Ana Sayfa Blog Sayfa 4623

”Esad’ın düşürülmesi bölgeye barış getirmeyecektir”

Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı ve Alman Yeşillerinin önemli isimlerinden  Joschka Fischer, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın düşürülmesinin bölgeye barış getirmeyeceğini ifade etti. Fischer, “Süddeutsche Zeitung” gazetesi için yazdığı bir yorumda, “Suriyeli diktatörün düşürülmesi bölgeye barış getirmeyecektir. Ancak İran’ın etkisini azaltacaktır” görüşünü belirtti.

Fischer, Suriye’de Batılı tarzda bir demokrasi ve hukuk devleti kurulacağına inanılmaması gerektiğini, tam aksine Esad’ın yandaşlarına yönelik şiddetin daha da artacağını ve ülkedeki farklı gruplarla dini cemaatler arasında iktidar kavgalarının başlayacağını kaydetti.

Suriye’de Esad’ın düşürülmesi konusunda önemli bir aşamaya gelindiğini ifade eden Fischer, ancak bunun gerçekleşmesi durumunda Suriye’de Batılı tarzda bir demokrasi ve hukuk devleti kurulacağına inanılmaması gerektiğini, tam aksine Esad’ın yandaşlarına yönelik şiddetin daha da artacağını ve ülkedeki farklı gruplarla dini cemaatler arasında iktidar kavgalarının başlayacağını kaydetti. “Şam’daki rejimin düşürülmesinin bölgeye, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan arasındaki bölgesel güç dağılımına, bölgesel çatışmalara ve Ortadoğu sorununa da geniş çaplı etkisi olacaktır” şeklinde görüş belirten Fischer, Esad ailesinin, İran’ın Lübnan’daki tek müttefiki olan Şii Hizbullah örgütüyle işbirliği yaptığını, bu nedenle Suriye’de rejimin düşmesinin Tahran yönetimini de bölgede yalnız bırakacağını, bunun da İran’ı, nükleer programını daha da geliştirme çabası içine sokacağını belirtti.

Fischer, “Arap Baharı” çerçevesinde Batı yanlısı bazı diktatörlerin düşürülmesinin İran’a yarayacağı şeklinde Batılı ülkelerde yaygın olan görüşün doğru olmadığını da ifade ederek, Esad rejiminin düşürülmesinin Rusya’ya ne gibi etkisi olacağının da düşünülmesi gerektiğini kaydetti. Fischer, “Yani Suriye’deki iç savaşın dünya çapında etkileri olacaktır. Hem bu ülke ve insanlarına hem bölge ve çatışmalarına hem de dünya politikasına. Ancak uluslararası alanda bundan en fazla olumsuz etkilenecek ülke İran olacaktır” görüşüne yer verdi.

(Ajanslar)

Nükleer karşıtları Akkuya’da toplanacak

Türkiye’nin dört bir yanından gelenler, 5 Ağustos Pazar günü, Mersin’in Akkuyu ilçesine yapılmak istenen nükleer santrale hayır diyecek. Adana Nükleer Karşıtı Platform yaptığı açıklama ile eyleme katılım çağrısı yaptı.

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nde bir araya gelen NKP bileşenleri adına konuşan Dönem Sözcüsü Yaşar Gökoğlu, ülkeyi yönetenlerin geri kalmışlık psikolojisi ile birçok ülkenin vazgeçtiği enerji üretim araçlarını kurmaya çalıştığını belirtti. Nükleer santrallerin sadece depremler, patlamalar ve doğal afetlerle zararlı olmayacağının altını çizen Gökoğlu, nükleer santralin fazlaca kullanıldığı Fransa’da deprem veya patlama olmamasına rağmen kanser oranlarının yükseldiğini vurguladı. Çernobil’den sonra İtalya ve Avusturya’da halk oylaması sonrasında santrallerin kapatıldığına dikkat çeken Gökoğlu, halkın tepkilerine rağmen nükleerde ısrar eden AKP Hükümetine geri adım attıracaklarını söyledi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Hiroşima ve Nagazaki’nin yıl dönümünde Akkuyu’da olacaklarını dile getiren Gökoğlu, Adanalıları eyleme ve nükleere hayır demeye çağırdı.

