Ana Sayfa Blog Sayfa 4629

Küresel Isınma, Cizre’yi vurdu…

Cizre, Suriye tarafından gelen toz bulutunun etkisi altında kaldı.  Öğleden sonra aniden tüm Cizre’yi etkisi altına alan toz bulutu nedeni ile görüş mesafesi bir hayli düşerken vatandaşlar, evlerinin ve iş yerlerinin pencerelerini kapatıp, ışıklarını açarak ortamı aydınlatmaya çalıştı.

Toz bulutunun büyük ölçüde etkisini gösterdiği ilçe merkezinde görüş mesafesinin düşmesi ile birlikte araç sürücüleri kazaya neden olmamak için hız limitlerini düşürüp araç farlarını yakarak yollarına devam ettiler. Yetkililer, belediye vasıtasıyla yaşlıların, küçük çocukların ve astım hastalarının dışarıda gezmemeleri yönünde uyarı anonsu yapıldı.

Yeşil Gazete

Davulcunun cevap hakkı

Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde Alevi ailenin evinin taşlanmasına neden olan olayın taraflarından davulcu Mustafa Evşi, sessizliğini bozdu. Evin önündeki olaylarda yer almadığını belirten Evşi, “Bu davanın içinde yokum. Olayda Alevilik-Sünnilik davası da yok” dedi.

Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde Alevi ailenin evinin taşlanmasına neden olan olayın taraflarından Ramazan davulcusu Mustafa Evşi, açıklamalarda bulundu.

Davulcu Mustafa Evşi, Evli ailesinin 5-6 ferdinin kendisine saldırdığını iddia etti. Kemer ve taşlarla darp edildiğini ileri süren Evşi, ailenin kendisini tehdit ettiğini de öne sürdü.

Ortalığı karıştırmak isteyenler bulunduğunu ifade eden Evşi, “Yalan yanlış kelimeler söyleniyor” dedi.

“Burada Alevilik-Sünnilik davası yok”

Evi taşlayan grup arasında olmadığını vurgulayan Evşi, o saatlerde karakola gittiğini kaydetti.

Mustafa Evşi, hastaneden darp raporu aldığını belirterek, “Savcılıkta, jandarmada dilekçemde olayı anlattım. Benim davam bitmiş. Ben kesinlikle bu davanın içinde yokum” dedi.

Olayın mezhep çatışması olmadığını dile getiren Evşi, “Burada kesinlikle Alevilik-Sünnilik davası da yok, olamaz da. Biz hepimiz kardeşiz, kardeş olarak kalacağız. Sürgümüzün adını kesinlikle lekelemeyelim, kötülemeyelim bu bize yeter” diye konuştu

Akit, bir şey söyle; “Krematoryum” geliyormuş!

Antalya’da cenaze hizmetleri veren şirket, yabancılardan gelen talepler üzerine belediyeye ‘krematoryum’ projesi sundu.

Akşam’dan Bülent Şanlıkan’ın haberine göre, Antalyalı firma Türkiye ‘de yerleşik olan yabancıların talebi üzerine Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne krematoryum (cenazenin yakıldığı yer) projesi sundu. Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, kentin üç aylık mezar yeri kaldığını çözümün ise krematoryum olduğunu belirtmiş, ‘Aslında doğru çözüm o ama Müslüman bir ülkedeyiz’ demişti.

“Krematoryum açılırsa, turizm artar”

Fempa Yönetim Kurulu Başkanı Murat Arslanoğlu’nu ise nisan ayında projesini sundu. Proje inceleme aşamasında. Aslanoğlu, projesi için seçilen yeri Yurtpınar Kurşunlu Şelalesi mevkiindeki ormanlık alan olarak belirtiyor, yabancılardan yılda en az 200 yakma talebi geldiğini ifade ediyor. Aslanoğlu şöyle konuştu: Antalya ‘da yaşayan ya da tatile gelen turistlerin ölümlerinde hizmet veriyoruz. Son yıllarda yabancıların yakılma isteğiyle çok karşılaşıyoruz. Ancak bu imkan olmadığı için, ülkelerine göndermek zorunda kalıyoruz. Krematoryum açılırsa Türkiye hem turizm hem insan hakları açısından sınıf atlar diye düşünüyorum. Türklerden de talep var ama yeterli değil.

