyonları protesto etmek için düzenledikleri basın açıklaması nedeniyle gözaltına alınanlardan 5 kişi tutuklandı.

Adana Terörle Mücadele Şubesi bağlı ekiplerin 13 Şubat 2010 sabahı düzenlediği operasyonlar sonucunda 18 öğrenci gözaltına alındı.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi öğrencilerinin 2008 yılında anadilde eğitim talebi ile ilgili yaptığı açıklama nedeniyle 4 öğrenci hakkında açılan dava 2 Mart 2010’da sonuçlandı. Tutuklu yargılanan öğrenciler Hasan Yağız, Özgür Güven ile Nurettin Salhan, “yasadışı örgüt üyesi olmamakla birlikte yasadışı örgüt adına eylem yaptıkları” iddiasıyla 6’şar yıl 3’er ay hapis cezasına çarptırıldı.

Verilen cezalar Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) 5. maddesi uyarınca 1’er yıl 6’şar ay artırılarak toplam 7’şer yıl 9’ar aya çıkarıldı. Tutuksuz yargılanan Kadir Demir ise “yasadışı örgüt propagandası yaptığı” suçlamasıyla 10 ay hapis cezasına mahkûm edildi.

Ankara’da ulaşım ücretlerine mahkeme kararıyla uygulanan indirimin yine mahkeme kararıyla iptal edilmesini protesto etmek amacıyla 17 Mart 2010’da Hacettepe Üniversitesi’nde ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde otobüslere parasız binme eylemi yapıldı.

Otobüs şoförlerinin araçları çalıştırmaması üzerine otobüslerden inerek yürüyüşe geçen öğrencileri polis gözaltına aldı. Hacettepe Üniversitesi’nde gözaltına alınan 57 öğrenci Akkoyun Polis Karakolu’na, ODTÜ’de gözaltına alınan 100 öğrenci Yıldızevler Polis Karakolu’na götürüldü.

ROMAN BULUŞMASINDA PANKART
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mart 2010’da İstanbul’da Romanlarla yaptığı buluşmada “parasız eğitim istiyoruz” yazılı pankart açan öğrencilerden Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz “yasadışı örgüt üyesi oldukları” suçlamasıyla 17 Mart 2010’da tutuklandı. Tutuklu öğrenciler halen yargılanıyor.

Kars Kafkas Üniversitesi Öğrenci Derneği üyesi E.B., M.O. ve S.D. “yasadışı örgüt propagandası yaptıkları” iddiasıyla 3 Nisan 2010’da tutuklandı.

Dicle Üniversitesi tarafından 26 Nisan 2010’da düzenlenen öğrenci şenliğine katılmak isteyen Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği üyesi öğrencilere polis ekiplerinin müdahale etmesi sonucu 104 öğrenci gözaltına alındı.

Gözaltına alınan öğrencilerden 54’ü savcılık tarafından serbest bırakılırken mahkemeye sevk edilen 50 öğrenciden 8’i 30 Nisan 2010’da “yasadışı örgüt propagandası yaptıkları” iddiasıyla tutuklandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla gözaltına alınan 34 kişiden Balıkesir Üniversitesi öğrencisi 15 kişi “Yurtsever Demokratik Gençlik-Meclisi üyesi oldukları” gerekçesiyle 18 Mayıs 2010’da tutuklandı.

Erzincan’da Gençlik Federasyonu üyelerine yönelik düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 8 kişiden 4’ü “yasadışı örgüt üyesi oldukları” iddiasıyla 19 Mayıs 2010’da tutuklanarak Erzurum H Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Erzincan Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla 16 Mart 2010’da Erzincan’da ve Trabzon’da düzenlenen eşzamanlı operasyonda Sosyalist Gençlik Derneği (SGD) üyelerinden Erzincan’da gözaltına alınan 4 kişiyle, Trabzon’da gözaltına alınan 7 kişiden Deniz Doğruer, Cem Alpgiray, Eren Tanay, Eren Altun, Ezgi Kişin ve Bahar Kolomuş, “yasadışı örgüt üyesi oldukları” iddiasıyla 20 Mart 2010’da Erzincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştı.