Evrensel

Ordu ve Şemdinli – Ahmet Altan

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök mahkemede tanıklık yaptı dün, kendine özgü sakin üslubuyla “Sarıkız ve Ayışığı” darbe planlarını gördüğünü söyledi.

“Emin olamadığım için işlem yapmadım”
dedi ama bu planların varlığı da bir kez daha kayıtlara geçti.

Darbeci generaller ve onların hiç bitmeyen darbe planları.

Öylesine pervasızdılar ki saklamaya bile uğraşmıyorlardı, darbe yapmak sanki onların asli göreviymiş gibi davranıyorlardı.

İktidarları sonsuza dek sürecekmiş inancı içindeydiler.

Öldürecekleri, tutuklayacakları insanların listelerini düzenliyorlar, herkesi fişliyorlardı.

Sırf iktidarlarını sürdürebilmek için yaşadıkları ülkeyi altüst etmeyi göze alıyorlar, suikastlar, bombalamalar, karışıklıklar planlıyorlar, Ergenekon denen örgütü de darbe yolunu kanla açmak için kullanıyorlardı.

Çok acı çektirdiler.

Kendi mesleklerinde en üst basamaklara ulaşmak onlara yetmedi, hep daha fazlasını, hak etmediklerini istediler, bunun için her şeyi mubah gördüler, insanlara böcekmiş gibi davrandılar, işkenceciler yetiştirdiler, onları beslediler, korudular, işkencehanelerde öldürülenlerin dosyalarını sakladılar.

Korkutmak, bildikleri tek siyasetti.

Toplum korkmaktan vazgeçince, halkın oylarıyla seçilen AKP “korkmuyorum” deyince devrildiler.

Bugün mahkemelerde yargılanıyorlar.

İsimlerinin yanında “darbe sanığı” yazıyor.

Darbeciler devrildiler ama ne yazık ki onların işkencecileri, onları devirenler tarafından baştacı ediliyor.

Eskiden orgenerallerin, suçüstü yakalanan JİTEM suikastçıları için kullandığı “tanırım, iyi çocuktur” referansı, geçen gün Markar Esayan’ın yazdığı gibi, şimdi darbecilerin döneminden kalmış işkence sanıkları için “sivil” bakanlar tarafından kullanılıyor.

Daha da beteri, o darbecilerin hukuku küçümseyen yaklaşımlarının hâlâ tedavülde olması.

Geçmişte, suç işlemiş generaller parlamentonun ya da hukukun çağrılarına kibirli küstahlıklarıyla “gelmiyorum” diye cevap verirlerdi, şimdi suça bulaşan generallerin aldığı çağrılara “gelmeyecek” diye siviller cevap veriyor.

Uludere’yi “o dönemlerde” bombalasalar kimse soruşturamazdı, şimdi de kimse soruşturamıyor.

O zamanlar soruşturmayı generaller önlerdi, şimdi “siviller” önlüyor.

Demokraside aldığımız yol şimdilik bu kadar.

Hukuku eskiden generaller çiğnerken, bu görevi şimdi “siviller” devraldı.

Uludere’de uçaklar insanları bombalıyor ama soruşturmayı siviller engelliyor.

Hrant Dink’i “Ergenekon’un öldürmesi” ama suçluların ortaya çıkmasını sivil iktidarın duraklatması gibi.

Eskiden “ordunun karıştığı” esrarengiz işler olurdu, topluma kimse hesap vermez, kimse açıklama yapmazdı.

Suriye’ye düşürülen uçağın kim tarafından gönderildiğini bilemezdik, şimdi de bilemiyoruz.

Bakın, Şemdinli’de günlerden beri çatışmalar oluyor.

Ne olduğunu bilen, açıklayan kimse yok.

Söylenenlere göre PKK 500 kişilik bir grupla gelmiş, yanlarında uçaksavarlar, Doçka’lar varmış, onca adam oraya nasıl fark edilmeden sızmış, o ağır silahlar nasıl “görünmeden”bölgeye gelmiş, aynı eskiden olduğu gibi şimdi de “sır” hepimize.

Haberler, “son anda MİT’in aldığı istihbarat sayesinde PKK’nın Şemdinli’ye girmesi engellendi” diyor.

Heronlar 500 kişinin toplandığını görmemiş mi?

Ağır silahlar fark edilmemiş mi?