“Cenazeleri LPG ile yakacağız”

 
Aslanoğlu, krematoryumda günde 3-4 cenaze yakılabileceğini söylüyor:’Doğalgaza uyumlu ya da LPG ile çalışacak. Yakma sıcaklığı 850 derece. Tabutla yakım gerçekleştirilecek. Tüm varislerinden onay alınacak. Küller, kişinin ülkesine gönderilecek ya da yakınlarına teslim edilecek. Arzu edenler Büyükşehir Mezarlığı’nda saklayabilecek. Krematoryum maliyeti 900 bin TL. Yakım ücretini 650 euro olarak düşünüyoruz.’ ABD ‘de hazırlanan projede, yakma, işlem ve izleme odaları var. İzleme odası cenaze yakınlarının işlemi izleyebilmesi için hazırlanacak ve kontrol paneli de kişinin en büyük oğlu ya da kızı tarafından kullanılacak.

Yasa ne diyor?

Hıfzıssıha Yasası’na göre imar planında yer alması halinde, belediyeden proje onayı alarak, krematoryum açılabiliyor. Ünlü opera sanatçısı Ayşe Leyla Gencer’in cenazesi 2008’de Milano’da vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakılmış külleri ise vasiyeti gereği Dolmabahçe açıklarında Boğaz sularına dökülmüştü.

Radikal

@Morganella kadro dışı bırakıldı

Londra Olimpiyatları’nda mücadele eden İsviçre Milli Futbol Takımı’nda forma giyen Michel Morganella, Güney Koreliler’e tehditkar ve ırkçı ”tweet”ler attığı için kadrodan çıkarıldı.

İsviçre’nin Güney Kore’ye Pazar günü 2-1 yenildiği maçtan sonra, rakip takımın futbolcularına, sosyal paylaşım ağı twitter’dan sataşan Morganella, takımdan ihraç edildi.

İsviçre Olimpiyat Kafilesi Başkanı Gian Gilli, düzenlediği basın toplantısında, ”Morganella Güney Kore Milli Takımı’nın olduğu kadar Güney Koreliler’in de onurunu kırıcı ve aşağılayıcı ifadeler kullanmış, ayrımcılık yapmıştır” dedi.

Gilli, futbolcunun olimpiyatlardan men edildiğini söyledi.

Morganella, ”Twitter”daki yorumları nedeniyle olimpiyatlardan men edilen ikinci sporcu oldu. Daha önce Yunan üç adımcı Voula Papachristou da aynı gerekçeyle ihraç edilmişti.

AA

İSKİ: “Şebeke suyu içilebilir”

Sağlık Bakanlığı beş su firmasının ismini açıkladı ancak damacana su konusunda İstanbulluların endişeleri bitmedi.

Buna karşın başta Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş olmak üzere yetkililer şebeke suyu konusunda iddialı.

Devlet medyası TRT Haber, vatandaşları rahatlatmak için İski Laboratuvar Şube Müdürü Şahin Özaydın’la görüştü. Özaydın, TRT’ye şunları söyledi:

“Biz İski olarak ürettiğimiz suyun kontrollerini periyodik olarak yapıyoruz. Yaptığımız ölçümlerde çıkan neticeler bütün standartlara uygun. İstanbullulara, AB standartları, Amerikan Çevre ajansı değerlerine ve sağlık teşkilatı değerlerine uygun bir su sunuyoruz’’.

‘‘Eğer vatandaşlarımız suyu depodan kullanıyorlarsa, tesisatları eskiyse bu konuda bir takım riskler oluşuyor. ama bizm suyumuzu direkt olarak kullanıyorlarsa gönül rahatlığıyla içebilirler”

Yeşil Gazete

ABD Savunma Bakanı Panetta, Esed’e “defol git” dedi

0

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i ölümle tehdit etti. Panetta, “Eğer kendini ve aileni korumak istiyorsan, şimdi defolup gitmenin zamanıdır” diye seslendi.

