Ana Sayfa Blog Sayfa 4153

[Seçim 2014] Aylin Kotil Beyoğlu’na aday

Seçim barajının düşürülmesi için Ankara’ya yürüyen Aylin Kotil, Beyoğlu Belediye Başkanlığı için aday olduğunu açıklayacak.

Yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi konusuna dikkat çekmek için İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen Aylin Kotil, Beyoğlu Belediye Başkanlığı için aday adayı oldu.

Aylin Kotil, CHP Beyoğlu İlçe Merkezi’ne giderek, Beyoğlu Belediye Başkan aday adaylığı için başvurusunu yaptı. Kotil’in Cuma günü saat saat 14:00’da CHP Beyoğlu İlçe Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyerek belediye başkan aday adaylığını kamuoyuna duyuracak.

Neşet Ertaş’ın ailesi Erdoğan’ın katılacağı anmaya gitmiyor

Neşet Ertaş’ın ailesi Başbakan’ın katılacağı Kırşehir’deki anmaya katılmayacak. Ertaş’ın ailesinin, “Bize de bu hafta haber verildi, konu mankeni gibi arandık” dediği aktarıldı.

Radikal‘den Ayça Örer‘in haberine göre, ‘Bozkırın Tezenesi’ diye bilinen ünlü halk ozanı Neşet Ertaş, ölümünün birinci yıldönümünde yarın memleketi Kırşehir’de anılacak. Kırşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde yapılacak Ertaş’ı anma törenine Ahilik Haftası kutlamaları için Kırşehir’e gidecek olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılacak.

Planlanan organizasyona göre, Başbakan Erdoğan, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Bedia Akartürk, Ahmet Özhan’ın da aralarında bulunduğu sanatçılarla Ertaş’ın ‘Gönül Dağı’ türküsünü söyleyecek. Ertaş’ı anma etkinliğine siyasilerin de katılacak olması tartışmalara neden oldu.

Ertaş’ın türkülerinin telif haklarının sahibi ve yapımcısı Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık törene itiraz etti. Etkinlikten son hafta haberdar olduğunu ve Ertaş’ın ailesinin de ‘Bize de bu hafta haber verildi, konu mankeni gibi arandık’ dediğini aktaran Saltık, ailenin törene katılmayacağını açıkladı.

Erken haber verilmedi
Bütün organizasyon bittikten sonra anma etkinliğinden haberdar olduklarını anlatan Saltık, “Telif haklarının sahibi ve yapımcısı olarak ben; ve aileyi temsilin Hüseyin Ertaş en son bilgilendirildik. En azından önceden haberdar etseler katılmama kararı vermezdik. Herkes Neşet Ertaş’ı anabilir, gece yapabilir ama bunun politik ve ticari amaçlı kullanılması bizi rahatsız eder” diye konuştu.

 

Vandana Shiva: “Tohum köleliğine ve gıda diktatörlüğüne son verelim!”

2-16 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Tohum ve Gıda Özgürlüğü İçin Eylem Günleri yaklaşırken, Vandana Shiva bir mektup yayınladı.

Mektupta mevcut gıda ve tohum sistemindeki çarpıklıklara dikkat çeken Shiva, şirketlerin tüm çabalarına rağmen bugün dünyadaki gıdanın %72’sinin hala küçük çiftçiler tarafından üretildiğinin de altını çiziyor ve bu oranı tekrar %100’e çıkartmak için tüm dünyadaki tohum ve gıda aktivistlerine enerjilerini birleştirme çağrısında bulunuyor.

Eğer siz de 2-16 Ekim tarihleri arasında bir eyleme katılmak ya da bir eylem düzenlemek isterseniz eylem günlerinin sitesinde bulunan haritaya bakabilir, buradan size yakın bir eylem bulabilir ya da kendi eylem çağrınızı yaratabilirsiniz.

Twitter üzerinden paylaşacağınız etkinliklerde #TohumlaraÖzgürlük ve #SeedFreedom hashtaglerini kullanmanız eylem günlerinde daha fazla kişiye ulaşmanızı sağlayacaktır.

Şimdi sözü Vandana Shiva’ya bırakalım.

Yaşamın çeşitliliğine ve özgürlüğe aşık olanlar,

Tohumlarımızı ve gıdamızı, Monsanto gibi küresel şirketlerin zehirli, açgözlü ve ölümcül pençelerinden, şirketler tarafından yazılan ve demokrasimizi gaspederken tohumlarımızı, gıdamızı, sağlığımızı, rızkımızı, kültürümüzü ve yaşamımızı elimizden almaya çalışan kanunlardan kurtarmak için enerjilerimizi birleştirme ve örgütlenme zamanı. Şirketlerin tek mutlak güç olduğuna ve bizim değişim için hiç bir gücümüz olmadığına inanmamız için içinden çıkmamızı istemedikleri güçsüzlük hissini yıkıp geçmemiz gerekiyor. Çünkü güçlüyüz! Tek yapmamız gereken girişimlerimizin enerjilerini birleştirmek. Görmek istediğimiz değişim olmamız şart!

Sizleri 2-16 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Tohum ve Gıda Özgürlüğü İçin Eylem Günleri’nde yaratıcı enerjilerinizi ortaya koymaya davet ediyorum .

