Ana Sayfa Blog Sayfa 4620

Erdoğan’dan Cemevi’ne: Ucube!

Başbakan Erdoğan Karacaahmet Mezarlığı yanındaki cemeviyle ilgili olarak “O cemevi bir ucube olarak yapıldı orada. Hala kaçaktır. Ruhsatı yoktur. Karacaahmet Türbesi’nin yanında ucube olarak durur” diye konuştu

Beni Alevi düşmanı olarak gösterenler var. Ben Aleviliği, Hazreti Ali’yi sevenler olarak biliyorum. Ben bugünkü Aleviyim diyenlere baktığım zaman hepsinden daha Aleviyim. Hiçbiri Hazreti Ali gibi yaşamıyor, ben onun gibi yaşamaya çalışıyorum. Dediler ki Karacaahmet Mezarlığı’nı söküyorlar dediler. Atladım gittim. 106 tane mezar taşını sökmüşler kenara dizmişler. O zaman orada bu faaliyeti yürüten derneğin başkanı aynı zamanda ticaret odasının üyesi. O gün irtibat kurduk kendisiyle. Dedim ki yahu dedim burada böyle bir şey yapılıyor. Burası tarihi mezarlıktır dedim. Bakın ben kendilerine 46 tane farklı yerde, Üsküdar’da yer gösteriyorum. Hangisini beğenirlerse cemevini oraya yapalım diyorum. Ne olur şu mezarlığa dokunulmasın. Daha sonra biz üçlü bir araya geldik. Ne dedi biliyor musunuz? Siz beni oraya gömersiniz ama bunu yapamazsınız. Ben zaten sana ruhsat vermem dedim, yıkarım dedim. Bunlar kaçak inşaata başladılar, ben de dozeri gönderip vurdum.

”RUHSATI YOKTUR”

Allahtan ki biz resimleri çektirmiştik. Çünkü o cem evi bir ucube olarak yapıldı orada. Hala kaçaktır. Ruhsatı yoktur. Karacaahmet Türbesi’nin yanında ucube olarak durur. Hakkımda benim orayı yıkmadım diye dava açıldı. Biz resimleri falan ibra ettik de ben beraat ettim. Yoksa ondan da mahkum olacaktım. Halbuki yaptıranlar ben değilim, başkaları göz yumdular.

”CEMEVİNE KARŞI OLDUĞUMU SÖYLEMİYORUM”

Aleviler Müslüman’dır diyenler var, değildir diyenler var. Aynı zamanlarda bir de bunların içinde Ateist olanlar var. Eğer biz müslümansak bir alevi olarak, o zaman Müslüman’ın ibadethanesi tek olması lazım. Cemevine karşı olduğumu söylemiyorum. Mesela Türkmen Alevi’leri camiye gelirler. Ama bağıran çağıran tipler var ya. camiyle cemeviyle alakaları yok. Ama cemevi konusunda bir çok arkadaşımın olumlu yaklaşımı vardır.Ama Alevilik bir dindir deniliyorsa bunu çıksınlar müşterek olarak açıklasınlar.

(Haber 8 )

İklim değişikliği burada ve düşündüğümüzden daha kötü – James Hansen

James Hansen

Sıcak 1988 yazında Senato önünde ifade verdiğimde iklim değişikliğinin bize ve gezegenimize vaat ettiği gelecek hakkında uyarmıştım. İnsanlığın fosil yakıt kullanımı sonucu istikrarlı bir şekilde artan sıcaklıkların sonuçları hakkında kötü bir resim çizmiştim.

Ama bir itirafım olacak: Çok iyimserdim.

Artan küresel ısıyla ilgili öngörülerimin doğruluğu kanıtlandı. Ancak, ortalama sıcaklıktaki bu artışın aşırı hava olaylarını ne kadar çabuk tetikleyeceğini tam olarak veremedim.

Yakın geçmişteki aşırı sıcak hava konusunda analizlerimiz gösteriyor ki iklim değişikliği dışında görünür başka bir açıklama bulunmuyor.