CNN’in Pentagon muhabiri Barbara Starr’a Tunus’ta özel bir röportaj veren Panetta, “Bence Esed gittikten sonra ki gidecek, ülkede istikrarı sağlamak çok önemli. Bunu yapmanın yolu da demokratik bir hükümete geçişi sağlayabilmeleri umuduyla ordunun, polisin, güvenlik güçlerinin olabildiğince etkili olması” dedi.

ABD’nin Bush yönetiminin Irak ordusunu dağıtarak yaptığı hataların bir benzerini yapmaması gerektiğini de savunan Panetta, “Irak’taki hataların aynısını yapmamız çok önemli, özellikle de kimyasal silahların bulunduğu tesisler konusunda. Suriye ordusu bu tesisleri koruma konusunda iyi iş çıkarıyor. Eğer aniden görevden ayrılırlarsa bu silahların yanlış ellere düşmesi tam bir felaket olur” diye konuştu.

Esed’i tehdit etti

ABD’li bakan röportajda Esed’e de mesajlar gönderdi.

Esed’in kalbinin derinliklerinde başının belada olduğunu bildiğini söyleyen Panetta, “Eğer kendini ve aileni korumak istiyorsan, şimdi defolup gitmenin zamanıdır” dedi.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya bir haftalık bir ziyaret gerçekleştiren Panetta, Tunus’un ardından Mısır’a geçecek.

Panetta yola çıkmadan önce gazetecilere yaptığı açıklamada Suriye meselesinin bütün temaslarda bir numaralı konu olacağını belirtmişti.

(Hürriyet Planet)

Fransa’da, “oruç” tuttuğu için kovuldu!

0

Belediyeden yapılan açıklamada, çocukların yaz kampında eğitmen olarak çalışan iki animatörün oruçlu olmaları çocukların güvenliğini tehlikeye düşürdüğü öne sürüldü.

Belediye, iş sözleşmesinde animatörlerin çocuklarla beraber yemek yeme ve içme şartının olduğunu ve animatörlerin buna aykırı davrandığının anlaşıldığını söyledi. Animatörlerin kamp programlarından çıkarıldıkları fakat sözleşme sürelerinin sonuna kadar maşlarının ödeneceğini belirtildi.

Kontrata çocuklarla beraber yemek yeme ve içme şartının konulmasıyla ilgili konuşan belediye yetkilisi Nicole Varet ise, 3 yıl önce de aynı durumla karşı karşıya kaldıklarını ve oruçlu bir animatörün kullandığı aracın kaza yapması sonucu birçok çocuğun yaralandığını söyledi. Varet, bu sebeple kontrata böyle bir madde eklediklerini ifade etti.

Animatörlerin avukatığını yapan Mohand Yanat ise müvekkillerinin bu duruma anlam veremediklerini belirterek, “Dini vecibesini yerine getiren bir insanın yeteneklerinin zarar görebileceği fikrine ulaşabilirsiniz?” sorusunu yöneltti.

Fransa Müslüman Konseyi İslamofobik saldırıları inceleme komisyonu başkanı Abdullah Zekri, belediyeyi ayrımcılıkla suçlayarak kınadı. Din özgürlüğün en temel hakların başında geldiğini belirten Zekri, hiçbir durumda bir kişinin dinini yaşamasının engellenemeyeceğinin altını çizdi.

Bu arada Fransa Müslüman dernekleri Cumartesi günü Gennevilliers Belediyesi önünde protesto yürüyüşü düzenleyecek.

Milliyet

Obeziteyle mücadele, GDO’lu mısır şurubuyla mı olacak? – Olcay Bingöl

Temmuz başında kentlerin birçok reklam panosu Sağlık Bakanlığı’nın ‘Obezite Mücadele Hareketi Başlıyor – Porsiyonlarımızı Küçültüyoruz’ sloganlı afişleriyle kaplanmıştı. Afişleri ve mesajı grafik anlamda değerlendirmek bu yazının konusu olmasa da söylemeden geçemeyeceğim.

Porsiyonun küçüldüğü tabaktaki sebzelerin sadece “aperatif” yiyecekler konumunda gösterilmiş olması yetmezmiş gibi, bir de neredeyse grafikte yok edilmiş olması, bakanlığın obeziteyle savaşa bakışını göstermesi açısından endişe verici.