2 Ekim Gandhi’nin doğumgünü. Gandhi bize Swaraj’ı – içimizden gelen özgürlüğü – ve Satyagraha’yı – doğrunun gücünü – miras bıraktı. Gelin 2 Ekim’i “Tohum Satyagraha’sı” olarak kutlamak için birlik olalım. O gün tohum ve gıda özgürlüğümüzü, şirketler tarafından yazdırılan, tekdüzeliğe ve monokültüre ayrıcalıklar tanıyan ve patentler üzerinden yasadışı tohum tekelleri kurarken, çeşitliliği, tohum saklamayı ve tohum takasını, çiftçilerin buluşlarını suç haline getiren ve çiftçilerin haklarını hiçe sayan kanunları her ülkede tespit ederek savunalım.

Bu kölelik kanunlarını belirledikten sonra, kendimizi etik olmayan, vahşi, bizim ve çocuklarımızın hayatı tehdit eden bu kanunlara uymamaya adayalım. Gandhi bize 100 yıl önce hatırlatmıştı: “Adil olmayan yasalara uyma zorunluluğuna olan inanç devam ettikçe, kölelik de devam edecektir”. Bizim bir rüyamız var ve rüyamızda her tohum, her arı, her kelebek, her solucan, her insan, her çocuk zorla yönlendirilmeden, kontrolden, açlıktan ve hastalıktan uzak; özgürce, mutlulukla ve sağlıkla evrilebilsinler ve gelişebilsinler diye. Monsanto kanunlarına uymamız gerektiği inancına düşmemize izin vermemeliyiz. Gaia’nın kanunları adına, hayatın özgürce yenilenmesi ve adaletin kanunları adına Monsanto’nun kanunlarına başkaldırmak bizim ekolojik ve etik görevimizdir. Bir yandan tohum diktatörlüğünün kanunlarına direnirken, bir yandan da tohum ve gıda özgürlüğünü, tohumun kanununu uygulamaya sokarak, umut bahçeleri kurarak ve GDO’suz, patentsiz tohum özgürlüğü bölgeleri kurarak kutlayalım

12 Ekim tarihinde tüm dünyada aynı anda Monsanto’ya karşı bir yürüyüş düzenleyeceğiz, 25 Mayıs’ta yapmış olduğumuz gibi.

16 Ekim ise Dünya Gıda Günü. Monsanto ve diğer biyoteknoloji devleri o gün kendilerine sponsor oldukları Dünya Gıda Ödülü’nü verecek kadar ahmak ve kibirli olabildiler. Gelin biz de o gün hakiki gıda ödüllerini bize gerçek ve sağlıklı gıdayı ulaştıran gerçek gıda kahramanlarına verelim. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre dünyanın gıdasının %72’si küçük bahçe ve çiftliklerden geliyor. Biz özgürlük tohumlarını koruyarak ve her yerde umut bahçeleri kurarak bu %72’yi %100 yapabiliriz. Şirketler tarafından yönlendirilen endüstriyel tarım, biyoçeşitliliğin %75’ini yokederek açlık ve hastalık getirdi. 1 milyar insan aç, 2 milyar insan da beslenmeyle bağlantılı hastalıklardan muzdarip. Bu bize yaşam ve sağlık getiren bir gıda sistemi değil. Bu aç gözlülük ve kar hırsıyla yönetilen, ölüm ve yıkım getirmiş bir emtia üretim sistemi.  Bu talanı durdurmamız gerekli. Gıda sisteminde zehirlerin ve şirket köleliğinin yeri yok. Çünkü ne yiyorsak oyuz.

Tohumlarımız ve gıdamız yaşam için hayati önem taşıyor. Gezegenin ve sağlığımızın yıkımının devam etmesine izin veremeyiz. Tohum köleliğinin ve gıda diktatörlüğünün sürmesine göz yumamayız. Tohumlarımızı, gıdamızı ve özgürlüğümüzü geri almalıyız.

Bu dünyadaki hayatı, küçük çiftçileri, sağlığımızı ve geleceğimizi koruyacak gıda sistemini beraber kuracağımız, içlerindeki gücü, yaratıcı enerjilerini yayacak olan her birinize sevgilerimle.

Vandana Shiva

 

Haber: Bora Kabatepe @BKabatepe

(Yeşil Gazete)

Taraftar gruplarına operasyon

İstanbul’da Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü ekipleri olaylı derbinin ardından üç büyük kulübün taraftar gruplarına yönelik operasyon düzenliyor. Gözaltına alınanlar arasında Çarşı’nın eski lideri Alen Markaryan da var.
Olaylı geçen Beşiktaş-Galatasaray derbisinin ardından sabah saatlerinde polis operasyon gerçekleştirildi. Başta Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar olmak üzere birçok ilçede düzenlenen operasyonda 100’e yakın gözaltı var.

ALEN MARKARYAN GÖZALTINDA

Operasyonda Gezi direnişine destek veren Çarşı’nın eski lideri Alen Markaryan da gözaltına alındı.

Polisler, sabah saatlerinde Markanyan’ın, Üsküdar’daki evine geldi. Alen Markanyan polisler arasında evden çıkarıldı. Neden gözaltına alındığına yönelik soruya Alen Markanyan, “bilmiyorum” yanıtını verdi. Markanyan, emniyet müdürlüğüne götürüldü.

GFB LİDERİ DE GÖZALTINDA

Genç Fenerbahçeliler lideri Sefa Kalya da gözaltına alındı

GÖZALTINA ALINANLAR EMNİYETTE

Sabah saatlerinde başta Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar olmak üzere birçok ilçede düzenlenen operasyonda birçok kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar emniyet müdürlüğüne getirildi.

GÖZALTINA ALINANLAR SAĞLIK KONTROLÜNDEN GEÇİRİLİYOR

İstanbul’da taraftar gruplarına yönelik operasyonlarda gözaltına alınanlar sağlık kontrolünden geçirildi. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sağlık kontrolünden geçirilenler arasında Beşiktaş’ın taraftar gruplarından Çarşı’nın eski lideri Alen Markaryan da yer aldı.

