Ana Sayfa Blog Sayfa 4450

HES direnişcisi Leyla beraat etti

Erzurum’un Tortum İlçesi’ne bağlı Bağbaşı Beldesi’nde bulunan Ödük Vadisi’nde yaptırılacak HES’lere karşı düzenlenen eylemlerde jandarma erine hakaret ettiği iddiasıyla hakkında Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açılan 18 yaşındaki Leyla Yalçınkaya, beraat etti.

DHA’nın haberine göre, Leyla Yalçınkaya’nın, 12 Eylül 2011 günü Bağbaşı’nda yapılan protesto gösterileri sırasında İlçe Jandarma Komutanlığı’nda görevli er Abdullah Teke’ye hakaret ettiği ileri sürülmüştü. Hakkında Tortum Sulh Ceza Mahkemesi’nde ’hakaret’ suçlamasıyla dava açılan Leyla için 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istenmişti.

Geçen hafta yapılan davanın karar duruşmasında, terhis olduktan sonra bir suça karışan ve şimdi Sincan Açık Cezaevi’nde hükümlü bulunan Abdullah Teke’ye HES eylemi sırasında Leyla Yalçınkaya’nın hakaret ettiğini ileri sürülerek dava açılmıştı. Cumhuriyet savcısının iddia ettiği hakaret suçunun söylendiği kanıtlanamadığı için tutuksuz sanık Leyla Yalçınkaya, bu davadan beraat etti.

CHP ve Eşber Yağmurdereli’den destek

Tortum Asliye Ceza Mahkemesi’nde de Leyla Yalçınkaya için ’görevi yaptırmama, hakaret ve kasten yaralama’ suçlamalarıyla iki ayrı dava daha açıldı. Birleştirilen dosyalarla ilgili savcı, tutuksuz sanık Leyla Yalçınkaya hakkında 9 yıla kadar hapis cezası istedi. Tortum İlçe Jandarma Komutanlığı’nda er olan 22 yaşındaki Abdullah Teke, Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği dilekçede, 5 Ağustos 2011 günü Leyla Yalçınkaya’nın attığı taşla yaralandığını, er Adil Aldemir ise aynı gün genç kızın kendisine “Şerefsizler” diye bağırarak hakaret ettiğini ileri sürdü.

Tortum Asliye Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmada Leyla Yalçınkaya’ya, CHP milletvekilleri Melda Onur, Sena Kaleli, CHP Erzurum İl teşkilatı, Yeşiller Partisi Erzurum Temsilcisi Firdevs Akova ve avukat Eşber Yağmurdereli destek verdi.

Duruşmada, terhis olan jandarma er Adil Aldemir, Leyla’nın kendisine hakaret edip etmediğini hatırlamadığı ve şikayetçi olmadığını bildirdi. Diğer şikayetçi Abdullah Teke’nin ise Sincan Açık Cezaevi’nde hükümlü olduğu için ifadesinin alınması gerektiğine karar verildi. Bu nedenle duruşma, ertelendi.

Avukat: Jandarma eri baskı altında kalınca ifade değiştirdi

Leyla Yalçınkaya’nın savunmasını üstlenen Erzurum Barosu avukatlarından Ercüment Şenol, hukukun iyi işlemesi sonucu Leyla Yalçınkaya’nın geçen hafta yapılan duruşmada suçsuz olduğu görülerek beraat ettiğini söyledi. Ercüment Şenol, “Leyla’nın bugünkü duruşmasında er Adil Aldemir’in ifadesini değiştirdiğini gördük. İlk ifadesinde kendisine ’Şerefsiz’ denildiğini iddia etmişti. Üzerindeki baskı kalkınca doğru ifade verdiğini görüyoruz. ” diye konuştu

CHP’li Onur : Hukuki değil, siyasi davalar

CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur ise HES davaları içen ’hukuki değil siyasi’ nitelendirmesinde bulundu. Duruşmada Leyla’dan şikayetçi olanların hazır bulunmadığına işaret eden Melda Onur, “Zaten bu çocuklar üzerinden yapılan, HES eylemlerine karşı insanların korkutulması, el çektirilmesidir. Yani onlara ’Başınıza gelecek budur. Mahkeme mahkeme sürünürsünüz’ diyorlar. Umarım kimseye suyunu, toprağını savunduğu için ceza verilmez” dedi.

(Yesil Gazete, DHA)

Koza Altın Madeni için keşif izni çıktı ama

Bergama Ovacık’ta açılan tüm davalara ve alınan iptal kararlarına rağmen faaliyetini sürdüren Koza Altın Madeni İşletmesi’ne istenen keşif izni, 3.5 yıl sonra çıktı ancak bu kez de keşfi izlemek isteyen bir otobüs dolusu insan madene sokulmadı.

Bergama Ovacık’ta faaliyetini sürdüren Koza Altın Madeni İşletmesi için istenen keşif izni 3.5 yıl aradan sonra çıktı ve önceki gün işletmede davanın avukatları ve bilirkişiler tarafından keşif yapıldı. Ancak Mahkeme heyeti, madene ulaşmak için, çevre yolu yerine madenin içinde bulunan yoldan gitmeyi tercih etti ve keşfi izlemek isteyen 35 kişinin talebi mahkeme tarafından reddedildi.

Altın madeninin faaliyetinin durdurulması için yıllardır mücadele sürdüren EGEÇEP (Ege Çevre ve Kültür Platformu Derneği), Ekoloji Kollektif Derneği ve TMMOB’a bağlı Ziraat, Çevre, Kimya, Jeoloji, Metalurji Mühendis Odaları ile Peyzaj Mimarları Odası son olarak ÇED olumlu işlemi yürütmesinin durdurulması ve iptali için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na dava açmıştı.

Duruma tepki gösteren Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eşsözcüsü ve aynı zamanda davanın avukatı olan Arif Ali Cangı “Ovacık davaları tüm canlıları ilgilendiren davalardır. Artık mahkemenin buradaki hukuksuzluğa bir dur demesini bekliyoruz” dedi.

Bu süreç içerisinde birinci atık havuzunun dolup kapasitesinin artırıldığına, ardından ikinci atık havuzu yapıldığına dikkat çeken Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eşsözcüsü ve davanın avukatı Arif Ali Cangı “Ovacık Köyü’ne 400 metre olan mesafe 1.000 metre olarak ele alınması raporları hazırlayan kişilerin ve firmanın, çevreye ve yerel halka verilecek zararı hiçe sayma eğilimlerini gösteren büyük bir kanıttır. Yakın zamanda bu bölgede büyük ve derin felaketlerin meydana geleceği aşikardır” diyerek olaya tepki gösterdi ve Ovacık davalarındaki hukuksuzluğun sona erdirilmesini istedi.