Küresel sıcaklıkların geçtiğimiz 60 yılı üzerine Pazartesi (06 Ağustos 2012) yayınlanacak yeni bir analizde ben ve meslektaşlarım aşırı sıcak yazların sıklığıyla ilgili sadece geleceğimiz için değil bugünümüz için de iç sıkıcı sonuçlara ulaştık.

James Hansen

Bahse konu olan araştırma yeni bir iklim modeli veya tahmin değil meydana gelmiş hava olayları ve sıcaklıklar üzerine. Analizimizin sonuçları küresel ısınmanın aşırı hava olaylarının meydana gelme ihtimalini artırdığını söyleyip; ancak, hiçbir tekil hava olayının doğrudan iklim değişikliğine bağlanamayacağı uyarısını yapmanın artık yetersiz olduğunu ortaya koyuyor. Aksine, analizimize göre yakın geçmişteki aşırı sıcak havanın iklim değişikliğinden başka açıklaması yok.

2003’teki ölümcül Avrupa sıcak dalgası, 2010’daki ateşli Rusya sıcak dalgası, geçtiğimiz yıl yaşanan Teksas ve Oklahoma’daki afet ölçüsündeki kuraklıkların hepsi iklim değişikliğine bağlanabilir. Yüksek ihtimalle, bir iki hafta içinde veriler toplandığından ABD’nin başına gelen aşırı sıcak hava için de bu böyle çıkacak.

Bu hava olayları iklim değişikliğinin nelere yol açabileceğinin örnekleri değil. Doğrudan iklim değişikliği tarafından oluşturulan olaylar. Bu aşırılıkların doğal bir rastlantılar serisi tarafından oluştuğu ihtimali zaten çok küçük ve giderek de azalıyor. Bu ihtimal üzerinden hareket etmek işinizden ayrılıp faturaları ödeyebilmek için her sabah piyango oynamaya benzer.

Yirmi dört yıl önce iklim değişikliğinin uzun vadeli eğilimini gündelik havanın değişkenliğinden ayırt etmek için “iklim zarı” kavramını ortaya atmıştım. Bazı yazlar sıcak, bazıları serin geçer. Bazı kışlar sert, bazıları ılık olur. Buna doğal değişkenlik denir.

Ancak, iklim ısındıkça doğal değişkenlik de bozulur. Küresel ısınmanın olmadığı normal bir iklimde zarın iki yüzü normalden serin hava, iki yüzü normal hava ve iki yüzü normalden sıcak havayı temsil eder. Zarı üst üste, mevsim mevsim sürekli attığınızda zaman içinde hava eşit bir çeşitlilik gösterir.

Zara ısınan bir iklimi eklediğinizde ihtimaller değişir. Bir yüz normalden serin, bir yüz ortalama ve kalan dört yüz normalden sıcak hale gelir. İklim değişikliyle bile bazen normalden serin yazlar veya tipik soğuk kışlar görebilirsiniz. Bunun sizi aldatmasına izin vermeyin.

Ulusal Bilimler Akademisi tarafından yayınlanan ve akran denetiminden geçen yeni çalışmamız ısınan bir iklim nedeniyle ortalama küresel ısının düzenli olarak arttığını (geçtiğimiz yüzyıl içinde yaklaşık 0.8 derece) ortaya net bir şekilde koyarken dünya çapında aşırı olayların sıklığı ve şiddetinin artığını da gösteriyor.

Dünyanın değişen ısılarını bir çan eğrisi üzerinde izlediğimizde aşırı soğuk olayları ve daha görünür olarak aşırı sıcak olaylarının daha sık ve daha sert olarak değiştiğini gözlemliyoruz.

Bu değişim o denli dramatik ki bahse konu zarımızın bir yüzü artık sadece aşırı sıcak hava olaylarını temsil etmek üzere ayrılmalı.

Bu olaylara çok ender rastlanırdı. Çalışmamızın 1951’den 1980’e kadar olan süreyi kapsayan kısmında aşırı sıcaklıkların küresel olarak yüzde 0.1 ila 0.2 arası bir oranı kapsadığını gördük. Son otuz yılda ise ortalama sıcaklıklar yavaşça artarken, aşırı hava olayları küresel olarak yüzde 10’luk bir seviyeye çıktı.