Dünyadan kısa kısa – 27 Eylül Cuma

Tunuslu rap şarkıcısı polise hakaretten hapiste

Ağustosta polis karşıtı Boulicia Kleb adlı (Polisler Köpektir) bir şarkı söyleyen Ahmed Ben Ahmed, altı aya mahkum edilirken şarkıda ona eşlik eden diğer rapper Alaa Yacoub kayıplara karıştı.

 

Greenpeace aktivistlerinin tahliye isteği reddedildi

Rus mahkeme, Greenpeace gemisindeki 20 aktivistin akaryakıt platformunu ele geçirmeye çalıştıkları gerekçesiyle iki ay gözaltında tutulmasına karar verdi. BBC’nin Moskova muhabiri Daniel Sandford, Rusya’nın Arktik Denizi’nin altındaki fosil yakıtları ekonomideki geleceği açısından gerekli bulduğundan dolayı her tür tehididi ciddiye aldığını belirtti.

 

Gizli Soğuk Savaş dosyalarına göre ABD, Muhammet Ali ve Martin Luther King’i dinlemiş

Gizlliliği kaldırılan belgeler, ABD Ulusal Güvenlik Bürosu’nun  (NSA) “Minare” adındaki bir program kapsamında ağırsiklet boks şampiyonu Muhammet Ali ve sivil haklar savunucusu Martin Luther King gibi Vietnam Karşıtlarının yurtdışı telefon görüşmelerini ve yazışmalarını takibe aldığını ortaya koydu.

 

Filistin’deki bir köy haritadan silindi

İsrail Savunma Bakanlığı yetkilileri, kaçak yapılaşmaya yüzünden Makhul köyünün yok edilmesinin gerekli olduğunu savunurken çadır kurmalarına bile izin verilmeyen Filistinliler toprağın üzerinde yatıyor.

 

Sudan’da petrol zammını protesto eden 30 kişi öldürüldü

Ömer el-Beşir hükümetinin yakıt yardımını kaldıracağını bildirmesi ve ardından petrol fiyatının iki katına çıkmasıyla meydana gelen olaylarda yirmi kadar benzin istasyonu ateşe verildikten sonra ordu müdahale etti. Pazartesiden beri devam eden gösterilere binlerce kişi katıldı, bazı dükkanların yağmalandığı ve arabaların ateşe verildiği belirtildi.

 

Bağdat’ta patlayan bombada 23 kişi öldü

Perşembe günü pazar yerine bırakılan bombanın 23 kişiyi öldürdüğü bildirildi.

 

(Yeşil Gazete)

Akyaka için imzalar Ankara’ya pedallıyor!

Muğla Akyaka’da özelleştirilerek imara açılmak istenen hazine arazisinde bulunan zeytinliğin korunması için toplanan imzalar, Ankara’ya götürülüyor.

Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde bulunan Akyaka’dae bulunan 19.300 metrekare (yaklaşık 20 dönüm) büyüklüğündeki hazine arazisinin Başbakanlık Özelleştirme idaresi Başkanlığı’nca özelleştirme programına alınmasına karşı tepkiler Temmuz ayından beri devam ediyordu.

Zeytinlik arazisinin tüm beldenin kullanımına sunulması ve imar plan yetkisinin Belediye’ye devri taleplerini düzenledikleri protestolarla duyuran Akyaka Yerel Yönetim Platformu’nun ardından, “Zeytin, Söz, Su” mesajlarıyla topladıkları 23.400 imzayı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunacak olan Akyaka Dayanışması, bugün (27 Eylül) Akyaka’dan Ankara’ya doğru bisikletleriyle yola çıkıyor.

İmza kampanyasının yol boyunca devam ettirilerek çok daha fazla imzaya ulaşılması hedefleniyor.

Akyaka Dayanışması’nın yayınladığı metnin tamamı ise şöyle:

“Akyaka’dan Ankara’ya bisikletle yapılacak yolculuk boyunca taleplerimizi simgeleyen 3 mesajımız olacak : Zeytin,  Söz  ve Su

Zeytin;

Akyaka’da 3841 no.lu parselin özelleştirilmesinden vazgeçilmelidir. İmar değişikliğine gidilerek konut alanı olmaktan çıkarılmalı, üzerindeki zeytin ağaçlarına zarar vermeden hem Akyakalıların hem de Beldenin ziyaretçilerinin ortak yararlanabileceği biçimde, halkın katılımıyla yeniden değerlendirilmeli, kamusal alan niteliği korunmalıdır!

Söz;

Akyaka’da yaşanan bu örnek, yaşanmış nice benzerleri gibi İmar Yasasının anti-demokratik dayatmacı niteliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. İmar Yasası halkın daha en başından planlama süreçlerinekatılmasına elverecek biçimde yeniden düzenlenmelidir!

Su;

TBMM gündeminde görüşülmeyi bekleyen Gökova gibi korunan alanların korkulu rüyası Tabiatı ve Biyo Çeşitliliği Koruma(ma) Yasa Tasarısı geri çekilmelidir!

Turumuz 27 Eylül’de 14:00’da Akyaka’da bir basın açıklaması ile başlayıp, 7 Ekim’de Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın önünde bir basın açıklaması ile sona erecek. Yol boyunca 3 bisikletli pedal çevirecek, 2 kişi bir araçla kendilerine eşlik edecek.

Güzergahımız üzerinde konaklayacağımız yerleşim birimleri: Muğla, Denizli, Başmakçı, Afyon, Kütahya, Eskişehir, Sivrihisar, Temelli (Ankara).