Bilirkişilerden atık deposu pasa toprağından yapıldığı ve bölgenin 1nci derece deprem kuşağında olduğunun göz önünde bulundurularak inceleme yapmalarını talep eden Arif Ali Cangı, ayrıca mahkemeden ÇED raporu sırasında tarım koruma projesi yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesini ve tesisin Bakırçay Ovası ve Kozak Yaylası’nda yapılan fıstık çamı tarımına etkilerinin araştırılmasını ayrıca tesisin sağlık koruma bandının olup olmadığının kontrol edilmesini de istedi.

(Yeşil Gazete)

Karara tepkiler büyüyor

Pınar Selek’in yeniden yargılandığı Mısır Çarşısı patlaması davasında mübebbet kararına tepkiler büyüyor.

Dava öncesinde Pınar Selek’e destek için doktorasını yaptığı Strasbourg Üniversitesi’nde 1 saat süren derslere girmeme eylemi yapıldı.

DHA’nın haberine göre, Fransa’da yerel saatle 11.30’da Strasbourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde toplanan yaklaşık 200 öğrenci ellerinde “Pınar Selek’e özgürlük” yazılı dövizleri ve el ilanlarıyla destek gösterisi düzenledi. 44 bin 172 öğrenci ve yüzden fazla öğretim üyesi bir saat derslere girmedi.

Üniversite tarihinde bu amaçla ilk kez yapılan eylemde ‘Pınar Selek’in arkasındayız desteğimiz devam edecek’ denildi. Öğretim üyeleri arasında Türkoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Samim Akgönül, belediye temsilcileri, sendikalar, hukukçular, sivil toplum örgütleri, öğrenciler ve çok sayıda destekçi bulundu.

19:30’da Amargi’nin önünde

Mahkemenin müebbet kararı sonrasında, sosyal paylaşım siteleri üzerinden, Pınar Selek’in de kurucusu olduğu Amargi dergisinin İstanbul’daki binası önünde toplanacağı duyurulmakta.

(Yeşil Gazete, DHA)

Pınar Selek davasında karar: Müebbet

Pınar Selek’in yeniden yargılandığı davada mahkeme Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararına uyarak müebbet hapis cezası verdi. Dosyaya eklenen yeni bilgi ve belge olmamasına rağmen mahkemeden böyle bir karar çıkması kamuoyunda tepki ile karşılandı.

DHA’dan Fatih Yağmur’un bildirdiğine göre, davanın öğleden önceki bölümünde avukatlar, ‘direnme kararından vazgeçilmesi kararının geri alınması’ yönünde talepte bulundu.

Yaklaşık 1 saatlik ara veren mahkeme, avukatların “direnmeden vazgeçilmesi” kararından dönülmesi talebini reddettiklerini açıkladı. Aranın ardından açıklanan kararda, Selek ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Selek’in Avukatı: Son söz zaten söylenmişti

Karar öncesinde duruşmada, ‘son söz’ tartışması yaşandı. Mahkeme sanık avukatlarına davanın esasına ilişkin savunma yapmaları için söz verdi. Selek’in avukatı Bahri Belen, “Bize göre müvekkilimiz yönünden mahkeme daha önce verilen direnme kararıyla birlikte sonuçlanmıştır.

Savunma yapmamızı gerektirecek usuli bir süreç ve yargılama aşaması bulunmamaktadır. Bu nedenle esasa ilişkin bir savunma yapmamız söz konusu değildir. Direnme kararından sonra mahkeme işten el çekmiş durumdadır” dedi.

Başka suçtan tutuklu sanık Maşallah Yağan ise savunmasını Kürtçe yapmak istediğini belirterek “Ben sizi anlamıyorum, siz beni anlamıyorsunuz. Kürtçe savunma yapmama izin verirseniz savunmamı yapabilirimö diye konuştu.

Mahkeme, Kürtçe savunma talebini reddederek salonda bulunanlara son sözlerini sordu. 
Avukat Bahri Belen, son sözünde, “Biz son sözümüzü söylemiştik. Aslında mahkeme de söylemişti. Bu aşamada ayrıca son söz söylemek için usuli bir imkan yoktur” dedi. Maşallah Yağan da, savunmasını Kürtçe yapmak istediğini yineledi.

Yakalama kararı çıkarıldı

Mahkeme, kısa bir ara vererek bu talebi de reddetti ve sanık avukatların son sözlerinin sorulmasını talep etti. Sanık Maşallah Yağan ve diğer sanıkların avukatlarının son sözlerini söylemelerinin ardından mahkeme heyeti duruşmaya nihai kararını açıklamak üzere ara verdi.

Verilen aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Pınar Selek’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması yönünde hükme vardı. Mahkeme Başkanı Pınar Selek hakkında verilen “ağırlaştırılmış müebbet kararına” muhalefet etti. Karar oy çokluğuyla alındı.

Ayrıca Selek hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Selek: ‘Dava çin işkencesine dönüştü’

Pınar Selek mahkemeden önce konuya ilişkin basına yaptığı açıklamada, 15 yıldır süren mahkeme sürecinde neler olduğunu anlamakta kendisinin bile güçlük çektiğini, mahkeme sürecinin tam anlamıyla bir çin işkencesine dönüştüğünü söylemişti.

Pınar Selek 15 Aralık’ta da şu açıklamayı yapmıştı:

“22 Kasım gününden beri korkunç gelişmeler oluyor. En kaba ve en incelikli yöntemler birlikte ortaya seriliyor. Karşımızda kararlı bir yapı var. Beni ve benim gibi insanları düşman gibi gören, ezmek isteyen bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Ve bu mekanizma kararını vermiş. 13 Aralık’taki erteleme kararı, sadece cürüm gününü erteliyor. Yani fatura kesilmiş, bunu söylüyorlar, sadece ödeme tarihini bir ay ertelediler. Dün kararı öğrenip duruşma tutanağını okuyunca, bu filmin burada bitmediğini açıkça gördüm. Hissediyorum, her türlü hukuksuzluğu deneyecekler. Bir yandan da incelikli yöntemler uygulayacaklar. Hep yaptıkları gibi… Bizi alıştıracaklar. Bomba lafına alıştığımız gibi, müebbet lafına alıştığımız gibi. Böylece kriminalleştirme sürecek. Alıştırarak sürecek. Bomba lafına, müebbet lafına alışıyoruz… Bunların benim adımla birlikte geçmesine alışıyoruz. Üç beraate rağmen, daha kötü bir karar çıkmadı, erteleme oldu diye seviniyoruz. Böyle böyle alıştırıyorlar bizi ölüme. Hissediyorum. Bizi daha zor günler bekliyor. Rahatlatıp öldüren bir yol. Ama dün ağladım… Avukatlarımın, dostlarımın, değdiğim ya da değmediğim pek çok insanın adalet için nasıl kenetlendiğini gördüm. Onlardan gelen mesajlar aynı şeyi söylüyordu… Rahatlamayacağız, ölmeyeceğiz.”