Yarattığımız ve içinde yaşamak zorunda olduğumuz dünya bu işte: 2003’te Avrupa’da 50.000 kişinin ölümüne yol açan sıcak hava dalgasına veya 2011’de 5 milyar dolardan fazla hasara yol açan kuraklığı oluşturan dünya bu. Verilerimizin gösterdiği gibi bu gibi olayların sıklığı ve şiddeti daha da artacak.

Daha da kötüye giden bir iklimi engellemek için harekete geçecek vaktimiz hala var. Ama değerli vaktimizi harcıyoruz. İklim değişikliği sorununu fosil yakıt şirketlerinden toplanacak, aşamalı olarak artan ve toplanan paranın yüzde yüzünü kişi başına tüm vatandaşlara dağıtacak bir karbon ücretiyle çözebiliriz. Bu yöntem yenilikçiliği beraberinde getirir ve milyonlarca yeni istihdam içeren sağlam bir temiz enerji ekonomisine geçiş yapmamıza olanak verir. Basit, dürüst ve etkili bir çözümden bahsediyoruz.

Gelecek artık şimdi ve sıcak.

5 Ağustos 2012 tarihli Washington Post’tan çevrilmiştir.

Çeviren: Mahir Ilgaz – Yeşil Gazete

Metin Erksan’ı yarın uğurluyoruz

Sevmek Zamanı'ndan (1966)

Önceki gün hayatını kaybeden Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden Metin Erksan bugün toprağa verilecek. 83 yaşında aramızdan ayrılan Erksan, uzun süredir tedavi görüyordu.

Metin Erksan, 1929 yılında Çanakkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlayan ve Pertevniyal Lisesi’ni bitiren Erksan, 1947’den başlayarak çeşitli gazete ve dergilerde sinema yazıları yayınlanmaya başladı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden 1952’de mezun olan Erksan’ın, aynı yıl Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosundan çektiği ”Aşık Veysel’in Hayatı-Karanlık Dünya”, ilk filmi oldu.

Metin Erksan (1929-2012)

“Susuz Yaz” filmiyle Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü’nü kazanan, “Kuyu” filmi Türk sinemasının en önemli eserlerinden biri kabul edilen, “Sevmek Zamanı” ve “Kadın Hamlet” kült film statüsüne yükselen Metin Erksan, pek çok türde öncü eserlere imza atmıştı.

Erksan için ilk tören yarın (Salı) 10.30’da Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak. Erksan’ın cenazesi, tören sonrası Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından vasiyeti üzerine Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Nafi Baba Türbesinin yanındaki aile mezarlığına defnedilecek.

Lütfi Kırdar’daki tören esnasında Kurtuluş Kayalı, Safa Önal ve Süleyman Saim Tekcan birer konuşma yapacaklar.

Metin Erksan’ın yönettiği filmler:

Karanlık Dünya / Aşık Veysel’ın Hayatı 1952
Beyaz Cehennem / Cingöz Recai 1954
Yol Palas Cinayeti 1955
Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi 1956
Dokuz Dağın Efesi 1958
Hicran Yarası 1959
Gecelerin Ötesi 1960
Şoför Nebahat 1960
Mahalle Arkadaşları 1961
Oy Farfara Farfara 1961
Sahte Nikah 1962
Yılanların Öcü 1962
Acı Hayat 1962
Çifte Kumrular 1962
İstanbul Kaldırımları 1964
Suçlular Aramızda 1964
Susuz Yaz 1964
Sevmek Zamanı 1965 (Berlin Altın Ayı ödülü)
Ölmeyen Aşk 1966
Ayrılsak da Beraberiz 1967
Kuyu 1968
İki Günahsız Kız (İki Hikayeli Film) 1969
Ateşli Çingene 1969
Dağlar Kızı Reyhan 1969
Sevenler Ölmez 1970
Eyvah 1970
Hicran 1971
Makber 1971
Feride 1971
Keloğlan’la Can Kız 1972
Süreyya 1972
Bir İntihar 1973
Geçmiş Zaman Elbiseleri 1973
Hanende Melek 1973
Müthiş Bir Tren 1973
Sazlık 1973
Dağdan İnme 1973
Şeytan 1974
İntikam Meleği / Kadın Hamlet 1976
Sensiz Yaşayamam 1977
Preveze Öncesi 1982