Geçeceğimiz yerleşim birimlerinde başka bisikletli grupların kısa mesafelerde bizlere  eşlik ederek destek ve moral vermeleri bizleri mutlu edecektir. Ayrıca konaklayacağımız kentlerde sivil toplum örgütlerinin akşam düzenleyecekleri toplantılara katılmak, tanışmak, mücadelemizi anlatmak, kent ve doğa hakkı konularında sohbet etmek ve kampanyamıza imza toplamaktan mutluluk duyacağız.

Etkinliğimize destek vermek, bizleri toplantılarına davet etmek isteyen STÖ’lerin [email protected] e-posta adresine yazarak bizlerle iletişime geçmelerini rica ediyoruz.

Mücadelemizle ilgili bilgi için:

www.change.org/akyakabetonlasmasin (İmza kampanyamız)

www.facebook/DirenAkyakaDirenZeytinAgaci

www.twitter.com/AkyakaYYP

www.akyakaninsesi.blogspot.com

 

(Yeşil Gazete)

Şiddetin kaynağı – Gün Zileli

Çevrenizde sağa sola “orospu” diye çamur atanlara, yerli yersiz “namus”tan söz edenlere kuşkuyla bakın. Randevuevi işleticisi, kadın pazarlayıcısı olmaları ihtimali yüksektir.

Bu girişten sonra gözümüzü bugün en çok terörden, şiddetten söz edenlere, şikayet edenlere, “terörle mücadele” nutukları çekenlere çevirelim. Ne görüyoruz? Neyin üstünde oturuyorlar? En büyük şiddet araçlarının üzerinde.

Büyükten küçüğe doğru, atom bombalarının, nükleer füzelerin, kimyasal silahların, korkunç savaş makinelerinin, terör örgütleyen ve ihraç eden gizli istihbarat teşkilatlarının, uçak gemilerinin, bombardıman uçaklarının, cephaneliklerin, orduların, polis teşkilatlarının, tankların, topların, makineli tüfeklerin, tomaların, biber gazlarının, plastik mermilerin, boyalı mermilerin, işkencehanelerin, karakolların, mayınların, hapishanelerin, infaz kurumlarının, paramiliter sivil güçlerin vb. vb. vb.

Halktan topladıkları vergilerin çok önemli bir kısmını halkın tepesinde terör estirmek için yeni baştan ve gittikçe artan miktarlarda bunlara akıtmakta, yatırmaktadırlar.

Peki, aslında dünyadaki terör aygıtlarının, araçlarının ve teşkilatlarının neredeyse yüzde 99’u bunların elinde olduğu halde neden bu kadar büyük terör ve şiddet çığırtkanlığı yapmaktadırlar?

Bence bunun önde gelen üç sebebi vardır: Birincisi, kendi terör örgütlerini ve araçlarını sözde terörle mücadele eden araçlar ve aygıtlar olarak gösterip terörlerini halkın gözünde meşru hale getirmek; ikincisi, kendilerine karşı mücadele eden ya da potansiyel olarak mücadele etmek isteyen güçleri bastırmak ve peşinen terörize etmek; üçüncüsü de şiddet tekelini ellerinde tutmak.

Dedik ya, mahallenin baş kadın pazarlayıcısı, hem kendini gizlemek, dikkati başka yöne çekmek, hem karşısına çıkabileceğini düşündüğü potansiyel rakipleri baştan bastırmak, böylece fuhuş tekelini elinde tutabilmek için namus taciri kesilir.

Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Şiddetin kaynağı ne darbeci veya ihtilalci gruplar, ne halk veya sokak hareketi, ne devrimci sol veya anarşist gruplar ve örgütler, ne kabile veya aşiretler, ne şiddete eğilimli insanlardır. Şiddetin bir tek kaynağı vardır, o da iktidar ya da devletin bizzat kendisidir. Şiddet tekeli yasal olarak kimin elindeyse şiddetin kaynağı odur.

Şu dünyanın haline bakın. Ortalığı kana bulayanlar kimlerdir? Dünyanın her yerinde, gerek içerideki halklara karşı, gerekse komşularına karşı kanlı saldırılara girişen bir sürü devlet şiddet faaliyeti içindedir. Bu şiddetin o kadar görünür olmadığı pek “uygar” batı ülkelerinde de şiddet aygıtları her an müteyakkız bir şekilde halkın ensesinde beklemektedir. İngiltere gibi ülkelerde karakollardaki polis şiddetinden ölenlerin ortalaması haftada birdir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. T.C. devleti, artık içeride halklara uyguladığı şiddetle yetinmeyip terör ihracına başlamıştır. Elbette bu ihracat yıllık ihracat rakamlarında gösterilmemektedir ama korkunç bir şiddet ihracıdır bu. Kelle avcıları, hem de bile bile, hem paraca, hem silahça, hem de istihbarat örgütü elemanlarınca açıktan açığa desteklenmektedir.

İhracat böyledir de, içerideki gayrisafi şiddet hasılası çok mu azdır? Hiç de değil.

Mayıs’tan bu yana halka karşı tonlarca biber gazı sıktılar. Biber gazı kapsüllerini bazuka mermisi gibi kullanıp savunmasız göstericileri vurdular. Birçok insan kafasından ve muhtelif yerlerinden yaralandı; sakat kalanlar, kör olanlar oldu. Altı genç insan bu mermilerle ya da sivil polislerin örgütlediği paramiliter güçlerin darbeleriyle hayatını kaybetti.