Yargıtay bızdu mahkeme, mahkeme önce direndi, sonra vazgeçti

Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlama ile ilgili davada İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Pınar Selek, patlamaya bombanın mı yoksa LPG’nin mi neden olduğunun kesin tespiti yapılamadığı gerekçesiyle beraat etmişti.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararı bozmuş ve mahkemenin hüküm kurmasını istemişti. Bunun üzerine yapılan yargılamada yine patlamanın nedeninin belirlenemediği görüşünü tekrarlayan mahkeme, Selek’in yine beraatına karar vermişti.

Dosyanın ikinci kez gittiği Yargıtay, Selek için “ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yeniden yargılansınö demişti. Pınar Selek’in avukatlarının talebi üzerine Yargıtay Başsavcılığı bu karara itiraz etmişti.

Bu itiraz üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararı onaylanmıştı.

Bunun üzerine dosyanın yeniden geldiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 9 Şubat 2011’de görülen duruşmada, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk hakkında daha önce 2 kez verilen beraat yönündeki kararında direnilmesine hükmetmişti. Ancak mahkeme 22 Kasım’da görülen duruşmada söz konusu direnme kararının “usüle aykırı” olduğu gerekçesiyle direnmekten vazgeçti.

Savcı ise, Selek ve Özktürk’ün ağırlaştırılmış müebbet hapsini istedi.

(DHA, Yesil Gazete)

 

Bir soru sormuştum, cevabı: hayır (mış) – Oya Baydar

İki hafta önceki yazının başlığı bir soruydu: “Türkiye barışa hazır, ya siz siyasiler?” Aradan geçen on beş gün boyunca, umutla kaygı, iyimserlikle kötümserlik, öfke ile acı, ferahlama ile yürek boğuntusu arasında gidip geldik. Barışın tuzaklarla, engellerle dolu çok kırılgan bir süreç olacağını, kararlı ve cesur olmak zorunluluğunu, her sözcüğün boğazın dokuz boğumundan geçmesi, her adımın âzami dikkatle atılması gereğini bilmeyen, söylemeyen, tekrarlamayan yoktu.

Paris cinayeti, provokasyon uyarılarının ne kadar doğru ve gerçekçi olduğunu gösterirken hunharca katledilen üç Kürt kadın yurttaşımızın Diyarbakır’da yüzbinlerin katılımıyla gerçekleştirilen yas töreni Türkiye’nin barış özlemi ve kararlılığının işaretiydi. Sorunun çözümü için savaş, ölüm, şiddetten başka bir şey önermeyen; Kürt halkının gaspedilmiş haklarının tanınması, çiğnenmiş onurlarının, kimliklerinin onarılması için ne niyeti ne önerisi olan ırkçı- şoven milliyetçi bir kesim ve savaştan nemalanan daracık kadrolar dışında, Türkiye barışa aç ve hazır. Bunu yaşayarak gördük.

 

Peki ya siyasiler?

 

Soru buydu. On beş günün gelişmeleri sorunun cevabını ne yazık ki “hayır” olarak verdi. Süreçte en büyük sorumluluk payına sahip iktidarın başı kendini en fazla iki gün tutabildi. Sonrasında Kürt siyasal hareketini, Kürt siyasetçileri küçümseyen, azarlayan, ayar vermeye çalışan, hak ve özgürlükleri kendi torbasından dağıtacağı ihsan, ulufe, sadaka sanan üstenci, kibirli, nobran diline: “Daha ne istiyor bunlar, verdik ya! Biat eder, uslu dururlarsa dahasını da veririz işimize gelirse” zihniyetinin diline döndü. “Kürt sorunu yoktur” dedi, BDP’ye yüklendi. Kürt hareketinin en saygın, en barışçı kişilerinden Ahmet Türk’ün, -gerçeklerin açık ifadesi olan- barış konuşurken operasyonların onlarca uçakla ve temizlik harekatı tarzında sürdürülmesine dikkat çeken sözlerine, Ahmet Türk’ün İmralı’ya gitmesine çocuk cezalandırırcasına ambargo koyarak, süreci geciktirme, hatta kesme hakkını kendinde görerek ve yine üstenci söylemlerle cevap verdi.

BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın, Türk ve Ayla Akat’ın İmralı ziyaretlerinin ardından ilk sözleri de siyasi olgunluktan çok alınganlıkla sertlik karışımı tondaydı. Lâfa lâf yetiştirme alışkanlığından o da kurtulamadı. Asıl sınav hemen ardından geldi. Paris’te üç Kürt kadının katledilmesinin ardından Hükümet yetkililerinin, daha olayın ne olduğu bile anlaşılmadan, saniye sektirmeden yaptıkları “örgüt içi infaz” değerlendirmesi, BDP sözcülerinin, katili bildiğinize göre sizler yaptırmışsınızdır, Türk devletinin işidir, anlamına gelen tepkileriyle karşılandı. Bu dil her iki tarafta da ezberlerin bozulmadığını, çatışmacı refleksin bastırılmadığını gösteriyordu.

CHP, her zamanki CHP’ydi. Böyle hayatî bir konuda kapıdan kovsalar bacadan girmek yerine, Başbakan’ın “Gelin birlikte çalışın” önerisine, estek köstek, şartlı refleksle cevap vermeyi sürdürdü. Tayyip Erdoğan’ın bu öneriyi Kürt meselesinde CHP içindeki çatlaktan yararlanmak, Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmak için yaptığı düşünülse bile, teklifin üstüne atlamak, daha ileri önerilerle AKP’yi köşeye sıkıştırmak gerekirken, CHP Sakine Cansız’ın ailesine taziyeye giden Hüseyin Aygün’ü disipline sevk etmekle uğraşmayı yeğledi. MHP’ye gelince, kan, ölüm, savaş söylemini daha da yükselterek, çözümün parçası olmayacağını Bozkurt ulumalarıyla tekrarladı.

 

Barış araç değil amaçtır

 

Aslında Türk Parti ve siyasetçileri ortak bir zeminden hareket ediyorlar ve ortak bir amaca sahipler. Zaten bu yüzden barış zihniyetinden uzaklar ve barış dilini konuşamıyorlar: Çünkü onlar için çözüm ve barış başlıbaşına bir amaç değil; kitle desteği, oy ve iktidar için bir araçtan ibaret. Ne kadar çok barış derlerse desinler, ne kadar parlak nutuklar atarlarsa atsınlar, gözleri, kulakları, akılları Kürt meselesinin barışçı çözümünün oy getirisinin yüzdelerinde. Tayyip Bey’in biraz da tabiatından, asabiyesinden kaynaklanan güven sarsıcı, umut kırıcı dalgalanmaları, konuştuğu yere, hitabettiği topluluğa göre değişen söylemi hep aynı nedenden kaynaklanıyor. O mutlak iktidar ve iktidarı sağlayacak oy desteği peşinde. Onun için barış sadece bir araç. Kılıçdaroğlu için de aynı şey geçerli; kararsız Kasım Efendi tutumunun, netlikten uzak “ne şiş yansın ne kebap” siyasetinin, cesaretsizliğinin nedeni, barışı istese bile, parti içi denge ve oy hesaplarının ana amaç olması.