Çatışmalar dokuz gündür sürüyor, üstelik haberlere göre “PKK’nın Şemdinli’ye girmesini önlemeye çalışıyorlar”, saldıran PKK’nın 500 militanı haberlere göre, “savunmada” olan ise 800 bin kişilik ordu.

PKK’nın Şemdinli’nin “bir kilometre yakınına” kadar geldiğini söyleyen haberler de var.

Tabii bütün bu haberlerin tuhaflığının yanında çok başka gelişmeler de yaşanıyor.

Bölgede bir tür “sıkıyönetim” uygulanıyor.

Aynı eskiden olduğu gibi.

Mesele öylesine bir sır ki, Melih Altıok’un “kulis” haberine göre Şemdinli olayının iktidarın zirvesinde bile konuşulması yasak.

Neden Şemdinli için hiçbir açıklama yapılmıyor?

Bu “ismi konmamış” sıkıyönetim nereden çıktı?

Bu “gizlilik”, haberlerdeki bu tuhaflık, kuşkuları ve söylentileri arttırıyor kaçınılmaz olarak, bu“çatışmanın” açık ya da kapalı yeni bir sıkıyönetim uygulamasının başlangıcı olduğu söylentileri bile var.

Doğru mu bu söylentiler?

Şemdinli çatışmalarındaki gelişmeler “yeni bir sıkıyönetim” uygulaması için bahane olarak mı kullanılacak?

Endişelenmekte çok haksız değiliz, düşünün ki Halep’teki çatışmalar konusunda Şemdinli’deki çatışmalardan daha fazla bilgimiz bulunuyor, başka memlekette ne olduğunu biliyoruz ama kendi memleketimizde ne olduğunu bilmiyoruz.

Hükümet Halep için açıklama yapıyor ama Şemdinli için yapmıyor.

Darbeciler hapiste.

Ama “zihniyetleri” Uludere’de, Suriye’de düşen uçakta, Şemdinli’de yaşıyor.

Darbecilerden kurtulduk ama zihniyetlerinden hâlâ kurtulamadık.

Ahmet Altan – Taraf

 

Başrolde ” Doğa” var – Tayfun Atay

NTV’de geçen ay ekrana gelen, şimdi de izleyemeyenler için her pazartesi gecesi tekrarları yayımlanan ‘Vadi’, başrolde ‘Doğa’nın olduğu bir dizi! Ben böyle başrolünde doğanın olduğu unutulmaz bir film olarak ‘Narayama Türküsü’nü hatırlarım hep. Shohei Imamura’nın 1983’te Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü kazanmış filmi, 19’uncu yüzyılda Japonya’nın kuzeyinde Narayama Dağı eteklerinde çapa tarımı ve avcı-toplayıcılıkla geçinen bir köyün hayatını anlatır. Bize çok acımasız gelecek bir eski gelenek, sıkı sıkıya uygulanmaktadır bu köyde: 70 yaşına gelen ihtiyarlar oğullarının sırtında dağın tepesine çıkarılarak orada ölüme terk edilir. ‘Modern’ zihnin ve kalplerin sindirmesi hayli zor bu kültürel pratiğin nedeni basittir. Çetin doğa koşullarında yaşam mücadelesi veren topluluğun, yaşlısını ‘taşıyacak’ durumu yoktur. Topluluğun bekası için yaşlıların hebası kaçınılmazdır. Ve hükmü veren de doğadır.
Evet, ‘Vadi’de de ‘Doğa’ başrolde ama bu defa ‘hâkim’ değil ‘mağdur’ olarak… Dizi, Narayama köyünün doğaya boyun eğmişliğinin sonucu olan kendi içine yönelik vahşi geleneğini mumla aratacak şekilde gözü kara bir ekonomik sistemin doğaya yönelik ‘uygar vahşet’ine dikkat çekmekte. Rize’nin Çayeli ilçesine bağlı Senoz Vadisi’nde devam eden ve yapılması planlanan HES’lerle dağları oyan taş ocaklarına karşı duyarlılık geliştirme yolunda yöre köylerinde yaşayan insanlar, kendi hayatlarını oynamaya davet edilmiş. Yok olan doğayla birlikte insanın da yok olacağını bilince vurmak için olsa gerek! İnsanların, tıpkı Narayama Türküsü’nde olduğu gibi doğa ile uyum içinde akıp giden gündelik yaşamları, bizzat kendileri tarafından ‘canlandırılıyor’. Üstelik orada olduğundan çok daha iç açıcı ve neşeli bir üslupla…
Doğa, insana ikincil değil birincildir! Verilen mesaj bu. Doğa yoksa insan da yoktur! Dikkat çekilen nokta bu. Ve 10 milyara yol alan nüfusuyla her yerine tahripkârca sirayet ederek adeta bir ‘kanser hücresi’ gibi doğa denen bu mucize organizmayı yiyip bitiren insan, aslında kendi sonunu hazırlamaktadır! Yapılan uyarı bu…
İnsanlık, Endüstri Devrimi’nden beri 250 yıldır devam eden doğaya yabancılaşıp onu alabildiğine tüketme noktasından sonra şimdi bu ‘yanlış bilinç’i aşma çabasında. ‘Çevrecilik’ bunun bir sonucu, ama hâlâ ‘devede kulak’ etkide… Çoğu insan ‘tınmıyor’; havayı, suyu, toprağı, denizi kirletmeyi, ormanı, dağı, vadiyi yok etmeyi sürdürüyor. ‘Vadi’, böylesi vurdumduymazlığa karşı yükseltilmeye çalışılan doğa duyarlılığına bizden ilginç, özgün ve ‘halka inebilen’ bir katkı. Çevreciliğin sadece tuzu kuru metropol elitinin bir lüksü olmayıp her katmandan insanın önceliği olması gerektiğini duyumsatıyor. İnsanlığın ‘doğayla uyum içindeki özgür birliği’ni hatırlama noktasına ve yeniden hayata geçirme arzusuna bizi taşıyor. Geleceğimizin, ‘geçmiş’ sayıp bilinçsizce ve acımasızca yok etmeye çalıştığımız bir hayatta saklı olduğunu işaret eden diziyi daha önce izleme fırsatı bulamadıysanız, kaçırmayın!..