13 Temmuz’a geldiğimizde ise gazetelerde gördüğümüz haberlerde Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, Türkiye’nin obeziteyle mücadelesini, yüzde 80’i tarım için uygun arazilerden oluşan ancak, özelleştirilerek daraltılan ve bakanı olduğu hükümet tarafından sit statüsü düşürülmesi istemi olan Atatürk Orman Çiftliği’nde düzenlenen basın toplantısıyla tanıttığını okuduk. Mücadele için önerileri ise sigara ve alkolden uzak durmak, bolca hareket etmek ve fazla yememek idi.

Peki, bizi asıl olarak neyin şişmanlattığını ve ölümcül hastalıklara sebep olduğunu; çocuklarımızın tat alma duyularını neyin olumsuz olarak etkilediğini ve doğal gıdalara karşı lezzetsiz bulmadan kaynaklı neden beğeni noksanlığı geliştirdiğini biliyor muyuz?

Tek tek sayabilmeyi isterdim ama endüstriyel gıda sektöründe yer alan başta sert ve yumuşak şekerlemeler, jöle, helva, reçel ve marmelatlar, pastane ürünleri, kek, bisküvi, ekmek, dondurulmuş tatlılar, dondurma, alkollü ve alkolsüz içecekler, tatlı süt ürünleri, meyve konserveleri, ketçap, mayonez olmak üzere sayısız gıda ürünü tüketimi yukarıda sayılan sorunların ana sebeplerinden. Bu ürünlerdeki ortak özellik endüstriyel gıdaların ve meşrubatların üretiminde fruktozdan zengin mısır “nişasta bazlı şeker” yani kısaca NBŞ kullanılıyor olması. NBŞ, ürün etiketlerinde çoklukla mısır şurubu olarak karşımıza çıkıyor. Mısır nişastasından elde edilen şurup, çoğu gıdada temel tatlandırıcı olarak kullanılıyor. Amerikan Tarım Dairesi’nden (USDA) Dr. Meira Field ve arkadaşlarının konu ile ilgili fareler üzerinde yaptığı araştırmada yüksek oranda fruktoz verilen erkek farelerde kansızlık, yüksek kolesterol ve kalp büyümesi görülmüş. Fruktoz indirgenmiş bir şeker olduğu için, diabet ve komplikasyonlarla birlikte, alzheimer ve kardiyovasku¨ler hastalıkların oluşmasına katkıda bulunuyor.

Özellikle kırdan kente zorunlu olarak gerçekleşen göç ile birlikte hızla büyüyen kentlerde, hızla artan yoksul nüfusların kırla tamamıyla kopmuş, koparılmış ilişkisi sonucu, Türkiye’de 8 milyon şeker hastasının varlığı şaşırtıcı değil. Uzmanlara göre, “Glisemik indeksi artan gıdaların tüketiminin artmasıyla bu 8 milyona yenileri eklenecek, fruktoz, yağa dönüştürülerek depolanabilen bir şeker türü olduğundan da ‘obezite’ sorununa fazlasıyla yol açmış olacak.

Dr. Field’ın araştırmasına dönecek olursak; Dr. Field, fruktozun sadece karaciğerde metabolize olduğunu belirtiyor ve yüksek dozda fruktoz verilen farelerin karaciğerinin alkoliklerin karaciğerine benzediğini söylüyor. Sağlık Bakanı’mız obeziteyle mücadelede alkolden uzak durulmasını salık verirken Şeker Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 2001 yılından bu yana, yasanın 3. maddesine dayalı olarak alınan Bakanlar Kurulu kararları ile, her pazarlama yılında, nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretim kotasının, üst sınır olan ülke toplam A kotasının yüzde 10’u üzerinden, genellikle yüzde 50 oranında artırılarak uygulanması da manidar değil midir? 480 milyon nüfuslu AB ülkelerinde ortalama yüzde 2 olarak uygulanan NBŞ kotasını 75 milyon nüfuslu Türkiye’de Şeker Kurulu üyeleri yargı kararlarına karşı yüzde 15’lere çıkartmıştır. Tabii ki kotalarla ilgili bahsi geçen uygulamalar 2000’li yılların başından başlayarak 10 yıl kadar kısa sürede şeker fabrikalarının, tüm mal varlıklarıyla özelleştirilmesi eşliğinde gerçekleştirildi.