 

Karanlık Dünya / Aşık Veysel’ın Hayatı 1952

Beyaz Cehennem / Cingöz Recai 1954

Yol Palas Cinayeti 1955

Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi 1956

Dokuz Dağın Efesi 1958

Hicran Yarası 1959

Gecelerin Ötesi 1960

Şoför Nebahat 1960

Mahalle Arkadaşları 1961

Oy Farfara Farfara 1961

Sahte Nikah 1962

Yılanların Öcü 1962

Acı Hayat 1962

Çifte Kumrular 1962

İstanbul Kaldırımları 1964

Suçlular Aramızda 1964

Susuz Yaz 1964

Sevmek Zamanı 1965

Ölmeyen Aşk 1966

Ayrılsak da Beraberiz 1967

Kuyu 1968

İki Günahsız Kız (İki Hikayeli Film) 1969

Ateşli Çingene 1969

Dağlar Kızı Reyhan 1969

Sevenler Ölmez 1970

Eyvah 1970

Hicran 1971

Makber 1971

Feride 1971

Keloğlan’la Can Kız 1972

Süreyya 1972

Bir İntihar 1973

Geçmiş Zaman Elbiseleri 1973

Hanende Melek 1973

Müthiş Bir Tren 1973

Sazlık 1973

Dağdan İnme 1973

Şeytan 1974

İntikam Meleği / Kadın Hamlet 1976

Sensiz Yaşayamam 1977

Preveze Öncesi 1982

‘Meraklı robot’ Kızıl Gezegen’e indi

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından şimdiye kadar üretilmiş en zeki gezegenler arası gezginci robot olan Curiosity (Merak), Mars gezegenine indi.

Radyoaktif plütonyumun parçalanması sonucu açığa çıkan sıcaklıkla işleyen, yaklaşık 900 kilogram ağırlığındaki Curiosity, son derece hassas olarak tasarlanmış ısı kalkanı ve gezegen yüzeyine inişini yavaşlatmak için kullanacağı sesten hızlı açılan paraşütü yardımıyla Kızıl Gezegen’e indi.

İnişi Californiya’daki merkezlerinde saniye saniye takip eden NASA mühendisleri ve bilim insanları üzerinde 10 yıldır çalıştıkları aracın inişinin başarılı bir şekilde gerçekleşmesinin ardından birbirlerine sarıldı.

Curiosity, Mars ile Dünya arasında, 14 dakikayı bulan sinyal ulaşma farkı nedeniyle Earthlings adlı bilgisayar yazılım şirketince geliştirilen yarım milyon bilgisayar kodunu izleyerek Mars’a inişini, dünyadan hiçbir yardım almadan kendi başına gerçekleştirdi.

Robot, gezegenin şimdiye dek herhangi bir canlıya yaşam kaynağı olup olmadığıyla ilgili kanıt arayacak.

Araç, gezegendeki ilk saatlerinde çeşitli fotoğraflar da çekecek.

İlk fotoğrafların düşük kaliteli siyah-beyaz fotoğraflar olması bekleniyor.

Aracın ilk renkli fotoğrafları önümüzdeki iki gün içinde çekmesi bekleniyor.

Curiosity, NASA’nın gezegen yüzeyine gönderdiği dördüncü araç ancak bugüne kadar gönderilen araçlardan çok daha gelişkin özelliklere sahip.

(BBC)

Paralimpik şampiyonu sporcuyu “Down sendromlu” diye üniversiteye almadılar

Paralimpik Olimpiyatları Jimnastik branşında Pekin’de ülkemize altın madalya kazandıran, Londra’da da altın madalya umudumuz olan Berk Canbulat, YÖK ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nün kararına rağmen “Down sendromlu öğrenci kabul edemeyiz” denilerek Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu’na kabul edilmedi

İlk ve orta öğrenimi devlet okulunda normal öğrencilerle birlikte alan Berk Canbolat, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi Sinema-TV bölümünden mezun oldu. Hayatındaki her engeli tek tek aşan Canbulat, üniversite de okumak istedi. YÖK’ün “Engelsiz Üniversite” projesi ile üniversitelerin kapısını engellilere açmasıyla umutlanan Canbulat, milli sporculara tanınan haklardan yararlanmak için başvurdu.

Gençlik Spor Genel Müdürlüğü, engellilerin katıldığı Özel Olimpiyatları tanıdığını ve bu alanda başarı gösteren sporcuları da milli sporcu olarak kabul ettiğini açıkladı. Olimpiyat Şampiyonu olmasına rağmen Gençlik Spor Genel Müdürlüğü tarafından A yerine B lisans belgesi verilen Canbulat, bürokrasiyle mücadelesi sürerken üniversite şansını kaybetmemek için normal öğrencilerle birlikte bu yıl üniversite sınavına girdive barajı geçerek, Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu’nda okuyabilecek puanı aldı. Milli sporcu olması sebebiyle yetenek sınavından geçti ancak kayıtta “Sen Downlu”sun denilerek reddedildi. Üniversite reddediş nedenini resmi olarak Berk Canbulat’a bildirmedi ancak sözlü olarak yetkililer, “Bizim bir down sendromlu öğrenciyi okutabilecek alt yapımız yok” diyerek kapıları kapattı. Vakıf üniversiteleriyle de irtibata geçen Canbulat, Doğuş Üniversitesi’nde burslu okuyacak. Canbolat’ın, 2 yıllık halkla ilişkiler bölümünde okumaya puanı yetiyor. Canbulat, spor akademisine kabul edilirse Türkiye’de Down Sendromlu olarak 4 yıllık üniversitede okuyan ilk öğrenci olacak. Anne Seriman ve baba Oktay Canbulat, “Amerika’da bugün yüzlerce downlu üniversitede okuyor. Hatta fizik bölümünde okuyan bile var” dedi.

Berk Canbulat’ın, geçen yıl mayıs ayında olimpiyat şampiyonu bir sporcu olmasına rağmen engelli olması nedeniyle ne üniversiteye ne de işe girememesi nedeniye yazdığı mektup Sabah Gazetesi’nde Hıncal Uluç’un köşesinde yayınlanmıştı. İşte Berk’in kendi kaleminden hikayesi

“Ben 5 yaşında cimnastik sporuna başladım. 2000 yılında 53 Avrupa ülkesinin katıldığı Zihinsel Engelliler Avrupa Şampiyonası’nda altın madalya aldım. Ayni yıl Hürriyet gazetesi tarafından yılın sporcusu seçildim. 2003 yılında İrlanda’nın başkenti Dublin’de bu defa 160 ülkenin katıldığı Dünya Şampiyonası’nda, 2 altın 2 gümüş ve bir bronz madalya kazandım.
Her şey her zaman yolunda gitmiyor, ne yazık. Ben Dünya Şampiyonu oldum ama diğer Dünya Şampiyonu sporculardan bir farkım vardı. Ben doğuştan down syndromluydum.
Devletimiz bizim gibi engelli dünya şampiyonlarını olimpiyatlara gönderiyor, antrenör tahsis ediyor, “Haydi gidin yarışın aslanlarım.. Göreyim sizi birinci olmadan gelmeyin” diyor. Gidiyor ve birinci oluyorum. Dönüşümde, rahmetle anıyorum Sakıp Sabancı, beni çağırıyor, ödüllendiriyor. Başbakanımız makamında üstün başarı belgesi veriyor.
Aynı yıl Atina’da olimpiyatlarda engellileri temsilen gururla meşaleyi taşıyorum.
Çok büyük onur bunlar.. Bütün gazetelerde röportaj ve yazılarım yayınlanıyor..
Ana haber bültenlerinde toplam 21dakika görünüyorum. Bütün arkadaşlarım benim yerimde olmak istiyor. Beni kıskanıyorlar. Ben engelli bir insanım ve beni kıskanıyorlar düşünün bendeki havayı..
Ne yaptığımın neyi başardığımın farkında bile değilim ama “Büyük bir şey yaptım herhalde” diyorum.
.. Ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nin Sinema TV bölümünü bitiriyorum.
O güne kadar hayatımı hiç hissetmeden engelsiz olarak geçirerek..
2010 yılında üniversite seçme sınavına girdim, 140 puan aldım ve bütün karışıklık burada başladı.
ÖSYM kılavuzundaki bir maddede “Dünya ve olimpiyat şampiyonları, aldıkları puana bakılmaksızın ilgili bölüme yerleştirilirler” deniyor. Fakat biz engelliler için denmiyormuş meğer. Normal vatandaşlar için biz neyiz?. Anormal vatandaş..
Özel vatandaş, özel sporcu, özel olimpiyat, normal sayılmıyor.
“Sen özelsin senin için bir şey yapamam” diyor, devlet..
Çile bitmiyor. “Peki” diyoruz. “O zaman iş arayalım bir işe girelim hayatımızı kazanalım..”
Engelliyim ya.. Engelli raporum da var.. Göğsümü gere gere iş başvurusunda bulunacağım devlete.. “KPSS diye bir sınav var. Senin ona girmen gerek. Orada belli bir puan alman gerek” diyorlar. İş başvurum kabul edilmiyor. Oysa üstün başarılı sporcular bu sınavdan da muaf.. Ama biz engelliler değil normal sporcular muaf.. Biz anormaliz ya..
Babam dedi ki, “Haydi sen özel sektörde bir işte çalış..”
Özel şirketlerin belli bir oranda engelli çalıştırma durumları varmış. Şirket yetkilileri “Olur” dediler. Çok sevindik..
Şirket tam teşekküllü hastaneden engelli raporu istiyor. Raporumda “Down syndromlu. Özür oranı yüzde 49 yazıyor.”
Devletin Sosyal Güvenlik Kurumu bu belgeyi kabul etmiyor. Oranın en az yüzde 60 olması gerekirmiş. Özel sektör de beni işe almıyor.
Bu arada beni askere çağırıyorlar. Askeri hastane “Sen down syndromlusun. Senin 47 kromozomun var. 47 kromozomlular askerlikten muaftır” diyor.
Şimdi ben ne yapacağım, hayatımı nasıl kazanacağım?.
Bana devlet sahip çıkmıyor. Bir kurumu bana rapor veriyor, engellisin diye.. Bir başka kurumu “Hayır sen engelli falan değilsin normal vatandaşsın” diyor.
Açıp kitapları karıştırıyorum. Down syndromluların ortalama yaşam süreci 40- 50 yıl. Ben şimdi 21 yaşındayım. Yolun yarısı.. Yani, emekli bile olamadan bu dünyadan gideceğim. Devlet bana ve aileme hep borçlu olacak.
Benim elimdeki raporun altında üç profesörün imzası var.
“Profesör amcalar benim 47 kromozomum var. Bir kromozomumu alsanız 46 kromozomlu olurum. Evet, profesör amcalarımdan şimdi bunu rica ediyorum.. Lütfen bir kromozomumu alın..”
O zaman benim engelim kalkacak ben de normal insanlar gibi yaşamımı sürdüreceğim.
O zaman ne GSGM, ne ÖSYM, ne YÖK, ne de KPSS için devletten bir talepte bulunmayacağım.
Ama şimdi devletten bir isteğim var..
Benim gibi engelli ve üstün başarı belgeli sporcuların, engelli olmayan üstün başarılı sporcuların yararlandığı haklardan yararlanmasını sağlayacak yasal düzenlemenin bir an önce yapılmasını talep ediyorum.. Çünkü yarın, hele ömürleri bizim gibi az olanlar için yarın, çok geç olabilir.

Down syndromlu Dünya Şampiyonu Berk Canbulat.

(Sabah)

HEY Tekstil’de direniş sürüyor

0

Hey Tekstil’de alamadıkları 3 aylık maaşları ve kıdem tazminatları için direnen işçiler Bakırköy Özgürlük meydanında basın açıklaması gerçekleştirdi. Her hafta sonu İstanbul’un çeşitli merkezi yerlerinde basın açıklamaları yapacaklarını duyurdular.

Basın açıklamasına katılanlar arasında Kiğılı Direnişçisi Didem Sorhun’da vardı.