Bazı BDP sözcülerinin sürece zarar verebilecek fevrî ve sert söylemlerinde de yine kendi kitlelerinin ezberlerini pekiştirme ve örgüt içi dengeleri gözetme kaygısı görülüyor.

 

Yine iş başa düştü

 

Barış dilini öğrenmek, çözüm sürecinin diyalogla, müzakereyle, zaman zaman tavizlerle (yani pazarlıkla) ve sonunda uzlaşmayla adım adım gelişeceğini içine sindirmek, barış ve çözümü şu veya bu amacın aracı olmaktan çıkarıp kafalarda ve yüreklerde bizatihi bir amaç olarak kavramak hiç kolay değil. İktidarı amaçlayanlar, siyasetçiler için ise, herkesden daha zor. İşin başa, yani size, bana, hepimize, bütün yurttaşlara, halklara düştüğü nokta tam da burası. Bu tuzaklarla, hayaletlerle dolu, kırılgan zeminli yolda ilerlerken çözümü asıl bizlerin, kitlelerin omuzlaması gerekiyor. Parti, ideoloji, inanç, dil, din, mezhep, vb. ayrımı gözetmeksizin hepimizin elimizden geleni yapmamız, kendimizi aşıp kendi mahallelerimizi dürtüklemeye, sarsmaya cesaret etmemiz gerekiyor. Hangi kesime, hangi düşünceye mensupsak,  kendi kesimimizi barışa iteklememiz gerekiyor. Kürtlerin Kürt siyasetçilerini, Kürt önderlerini; Türklerin kendi siyasetçilerini, kendi muktedirlerini barış yolunda hem cesaretlendirmeleri hem de ağırlıklarını koyarak süreci kesintiye uğratacak, zora sokacak söylem ve eylemlerden kaçınmalarını sağlamaları gerekiyor.

Ne güzel olurdu mesela yüzbinlerin, milyonların katılacağı bir miting yapsak ve tek sloganımız olsa: Barış ve çözüm yoksa oy da yok! İnanın bana siyasilerin tek anladıkları ve dikkate alacakları tehdit budur. Kitlelerin elindeki güçlü silahlardan biridir oy. Mesela AK Partililer, AK Parti’ye oy verenler, “Kürtlerin haklarını ver, barışı getir, arkandayız Başbakanım” diye bağırabilseler. Sessiz çoğunluğun sesinin “Barış” olduğunu sezdirebilseler. Mesela CHP’liler, kararlaştırılan demokrasi mitinglerinin ana sloganlarından birinin Kürt meselesinde barışçı çözüm olmasını sağlayabilseler. İktidara karşı içeriksiz, formel demokrasi sloganları yerine, bu ülkede demokrasinin önündeki en önemli engelin Kürt sorunundaki çözümsüzlük olduğunun bilinciyle, partinin birliğini bu noktada arasalar. Mesela medya, İmralı görüşmeleri açıklandığında gösterdiği ama kısa süren duyarlı ve sorumlu tavrı sürdürebilse, kitleler üzerindeki büyük gücünden yararlanıp barış ve çözüm dilini yaygınlaştırsa. Mesela bizler, yıllardır barış, çözüm, eşit yurttaşlık diye inleyen, sesimizi duyurmaya çabalayan bizler, biraz daha asılsak. “Çözüm AKP’ye yarar” fobisinden, veya tersinden, “şu ulusalcıları madara edeyim, yıpratayım” hesaplarından sıyrılıp “Barışçı çözüm! Hemen, şimdi” diyerek güçlerimizi birleştirsek. Kazan kazan yöntemini benimseyebilsek.

Siyasetçiler, çözüme götürecek süreci askıya almakta; sen şunu dedin, ben bunu yaptım diyerek mızmızlanmakta; attıkları adımlardan ürküp, iki ileri bir geri mehter adımıyla ağır aksak yürümekte beis görmüyorlar. Çünkü her birinin kendine göre hesabı var. Kürt ya da Türk, bizim eşit yurttaşlık temelinde barışçı çözümden başka ne hesabımız olabilir? Ölümlerin, yıkımların, yürek soğumasının sona ermesinden başka ne çıkarımız olabilir?

O klişe sözün tam zamanı: Barış siyasetçilere, hele de muktedirlere bırakılamayacak kadar ciddi ve yaşamsaldır. Barış sürecinde başarısız kalınırsa, onların siyasî sorumluluğu kadar halkların, yani bizlerin de ağır insanî, vicdanî sorumluluğumuz olacak.

Oya Baydar – www.t24.org

Bu Üç Avukatı Hatırladınız mı?-A. Deman Güler

 

Bugün 24 Ocak. Tehlike Altındaki Avukatlar Günü. Bu özel gün 2010 yılında Avrupa Demokrat Avukatlar Örgütü tarafından ilan edilen, mesleklerinin gereğini yerine getirdikleri için yaşadıkları devlet eliyle yaşamları altüst edilen avukatlarla dayanışma günü.

24 Ocak’ın seçilmesinin nedeni bu günün 1977 yılında Franco sonrası geçiş dönemi İspanyası’nda Atocha Katliamı olarak bilinen olayda dört sendika avukatının aşırı sağcılar tarafından öldürüldüğü tarihe denk gelmesi.

Bundan tam bir yıl önce “Tehlike Altındaki Avukatlar Günü” politik nedenlerle yargılanıp tutuklanan ve bu nedenle görevlerini yapamayan Türkiyeli avukatlara adandı. Bu seçimin temel nedeni 22 Kasım 2011 tarihinde darbe dönemlerinde bile eşi benzeri görülmedik bir biçimde gerçekleştirilen toplu avukat tutuklamalarına dikkat çekmek idi. KCK davası adı altında 47 avukat gözaltına alındı ve bunların 36’sı hala cezaevinde tutuklu bulunuyor.

Tutuklu yargılananlardan biri olan İHD Diyarbakır Şubesi eski başkanı avukat Muharrem Erbey bundan iki ay kadar önce  Dreyfus Davası’nın ünlü Fransız avukatlarından Ludovic Trarieux adına düzenlenen ve 1984 yılından bu yana verilen Ludovic Trarieux Uluslararası İnsan Hakları Ödülü’nü kazandı. Ödülü Berlin kentinde düzenlenen törende Almanya Adalet Bakanı Sabine Leutheusser Schnarrenberger tarafından, Muharrem Erbey’in cezaevinde olması nedeniyle eşi Burçin Erbey’e verildi. Almanya Adalet Bakanın bile kayıtsız kalamadığı akıl dışı yargılama pratiğine Türkiye Barolarının yeterli sesi yükselttiğini söylemek güç. Zira olay sıcaklığını korurken İstanbul Barosu yönetimi olaya karşı tepkisiz kalması nedeniyle eleştirilmişti. Papaz Niemöller’in “önce komünistleri götürdüler” cümlesiyle başlayan ünlü deyişindeki “komünistleri” lafı Türkiye gerçeğinde yerini kolaylıkla “Kürtleri” sözcüğüne bırakabiliyor. Ama o başka bir tartışmanın konusu.