Gerçi Gülay Göktürk Kurnaz, bu sayıyı yeterli bulmamış ama aslında üç ay gibi kısa bir sürede, tamamen barışçı gösterilerde altı insanın polisçe katledilmesi, örneğin benzeri olaylarla çalkalanan Yunanistan’la kıyaslarsak olağanüstüdür.

“Gezi’nin başlangıcıyla gururlandığını” söyleyen Cumhurbaşkanı’nın bir yandan da polis şiddetini onaylaması gerçekten şizofrenik bir durumdur. Aynı şizofrenik durumu birçok kişinin yaşadığını görünce insan onların adına üzülüyor.

Örneğin dün gece bizim Habertürk’teki tartışma programından önce, Balçicek İlter’in konuğu olan Kutluğ Ataman adlı, sanatçı olduğu söylenen birinin söylediklerini dinlediğimde de aynı üzüntüyü yaşadım. Kutluğ Ataman’a göre, Gezi başlangıçta iyiymiş de sonrasında bozulmuş. Neden? İşin içine şiddet yanlıları karışmış. Bir de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırılmış.

Oysa Gezi, sonuna kadar şiddet dışı ve özgürlükçü tutumunu sürdürmekte ısrar etmiştir. Orada “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırılması, Gezi isyanının özgürlükçülüğünü gösterir. Ne yapılsaydı yani? Polisin jandarması, polisi gibi, slogan atanların üzerine mi yürünseydi? Bu sloganı atanlar hareketin sadece bir bileşeniydi. Ama bu sloganı benimsemeyenler çoğunlukta olduğu halde onu yasaklama yoluna gitmedi. Herkes bildiğince bağırsın denildi; en fazla karşı slogan atıldı.

Gezi’nin şiddete yöneldiği de bir palavradır. Gezi, sadece polisin şiddetine karşı haklı bir özsavunma çizgisinde olmuştur. Polis 1 Haziran’da Taksim’den atılınca şiddet de sona erdi. On gün boyunca o kadar farklı görüşte insan ve grup kardeşçe bir arada yaşadı Gezi’de, ortak forumlar düzenledi. Bırakın şiddet denebilecek bir olayı, en ufak bir ağız dalaşı bile yaşanmadı orada.

Sonra 11’inde polis zuhur etti ve şiddet yeniden başladı. İnsanlar sadece kendilerini çıplak elleriyle ve ellerine geçirdikleri taşlarla savunmaya çalıştılar dev polis makinesinin karşısında. Ve polis şiddetini meşru görenler, bu kahramanca, özverili savunmaya şiddet damgasını vururken bir an için bile utanmadılar.

Kutluğ Ataman iyi atamamış. Başbakan’ın himayesine girmesine daha inandırıcı sebepler bulmalıydı. Bir de kalkmış, mahalle baskısından, insanların birbirlerinden korktuğundan söz ediyor. Oysa en büyük korkuyu kendisi yaşamış ki, Başbakan’ın himayesine girmiş. Kutluğ Ataman gibilerini gördükçe, insanın mayasının sağlamlığına olan inancı sarsılıyor insanın.

Gezi’nin üzerinden zaman geçtikçe herkesin eski reflekslerine yeniden geri döndüğünü söylemiştim bundan önceki bir yazımda.

Gezi karşısında bir şaşkınlık geçiren AKP devleti de yeniden hafızasını yokladı ve derinlerden bir yerlerden, o eski DHKP-C’yi bulup yeniden piyasaya sürmeye başladı son günlerde.

Oysa Gezi’de bir başka DHKP-C vardı: Kör polis lojmanı duvarlarına bazuka atmak gibi saçma eylemler düzenleyen bir DHKP-C değil, Taksim meydanında halkla birlikte kahramanca direnen bir DHKP-C’ydi bu. O çocukları hücre evlerinde sıkıştırıp katletmeye alışmıştınız, değil mi? Ama o meydanda halkla birlikte direnen DHKP-C’ye bunu yapamadınız ve bu durum hiç hoşunuza gitmedi. Şimdi o çocukları yine o hücre izbelerinde sıkıştırmaya hazırlandığınızı görmüyor muyuz sanıyorsunuz: Sizi küçük akıllı bezirgânlar.

Sonuç olarak ortada büyük bir hakikat duruyor: Şiddetin tek kaynağı devlettir, devletlerdir, devletin şiddet aygıtlarıdır. Devleti karşısına almayan, devlete, bugünkü AKP tek parti diktatörlüğüne sırtını dayayan, şiddete karşı olmaktan söz etmesin. Devlet aygıtını ele geçirmeyi ya da yeni bir devlet aygıtını devrim adına inşa etmeyi düşünenler de, bu gerçekleştiğinde bugünkü zalimlerden farkları kalmayacağını unutmasınlar.

 

Gün Zileli – www.gunzileli.com

İzmir’de “Enerji kimin için?” çalıştayı

0

Ege Çevre ve Kültür Platformu (Egeçep) ve Çevre İçin Hekimler Derneği işbirliği ile İzmir’de enerji çalıştayı düzenleniyor. 28 Eylül tarihinde Ahmet Priştina Kent arşivi ve Müzesinde düzenlenecek çalıştayda Enerji kimin için sorusuna yanıt aranacak.

Çalıştay duyurusu şöyle :

ENERJİ: Kimin İçin?