Hey Tekstil işçileri tarafından yapılan basın açıklamasında Süreyya Bektaş ve Aynur Bektaş’tan haklarının ödenmesini talep ederken bu ülkede artık adalete güvenlerinin kalmadığını ifade ettiler.

Basın açıklamasının ardından söz alan Kiğılı Direnişçisi Didem Sorhun: Kiğılı’da firma içerisinde yaşanılan baskıyı ve direnişte karşılaştıklarını aktardı.

(muhalefet.org)

Bu dekan durulmuyor: Öğretim görevlisini tehdit, öğrencilere “terörist” suçlaması

Hürriyet Gazetesi’nden Ali Dağlar’ın haberine göre, Marmara Üniversitesi (MÜ) İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gözde Yılmaz, Dekan Prof. Dr. Yusuf Devran tarafından kendi hazırladığı yüksek lisans ve doktora listesini jüri üyesi olarak imzalamadığı için tehdit edilip açık hedef gösterildiğini belirterek savcılığa başvurdu. savcılık ifadesinin ardından isteği üzerine Doç. Yılmaz’a çağrılı koruma verildi, yakın koruma talebi için de valiliğe yönlendirildi. Dekan Devran’ı Cumhurbaşkanı, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve rektörlüğe de şikayet eden Yılmaz, dekanın jüri üyelerine onay için sunduğu, istedikleri isimleri “nokta”, istemediklerini “harfle” işaretlediği fişleme listesini delil olarak sundu.

Doç. Dr. Gözde Yılmaz, polise verdiği ifadede ayrıca “Sınav sabahı Dekan Devran, kendisi tarafından fişlenmiş öğrenci listelerini benim de içinde bulunduğu jüri üyelerine verdi. Bu listede bazı öğrencilerin isminin yanında nokta (.), bazı öğrencilerin isimlerinin yanında da harf kısaltmaları vardı. Bunların anlamı, adının yanında nokta varsa, o öğrenciler dekanın kazanmasını istediği öğrenciler, diğer harf kısaltmaları ise sevmediği hocaların isimlerin baş harfleri ve bu hocalarla sosyal paylaşım sitelerinde selamlaştıkları için kazanmaması gereken öğrenciler, (P) harfi ise terörist ve yine kazanmaması gereken öğrenciler şeklinde olduğunu söyledi.”

Doç. Yılmaz, Dekan Devran’ın, beğenmediği kazananlar listesini okulda bulundurduğu kağıt kırpma makinesinde yok ettiğini belirterek, “Dekan tarafından bizzat ilgili grupların açık hedefi haline getirildim. Can güvenliğim yok, okula korku içinde gidiyorum, korunma talep ediyorum” dedi. Emniyet, Doç. Yılmaz’ı “çağrılı koruma” sistemine dahil etti, çağrısına öncelikli yanıt verileceği, ev ve işyeriyle çevresinin sürekli motorize devriyelerle kontrol edileceği bildirildi. Yakın koruma talebi için de prosedür gereği valiliğe başvurması istendi.

Geçen hafta Bianet’te yer alan bir habere göre de 10 aydır Bakırköy Kadın Kapalı cezaevinde tutuklu olan Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümü 3. Sınıf öğrencisi Emine Akman, sınavlara girdiği halde okul yönetimi tarafından sınavlara girmemiş gibi gösterildiğini iddia etmişti.

Yine aynı üniversitede öğrenim gören Mikail Boz, ekşi sözlükte dekan aleyhinde yazılar yazdığı iddiası ile dekan Yusuf Devran’ın talimatı ile okuldan uzaklaştırma cezası almıştı.

(Hürriyet, Bianet, Yeşil Gazete)

Uludere’de deprem!

Şırnak’ın Uludere ilçesi, son bir yılın ikinci şokunu yaşadı! Uludere’nin Ortabağ Köyü’nde, dün gece saat 23.37’de, 5.3 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Deprem, çevre il ve ilçelerden hissedildi ve bazı evlerde hasara neden oldu. Şırnak Valiliği can kaybının olmadığını ancak araştırmaların sürdüğünü ifade etti.