Geçtiğimiz hafta hükümet dünya insan hakları sicilindeki şanlı karnesini yetersiz bulmuş olacak ki yeni bir avukat avı dalgası başladı. Defalarca yazıldı ama kısaca tekrarda yarar var. Avukat büroları kanuna aykırı şekilde ve  özellikle de savcı gözetiminde olmadan arandı. Avukatlık mesleği uyarınca gizli kalması gereken savunmaya dair belgelere el konuldu. Havada helikopterler uçuşurken ziline basılsa açılacak kapılardan balyozlarla kırılmak suretiyle girildi. Savcılar daha önceden kolluk tarafından hazırlanmış soruları -kimi zaman beceriksizce- aynen okudular. Hakimler “özgür vicdani kanaatleri” gereği kimisi yurt dışından kalkıp gelmiş avukatların dokuzunu tutuklamakta tereddüt etmediler. Dahası ve belki en iç karartıcı olanı alışılmış şekilde yapıldığı gibi “biz onları mesleki faaliyetlerinden değil terörist oldukları için tutukladık” klişesiyle yetinilmemesiydi. İstanbul Emniyeti işi iyice cıvıttı ve “avukatların ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları tespit edilmiştir” dedi. Daha önce ülke gündemini oluşturduğu üzere savcıların bile güçlükle ulaştığı “kozmik bilgiler” her nasılsa ÇHD’li avukatlara vahyolunmuştu. Bu konuda avukatlara tek bir soru dahi sorulmadı.

Geçen hafta bir meslektaşımız şöyle diyordu: “Avukatlar tutuklandılar ve gazeteler aracılığıyla itibarsızlaştırıldılar. Ama bu bizi yıldırmayacak. Biz sıklıkla müvekkillerimizin davalarıyla ilişkilendirildik ve insanlar bize suçlu gözüyle baktılar. Bizim görevimiz insanların siyasi görüşüne bakmadan onların adil bir yargıdan yararlanmasını sağlamaktır.” Sözler hem zamanlaması hem de içeriği bakımından çarpıcı. Lakin sözün sahibi Irene Petras aslı Zimbabweli bir avukat, Türkiyeli değil ve muhtemelen bizde avukatlara karşı başlatılan kıtalden hiç haberi yok. Irene Petras Zimbabwe İnsan Hakları İçin Avukatlar Örgütü’nün müdürlüğünü yapmakta.

Herkese kolaylıkla yapıştırılabilen “terörist” yaftası belki de en kolay avukatlara yapıştırılabilir. Çünkü meslekleri gereği avukatlar suç ithamıyla karşılaşmış kişilerle yakın ilişki halindedirler. Özellikle insan hakları avukatlarının siyasi muhalefet üyesi ve kimi zaman terör suçlamasına uğramış kişilerle meslekleri gereği görüşmesi kadar doğal bir şey de yoktur. Ancak uluslararası hukuk devletin avukatların müvekkilleriyle olan ilişkisini suç gibi yorumlayıp onları çalışamaz hale getirme girişiminin önünü çoktan kapamış durumdadır.

BM’nin 1990 yılında kabul ettiği Avukatların Rolü Hakkındaki Temel İlkeler 18. maddesinde avukatlar görevlerini yerine getirdikleri için müvekkilleri ve müvekkillerinin yaptıkları ile özdeşleştirilemezler denmektedir. Dahası 20. madde avukatların meslekleri gereği hukuki veya idari bir otorite önünde yaptıkları yazılı veya sözlü açıklamaların medeni ve cezai bağışıklığı olduğunu açık bir dille ifade eder. Aynı belgenin 16. maddesine göreyse avukatlar mesleki görevleri nedeniyle kovuşturulamazlar, idari, ekonomik ve diğer yaptırımlara tabi tutulamaz veya bunlarla tehdit edilemezler.

Bu uluslararası kurallar mevcut Türkiye konjonktüründe artık kimseyi güldürmeyen soğuk şakalar olarak adlandırılabilir. Ne var ki daha dün, yani ÇHD’li avukatların tutuklanmasından ve dahi Zimbabweli meslektaşımızın bize bizi anlatan beyanlarından hemen birkaç gün sonra, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellediği 23 ve 24. fasılların açılabilmesine yönelik Avrupa Parlamentosu’ndan yapılan çağrıları AB Komisyonu ile Konseyi’nin önemli bir hassasiyetle değerlendirmelerini beklediklerini ifade ederek ”Türkiye olarak biz bu fasılları açmaya hazırız” dedi.

Kimilerine şaşırtıcı gelebilir belki ama 23. Fasıl Yargı ve Temel Haklar konusuna dair. Bakanlığın resmi internet sitesi bu fasıl hakkında “Bağımsız ve iyi çalışan bir yargının kurulması çok önemlidir. Mahkemeler tarafından verilen kararların tarafsızlığı, bütünlüğü ve yüksek standardı hukukun üstünlüğünün korunması için önemlidir” diye bir açıklama düşmüş.

24. Fasıl ise Adalet, Özgürlük ve Güvenlik konusunu içermekte. Bu konuya dair uyum süreci “üye devletlerin büyüyen ortak kurallar çerçevesini yeterli bir şekilde uygulayacak donanıma sahip olmalarını” gerekli kılıyor. AB Bakanlığı “Her şeyden önce bu, gerekli standartlara sahip olması gereken kanunları uygulayacak kurumlar ve diğer ilgili organlar bünyesinde güçlü ve iyi entegre edilmiş bir idari kapasiteyi gerektirmektedir. Profesyonel, güvenilir ve verimli bir polis örgütü çok önemlidir.” diye konuyu detaylandırıyor.

Demek ki hükümet uluslararası hukuktan tümüyle vazgeçmiş değil. Hala AB’nin temel haklara dair zorunlu koştuğu standartları gerçekleştirmenin peşinde. Bu minvalde uluslararası düzenlemeler gözden kaçmış olsa gerekir. Yoksa avukatın kafasına basarak ağzından tükürük, damarından kan almak ne “profesyonel, güvenilir ve verimli bir polis” tanımına, ne BM ne de AB mevzuatına uymakta.

AF Örgütü’nün Türkiye araştırmacısı Andrew Garner son ÇHD tutuklamalarına dair “ülkenin saygın avukatlarına yönelik tutuklama ve ofislerinin yasa dışı aranması farklı seslerin kısılmasına dair yargılamalarda yeni bir halkadır” açıklamasını yaptı. AF Örgütü’ne göre tutuklanan insan hakları avukatları TMK’nın yaygın kötüye kullanımı mağdurlarından sadece -yeni- birkaçı oldular. Gardner’a göre sorulması gereken soru belli: “Peki insan hakları ihlallerinin mağdurlarını artık kim savunacak?”

ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı bundan yaklaşık bir yıl önce derneğin çalışmalarına dair katıldığı bir televizyon programında sunucunun “Peki siz yaptığınız çalışmalar yüzünden içeri alınmaktan çekinmiyor musunuz?” sorusuna maruz kalmıştı. Kozağaçlı cevaben “Anayasal haklarını insanlara öğretmek, siyasal muhalefetin avukatlığını yapmak ÇHD’nin 1974 yılından beri yaptığı bir iş. Mutluluk duyarak yapıyoruz. Korkmadan, çekinmeden yapıyoruz.” demiş ve eklemişti: “Kuvvetli avukatlar yetiştirdik. Bizi kurtaracaklarını umuyoruz!” Sanırım Gardner’a verilebilecek eldeki tek cevap şimdilik bu.

Tutuklu Avukat Muharrem Erbey’in geçen yıl aldığı Ludovic Trarieux İnsan Hakları Ödülü 1985 yılında henüz cezaevinde yatmaktayken Nelson Mandela’ya da verilmişti. Şimdi sormak gerekir bu yazıyı okuyanlardan Percy Yutar adını duyan var mı? Ya da Rao Bahadur Girdharlal Uttamram’ı? Peki Francisco Mendieta Hechavarria ismi tanıdık geldi mi? Cevabı şu: Bu üç isim insan hakları sicili berbat üç ülkenin yetiştirdiği üç savcının ismi.

Percy Yutar ırkçı apertheid rejiminin emirleri doğrultusunda Nelson Mandela’yı ömür boyu hapis cezasıyla cezalandıran mahkemenin savcısıydı. Mandela ağır koşullar altında 27 yıl hapis yattı. 1990 yılında hapisten çıktığında 72 yaşındaydı. Rao Bahadur Girdharhal Uttamram Hindistan’daki “1922 Büyük Yargılaması”nın savcısı. Karşısında sanık sıfatıyla duran kişi Mohandas Karamchand Gandhi idi. Daha bilinen ismiyle Mahatma Gandhi. Yargılanmasından 25 yıl sonra sivil itaatsizlik yöntemiyle ülkesi Hindistan’ı emperyal Britanya sömürgesinden kurtarmasıyla tanınıyor. Son isim Francisco Mendieta Hechavarria. Ülkesini faşist bir diktatörlükle yirmi yıla yakın bir süre yöneten Amerikan yanlısı diktatör Fulgencio Batista adına Fidel Castro’yu suçlayan savcı. Hani Castro’nun meşhur “Beni suçlayabilirsiniz. Sorun değil. Tarih beni aklayacaktır!” sözünün muhatabı olan kimse.

Evet bu üç savcı da tarihin tozlu yaprakları iyice silkelenmeden adı akla gelecek kimseler değil. Kiminin yıllarını cezaevinde geçirmesine neden olduğu kişiden pişman olup özür dilediğini, kiminin oğlunun yeni rejimde savcılık makamına kadar yükselebildiğini biliyoruz. Kimiyse sessizce öldü ve adını ailesi dışında hatırlayan yok. Ama sanırım bu üç ünlü ismi hepiniz hatırlamışsınızdır: Nelson Mandela, Mahatma Gandhi ve Fidel Castro. Ülkelerinin kaderini sonsuza kadar değiştiren üç devrimci. Üç avukat!

“Tehlike Altındaki Avukatlar Gününüz” kutlu olsun!

A. Deman Güler, ( Avukat / ÇHD üyesi. ) – www.bianet.org

Kuzey yarıkürede kutup soğukları

Kuzey yarıkürenin büyük bölümünde kutup soğukları etkisini göstermeye başladı. Amerika başta olmak üzere birçok bölgede sıcaklık eksi iki haneli derecelerde seyrediyor. Kutuplardan gelen dondurucu havanın Şubat sonuna kadar etkili olabileceği söyleniyor.

Jeoloji ve yeryüzü değişimleri ile ilgili bilgiler veren http://theextinctionprotocol.wordpress.com sitesinin haberine göre etkisini göstermeye başlayan kutup soğukları  Kuzey kutup dairesi üzerinde görülen olağandışı hava olayları nedeniyle ortaya çıktı. Uzmanlar bu dondurucu soğuk hava  dalgası ile kutup buzullarını erimesine neden olan küresel ısınma arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.

Avrupa’da yoğun kar ve soğuk taşıyan sistem şimdi de Kuzey Amerika’nın büyük bir kesimini etkileyecek gibi görünüyor. “ Ani stratosferik ısınma olayı” olarak bilinen bu olgu 6 Ocak’ta başladı ama Avrupa ve Kuzey Amerika’da esas etkisini yeni gösteriyor. Ani stratosferik ısınma olayına yol açan fizik kuralları ne denli karmaşık olsa da sonuçları son derece basit: bu olaylar Kuzey Amerika ve Avrasya’ya dondurucu soğukları getiriyor.

Kışa mülayim bir giriş yapan kuzey yarı küre sakinleri bundan sonraki 4 – 8 hafta için, yani Şubat sonlarına kadar soğuk, fırtına ve kara hazırlıklı olmalılar.

Tüm Kuzey yarıküre kışlarında görülebilen ani stratosferik ısınma olayı son on senedir gitgide daha sık gözlemleniyor.Bu olayın daha sık görülmesinin nedeni büyük olasılıkla küresel ısınma nedeniyle Arktik buzulların erimesi olabilir. 2012 Eylülünde Arktik buzullar tarihin en düşük seviyesine düşmüştü.

Ani stratosferik ısınma olayları, Rosby dalgası olarak bilinen atmosferik dalgaların çoğu hava olaylarının cereyan ettiği troposferin dışına taşarak stratosfere girmesiyle gerçekleşiyor. Bu dikey enerji transferi kutupsal girdap olarak niteleyebileceğimiz Kuzey Kutup bölgelerinde kışın yüksek irtifalı soğuk hava alçak basıncına neden olan karmaşık bir süreci başlatıyor.

Yeşil Gazete, http://theextinctionprotocol.wordpress.com/2013/01/23/the-big-chill-unusual-stratospheric-phenomenon-is-bringing-frigid-cold-to-u-s/

 

Mamut Art Project: “Senin sanatın, senin sergin”

Genç ve gelecek vaad eden sanatçılara kariyerlerinin başında, kendilerine ait bir alanda eserlerini sergilemelerine imkan tanıyan Mamut Art Project’e katılım için sanatçı başvuruları 1 Nisan 2013 Pazartesi gününe kadar kabul edilecek.

 

Başvuru Tarihleri: 25 Ocak 2013 - 1 Nisan 2013 Sergi tarihleri: 16-19 Mayıs 2013 Ön gösterim davet gecesi: 15 Mayıs 2013 (Davetiyesiz girilemez) Sergi Saatleri: 11:00 - 20:00

Senin sanatın senin sergin” sloganıyla hareket eden, 40 sanatçının yaklaşık 10’ar metrekare sunum alanında 5 gün boyunca eserlerini sergileyeceği projeye yapılan başvurular; Ali Akay, Nil Yalter, Mustafa Taviloğlu, Marcus Graf ve Sedat Öztürk’ten oluşan jüri tarafından değerlendirilecek. Sergide yer almaya uygun bulunan sanatçılar 5 Nisan 2013 günü açıklanacak.