28 Eylül 2013

09.30 – 17.30

Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi

Çankaya – İzmir


1. OTURUM: 09.30-11.00

Enerjinin Toplumsal Yansımaları

Oturum Başkanı: Prof.Dr. Ali Osman Karababa, Ege Ü. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı

Yusuf Gürsucu, HDK Enerji Komisyonu Üyesi

Neriman Usta, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı

2.OTURUM: 11.15-12.45

Enerji Üretim Süreçleri ve Atık Sorunu:

Çevre ve Sağlık Etkilerinin Değerlendirilmesi

Oturum Başkanı: Doç.Dr.Coşkun Bakar, 18 Mart Ü. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Yrd.Doç.Dr.Ozan Devrim Yay, Anadolu Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi

Prof.Dr. Ali Osman Karababa, E.Ü. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı

3.OTURUM: 14.00-15.30

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Çözüm mü?

Oturum Başkanı: Özcan Uğurlu, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı

Çevre Yük.Mühendisi Yılmaz Kilim, Tarım Orkam-Sen Mersin Şubesi YK Üyesi

Doç.Dr.Coşkun Bakar, 18 Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

4.OTURUM: 15.45-17.30

Belgesel Gösterimi – Forum

Enerji: Ne Pahasına Kimin İçin?

Burçak Karaman Uysal, EGEÇEP Eş Sözcüsü

Berrin Esin Kaya, EGEÇEP YK Üyesi

Devleti değiştirmeden iktidar olmak – Erol Katırcıoğlu

Dünün bazı demokrat ve liberal aydınlarının Gezi olayından giderek sürekli bir sol eleştirisi yapıyor olmaları dikkat çekici. Hesapta bu olayı anlamak istiyorlar ama yaptıkları bir anlama çabasından çok bir karalama kampanyasına dönüşmüş durumda.

Doğrusu bu yazarların çoğunun, bir dönem önce rejimin mağdur ettiği İslami kesime sahip çıkmak gibi onurlu bir iş yapmışken, şimdi hangi nedenlerle, Gezi’de ortaya dökülen yine bir tür “mağduriyet” haykıran kesimlere karşı bu kadar eleştirel olabiliyorlar anlamak mümkün değil. Gezi’de, “sol” demeyi tercih ettikleri bu kesimlerin ne tür taleplerle sokaklara döküldüğünü anlamaya çalışmak yerine onları acımasızca eleştirmenin neresinde “demokratlık” ya da neresinde “liberallik” olabilir ki?

Türkiye’de sol, “modernitenin”, onun temsilcisi olan “kemalizmin” çocuğudur, bunu biliyoruz. O nedenle de solun içinde kemalizmden etkilenmiş kesimlerin olduğunu da biliyoruz. Ama şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, devletin “sol” kesimler üzerinde yaptıklarını hatırlayacak olursak bugün onların mağduriyetlerini ve devlete neden karşı olduklarını da anlamamız daha kolay olmaz mı? 12 Mart’da, 12 Eylül’de ve daha nice tarihlerde devletin ve iktidarların, onlara gösterdikleri vahşetin (üstelik çoğu çocuk yaştayken) hiç iz bırakmadan uçup gideceğini mi sanıyordunuz? Öyle olmuyor. Nitekim bizde de öyle olmadı. Bu insanlar sokaklardalar, talepleri ve iddiaları var. Bizim onları yanlış bulup bulmamızın ise bir kıymet-i harbiyesi yok. Onlar, onlar.

Bu liberal yazarların bazıları, birilerinin, Gezi’deki AKP ve İslami kesim karşıtlığından yararlanarak kitleleri yönlendirdiklerini dolayısıyla olayın hükümete karşı “darbe” amaçlı bir “komplo” olduğunu öne sürüyor ya da ima ediyorlar. Dolayısıyla olayın Ergenekon bağlantılı bir olay olduğunda hemfikir gibiler.

Doğrusu Gezi’de “ulusalcı” ve “Ergenekoncu” denilebilecek bazı sloganların atılmış olduğu doğrudur.  Ama buradan giderek Gezi’nin Ergenekoncu bir darbenin ayak sesleri olduğunu iddia etmek doğru değildir. Çünkü bugün toplumda Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili yaygın bir inançsızlığın varlığı çok açıktır ve bunun Gezi’yle doğrudan bir ilgisi yoktur. Yoktur çünkü bu ülkenin mahkemeleri hemen her zaman devletin ve iktidarın bir parçası olmuş ve onların yanında yer almışlardır ve o nedenle de çoğu kez haklılığın değil haksızlığın kaynağı olmuşlarıdır.

Yine şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, mahkemelerimizin aldıkları kararlara bakın bugün neden Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili yaygın bir inançsızlığın olduğunu görürsünüz. Örneğin, Menderes ve arkadaşlarının asılma kararlarını bu mahkemeler vermediler mi? Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını genç yaşlarında darağacına bu mahkemeler göndermediler mi? 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp asılması kararını bu mahkemeler almadılar mı? O zaman neden şimdi bazılarımız bu mahkemelerin verdikleri kararların doğru olduğuna inansın ki?

Dolayısıyla Ergenekon davasına inançsızlık Gezi’den yansımış olabilir ama buradan Ergenekoncu hükümet karşıtı bir komplo üretmek oldukça zorlama bir çabadır.

Sol kavramı bir soyutlamadır. Hele hele solun ideolojik sorunlarının derinleştiği bir dönemde solun tek bir tahhayülü olduğunu söylemek doğru olmaz. O nedenle de Gezi’ye bakıp, Gezi’nin çok katmanlı gerçeğini atlayıp, tek bir sol varmış gibi yapmak, oradan solun toplumsal tahhayülünün kalmadığını söylemek iş değildir.

AKP’nin devleti değiştirmeden iktidar olması, devlete karşı haklı tepkileri olan kesimlerin bu tepkilerini haksız bir biçimde AKP’ye yöneltmeleri sonucu doğurmuş olabilir ama bu haksızlığın sebebi bu kesimlerden çok,  haklı tepkileri dikkate almayarak devleti değiştirmeden devletleşmiş olan AKP’dir.