Tayfun Atay – Radikal

Arjantinli eşcinsel çift, resmen baba oldu

Arjantin’de, Buenos Aires’de bir eşcinsel çift, Tobias adını koydukları bebeklerini resmi olarak nüfus müdürlüğüne kaydettirebildi.

Tobias bebek Arjantin’de ilk defa iki erkeğin çocuğu olarak nüfus cüzdanına kavuştu.

Üç hafta önce Hindistan’da bir taşıyıcı anne tarafından dünyaya getirilen Tobias için bir evlat edinme süreci gerekmedi.

Alejandro Grinblat ve Carlos Dermgerd aralarından hangisinin bebeğin biyolojik babası olduğunu umursamadıklarını ve her ikisi de bebeğin ebeveyni olduklarını hissettiklerini söylüyor.

Dermgerd ve Grinblat Arjantin’de daha önce örneği olmayan nüfus belgesini garantileyebilmek için bir yıldır uğraşıyor.

BBC Türkçe

Annan bıraktı…

 Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun Kofi Annan’ın Suriye özel temsilciliği görevini bıraktığını ilan etti. Annan, 17 aydır süren Suriye krizinin çözümüne ilişkin yürüttüğü barış girişimlerinin başarısız olması nedeniyle 31 Ağustos itibariyle görevinden ayrıldığını duyurdu. Annan’ın istifa kararı BM tarafından e-posta yoluyla basına açıklandı.

Yeşil Gazete

Gürcüler “ana dilde eğitim” istiyor

Türkiyeli Gürcüler Platformu (TGP), Gürcüce için anadilde eğitim hakkı ve bütün anadillere anayasal güvence talep etti. Platform üyesi Fazıl Kaya, Kürtler ve Türkler dışında kalan halkların Türkiye gündemine dahi girmediğini hatırlattı.

Bianet’e konuşan Fazlı Kaya, “Anadilde eğitim evrensel insani bir haktır. Kimliğimizin asimile olmasına izin vermeyeceğiz” açıklamasını yaptı.

Kaya, Türkiye’de iki milyona yakın Gürcü yaşadığını ancak anadilin ve kültürlerin nesilden nesile aktarımının yapılamadığını ifade etti: “Türkiye’de yaşayan Gürcülerin büyük çoğunluğu asimile olmanın son sınırına ulaşmış durumda. Özellikle yeni nesil anadillerini konuşamıyor. Sadece bir etnisite olarak Gürcü olduklarını ifade ediyorlar ancak herhangi bir kültürel kodu taşıyabilmiş değiller. Bana göre eğer böyle devam ederse 30-40 yıl içerisinde Türkiye’de Gürcü olduğunu söyleyen dahi kalmayacak.”