Artık şeker pancarı üretimi kısıtlanmış ve fabrikaları özelleştirilmiş olan ülkenin şeker ihtiyacının yıllardır ülkeden çıkmamak için her türlü yargı kararına direnen, güçlü lobi çalışmalarıyla hükümet kararlarını kontrol edebilen Cargill’in başını çektiği 5 şirketin ürettiği mısır temelli NBŞ’den karşılanması kaçınılmazdır. NBŞ kotalarındaki uygulamaya ek olarak uzun yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu ülke mısırda yurtdışına bağımlı bir ülke durumuna getirilmiştir. Dünyada mısırın hektara verimi 5 ton kadar iken Türkiye’de verim 7 tonun üzerinde olmasına rağmen, ülkemize yasal yollarla ithal edilen mısırların, genetiği değiştirilmiş mısır üretimi yapan ülkelerden geldiği bilinen bir gerçektir.

Bugünlerde gıda ve içecek sanayicilerinin Biyogüvenlik Kurulu’na yaptığı başvuru sonucu ithali gerçekleştirilmek istenen 29 GDO’lu çeşit içinde bulunan mısırların binlerce paketli, endüstriyel gıdada tatlandırıcı olarak kullanılacağı ve halkın seçim özgürlüğünün bile olmayacağı bilinmelidir.

Olcay Bingöl – Zaman

Kimin kenti? – Cihan Uzunçarşılı Baysal

 
Kimin kenti?

Galata köprüsündeki balıkçılar, kentin parçası değil mi?

 

Kent hakkını tesis etmek için, başta Taksim, Haydarpaşa, Galata olmak üzere tüm kamusal alanları, yıkım tehdidi altındaki mahalleleri, pikniklerle, şenliklerle, toplantılarla doldurmanın zamanıdır. Bir de sahillerden olta atmanın

Kamusal alanlar olarak meydanlar, cadde ve sokaklar, parklar, kıyılar, hatta mahalleler, belirli bir düzenleme ve kontrol dışında, cinsiyet, sınıf, dil, din, etnik köken, yaşam tarzı fark etmeden, halktan tüm kesimlerin kullanımlarına açıktır. Tarihsel olarak da kullanıcılardan herhangi birine özgü talep ve gereksinimlere göre tanzim edilmedikleri gibi tam aksine herkesçe erişilebilir mekânlardır. Herhangi bir kentin demokrasiyle imtihanı, kamusal alanlarının genişliği veya darlığında ya da kentsel politikalar sonucu, kamusal alanlarının genişletilmesi veya daraltılmasında başlar. Kamusal alanlar, her sınıftan insanın birbiriyle ve elbette “öteki” ile rastlaşma, temas, paylaşma mekânları olabildiğince o kent çoğulcu, toplanma, itiraz, muhalefet mekânları olabildiğince de demokratiktir.
Bugün tüketim ve tüketicilik değerleri ile mülk edicilik üzerinden şekillenen neoliberal etik kuşatması altındaki kentlerde, kamusal alanların kullanım değerlerinin değişim değerlerine kurban edilişlerini yaşıyoruz. Elimizi kolumuzu sallayarak gittiğimiz, bu kentte yaşıyor olmanın nimetlerinden gördüğümüz, keyifle kullandığımız kamusal alanlar her geçen gün daralırken, varolanlara erişim de giderek sınırlanıyor. AVM’leştirilen, özelleştirilen ve/veya lüks projelere açılarak soylulaştırılan ve pahalılaşan, dolayısıyla erişilmez kılınan kamusal alanlar, neoliberal kentsel düzende, yüzde 99’a değil, yüzde 1’e yönelik tasarlandıkları için alanların kamusallığı da anlamını yitiriyor. Görünen köy, David Harvey’in adlandırmasıyla, “insanların demokrasisi” yerine “paranın demokrasisi”. Kentlerini sermayeye pazarlama yarışındaki yönetimler, kentin kullanıcıları olarak alt ve orta-alt gelir grupları başta olmak üzere, emekçiler ve öğrencileri, kısaca tüketemeyenleri gözden çıkartmış, üst gelir grupları, varsıl turistler ve küresel sermayenin arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda kentler inşa ediyorlar. 