Eğer ok atacaksanız biraz da buraya atın.

Tabii cesaretiniz varsa…

ErolKatırcıoğlu – www.kuyerel.org

Kadıköy’ü Kadıköy yapan muhtelif şeyler – Mehmet Tez

Her semtin değeri, ağırlığı, havası-suyu, alameti farikası ayrı. Geçen hafta biber gazı İstanbul’daki yolculuğuna Kadıköy’de devam edince gündeme gelen mahalleyi ve muhabbetini şöyle bir derleyip toplamak farz oldu

Doğma büyüme Kadıköylü falan değilim ama Kadıköy’de belli bir zaman geçirdim. Başka bir yere gitmeyi istemeyecek kadar en azından. Moda’dan Bostancı’ya sahili sokakları arşınladım, Kadıköy’ün adına sanına değil, sunduklarına gelen ve onlarla memnun olan biriyim. Bu gözle Kadıköy şöyle bir şey…

Gaz Kadıköy’e de uğrayınca Kadıköylüler sağa sola şöyle yazdı ya, “direniş ayağımıza geldi gece gece karşıya geçmek zorunda değiliz”.
“Kadıköy kafası” varsa eğer bu cümle güzel anlatıyor.
Bunun alt metni şu aslında; Kadıköy’de biraz her şeyden uzaktasın. Kendi halinde, kendi doğal sınırları olan, mahalleleri birbirine sahilden bağlı bir kasabada yaşıyorsun. Gün boyu ne yaparsan yap akşam eve mahalleye dönüp kendi hayatına, komşularına, esnafına kavuşuyorsun. Vapurdan inip karaya adım attığın anda her şeyi geride bırakıyor, başka bir kıtaya ayak basıyorsun (teknik olarak öyle, psikolojik olarak daha da öyle).

Kadıköy’e körler ülkesi denirmiş, “buraya yerleşenler kördü herhalde, Avrupa tarafı varken burada ne bulmuşlar” anlamında. Tarihi bir yanılgıyı düzeltip ilk Kadıköylülere iadei itibar öneriyorum. Bir kere buradan bakınca karşısı daha güzel görünüyor. Gün batımı şahane, bir yanın deniz, bir yanın boğaz, karşında adalar… Aksine gayet iyi görüyormuş bence ilk Kadıköylüler. Biz burada Sarayburnu’ndaki İmparatora falan fazla bulaşmadan hem şehrin içinde hem de dışında yaşarız diye düşünmüş olmalılar.

Kadıköy’le ilgili en korktuğum şey Kadıköy’ün bir tür İzmir’e dönüşmesi. “Biz İzmir’de boyoz yer çekirdeğe çiğdem deriz” muhabbeti çok fena arttı bu aralar.

Çarşı, Kadıköy’ün alameti farikalarından biri. Her ne kadar bir örnek ruhsuz biracıların istilasını yaşasa da son yıllarda enteresan dükkanları, kadın temizlik görevlilerinin kullandığı minyatür çöp arabalarının dolandığı dar sokaklarında rengarenk baharatçıları, mezecileri, şarküterileri, balıkçıları hala var.
Ecevitler’den öteberi almak, Yılmazlar kasabından et almak, Kadınimet’te tezgahtan seçtiğin balığı yaptırıp yanında bir kadeh rakıyla gelen geçene bakarak yemek, eve Petek fırınından çıtır ekmek almak, balıkçılarda ayıklattığın çingene palamutlarının yanına taze roka, turp, limon koyup eve yollanmak Kadıköylü klasiklerinden. Olmadı Halil var, lahmacunda tek adres. Benusen var, müdavim lokantası tadında. Çiya var, yöresele yelken açmak için.

Akmar pasajı eskiden şahaneydi. Kadıköy’deki alternatif kültürün merkeziydi. Şimdi orada kalan bir iki dükkandan biri Zihni’ninki. Müzik ihtiyacınız orada karşılanır.
Olmadı Bahariye’ye doğru Kaybedenler Kulübü muhabbetinin merkezi Vintage var. Kadıköy-Bahariye arası didik didik edilesi bir yer. Muhtelif eskiciler, pikapçılar, antikacılar, saatçiler…

Kadıköy demek biraz da Bahariye’deki barlar sokağı demek. Eski toprak rock’çılar Karga’ya, depresif britler Trip’e, hipster’lar indie’ler Arka Oda’ya.
Kadıköy’ün yeni barlar sokağı aslında Moda Caddesi’nin Migros tarafı (Pidesun var ya, onun tam karşısı, yemediyseniz yeyin buranın pidesini). Zeplin’deki envai çeşit bira mahalleliyi olduğu kadar “karşı”yı da çekiyor. Yanında açılan mekanlara burası hayli hareketli ve Kadıköy’ün yeni hip bölgesi olma yolunda. Oturmak isteyenler Moda Meyhanesi’ne ciğere, sahile doğru yürüyşe geçenler Cibalikapı’nın mezelerine…

Kadıköy elbette sadece Kadıköy değil. Felsefi bir cümle değil, Cadde’den bahsediyorum, Bağdat Caddesi de Kadıköy, Caddebostan da, Suadiye de, Şaşkınbakkal da.
Kadıköy’ün Avrupa yakasındaki herhangi bir yerden en büyük farkı kamusal alanların bulunması. Kumsalı olan kaç ilçe var İstanbul’da? Sahillerde dolaşacak, oturacak, denize girecek yer bulabilirsiniz. İlla bir yerlerde hesap ödemeniz gerekmez. Avrupa yakasının yabancı olduğu bir his.