Bianet

Komünizm Inter’i satın aldı

Çin KİT’i olan Çin Demiryolu Yapı Şirketi CRCC, İtalyan futbol takımı İnter Milan’ın yüzde 15 hissesini satın aldı.

İnter Milan’ ın internet sitesinden satış duyurulmasına rağmen finans bilgisi yoktu.

İlgili KonularEkonomi, FutbolAncak Çin kaynakları, Çinlilerin yüzde 15 karşılığında Milan’a 91 milyon dolar verdiğini yazıyor. Böylece İnter’in değerinin 600 milyon dolara yükselmesi bekleniyor.

Internazionale Holding Srl’in bünyesindeki İnter Milan dünyanın en değerli futbol kulüpleri listesinde 490 milyon dolarla 12’inci sırada.

İnter geçen yıl 84 milyon dolar zarar açıklamıştı. Çinliler İnter’in borçlarını da aldılar.

Çin Demiryolu Yapı Şirketi artık Milan’ın 2’inci büyük hissedarı.

İnter 2 yıl önce Avrupa Şampiyonlar Ligi, İtalya Serie A ve İtalya kupalarını kazanmış ancak bu sezon Şampiyonlar Ligi’ne çıkamamıştı.

Moratti satışla ilgili olarak “deneyimlerimizi Çinli dostlarımızla paylaşmak istiyoruz” dedi. Moratti “bu sadece sportif değil aynı zamanda sosyal yönü olan önemli bir noktadır” diyerek, Çin’de futbolu seven yeni kuşağın hedeflendiğini belirtti.

Satışla ilgili diğer önemli bir noktaysa İnter’in yeni bir stadyuma kavuşacak olması.

Inter yeni bir stadyuma kavuşacak

Stadyum, Çin Demiryolu Yapı Şirketi’nin alt grubu olan 15’inci Ofis Grubu’yla birlikte yapılacak.

Bu grup, dünyanın en büyük inşaat şirketlerinden biri.

İnter Milan maçlarını Silvio Berlusconi’nin sahip olduğu AC Milan’ın San Siro stadyumunda oynuyor.

Moratti 2017’de bitirilmesi planlanan ve 60 bin koltuk kapasiteli yeni stadyum için, “İnter için fevkalade önemli.

Bu stadyum sadece ekonomik darboğaza yeni bir kaynak olarak katkıda bulunmayacak aynı zamanda her iki ülkede futbolseverlerin sayısını da arttıracaktır” dedi. Stadyumun inşaatı gelecek yıl başlayacak.

Moratti geçtiğimiz Mayıs ayında Çinli şirketin Başkanı Meng Fengchao ile Pekin’de buluşmuştu.

İnter’in başkanı Massimo Moratti’nin bir süredir kulübün parasal durumunu iyileştirmek için yatırımcı aradığı biliniyor. Satışa rağmen İnter’in kontrolü Moratti ailesinde olacak.

Çin’in en büyük müteahhitlik firması olan şirket 2008 yılında Şanghay ve Hong Kong borsalarına girmişti.

Hükümet destekli Çinli dev şirketlerin yurtdışı yatırımları son zamanlarda artmaya başladı.

Mayıs ayında İngilizlerin mısır gevreği şirketi Weetabix, bir Çin gıda şirketince ABD’nin ünlü AMC Sinema Salonları da Çin’in ünlü Wanda Şirketler Gurubu tarafından satın alınmıştı.

Ancak görülen o ki bu işi sadece futbol ve stadyumla sınırlı bırakmayacak.

Moratti bu satış fikrinin, farklı insanlarla genel ortak görüşleri paylaştıkları zaman ortaya çıktığını ve Çinlilerle ilişkiyi dostluk, saygı ve karşılıklı anlayış çerçevesinde daha da ileriye götüreceklerini ve gelecekte bunun spor, kültür ve yatırım projeleriyle daha da büyüyeceğini söylerine ekledi.

İnter Milan’ın Başkanı Massimo Moratti, “bizimle aynı duyguları paylaşan insanlarla karşılaşmış olmaktan ötürü şanslıyız” diyor.

‘Oruç tutmayan cezalandırılsın’

0

Mısır Müftüsü Ali Cuma, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’den, Ramazan ayında kamu alanlarında alenen oruç tutmayanlar hakkında yasal düzenleme getirilmesini talep etti.

Mısır Fetva Kurumu tarafından yapılan açıklamada ise, bir Müslüman’ın Ramazan’da herhangi bir özrü olmadan kasten insanların gözü önünde yiyip içmesinin caiz olmadığı bildirildi.

Bu kişilerin “güzel bir şekilde” uyarılması ve aksi şekilde hareket edenlerin cezalandırılması için görevlilerin tayin edilmesi gerektiği belirtildi.

Yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Bu şekilde davranmak kişisel özgürlük değildir. Aksine İslam’ın kutsiyetine karşı bir saldırıdır. Çünkü alenen oruç tutmamak, günahı aleni biçimde ilan etmektir. Bu da Müslüman bir ülkede saygı sınırlarının aşılması dolayısıyla haramdır. Ayrıca toplumun değerlerini açıkça ihlal etmektir. Bir Müslüman eğer sağlık sebeplerinden dolayı oruç tutamazsa, oruç tutamadığını gizlemesi gerekir. Gayri Müslim bir kişi bile Ramazan’da alenen yiyip içmiyorsa, oruç tutmayan Müslüman da en az bu derece duyarlı olmalıdır.”

İki sene önce Mısır polisi Ramazan’da alenen yiyip içen iki kişiyi gözaltına almıştı.

Bazı insan hakları örgütleri de oruç tutmayanları cezalandıran herhangi bir kanun olmadığı gerekçesiyle olaya tepki göstermişlerdi.

Müzeyyen Senar tedavi ediliyor

Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan Türk Sanat Müziği’nin efsane ismi Müzeyyen Senar’ın tedavisine bir süre daha devam edileceği açıklandı

Kızı Feraye ve oğlu Ömer Işıl ile Bodrum’da yaşayan Müzeyyen Senar’ın, üç gün önce kaldırıldığı Özel Bodrum Hastanesi’nde tedavisine devam ediliyor. Halsizlik, ateş ve idrar problemi yaşaması nedeniyle oğlu Ömer Işıl tarafından hastaneye kaldırılan Senar’ın bugün taburcu edilmesi bekleniyordu.

Ancak Özel Bodrum Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Servet, basın açıklaması yaparak ünlü sanatçının bir süre daha hastanede kalacağını söyledi. Müzeyyen Senar’ın yüksek ateş nedeniyle hastaneye geldiğini hatırlatan Servet, “İlk tetkiklerinde üriner enfeksiyon ve safra kesesi iltihabı tanısı konularak, tedavisine başlandı. Ateşi düştü, biz bugün taburcu olmasını öngörmüştük. Ama yaşlı hastalarda bazı sorunlar çıkabiliyor. Senar da 94 yaşında. İdrar sorunu için sıvı verildi. Böbrek çalışması iyi. Safra kesesi geriledi. Biraz solunum sıkıntısı var. Bu nedenle kendisinin tedavisinin devamını uygun gördük. Bütün problemler ortadan kalkıncaya kadar burada kalmasına karar verdik. Şu anda ön planda akciğerle ilgili bir sorun var. Bununda tedavisine başladık. Taburcu olması için kesin bir tarih söylemiyoruz. Bugün taburcu olmasını öngörmüştük. Akciğer komplikasyonu nedeniyle 1 gün erteledik. Belki yarın da taburcu olabilir, belki biraz daha uzun sürebilir” dedi.

Servet,ailesinin ve Senar’ın moralinin iyi olduğunu belirtti. Servet, “Beslenmesi de gayet sağlıklı ve iyi. Yemesinde, içmesinde ve sıvı almasında sorun yok. Aylık kontrolleri de bizim hastanemizde yapılıyordu. Kendisi yakından takip ettiğimiz bir hastamızdır. Kalp ve tansiyon rahatsızları var ve bunlarla ilgili ilaçlarını alıyor. Şimdiye kadar bu rahatsızlıkları ile ilgili bir problem yoktu” diye konuştu.

DHA