Temizliğe devam
İstanbul, uzun bir süredir, kentsel yenileme/ dönüşüm yasaları eliyle mahallelerin dozerlenmesini ve yerleşik toplulukların TOKİ silolarına yeniden iskânla ekonomik, sosyal, kültürel hak ihlalleri ve mağduriyetlerine maruz bırakılmalarını deneyimliyor. Dönüşüm adındaki azman bir zamanların yoksul çeper mahallelerini rezidanslaştıra, butikleştire, villalaştıra ve yuta yuta ilerliyor. Sulukule, Ayazma, Küçükbakkalköy, Tokludede, Tarlabaşı, Süleymaniye ilk kurbanlar. Yenikapı, Fener- Balat- Ayvansaray’ın da eli kulağında. Gözünü kentsel ranta dikmiş azman doymayacak elbette. Bu sefer de afet yasasını kuşanıp deprem bahanesiyle kenti yoksul ve emekçilerden “temizlemeye” devam edecek, ardından orta gelir gruplarına uzanacak, ta ki ortada kent diye bir şey kalmayıp varsılları içeride, emekçi, öğrenci orta ve alt-gelir gruplarıyla yoksullar dışarıda kocaman bir kale inşa edene dek!
Gidişatın görünür veçhesi mahalle yıkımları ise, görünmeyen sinsi yüzü, kamusal alanların çeşitli bahanelerle elimizden alınması. Harvey’in altını çizdiği üzere, “kentlerimizde gerçekleşen en şaşırtıcı şeylerden biri, halkın siyasi olarak kendisini ifade etmesine izin verilmeyen geniş kamusal alanların bulunuyor olması. Artık politik diyaloglar yürütmek için izin almak zorundasınız”. Taksim Meydanı, yayalaştırılma bahanesiyle kavşaklaştırılıp, yayasızlaştırılıp meydanın bir bölümü ve kentin önemli yeşil alanlarından Gezi Park da AVM eylenip, bu kentin ve ülkenin en önemli kamusal alanı kuş edildiğinde, demokratik itirazlarımızı, karşı çıkışlarımızı Topçu Kışlası AVM’den kapuçino içerek mi seslendireceğiz? Tarlabaşı’ndan başlayan soylulaştırma, “2.5 kuruşa bira içen lümpenler” damgasını yiyen öğrencilerle emekçilerin ayaklarını İstiklal’den keserek Tophane üzerinden Galataport’da son bulduğunda, ne tür kentlilerle karşılaşacağımızı görmek için, Tarlabaşı’nda yıkılan binalara giydirilmiş afişlerdeki şıkıdım figürlere bakmak yeterli. Bu projede, ama bunun ötesinde büyük tabloda, kamusal alanları, mahalleleri, kentsel mekânları da dâhil kentin tümünde, emekçilerle alt gelir gruplarına artık yer olmadığı kesin. Kent, üst gelir gruplarının yaşam ve ihtiyaçlarına göre tanzim ediliyor. Bu kent kimin kenti? Gidişat, David Harvey’in belirttiği üzere, kentsel mekânda kimin bulunma hakkı olduğuna ve hangi şartlar altında bu hakka sahip olduğuna dair bir sorgulamayı ve mücadeleyi gerekli kılıyor. 