Kadıköy demek esnaf demek ve mahalleli demek. İstanbul’da artık pek sartlanmayan bir şey olarak Kadıköy’de “mahalleli” var. Mahalle sakinleri var. Buradaki mekanlara, buradaki restoran ve lokantalara buradaki insanlar gider. Bir yerden çıkıp eve yürüme mesafesinde dönersin. O yüzden insanlar birbirlerini tanır, selam verir.
Flamingo’da döner yersiniz, Jumbo’da hamburger, Barış büfede tost, Beyaz Fırın’da poğaça, ya da İl Padrino’da pizza, illa ki tanıdık birilerini görürsünüz (bu arada İl Padrino gibi yıllardır dekor değiştirmeyen kaç restoran var?).
Bu açıdan bakarsanız Nişantaşı ve Cihangir’e ve bu tip semtlere göre geri bir yer Kadıköy. Daha az şehirli, daha fazla kasaba gibi. Son yıllarda Avrupa yakasının fiyakalı semtlerinden çok fazla göç almasının nedeni bu belki de kim bilir.

Vapur İstanbul’un her yerinde var ama Kadıköylü için vapur hayatın parçası. Sadece kendi değil iskeleleri de öyle. Beşiktaş iskelesi, Haydarpaşa… Siluetleri yeter. Evet metrobüs daha pratik ama yani metrobüs adama şiir yazdırmaz, bir 20 dakikada hayatını gözden geçirtmez, kafanı açmaz, ciğerlerine temiz hava, beynine kan pompalamaz. Kadıköy metrobüsten çok vapur demek. 20 dakikada Karaköy.

Sadece Kadıköy’de var

Yazıcıoğlu İş Merkezi: Bilişim ve elektronik konusunda problemleriniz mi var? Tek adres. Derdin ne olursa olsun yanıt şu: “Hallederiz abi…”
Belediyenin minik çöp araçları ve temizlikçi kadınlar: İki kişilik çarpışan araba gibi çok sempatik araçlar bunlar.

Ali Usta dondurması: Biliyorum çok klasik. Ama başka yerde yok.
Kemal Usta waffle’ı: Waffle çılgınlığı Kadıköy klasiği. Gece yarısından sonra sokakları çikolata kokan semt başka nerede var?

Boğa: Kadıköy’de bir yerler tarif edilecekse referans Boğa’dır. Boğa’dan aşağı, Boğa’dan yukarı, Boğa’da toplanılıyor vs… Fenerbahçe’nin maskotu kanarya değil Boğa olsa olurmuş.

Fenerbahçe: Kurbağalıdere ve Yoğurtçu Parkı’nı da katıyorum işin içine. O bölge özellikle maç günleri piknik alanı /panayır arası bir yer. Kadıköy klasiği değilse nedir?

Caddebostan sahili: Avrupa yakasında ve Boğaz’da sahil demek lokantalardan, çay bahçelerinden, muhtelif tesislerden, binalardan, lüks teknelerden ya da balık yakalayanların oluşturduğu barikatlardan arta kalan bir iki metrekare yer demek. Ya da her şeyin fiyatının üç katına çıktığı “kazık zone” demek. Kadıköy’de sahil vatandaşın. Dilediğin gibi yürü, yat, koş, piknik yap, yayıl.

Bağdat Caddesi: Bu kadar geniş caddeler, bahçeler, ağaçlar, sokaklardan oluşan bu dev sosyalleşme, yeme içme, yürüyüş ve alışveriş alanının benzeri başka yerde yok. Bu Los Angeles hali elbette insanlara da yansıyor. Sayfiye şehri havasının nedeni bu, belki bu yüzden “erken şortlu” ilk caddede beliriyor, en son caddede görülüyor.

Koço: Eski Türk filminde sevgililerin gittiği yer atmosferini yaşatan ender restoranlardan. Balığı, rakısı bir yana, psikolojisi yeter.

Moda çay behçeleri: İstanbul’un tereddütsüz en yavaş servisi ve en kötü çayı burada. Ama manzarası güzel. Üstelik yaz boyu şehrin en serin bir iki yerinden biri.

Yeni şeyler

*Sokak müzisyenleri: Hem Bağdat Caddesi’nde hem de Kadıköy’de eskiden beri var sokak müzisyenleri ama şimdi her zamankinden daha fazlalar. Genellikle müzisyen öğrencilerden oluşan bir yeni nesil sokak müziği ekolü her yerde.

*Hispterlar: Cihangir, Tünel, Asmalımescit, Bomonti, Şişli, Teşvikiye, Beşiktaş’ın bir bölümü ve muhtelif Boğaz mahallelerinde sıkça rastlanan hipster’ların en sevdiği mahalle son yıllara Kadıköy. Farklı bir renk kattıkları kesin.

*Cihangir, Teşvikiye küskünleri: Kadıköy’den karşıya taşınanların sayısı şu anda karşıdan Kadıköy’e taşınanlardan azdır. Yani İstanbul içinden göç alan bir yer Kadıköy.

*Bisiklet yolları: Bisiklet yolları yapıldığından bu yana bisikletler de arttı. En acayibi şu üzerindeki müzik sisteminden müzik yayını yapan “chopper” bisikletler.

*Metrobüs: Kadıköylüler bayılıyor metrobüse. Dolmuş üzeri metrobüs formülü vapuru zorluyor.

 

Mehmet Tez -http://www.hafifmuzik.org/haber/kadikoyu-kadikoy-yapan-muhtelif-seyler/