Deprem nedeniyle panik içinde kendilerini dışarı atan vatandaşlar bir de TSK-PKK çatışmasıyla karşılaştı. PKK, Beytüşşebab’taki Kato dağı eteklerinde bulunan askeri üs bölgelerine uzun namlulu silahlarla ateş açtı. Askerlerin karşılık vermesi üzerine çatışma çıktı. Depremzede vatandaşlar korku içinde evlerine kaçmak zorunda kaldı

Amazon’dan iyi haber

Brezilya Uzay Araştırmaları Ulusal Enstitüsü tarafından yayınlanan ilk verilere göre Amazonlardaki ormansızlaşma oranı bir önceki gözlem dönemine göre %23 düştü. Ağustos 2011 ile Temmuz 2012 arasında ormansızlaşan arazi miktarı 2049 km2 olarak ölçülürken, bir önceki yıl oran 2679 km2 olarak ölçülmüştü. Uzmanlar rakamın daha detaylı ölçüm sonuçları geldikçe değişebileceğini vurgulasa da, ormansızlaşma oranının düşmesi hükümet ve çevre örgütleri tarafından sevinçle karşılandı. Greenpeace Brezilya’dan yapılan açıklamada ormansızlaşma oranındaki düşüşün Brezilya’da sıfır ormansızlaşmanın mümkün olduğunu ortaya koyduğu vurgulandı.
Amazonlardan sevindirici haber gelirken, dünyada ormansızlaşma hızla artmaya devam ediyor. York Üniversitesi tarafından yürütülen ve sonuçları yeni açıklanan yeni bir araştırma 2001-2009 döneminde Doğu Afrika’da toplam ormanlık arazinin yüzde 9.3 azaldığını ortaya koydu.

Guardian, E360

Belarus-İsveç arasındaki ‘Oyuncak Ayı Krizi’ büyüyor

Litvanya’dan kalkan bir uçağın, Belarus hava sahasına girmesi ve başkent Minsk üzerine ifade özgürlüğü ve demokrasi çağrıları pankartlar taşıyan yüzlerce oyuncak ayıyı havaya bırakmasıyla başlayan “oyuncak ayı krizi” büyüyor. Geçtiğimiz temmuz ayındaki pankartlı ayıcık bombardımanı, İsveç’in Minsk Büyükelçisi Stefan Eriksson’un sınır dışı edilmesine neden olmuştu. Demokrasi savunucusu İsveçli Charter 97 grubu tarafından organize edilen eylem, Belarus tarafından yalanlandıktan sonra geçtiğimiz hafta kabul edilmiş ve Devlet Başkanı Alexander Lukashenko, uçağın hava sahasına girmesine müsaade ettikleri gerekçesiyle iki generalin işine son vermişti. Lukashenko ayrıca, bundan böyle Belarus hava sahasına izinsiz giren uçakların vurulacağını belirtti.

İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, Twitter’dan attığı bir mesajla, büyükelçinin sınır dışı edilmesinin nedenini “insan haklarına fazla destek vermek” olduğunu açıkladı ve Belarus’daki rejimin “tabiatını ortaya çıkardığını” ifade etti. İsveç Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamada ise karşılık olarak Belarus’nın büyükelçisinin sınır dışı edileceği vurgulandı. Avrupa Dışişleri Servisi Şefi Catherine Ashton da konuya ilişkin açıklamasında “uygun AB tepkisinin” bir sonraki AB Siyaset ve Güvenlik Komitesi toplantısında ele alınacağını dile getirdi.

Öte yandan, “oyuncak ayı krizi” Belarus’nın yakın tarihte yaşadığı ilk diplomatik kriz değil. Geçtiğimiz Şubat ayında AB’nin Lukashenko’ya yakınlığıyla bilinen bir iş adamına yönelik yaptırımları sonrasında Belarus AB ve Polonya daimi temsilcilerini sınır dışı etmiş ve bunun üzerine tüm AB üyeleri kendi diplomatlarını Minsk’den geri çağırmıştı. Benzer şekilde 1998 yılında, AB ve ABD diplomatlarının yaşadığı konutlara kendisi taşınmak isteyen Devlet Başkanı Lukashenko, konutun suyunu kestirmiş ve kapısını mühürletmişti.

Eu Observer, USA Today