Rahatsızlık veren balıkçılar
Bu bağlamda, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yapımı devam eden Tarabya Tekne Park’ta incelemeler yaparken dile getirdiği “Boğaz kenarında balık tutan amatör balıkçılarla ilgili sıkça şikayet geliyor. Boğaz’da yürüyenleri rahatsız etmeyecek şekilde bir düzenleme yapacağız. Amatör balıkçılar için, balık tutulacak belli yerler ayrılacak. Kimse rahatsız olmayacak” sözleri, yeni kentsel düzenin kıyılarının da bu kesimlere kapatılacağının işareti. Boğaz boyu yolların hatta durakların araçlar ve belediyeye ait İsparklar işgali altında oluşunu gözardı eden Başkan’ın, oltaların yayalara rahatsızlık verdiği şikâyetiyle sıranın kıyıların soylulaştırılmasına geldiğini anlıyoruz. Boğaz boyu sahil, koylara yerleştirilecek İspark marinalara park edecek lüks tekne sahiplerine yönelik tanzim edileceğinden, “2,5 kuruşa balık tutanların” ayaklarının kesilmesi gerekiyor. Enine boyuna şişirilerek inşaatı bitirilen Tarabya Oteli’nin hemen karşısındaki 208 tekne kapasiteli İspark marinaya demirleyecek lüks teknelerden inenlere yönelik şık restoranlar, kafeler, alışveriş merkezleri gerek. Anlayamadığımız, amatör balıkçılar için ayrılacak yerlere balığın gelmesini Büyükşehrin nasıl garanti edeceği!
Emekçi ve alt gelir gruplarının yaşam alanlarını yok ederek nüfuslarını zorla çeperlere süren, kamusal alanları kavşaklaştırıp, AVM’leştirip, özelleştirip erişilmez kılan neoliberal belediyecilik, anlaşılan rant beklentisiyle alt gelir gruplarına bu kentin kıyılarını da çok görüyor. Paranın demokrasisi tarafından birer ikişer zaptedilerek elimizden alınan mahalleleri, kentsel mekânları, kamusal alanları ve son kertede tüketilecek koskocaman bir metaya dönüşecek kentin kendini geri kazanıp ‘kent hakkı’nı tesis etmek için, başta Taksim, Haydarpaşa, Galata olmak üzere tüm kamusal alanları, yıkım tehdidi altındaki mahalleleri, pikniklerle, şenliklerle, toplantılarla doldurmanın zamanıdır şimdi. Ve öyleyse olta atma zamanıdır şimdi tüm sahillerden.

Cihan Uzunçarşılı Baysal – Radikal

Hindistan’da elektrik kesintisi 600 milyon kişiyi etkiliyor

Hindistan’da ikinci gününe giren elektrik kesintilerinden yaklaşık 600 milyon insan etkileniyor. Başkent Delhi karanlığa gömülürken günde 1,8 milyon insanı taşıyan metro seferleri yapılamıyor.

Pazartesi günü Hindistan’ın kuzeyinde yaşanan büyük elektrik kesintisi ardından, yetkililer ülkenin doğusundaki şebekenin de çöktüğünü söylüyorlar.

Hindistan’ın kuzey ve doğu şebekeleri toplam nüfusu 1 milyar 200 milyon olan ülkenin yarıdan çoğuna hizmet veriyor. Bu da Avrupa Birliği’nin toplam nüfüsundan fazla sayıda insanın elektriksiz kaldığı anlamına geliyor.

Hindistan’da daha küçük çaplı elektrik kesintilerinin devamlı bir sorun olduğu ve enerji altyapısının ciddi yatırıma ihtiyaç duyulduğu bildiriliyor.

Haberlere göre Hindistan’daki büyük elektrik kesintilerinin en önemli nedenlerinden biri ülkedeki muson yağışlarında görülen düzensizlik. İklim değişikliği nedeniyle yağış miktarı azalan ülkede hidroelektrik santrallardan elektrik üretiminin istenen düzeyde seyretmediği, ayrıca aşırı sıcaklar nedeniyle klimaların aşırı çalıştırılmasının da tüketimi arttırdığı düşünülüyor.

Öte yandan Hindistan’da nüfusun üçte biri, yani yaklaşık 400 milyon insanın evinde elektrik yok.

Hindistan’da elektrik enerjisinin büyük kısmı kömürlü termik santrallar ve barajlardan karşılanıyor. Rüzgar ve güneşin elektrik üretimindeki payı ise hala çok düşük düzeylerde bulunuyor.

Huffington Post, NPR ve Hürriyet’ten derlenmiştir.

Yeşil Gazete