Tutuklanan altı öğrencinin yargılanmasına 14 Temmuz 2010’da Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Tutuklu sanıkların ifadelerini alan mahkeme heyeti, Trabzon Sosyalist Gençlik Derneği Girişimi sözcüsü Cem Alpgiray ve Özgür Gençlik Dergisi çalışanı Deniz Doğruer’in tutukluluk hallerinin devam etmesine ve Eren Altun, Ezgi Kişin, Eren Tanay, Bahar Kolamuç’un ise tahliye edilmelerine karar vererek bir sonraki duruşmayı 23 Eylül 2010’a erteledi. (Ntv)

Fransa’da emeklilik reformunda son oylama

Fransa’da parlamentonun alt kanadı Ulusal Meclis, tartışmalı emeklilik reformu tasarısını bugün son kez oylayacak.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, tasarının kabul edilmesiyle, ülke ekonomisine zarar veren grevlerin ivme kaybetmesini umuyor.

Tasarının parlamentodan geçmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Sendikalar, yarın ülke çapında gösteri ve genel grev çağrısında bulunurken, tasarıya karşı muhalefetin güç kaybettiği yönünde işaretler geliyor.

Ülkedeki 12 petrol rafinerisinin beşinde grevler sona erdi.

Paris’teki BBC Muhabiri Christian Fraser, protestoların yavaşlamasıyla, parlametodaki yasalaşma sürecinin hız kazandığını söylüyor.

Parlamentonun üst kanadı olan Senato, dün tasarının son halini 151’e karşı 177 oyla kabul etti. Ulusal Meclis’te de tasarının kabul edilmesi bekleniyor.

Tasarının gelecek ayın ikinci haftasında Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından imzalanıp, yasalaşacağı öngörülüyor.

Hareket ivme kaybediyor

Emeklilik reformu, emeklilik yaşını 60’dan 62’ye çıkartıyor. Ancak çalışanların 41,5 yıl kesintisiz prim ödemesi yapması gerekiyor.

Tasarının karşıtları, özellikle çocuk bakmak için kariyerlerine ara vermek zorunda kalan kadınlara haksızlık yapıldığını savunuyor.

Grevler, sadece ekonomiye değil Sarkozy’nin destek oranlarına da büyük darbe vurdu.

Cumhurbaşkanına destek verenlerin oranı ilk kez yüzde 30’un altına düştü.

Ülkede halen yakıt sıkıntısı yaşanıyor. Yüklerini boşaltamayan ham petrol tankerleri de mahsur kalmış durumda. (BBC)

Ülkücü terör tehdidi konser iptal ettirdi

‘Rezil’ isimli şarkısında ‘Lem yelid velem yûled’ okunuşlu ayeti ‘Lem yelid löp yutar’ şeklinde değiştiren Duman’ın konserinin bir grup ülkücünün tepkisi nedeniyle iptal olduğu iddia edildi.

Habertürk gazetesinin haberine göre Edirne, Eskişehir, Trabzon, Kayseri, Malatya ve Adana’da Duman, Manga, Bülent Ortaçgil, MFÖ, Yalın, Hayko Cepkin, Athena ve Sertab Erener gibi sanatçıları üniversite öğrencileriyle buluşturan Coke’n Music Festivali, son durak olan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde gerçekleştirilemedi. İddiaya göre, son albümündeki Rezil isimli şarkısında İhlas Suresi’nin “Lem yelid velem yûled’’ okunuşlu ayetini “Lem yelid löp yutar’’ şeklinde değiştiren Duman’a tepki gösteren bir grup ülkücü, konserin iptal edilmesi için rektörlüğe başvurdu.

Başvurunun ardından üniversite yönetimi, konserin teknik nedenlerle iptal edildiğini duyurdu. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Vecihi Kırdemir, “Hastanedeki jeneratör arızalandı. Bu nedenle konser alanına kurulacak jeneratörü hastaneye göndermek zorunda kaldık” dedi.