Seçilen bağımsız sanatçıların eserlerini sergilediği The Artist Project (Kanada) ile sergilenen tüm sanat eserlerinin belirlenmiş bir fiyatın altında satıldığı Affordable Art Fair’in bir sentezi sayılabilecek Mamut Art Project, 16-19 Mayıs 2013 tarihleri arasında Hasköy Yün İplik Fabrikası’nda 11:00 – 20:00 saatleri arasında sergilenecek.

Proje ve katılım için aranan koşullar hakkında bilgi veren Mamut Art Project Kurucu Ortağı Seren Kohen; “Yolun başındaki genç sanatçılar, fırsat verilmediği için kendilerini, işlerini ve dolayısıyla yeteneklerini tanıtma imkanına zor ulaşıyor. Bazıları zorluklardan bıkıp vazgeçiyor; bazıları ise uğraşsalar da bu şans onlara hiç sunulmuyor. Genç sanatçılar ve sanata yatırım yapmak isteyenleri aynı platformda buluşturacak bu yenilikçi proje ile Türkiye’nin sanat alanındaki temel boşluklarından birini dolduracağımıza inanıyoruz. Bu çıkış noktasından hareketle; kabul edilecek sanatçıların, sanat dünyasına yeni açılan sanatçılar olmasına dikkat edeceğiz. Mamut Art Project’in, hem sanatçıların hem de sanata yatırım yapanların ilgi göstereceği, yeni yeteneklerin keşfedileceği sürdürülebilir bir proje olacağına yürekten inanıyoruz.” dedi.

Proje kendisini şöyle tanımlıyor. “Bugün, göz önünde olan, daha sıkça rastladığımız eserler, çoğunlukla tanınmış, isim yapmış sanatçılara ait olduğundan, etkilendiğimiz ve beraber yaşamak istediğimiz eserlere sahip olmak da yüksek maliyetler yüzünden neredeyse imkansızlaşıyor. Mamut Art Project’te ise uygun fiyatlı eserler sergilenip, eserlere bir fiyat limiti uygulanacaktır. Bu sayede de sanatseverlere iyi fiyata, orijinal ve özgün eser satın alma imkanı sağlanacak.”

Sergide sanatçılardan kira alınmayacak, ve her birine yaklaşık 10 metrekare sunum alanı verilecek. 5 gün sürecek olan sergide (özel gösterim günü dahil) sanatçılara eserlerini sergileyebilecekleri uluslararası fuar standartlarında ortam sağlanacak. Üstelik, eser satışlarından alınacak komisyon düşük tutulacak. Serginin özel gösterim gecesinde, bir çok galeri sahibi, koleksiyoner ve küratör sergiye davet edilecek.

Detaylı bilgi için www.mamutartproject.com sitesi ziyaret edilebilir.

Milliyet Sanat, Yeşil Gazete

Yine yeni yeniden Pınar Selek davası Çağlayan Adliyesi’nde

Sosyolog Pınar Selek’in üç kez beraat ettikten sonra Yargıtay’ın kararı yeniden bozması sonucu dünya hukuk tarihinde benzeri daha önce görülmemiş bir şekilde  erel mahkemenin kendi kararı üzerinde direnmekten de vazgeçmesiyle seyri değişen dava bugün Çağlayan Adliyesi’nde bir kez daha görülüyor. Pınar Selek için bir araya gelen Hala Tanığız Platformu, sosyoloji öğrencileri, feminist kadın örgütleri, LGBTT hareket ve uluslararası dayanışma gösteren organizasyonlar Pınar Selek’in yanında olduklarını göstermek adına Çağlayan Adliyesi’nin önünde toplandı.
 
Hala Tanığız Platformu adına basın açıklamasını okuyan Nur Sürer;  Pınar’ın yanında olduklarını, beraatini geri istediklerini belirterek  hukuksuzlukların ve haksızlıkların artık görülmesi gerekliliğini belirtti.
 
Pınar Selek davasının hukuki usulsüzlük ve adaletsizlik örneği olduğunu aynı zamanda bu davanın hukuki olmaktan çok artık ideolojik bir boyutta değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Sürer, ” Hala Tanığız Platformu olarak Pınar Selek’in beraatini geri istiyoruz. Onu gülmek,dans etmek, isyan etmek, yaşamak, çalışmak ve üretmek üzere yanı başımızda istiyoruz. Hepsi bu kadar” diye konuştu.
 
Dünya Genç Yeşilleri’nden Pınar Selek’e destek
 
Pınar Selek’e bir destek de Dünya Genç Yeşilleri’nden geldi. Hala Tanığız Platformun’dan Müge Fazlıoğlu ile Zülal Fazlıoğlu Akın tarafından türkçeye çevrilen Dünya Genç Yeşilleri’nin açıklaması şöyle:
 
“24 Ocak 2013 Uluslararası Dayanışma Faaliyeti Çağrısı

Dünya Genç Yeşilleri, neredeyse 15 yıldır Türkiye’de kendisine karşı devam eden adli yargılama ile mücadele eden sosyolog, yazar ve insan hakları savunucusu Pınar Selek ile dayanışma içinde olduğunu belirtmek istemektedir. 24 Ocak 2014 tarihindeki durusma için yapılacak tüm uluslararası dayanışma faaliyetlerini sonuna kadar destekliyoruz.

Türkiye’de azınlık hakları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Pınar Selek, PKK’ya dair yapılan soruşturmada terörizm şüphelisi konumuna getirilmiştir. O dönemde PKK için propaganda yapma ve İstanbul Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamada sözde suç ortağı olduğu iddiaları ile tutuklanmış ve ağır işkence görmüştür. İki buçuk yılı hapiste geçirdikten sonra 2006, 2008 ve 2011 yıllarında gerçekleşen üç duruşmada bu haksız iddialardan beraat etmesine rağmen alınan beraat kararları, görülen son duruşmada hiçe sayılarak davanın yeniden açılmasına karar verilmiştir.

Dünya Genç Yeşilleri, bu davanın yeniden açılmasına ilişkin verilen kararın tek amacının nihai cezanın yasal olarak hükme bağlanması olduğu endişesi taşımaktadır. Bu usul süreci, Pınar Selek aleyhinde verilen hükmün Türk yargı sistemi içinde yer alan bazı çevrelerce 1998 yılındaki tutukluluğundan beri önceden belirlenmiş olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Bu nedenle, Pınar Selek aleyhinde açılan davanın 24 Ocak 2014 tarihinde gerçekleşecek olan durusmasına uluslararası kamuoyunun destek vermesi ve duruşma için dayanışma faaliyetleri organize edilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Brüksel, Belçika

Dünya Genç Yeşilleri”

(Yeşil Gazete, Kazete)

İklim modelleri güvenilir mi? – Belkıs Gökbulut

İklim sistemi birbiri ile etkileşim halinde olan; okyanus sirkülasyonları, kara yüzeyi, güneş etkisi, su buharı ve bulut oluşumları, iklim geri beslemeleri gibi pek çok döngüden oluştuğundan kaotik bir yapıya sahiptir. Yani başlangıç parametreleri ne kadar iyi ölçülürse ölçülsün zaman içinde oluşacak sonuçları kesin olarak bilemeyiz. Bu nedenle iklim modelleri sonuçlardan ziyade gidişatları tahmin etmek için tasarlanıyor. iklim modelleri size bu kışın soğuk geçeceğini söyleyebilir fakat herhangi bir günde hava sıcaklığının ne olacağını söyleyemez, bu hava tahminine girer.