AK Parti Üniversite Birim Başkanlığı ise, konserin ülkü ocaklarının protestosu nedeniyle iptal edildiğini ve “AK Partililer iptal ettirdi’’ şeklinde söylentiler çıktığını öne sürerek, “Ülkü Ocakları, konseri iptal ettirme fikrini bize taşıdılar, ama bizden destek bulamadılar. Konserin iptali için MHP Merkez İlçe Başkanı Ramazan Pala ve MHP Milletvekili Nevzat Korkmaz devreye girmiş ve konser iptal edilmiştir. Konseri bizim iptal ettirdiğimizi söyleyen tüm odakları kınıyoruz” açıklamasını yaptı.

İngiltere’de 25 yıl sonra yeni gazete: ‘I’

Bugün İngiliz gazeteleri arasına bir yenisi eklendi.

İngiltere’de son 25 yıldır, yayın hayatına başlayan ilk gazete olan yeni yayının ismi “I”.

Independent gazetesinin sahibi Rus işadamı Alexander Beledev tarafından kurulan “I”, ismini kardeş gazetesi Independent’in ilk harfinden aldı.

Gazetenin ilginç ismi gibi görünümü, boyutu ve içeriği de oldukça yenilikçi.

Tiraj kaybına karşı çözüm

Medya uzmanı Rob Lynam’a göre “I”, tiraj sorunuyla karşı karşıya kalan geleneksel gazetelerin bu soruna bir çözüm yolu araması olarak değerlendilebilir:

“Independent’in de arasında olduğu, ‘kaliteli’ olarak tanımlayabileceğimiz gazetelerin tiraj kaybetmekte oldukları açıkça ortada. Geçtiğimiz sene bu oran ortalama yüzde 7 civarındaydı.

Hatta İngiltere’de tabloid bir gazete olan Daily Star dışındaki tüm gazeteler geçen seneyi düşen tirajlarla kapadılar.

Şimdi bir poundluk gazetelerin karşısında 20 pens gibi düşük bir ücret karşılığında satılacak, daha küçük boyutta bu yeni gazete, Independent’in sahiplerinin bir karşı hamlesi olarak değerlendirilebilir.”

Elde gazete okumaya teşvik

Rob Lynam’a göre “I” yeni teknolojilerle şekillenen gazete okuma tecrübesine de bir alternatif sunuyor:

“Daha fazla insan gazetesini bu taşınabilir cihazlardan okuyor.

Ve anladığım kadarıyla “I” gazetesinin hedefi, bu küçük ekranlı aletlerden daha keyifli bir gazete okuma tecrübesi sunmak.

Ayrıca, günlük gazete satış rakamları düşmekte olsa da, hala ciddi miktarda gazete satılmakta.

Mobil cihazlarda okunan gazete miktarının, okunan basılı gazete sayısını kısa vadede geçeceğini sanmıyorum.”

“Ucuza gazete” formülü

Lynam ayrıca, “I” projesinin ardında, bedava gazeteler çağında ucuza satılacak gazetelerin doğuşunun görülebileceğini de söylüyor:

“Gazetelerin internet hizmetleri karşılığında para kazanmaları şimdiye dek pak başarılı sonuçlar doğurmadı.

Ortalıkta bu kadar çok, ücret ödemeden ulaşılan haber-içerik varken kimse para ödeyip haber okumayı tercih etmiyor.

Ulaşım araçlarında bedavaya dağıtılan gazeteler bunun en önemli örneği.

Ayrıca, şöyle bir durum da var: İngiltere’deki kaliteli gazetelerin okuyucularının yaş ortalaması 53 iken, Metro gibi ücretsiz dağıtılan gazetelerin okuyucu kitlesi ortalama 33 yaşında.

Bence “I” gazetesinin hedefi, fiyatını 20 pens gibi çok düşük bir miktarda tutup, bu genç okuyucu kitlesini kazanmak.” (BBC)

Ogün Samast çocuğu – Anavarza

matrix filminin en can alıcı sahnelerinden biridir
hapı yutar neo
hem de kırmızı olanı
gerçeği gösterecek olanı
morpheus da alır götürür onu
ve tek tek anlatır
hem hanyayı hem de konyayı
anlatmakla da kalmaz gösterir üstelik

ucu bucağı görünmez tarlalar uzanmaktadır önlerinde

matrix kendine yeni elemanlar üretiyor” der morpheus

cenin halinde bebekler yatmaktadır sıra sıra

makineler bakmakta
makineler beslemekte
makineler altlarını temizlemektedir
onlar bakıp büyütmekte
onlar “yurda yarar bir insan et“mektedir tarlalar dolusu bebeyi

24 ocak 2007’de osmanbey’de
agos gazetesinin önünde konuşmaktadır rakel dink

kardeşlerim” demektedir yüreğinin içinden gelen kederli sesi ile

Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum.Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…

siz hala bu çocuğun
onun bunun bile değil
bu ogün samast çocuğunun tarlasını mı merak edersiniz
etmeyiniz !
o tarlalar bugün bile yeni yeni filizler vermekte çünkü
ürünü değil tarlaları kurutunuz
bunun için  hrant abi gibi bir neo olmanız da gerekmez
hakkını arayan insan olmanız gerekir önce
hakkını arayan insanlardan müteşekkil bir toplum olmanız gerekir
bunu söylemiş bunu yazmış bunu istemişti zaten ömrü boyunca hrant abi

işte o zaman
hakkını arayan ve demokrasiyi içine sindirmiş insanlardan oluşmuş bir
toplum olduğumuz zaman
böyle ne idiğü belirsiz ogün samast çocuklarına da kalmaz meydan

halkın
insanın
vatandaşın kendisine kalır

bize kalır

Çevreciler vatan hainliğine devam ediyor hala – Yunus Muluk

Köylü milletin efendisidir. Efendisidir efendisi olmasına da efendiliğin de bir sınırı var elbet. Öyle köyünden filan çıkamazsın, konuşamazsın da. Hukuk filan da bilmemelisin. Karadenizli köylüler gibi HES’lere karşı olursan,  Bergamalı ve Ulukışlalı gibi siyanürlü altın aranmasına karşı olursan, Gerzeli, Erzinli köylüler gibi termik santrallere karşı olursan; Hasankeyfli köylüler gibi Ilısu Barajına karşı olursan; Kaz dağlarındaki köylüler gibi maden şirketlerine karşı gelirsen Allah muhafaza köylülükten çıkarıverirler. Bir bakarsın ÇEVRECİ olmuşsun. Hele Munzurlu veya Hasankeyfli isen TERÖRİST bile oluverirsin. Bir adım sonra da VATAN HAİNİ yaparlar insanı. Efendilikle vatan hainliği arasındaki böyle ince bir çizgide gezer yurdum köylüsü.

Çevre Bakanı Eroğlu dün, daha önce defalarca yapıldığı gibi çevrecileri “vatan sevmezlik”, “Enerji bağımsızlığı istemezi” ve “rüşvetçilik” ile suçladı… Bakanın açıklamaları belli ki bazı çağrışımlar yaptırmaya yönelikti. Ben de onun çağrıştırdıklarının peşinden gitsem çevreci yanım ne der acaba?  Açıklamar iki soru getirdi aklıma. İlki “kim bu çevreciler?” Bakanın çağrıştırdığı cevap:  Hani Türkiye’nin enerji bağımsızlığını istemeyen insanlar olduklarına göre ajan filan olmalılar ya da ajanların kandırdığı Hemşinli, İkizdereli köylüler…vb. Aslında, biz yanlış yapmıyoruz, bizim yaptığımız tüm politikalar doğru biz doğayı yok etmiyoruz. Hatta çevrecilere çevrecilik dersi verecek kadar doğaya özen gösteriyoruz ama bizim enerji bağımsızlığımız dış güçler tarafından engelleniyor. Görüldüğü üzere sorunun kaynağı ülke dışındadır. Çevreci yanım biliyor ki bu insanlar ne ülke dışından geldi ne de uzaydan. Sadece yüz yıllardır atasından öğrendiği doğayla barışık yaşamı korumaya çalışan yurdum insanları. Soru iki: Ne yapmış bu çevreciler? Çevre Bakanı öyle bir çıkış  yapıyor ki sanırsınız HES inşaatlarını sabotajlamışlar ya da hukuk dışı yöntemler kullanmışlar. Hükümetlerin politikalarından en çok zarar görmesine rağmen bu bağımlılığından hiç vazgeçmemiş Türkiye  köylüsü ile şiddet karşıtı çevreci politikalar bir araya gelince ne yapmış olabilir ki diye düşünüyorum. Tasavvuru bile felaket: Hukuki yöntemleri kullanmışlar. Kültür ve Tabiat Varlıkları Konuma Bölge Kuruluna başvurmuşlar, bir de üstüne üstlük kurul taleplerini uygun bulmuş. Kesin kurulu etkilemişleridir. Yapar bu vatan hainleri herşeyi yapar…

Çevrecilerin daniskaları 1700’den fazla HES projesinin, 50 civarı termik santralin, en az 2 nükleer santralin yapımına soyunmuş, sayısız maden arama girişimini desteklerken, Hasankeyf, Allionai gibi binlerce arkeolojik alan barajların altında bırakırken, GDO’lu ürünlerin kullanımında tüm yasal engeller kaldırırken, 3. köprü projesi ile 2 milyon ağacı yok ederken, kısacası Cumhuriyet tarihinin en büyük doğa saldırısını gerçekleştirirken susmasını istiyor köylüsünün. Yoksa bir bakarsınız Başbakan’ın dediği gibi boş vakit geçiren çevreci, Çevre Bakanı’nın dediği gibi de vatansevmez ve rüşvetçi olmuşlar.

Yunus Muluk

Danıştay’dan Munzur’da yürütmeyi durdurma

Tunceli’de Munzur Vadisi Milli Parkı içinde yapılmak istenen Konaktepe Barajı Hidroelektrik Santrali 1 ve Konaktepe Hidroelektrik Santrali 2 için Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Tuncelili Çevreci Avukat Barış Yıldırım tarafından gerekli izinler alınmadığı, Munzur Vadisi Uzun Devreli Gelişme Planı onaylanmadığı gerekçesiyle Danıştay’da Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapımı planlanan Konaktepe Barajı HES 1 ve HES 2 için Konaktepe Elektrik Üretim A.Ş. ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu hakkında yürütmenin durdurulması istemiyle dava açılmıştı.

Davayı görüşen Danıştay 13’üncü Dairesi, 2010/995 esas nolu kararıyla Avukat Yıldırım’ın gerekçelerini haklı bularak oy birliğiyle her iki baraj için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararının duyulmasından sonra, aralarında Belediye Başkanı Edibe Şahin, davayı açan Avukat Barış Yıldırım, ilçe belediye başkanları ve çok sayıda Tuncelili’nin bulunduğu bir grup basın açıklaması yaparak kararı kamuoyuna açıkladı.

Kışla Meydanı’ndaki Seyit Rıza Heykeli önünde düzenlenen basın açıklamasında konuşan avukat Barış Yıldırım, Danıştay’ın yıllardır süren hukuksuzluğu durdurduğunu söyledi. Yıllardan beri Bakanlar Kurulu kararıyla başlayan bir hukuksuzluk olduğunu belirten Avukat Yıldırım, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü hukuka aykırı bir şekilde su kullanım hakkı anlaşması imzaladı. Konaktepe A.Ş. ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu da izin verdi. Sonuç olarak Danıştay 13’üncü Dava Dairesi, yıllardır Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yürütülen bu hukuksuzluğa, açık bir şekilde ‘dur’ dedi ve Konaktepe şirketine verilen elektrik üretim lisansını durdurdu” dedi.

Davanın devam ettiğini kaydeden Yıldırım, “Fakat Danıştay açıkça çevre mevzuatı yönünden değerlendirme yapılmadığını, uzun devreli gelişme planının onaylanmadığını, bakanlığın izin vermediğini, Maliye Bakanlığı’nın Milli Parkı tahsis etmediğini ifade etti. Bu hukuksuzluğa dur dedi” diye konuştu.

Kararın, kent sınırları içerisinde yapılması düşünülen diğer barajlar için de emsal teşkil edeceğini vurgulayan Yıldırım, “Bu Konaktepe Barajı HES 1 ve HES 2’ye ilişkin. Milli Parkta, Dersim’de yapımı düşünülen başka barajlar da var. Bu karar, Milli Park sahalarındaki durumu tespit ettiği için diğer HES’ler için de emsal niteliğinde. Danıştay hakimlerine şükranlarımızı sunuyoruz. Halkımıza hayırlı olsun” dedi.

Kararın hukuksuzluğun vesikası olma niteliği taşıdığını ve oy birliğiyle alındığını söyleyen Avukat Barış Yıldırım, yetkilileri konunun gereğini yapmaya davet etti. Kalabalık grup daha sonra yaptığı kısa bir yürüyüşle, alınan kararı Tuncelilere iletti.

KAYNAK: Milliyet

TUNCELİ’de Munzur Vadisi Milli Parkı içinde yapılmak istenen Konaktepe Barajı Hidroelektrik Santrali 1 ve Konaktepe Hidroelektrik Santrali 2 için Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Tuncelili Çevreci Avukat Barış Yıldırım tarafından gerekli izinler alınmadığı, Munzur Vadisi Uzun Devreli Gelişme Planı onaylanmadığı gerekçesiyle Danıştay’da Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapımı planlanan Konaktepe Barajı HES 1 ve HES 2 için Konaktepe Elektrik Üretim A.Ş. ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu hakkında yürütmenin durdurulması istemiyle dava açılmıştı.

Davayı görüşen Danıştay 13’üncü Dairesi, 2010/995 esas nolu kararıyla Avukat Yıldırım’ın gerekçelerini haklı bularak oy birliğiyle her iki baraj için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararının duyulmasından sonra, aralarında Belediye Başkanı Edibe Şahin, davayı açan Avukat Barış Yıldırım, ilçe belediye başkanları ve çok sayıda Tuncelili’nin bulunduğu bir grup basın açıklaması yaparak kararı kamuoyuna açıkladı.

Kışla Meydanı’ndaki Seyit Rıza Heykeli önünde düzenlenen basın açıklamasında konuşan avukat Barış Yıldırım, Danıştay’ın yıllardır süren hukuksuzluğu durdurduğunu söyledi. Yıllardan beri Bakanlar Kurulu kararıyla başlayan bir hukuksuzluk olduğunu belirten Avukat Yıldırım, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü hukuka aykırı bir şekilde su kullanım hakkı anlaşması imzaladı. Konaktepe A.Ş. ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu da izin verdi. Sonuç olarak Danıştay 13’üncü Dava Dairesi, yıllardır Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yürütülen bu hukuksuzluğa, açık bir şekilde ‘dur’ dedi ve Konaktepe şirketine verilen elektrik üretim lisansını durdurdu” dedi.

Davanın devam ettiğini kaydeden Yıldırım, “Fakat Danıştay açıkça çevre mevzuatı yönünden değerlendirme yapılmadığını, uzun devreli gelişme planının onaylanmadığını, bakanlığın izin vermediğini, Maliye Bakanlığı’nın Milli Parkı tahsis etmediğini ifade etti. Bu hukuksuzluğa dur dedi” diye konuştu.

Kararın, kent sınırları içerisinde yapılması düşünülen diğer barajlar için de emsal teşkil edeceğini vurgulayan Yıldırım, “Bu Konaktepe Barajı HES 1 ve HES 2’ye ilişkin. Milli Parkta, Dersim’de yapımı düşünülen başka barajlar da var. Bu karar, Milli Park sahalarındaki durumu tespit ettiği için diğer HES’ler için de emsal niteliğinde. Danıştay hakimlerine şükranlarımızı sunuyoruz. Halkımıza hayırlı olsun” dedi.

Kararın hukuksuzluğun vesikası olma niteliği taşıdığını ve oy birliğiyle alındığını söyleyen Avukat Barış Yıldırım, yetkilileri konunun gereğini yapmaya davet etti. Kalabalık grup daha sonra yaptığı kısa bir yürüyüşle, alınan kararı Tuncelilere iletti.