Mesela, bu kaotik sistem içinde  bulut miktarındaki artış dünyanın aklığını arttıracağı için soğumasına neden olur, ancak aynı zamanda sera gazlarının etkisini de arttıracağı için bir ısınma beklenebilir. Bu iki etkinin hangisinin üstün çıkacağı tüm dünyanın bulutlarına, bu da bulutları oluşturan parçacıkların büyüklük, şekil ve yapılarına bağlıdır. Küresel ölçekte çalışma gereği bu ölçümlerin pek çoğunun uzaydaki uydular aracılığıyla yapılmasını mecbur kılmıştır. Bulutlar sadece belirli sürelerde aynı şekli korudukları için uzaydan şekli belirlenen bulutların altından ve üstünden uçurulacak olan uçakların her iki yönde de alacakları ölçümler bulutların gerçekçi bir şekilde modellenmesine katkıda bulunurlar.

İklim modellemesinde basit modellerden başlamak gereklidir. Bunlar; iklimin genel hatlarını veren ve kişisel bilgisayarlarda veya elle bile hesaplanabilen modeller olabilirler. Bu modeller iklimin sadece bir değişkeni ile ilgileniyor olabilirler. Ancak bu modellerin birleştirilmesi bizi süper-bilgisayarlarda aylarca çalıştırılan büyük modellere götürecektir. Bu büyük modeller genel dolaşım modelleri  (General  Circulation  Models GCM) diye bilinirler. Dünyada bu gelişmiş modellemeler yedi ayrı merkezde yapılmaktadır. Bu modeller  Hükümetler arası İklim değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change  IPCC)  tarafından toplanarak değerlendirilir. Bu değerlendirmede öncelikle bu modellerin hepsinin üzerinde anlaştıkları değerler ve bu değerlerden sapmalar kullanılır. Ancak gelecekle ilgili model sonuçlarına erişmek için en önemli bilgi elimizde yoktur, bu da gelecekte atmosferdeki karbondioksit miktarının ne olacağıdır. IPCC bu noktada tüm modellerde ortak kullanılmak üzere 30 değişik senaryo geliştirmiştir. Bu senaryolar fosil yakıtlarından tamamen vazgeçip hayatı bisikletle sürdürmekten, bu yakıtları olabildiğince fazla kullanmaya dayanan bir gelişim modeli barındırmaya kadar uzanmaktadır. Gelecekte ne olacağını bilmediğimiz için tüm modellerde bu senaryoların tümünün kullanılması gerekmektedir. Bu da bize modellerin en iyimser ve en kötümser tahminlerini veriyor. Yani bizim saldığımız karbondioksidin miktarındaki değişimlere göre gelecekte oluşabilecek tüm tehlikeler tahmin edilebiliyor.

İklimin gidişatını anlamak için genelde 30 yıllık ortalama değerler alınır. Gidişatlar önemlidir,  çünkü bunlar çok nadir görülen aşırı hava olaylarını eleyerek bir sonuca varıyor. İklim modelleri çalışıp çalışmadığının anlaşılması için test edilmek zorundadır. Bir modelin iyi olup olmadığını anlamak için 30 yıl bekleyemeyiz. Modeller, sonuçlarını bildiğimiz için geçmişteki verilerle test edilir. Eğer bir model geçmişte başlattığımız bir noktadan sonra gidişatı doğru tahmin edebiliyorsa, akılcı bir kesinlikle gelecekte de ne olabileceğini tahmin etmesini bekleriz.

Modeller yeterince çalıştırıldığında, onların çoğu zaman doğru tahminlerde bulunduğu kanıtlanıyor. Mesela, Pinatubo yanardağındaki volkanik patlama bu konuda yapılan modellerin doğruluğunu test etme şansı tanıdı. Modeller başarılı bir şekilde patlamadan sonra oluşacak iklimsel sonuçları bildi. Gözlemler sonucunda sonradan anlaşılan; Kuzey kutbunda ve karasal alanlarda daha çok ısınma, geceleri sıcaklığın artması , ani soğuma, gibi etkileri de tahmin edebildi.

Ayrıca, test edilen tüm modeller karbondioksidin küresel ısınmaya sebep olduğunu söylüyor, çünkü modellerde geçmişteki verilere ekstra karbondioksit eklenmediğinde süreci oluşmuş şekliyle gösteremiyor. Hiçbiri tek başına açıklayamasa da bilinen tüm dış kuvvetler ve etkilerle birlikte, yapılan modeller son 30 yıldaki sıcaklık artışını ispatlamaya uygun yapıdadır. Karbondioksit miktarındaki artış ise bu sıcaklık artışını açıklayan temel faktördür.

Tüm bunların yanı sıra, iklim modelleri aşırılıklardan uzak, ürettiği tahminlerde ölçülü davranıyor. Mesela aşağıda deniz seviyesindeki artışı gösteren bir grafik var.  Kırmızı çizgi IPCC’nin yapılan modellerden oluşturulan sonuçları,  mavi olan ise uydudan yapılan gözlemler sonucu oluşturulan sonuçları gösteriyor.

Grafikten anlaşıldığı gibi modeller problemi olduğundan az göstermiş. Gerçekte olan olaylar modellerin tahminlerinden daha üst bir mertebede gerçekleşiyor. Modellerin aşırı tahminlerle telaşlandırmaktan ziyade fazla ölçülü davrandığını gösteren pek çok örnek var. Bütün modellerin limitleri, belirsizlik değerleri var, çünkü onlar karışık ve düzensiz sistemleri tasarlıyor. Fakat modeller, uydu gibi, gerçek dünyadaki bilgi kaynaklarının artmasıyla zamanla daha çok gelişiyor, daha güçlü ve kullanışlı bir hale gelerek sonuçları mükemmelleşiyor.

İklim modelleri bizim şu anda deneysel olarak kanıtlara sahip olduğumuz olayların sonuçlarını doğru bir şekilde tahmin edebilmiştir. Modellerin ışığında oluşan sonuçlar bazen tehlikelerin boyutlarını olduğundan küçük gösterse de, potansiyel iklim değişikliğinin gelecekte oluşturacağı etkilerini anlamak için güvenilir bir rehber oluşturuyor.

 

Belkıs Gökbulut

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu