Ana Sayfa Blog Sayfa 2460

İklimbilimciler ‘İklim Planı’nı değerlendirdi

Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum’un açıkladığı ‘Karadeniz İklim Değişikliği Planı’nı iklim uzmanlarına sorduk.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı ‘Karadeniz İklim Değişikliği Planı’nı iklim bilimcileri değerlendirdi. Bakanın özellikle Karadeniz’te meydana gelen sel ve heyelan olaylarına yönelik açıkladığı çalışmaların, bir “iklim değişikliği eylem planı’ olarak adlandırmanın doğru olmayacağını söyleyen İstanbul Politikalar Merkezi, İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarı Dr. Ümit Şahin, Türkiye’nin zaten bir iklim planı olduğunu vurguladı:Türkiye’nin zaten bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanmış bir de değil iki eylem olanı var. Birincisi İklim Değişikliği Eylem Planı (2011-2023), ikincisi ise İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı (2011-2023).” Bu iki planın yürürlükten kaldırılmadığına veya güncellenmediğine dikkat çeken Şahin, “iklim değişikliğiyle ilgili atılacak her adımı eylem planı diye açıklamak ülke politikalarındaki devamlılığı ve izleme-denetleme açısından önemli olan şeffaflığı zedeler” dedi.

“Açıklanan önlemlere bakıldığında; yaşanan son sellerde ne kadar yanlış bir proje olduğu iyice belli olan Karadeniz sahil yoluna dair birkaç tadilat öngörüldüğü, onun dışındaki politikaların bir tür kentsel dönüşüm amacı taşıdığı anlaşılıyor” görüşünü paylaşan Şahin, şu değerlendirmeyi yaptı:

Yapı stoğunu yenilemek mi istiyorlar?

“Daha önce İstanbul gibi yerlerde deprem tehlikesi nedeniyle yapılan kentsel dönüşümün, deprem bölgesi olmayan Karadeniz illerinde iklim değişikliği gerekçesiyle başlatılması düşünülmüş olabilir. Acaba amaç Trabzon, Giresun, Rize gibi büyük illerde yapı stoğunu yenileyerek ekonomik büyümeye yeni bir itki vermek mi? Dolayısıyla iklim değişikliği kaygısı bunun tam olarak ne kadar başlatıcısı, çok emin değilim. Zaten bakanlık Çevre ve Şehircilik, bakan da kariyerinin önemli bölümü TOKİ ve Emlak Konut yöneticiliğiyle geçmiş bir inşaat mühendisi ve şehirci olduğu için önceliklerinin bu olması çok da ilginç değil.”

Şahin, sel ve heyelan riski olan yerlerdeki yapıların yıkılması ve planlamanın dere yatakları gözetilerek yapılmasının olumlu olduğunu kaydetti; “Ama bunun, uyumla da sınırlı olsa, gerçek anlamda bir iklim değişikliği eylem planı olması için sadece yapı ve yollarla ilgili imar önlemlerinden ibaret olmaması, iklim değişikliğinin etkilerinin sağlıktan göçlere, sudan gıdaya bütün yönleriyle ele alınmış olması gerekir. Bir de tabii Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın her şeyden önce Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olmasını sağlaması” diye konuştu.

‘Temenni’den öteye gitmesini sağlamalı’

Boğaziçi Üniversitesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi ve İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü Prof. Levent Kurnaz da yıllardır, özellikle Avrupa Birliği’nden (AB) gelen baskılar nedeniyle Türkiye’nin iklim değişikliği konusundaki ilgisinin, bunun durdurulmasına yönelik sera gazı salımlarının azaltılmasına yoğunlaştığını hatırlattı. Bakan Kurum’un açıkladığı planın bu düşünceye farklı bir bakış getirdiğine dikkat çeken Kurnaz,“İklim değişikliğinin getireceği büyük felaketlerin hepimiz farkındayız ve uzun zamandır devlet politikasını da aynı zamanda bu felaketlerin önlenmesini gündeme alacak şekilde etkilemeye çalışıyorduk. Anlaşıldığı kadarıyla uzun süredir yapılan uyarılar sonunda bakanlık tarafından doğru biçimde algılanmış ve harekete geçilmiş” diye konuştu.

Deniz doldurularak yapılan Rize-Artvin havalimanı projesi.

Kurnaz, buna rağmen bakanın açıklamalarında akla takılan epey nokta olduğuna da dikkat çekti: “Öncelikle deniz seviyesindeki artıştan söz edip sonra Rize‘ye denizi doldurarak bir havalimanı inşa etmek devlet kurumlarımızın da iklim değişikliğini farklı değerlendirdiklerinin önemli bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Anladığım kadarıyla Sayın Bakan da bu plandaki maddelerin önemli kısmının kendi bakanlığı tarafından gerçekleştirilemeyecek hususlar olduğunun bilincinde ve bundan dolayı bu
planı bir temenni olarak almamızın daha doğru olacağını düşünüyorum. Açıklamaların temenniden öteye gidebilmesi için İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordinasyon Kurulu‘nun bakanlar düzeyinde bu planın arkasında durduklarını açıklaması ve gerçekleştirme adımlarını da anlatması gereklidir.”

‘Alınacak çok yol var’

Ortaya konan planın Türkiye açısından bir ilk olduğunu ve diğer bölgelere yönelik planların da aciliyetle hazırlanıp halkla paylaşılacağını ve hızla uygulamaya konulacağını umduğunu söyleyen Kurnaz, şöyle konuştu: “Tabii bu planların uygulanması bizi sera gazı salımlarımızı azaltma hedefinden de geri bırakmamalıdır. Paris Anlaşması bağlamında  verdiğimiz niyet beyanımız hem salım oranlarının hesaplanması hem de iklim değişikliğine uyum konusunda eksiklikleri ile acilen geliştirilmesi gereken bir belge olarak karşımızda durmaktadır. Alınması gereken çok yolumuz var ama böylesi adımlar umudumuzun artmasına neden oluyor.”

 

Bakan Kurum Karadeniz İklim Eylem Planı’nı açıkladı

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, öncelikli olarak Karadeniz Bölgesi’ndeki altı ili kapsayan, 15 maddelik ‘İklim Değişikliği Eylem Planı’nı açıkladı. Eylem planının, Türkiye’nin tamamı için de uygulanacağını söyleyen Kurum, Paris İklim Anlaşması’na taraf olmak için müzakerelerin sürdüğünü söyledi.

Trabzon’da, düzenlenen  ‘Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı Toplantısı’nda konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, iklim değişikliğinin son yıllarda uluslararası gündemi meşgul eden en önemli konulardan biri haline geldiğini söyledi. Dünya liderlerinin bir araya geldiği, G20 ve G7 zirvelerinde ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gibi toplantılarda terör, göç ve iklim değişikliğinin öne çıkan başlıca konular olduğunu belirten Kurum, şöyle konuştu:

“Önleyici tedbirler almak ve aynı zamanda uyum sağlamak için ülkeler birbirine yardımcı olmak zorunda. Çünkü iklim değişikliği maalesef sınır tanımıyor. İklim değişikliği ve dünyada etkilerine bakacak olursak, sanayi devriminden bu yana dünyanın ortalama sıcaklığı 1,1 derece arttı. Eğer tedbir alınmazsa bu yüzyılın sonunda ortalama sıcaklıklar yaklaşık 4- 6 derece artacak. Deniz suyu seviyesi 19 santim yükseldi. 2100 yılında denizlerimizde su seviyesinin 5 metre yükselmesi bekleniyor. Bu kötü senaryo gerçekleşirse birçok adanın sular altında kalması, pek çok yerel kültürün yok olması ve buna bağlı olarak iklim göçü meydana gelmesi öngörülüyor. Yani dünyada yaşayan insan nüfusunun 3’te 1’i küresel ısınmadan etkilenecek gibi gözüküyor. Önümüzdeki 100 yılın sonunda tarım için uygun alanların miktarı azalacak, kıtlık ve kuraklık baş gösterecek. Sel, fırtına, tayfun gibi doğal afetlerin sayısı, şiddeti ve yeri de artacak. Tatlı su kaynaklarıyla ilgili sıkıntılar meydana gelecek. Sadece insanlar için değil,  tüm canlılar için dünya, yaşanması zor bir yer olacak. Yine dünyamızda birçok canlı türünün yok olacağına, ekosistemin bozulacağına dair öngörüler bulunuyor.”

‘2100 yılı uzak gelmesin’

İklimi değiştirenin, insanın kendisi olduğunu vurgulayan Kurum şu ifadeleri kullandı: “Şehirlerimizde nüfus yoğunluğunun artması, trafik sorunu, aşırı tüketim gibi faktörlerle iklim değişikliğine sebep olduk. İklim değişikliğinin etkilerini önleyecek olan da yine bizleriz. Sadece devletlerin, ilgili kuruluşların değil tüm bireylerin çevre için duyarlı olması gerekiyor. 2100 yılı bize uzak gelmesin. Çocuklarımıza, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin görevi. Ani bastıran sağanaklarda metrekare başına düşen yağış miktarı, altyapısı düzgün olan ülkelerde de sel felaketlerine yol açıyor. Örneğin; Avrupa’da Berlin’de, Roma’da ayrıca Madrid ve Münih gibi şehirlerde aşırı yağışlar hayatı felç ediyor. Caddelerde insanlar yüzüyor, köprüler yıkılıyor, araçlar sürükleniyor. Daha 2 gün önce Washington’u sel aldı. Dolayısıyla iklim değişikliği yeni bir parametre olduğu için altyapınız ne kadar düzgün olursa olsun bu etkileri yaşıyorsunuz” diye konuştu.

‘Türkiye ciddi tehdit altında’

Türkiye’nin, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasındaki Akdeniz Havzası’nda yer aldığını  hatırlatan Kurum, Türkiye’nin tehditi altında bulunduğu riskleri de anlattı:

“Son yıllarda bu iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarını hep birlikte yaşamaya başladık. Kıyılarımızdaki ölçümler, deniz seviyesinin yıllık 6 mm civarında yükseldiğini gösteriyor. Deniz suyu sıcaklığımız da arttı, bu artışa bağlı olarak şiddetli ve sık yağışlar meydana geldi. İnsanlar için önemli oksijen kaynaklarından olan deniz çayırları yok oluyor. Akdeniz çölleşiyor. Bu süreçte, Tropikal canlı türleri Kızıldeniz üzerinden kıyılarımıza geliyor.

Daha önce ülkemizin sahillerinde bulunmayan, görselde de görmüş olduğumuz balon balığı, aslan balığı gibi istilacı tür balıklara rastlar olduk. Bu tür balıklar, denizlerimizdeki balık çeşitliliğini de tehdit etmeye başladı. Yine ülkemizin akciğerleri olan ormanlarımızda küresel ısınmaya bağlı olarak yangın riski artıyor. İklim değişikliği ekonomiye de zarar veriyor ve tedarik zincirini bozuyor. Akdeniz normalde kapalı havza olduğu için, hortum ihtimali düşüktür. Ama son dönemde ne yazık ki sıkça hortumlara şahit oluyoruz. Aynı zamanda şiddetli dolu yağışını da yaşıyoruz.

Antalya’da ceviz büyüklüğünde dolu yağdı. Sel suları, seraları yerle bir etti. Tüm bunlar yüzünden mahsullerimiz zarar görüyor, bu da fiyatlara yansıyor. Geçen Ağustos ayında hepimizin bildiği gibi İstanbul´da meydana gelen dolu yağışı; arabalarda, evlerde, iş yerlerinde, yollarda çok ciddi hasara yol açtı. Sadece 15 dakikalık dolu yağışı 3 milyar liralık zarara neden oldu. Bu maliyetle 12 bin konut inşa edebilir, hastaneler ve okullar yapabilir, istihdam sahaları oluşturabilirdik.”

‘Türkiye’nin her bölgesini etkileyecek’

İklim değişikliğinin herkesi ve her yeri etkileyeceğini belirten Kurum, “İç Anadolu bölgemizde 2100 yılına kadar gereken önlemler alınmazsa kuraklık artacak ve tarım ürünü çeşitliliği azalacaktır. Konya Karapınarlıyım. Dünyanın nazar boncuğu olarak adlandırılan Meke Gölü Karapınar’da. Bakanlık olarak ülkemizin diğer doğal güzellikleri gibi burayı da koruma altına aldık. Bu göl kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bölgede obruklar meydana geliyor ve çökmeler yaşanıyor. Konya gibi tarımın başkenti bir ilimizde seller yaşanmaya başladı. Bunun tabi ki başka etmenleri de var ama en belirgin nedeni iklim değişikliği. En bereketli ovalarımız, ülkemizin gıda deposu bölgelerimiz küresel ısınmanın tehdidi altında” dedi.

‘Paris anlaşması için müzakereler sürüyor’

Bakanlık olarak iklim değişikliğine karşı mücadele yürüttüklerini dile getiren Bakan Kurum, geçtiğimiz haftalarda Japonya’da düzenlenen G20 Zirvesi’nde, üye ülkelere iklim değişikliğiyle ilgili uluslararası kamuoyuna çağrıda bulunduklarını anlattı. Türkiye’nin 2004’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne ve 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olduğunu hatırlatan Kurum, “2016’da da Paris Anlaşması’nı imzaladık. Paris Anlaşması’na taraf olmamıza yönelik müzakerelerimizi de sürdürüyoruz. 2030 yılında, sera gazı emisyonlarında yüzde 21’e kadar artıştan azaltım hedefimiz bulunuyor. Bunun için de projeler gerçekleştiriyoruz” diye konuştu.

Sıfır Atık Projesi

Bakan Kurum, başta ‘Sıfır Atık’ projesi olmak üzere deniz çöpleriyle mücadele için başlattıkları ‘Sıfır Atık Mavi Hareketi’, bisiklet yolları, millet bahçeleri gibi çevreci hareketlerle iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya çalıştıklarına dikkat çekti; plastik poşetleri ücretli hale getirmelerinin ardından, plastik poşet kullanımında yüzde 78 azalma görüldüğünü kaydetti

‘Yedi bölgede iklim eylem planı hazırlanacak’

İklim değişikliğinin aynı zamanda kalkınma meselesi olduğunu da vurgulayan Bakan Kurum, 11’inci Kalkınma Planı’nda iklim değişikliği ile ilgili mücadeleye yer verildiğini hatırlatarak, bakanlığının Türkiye’nin yedi bölgesinde ayrı ayrı İklim Değişikliği Eylem Planı hazırlayacağını bildirdi. Önceliğin deniz suyu sıcaklığının son 40 yılın en yüksek seviyesinde gözlenmesi; buna bağlı olarak yağışların artması, bölgenin engebeli yapısı nedeniyle afet riskinin artması, can ve mal kaybı yaşanmasından dolayı Karadeniz’e verildiğini açıklayan Kurum, “Bu noktada en son Trabzon’da yaşadığımız sel felaketinden sonra bölgede çok hızlı bir şekilde, derelerin ve o dere yataklarında bulunan binaların taşınması sürecini başlattık” dedi.

Altı il için 15 maddelik eylem planı hazır

Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun ve Artvin’i kapsayan 15 maddelik ‘Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı’ hazırladıklarını açıklayan Bakan Kurum, dere yataklarında yer alan binaların tespit çalışmaların başlandığını, bunlar için kamulaştırma ve taşıma sürecinin planlanacağını anlattı. Kurum, dere yatağında bulunan ve iklim değişikliği nedeniyle risk altında olan, acil ve öncelikli taşınması gereken 1950 adet bina tespit ettiklerini, buralarda yaşayan 2000 aileyi, kentsel dönüşüm kapsamında yapacakları konutlara taşıyacaklarını söyledi. Bakan, riskli bölgelerdeki kamu binalarının da taşınacağını; bu bölgelerde bundan böyle inşaat faaliyetlerine izin verilmeyeceğini kaydetti.

Karadeniz sahil yoluna su hattı ve tünel

Köy yollarındaki köprü, viyadük gibi yapıların onarımını yapacakları, alternatif yol güzergahlarını hayata geçireceklerini belirten Bakan kurum, Karadeniz Sahil Yolu’nun belli noktalarında da ani oluşan taşkınların denize iletilmesini sağlayan su hatları ve tüneller oluşturulacağını bildirdi. .

Kurum, doğal afetriski taşıyan alanlarda erken uyarı sisteminin de kurulacağını söyledi. Toplantıya Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un yanı sıra Trabzon, Rize, Samsun, Giresun, Ordu, Artvin’in vali ve belediye başkanları ile kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

ABD’li siyasetçiden, röportaj isteyen kadın gazeteciye: Yanında erkek meslektaşınla gel

Missisipi Valiliği için yarışan Cumhuriyetçi aday Foster, seçim aracında programını takip etmek ve röportaj yapmak isteyen kadın gazeteciyi, “eşine söz verdim, karşı cinsiyetten biriyle yalnız kalmayacağım’ dedi. Foster, kadın gazeteciye bir erkek meslektaşının eşlik etmesini istedi.

ABD’nin Mississippi eyaletinin valisi olmak için yarışan Cumhuriyetçi aday Robert Foster, seçim aracında çalışmalarını takip etmek ve bu esnada kendisiyle röportaj yapmak isteyen Mississippi Today gazetesinin muhabiri Larrison Campbell‘in talebini, “yanında bir erkek muhabir de getirmesi şartıyla” kabul edeceğini söyledi. Campbell, Foster’ın “kadınları önce cinsel obje, sonra muhabir olarak gördüğünü” söyledi.

Ağustos ayındaki önseçim için çalışan Foster, daha önce Campbell’e birkaç kez röportaj vermişti. Bu kez ise “önceden önlemini aldığını ve evliliğiyle ilgili hiçbir şüpheye yer vermek istemediğini” söyledi: “Bu benim aracım ve benim aracımda benim kurallarım geçerli olur.”

CNN‘e konuşan Foster, dini görüşlerinin ve inancının, bir kadınla aracın içinde yalnız kalmasını engellediğini ve eşine, “karşı cinsiyetten biriyle asla yalnız kalmayacağı sözünü” verdiğini söyledi. Hristiyan evanjelist Billy Graham‘ın yaşarken söylediği “Karımdan başka hiçbir kadınla baş başa kalmam” sözlerini hatırlatan Foster, “Algı da bir gerçeklik ve ben kimseye, yanlış bir şey yapıyormuşum fikrini vermek istemem” dedi.

Foster, cinsel taciz ve tecavüzlerin ifşa edildiği MeToo (ben de) hareketinin ardından “erkeklerin sürekli saldırı altında olduğunu” bildirdi: “Kendimi, başka kimsenin olmadığı ve bir kadının bana yönelik herhangi bir suçlama yapabileceği bir duruma sokmam.”

‘Eğer muhabir bir erkek olsaydı, aracınızda seçim kampanyasıyla ilgili ona röportaj verir miydiniz?’ sorusuna ise “Evet” yanıtını verdi.

CNN’deki programa katılan Campbell, siyasetçinin bu kararı için “cinsiyetçi” dedi; beraberinde bir erkek ‘gözetmenle’ birlikte röportaj yapmayı reddetti: “Bu söylediğiniz şey bir kadının önce bir cinsel obje, ardından bir muhabir olduğu anlamına geliyor.”

Foster’a, valilikte çalışan birçok kadın çalışanı hatırlatarak, eyaleti sadece kadınlarla aynı odada kalmadan nasıl yöneteceğini sorulduğunda Cumhuriyetçi siyasetçi, kapıyı her zaman açık bırakabileceğini, ancak aracın içinde yalnız kalmanın farklı bir durum olduğunu söyledi.

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence de 2002’de, evanjelist Graham’ı takip ettiğini ve karısından başka hiçbir kadınla baş başa yemek yemediğini; yanında eşi olmadan hiçbir alkollü davete katılmadığını söylemişti. Bu sözleri iki sene önce başkan yardımcısı olduğunda gündem olmuş ve birçok kişi tarafından tepki çekmişti.

AYM kararı: Habere erişim engeli, ifade ve basın özgürlüğü ihlalidir

‘İple bağlanıp panzerin arkasında sürüklenen’ Birlik’in görüntülerini yayımlayan Birgün Gazetesi’nin haberine yönelik erişim engeli AYM tarafından kaldırıldı. Yüksek Mahkeme, getirilen engeli ‘ifade ve basın özgürlüğüne, bilgi alma ve verme hakkına mühadale’ olarak değerlendirdi.

2015 yılında Şırnak’ta yapılan operasyonlar sırasında, Hacı Lokman Birlik‘in öldürülüp panzerin arkasından iple bağlanarak sürüklendiğine yönelik görüntüleri yayınlayan BirGün Gazetesi’nin haberine yönelik “erişim engeli” hakkında Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yazısı üzerine getirilen erişim engeli kararını değerlendiren Yüksek Mahkeme, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi.

2015 yılında verilen erişim engeli kararının ardından Gölbaşı Sulh Ceza Hakimliği’nin kararına yönelik itiraz, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Bunun üzerine AYM’ye yapılan başvuru, Genel Kurul gündemine alındı. Olayla ilgili AYM’nin görüş istediği Adalet Bakanlığı, erişim engeli kararını, “Cesedin sürüklenmesi, terörün övülmesi için kullanıldı” iddiasını ortaya attı. Bakanlık, görüntülerin kamu yararı gereği yayından kaldırıldığını öne sürdü.

AYM: Bilgi alma ve verme özgürlüğüne müdahale

AYM raportörü tarafından hazırlanan raporda ise, ifade özgürlüğüne dikkat çekildi. İnternet haberciliğinin basının temel işlevini yerine getirdiği sürece basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin kararları hatırlatan raportör şu ifadeleri kullandı: “İnternet sitelerine erişim engeli biçiminde getirilen her türlü kısıtlama, bilgi alma ve verme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Bu adreste yer alan yayının içeriği ile sınırlama sebebi arasındaki ilişki ortaya konulamamıştır. Süresiz kısıtlamaların ifade ve basın özgürlüğü önünde orantısız müdahale teşkil edeceği açıktır. Yargısal makamlarca başvuruya konu habere erişimin engellenmesi şeklindeki kısıtlamanın zorunlu bir sosyal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu yeterli gerekçe ile gösterilememiştir.”

‘Süresiz kısıtlama orantısız müdahaledir’

AYM kararında, erişimin engellemesinin başka bir karara gerek duymaksızın sürekli hale getirilmesinin de basın ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiği vurgulandı: “Üstelik somut olaydaki gibi daha sonra bir ceza soruşturması veya kovuşturması açıldığı bildirilmeyen ve dolayısıyla tedbir hakkında yeniden bir karar verilmeyen durumlarda kısıtlama sürekli hale gelmektedir. Bu şekilde süresiz kısıtlamaların ifade ve basın özgürlüğü önünde orantısız müdahale teşkil edeceği açıktır.”

Oy birliğiyle ihlal kararı

Raporun ardından toplanan AYM Genel Kurulu, oy birliği ile aldığı kararla, gazeteye yönelik erişim engeli kararının, Anayasa ile güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti. AYM ayrıca yargılama giderlerini Adalet Bakanlığı’nın ödemesine ve erişim engelinin kaldırılması için Gölbaşı Sulh Ceza Hakimliği’ne yazı gönderilmesine karar verdi

İklim krizi orman yangınlarını tetikliyor

Türkiye’deki orman yangınların yüzde 90’ının insan kaynaklı olduğunu söyleyen  İ.Ü  Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Tolunay, iklim krizi nedeniyle görülecek sıcaklık artışları yüzünden, çok daha şiddetli orman yangınlarının çıkmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi

Orman Bakanlığı’nın verilerine göre, 2018’de iki bin 167 orman noktasında beş bin 644 hektarlık alan kül oldu. Yine bakanlığın web sayfasında bu yangılarının 192’sinin kasıtlı çıkartıldığı belirtilirken, ihmal-kaza sonucu çıkan yangın sayısının 693 olduğu ifade edildi

“Türkiye’deki yangınların yüzde 90’ı insan kaynaklı”

Bianet’e konuşan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Türkiye’de hatta Akdeniz coğrafyasındaki ülkelerde orman yangınlarının kaçınılmaz bir durum olduğunu ve yangınların genelde insan faktörü ile meydana geldiğini söyledi: “Özellikle Akdeniz iklimi gibi yazların kurak geçtiği daha sıcak olan yerlerde yangın insandan önce de olan bir durum. Öncelikle bu tespiti yapalım. Ama insanın etkisi ile orman yangını sayılarında artış var. Türkiye’de yıllık ortalama iki bin kadar yangın çıkıyor. Türkiye’de bugün orman yangınlarının çıkış nedenlerinden %90’nında insan etkisi var. %10-11 kadar yıldırımlar gibi, ağaçların birbirine sürtmesi gibi doğal sebeplerden yangın çıkıyor.”

“Orman yangılarını sıfırlayamayız”

Tolunay, iklim krizi nedeniyle gelecekte de orman yangınlarının sayısında artış beklendiğine vurgu yaptı: “Gelecekte de orman yangınlarının artışını bekliyoruz. İklim krizi özelinde gelecekte çok daha büyük çok daha şiddetli orman yangınları yaşanması kaçınılmaz. Gelecekte iklimin değişme yönü, sıcaklıkların 100 yıl sonunda 4-5 dereceler kadar artabileceği görülüyor. Önümüzdeki 20 yıllık bir sürede 2040’lı yıllarda bu artışlar 3 dereceleri bulabilir. Aynı zamanda yağışlarda da yüzde 20’ler ile 40’lar kadar azalma bekliyoruz.

Çözümün ilk adımı ekolojik bilinci yükseltmek

Böyle olması da ormanların daha fazla kuruması, altında yanıcı madde dediğimiz yaprakların da yanmaya karşı daha hassas olması sonucunu doğuruyor. Bu nedenle gelecekte de artacak, hiçbir şekilde orman yangınını sıfırlayamayız.”

Yangınların azaltılabilmesi için toplumda ekoloji bilincinin yükseltilmesi gerektiğini söyleyen Tolunay, şunları vurguladı: “İnsanların ormanlık bir alanda ateş yakması her zaman yangın riskini ortaya çıkarıyor. Günümüzde insanların özellikle Ege, Akdeniz gibi tatil bölgelerinde yerleşimlerin ormanla iç içe olması, villaların yapılması otellerin yapılması yangın riskini arttırıyor.

Bizim önlem olarak alabileceğimiz tek yol ormandaki yanıcı maddeleri veya kıvılcım oluşturucu maddeleri ormana sokmamız gibi gözüküyor. Bunun yolu da kesinlikle ormana giriş çıkışı yasaklayalım olmaz, çünkü mümkün olmayan bir yöntem.İnsanların bu ortamlarda en fazla olduğu dönemler temmuz-ağustos, bu nedenle insanları mart itibari ile bilinçlendirmeye başlamak gerek.”

‘Yanan bölgeleri hemen ağaçlandırmak doğru değil’

Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı ekiplerinin yangınla mücadelede başarılı olduğuna ancak yangın çıkmasını önlemek üzere kurulu bir sistemin olmadığına dikkat çeken Tolunay, yanan ormanlık alanların, kamuoyu baskısıyla hemen ağaçlandırılması çalışmalarına başlanmasının doğru olmadığını kaydetti:

Halbuki yapılması gereken şey, kızılçam ormanları yandığı zaman bu alanları hiç tekrardan ağaçlandırma yapmanıza gerek yok. Sadece koruma altına alıp kendi haline bıraktığınız zaman bile kendiliğinden geliyor. Bu da çok önemli iklim kriziyle mücadele etmek açısından, çünkü “iklim değişikliğine uyum” adını verdiğimiz çalışmalar kapsamında ormanları mümkün olduğu kadar doğal yollarla çoğaltmalıyız. *Çünkü ağaçlandırdığınız zaman bu ağaçlandırdığınız silajlıklarda yetiştirdiğiniz silajlar tohum bahçelerinden toplanıyor ve genetik çeşitliliği dar. Ama doğal olarak oradan geldiği zaman çevredeki ağaçların tohumlarından geldiği için genetik çeşitlilik çok yüksek ve gelecekti iklim değişikliğine karşı bir dayanıklılık sağlıyor bu genetik çeşitlilik.”

Giresun Valiliği ‘Toros Canavarı’nı yasakladı

Gerekçe göstermeksizin verilen yasaklama kararı metninde, sadece ‘uygun görülmemiştir’ deniyor.

Giresun Keşap’ın Halkalı Köyü’nde yarın sahnelenmesi planlanan Aziz Nesin’in yazdığı Toros Canavarı adlı oyuna önce izin verildi, sonra valilik engeline takıldı. Etkinliği düzenleyen Giresun Halkevi üyesi Emrullah Kabacaoğlu karar sürecini sendika.org’a anlattı: Bizim köyümüz rakım olarak yüksek bir köy, henüz tiyatro ile tanışmamış insanlar var. Fındık sezonu yaklaşıyor. Yorucu geçecek bir sezonun öncesinde köyüm olan Halkalı’da neler yapabileceğimizi düşünürken köylülerle tiyatro gösterimi yapabileceğimizi konuştuk.”

Tiyatro gösterimi için Giresun Halkevi’nin harekete geçtiğini söyleyen Kabacaoğlu, üniversitelilerden oluşan KOTA adlı tiyatro topluluğu gösterim için çalışmalara başladığını, ancak kaymakamlığa tiyatro tarihinin bildirilmesi ile birlikte garip bir izin süreci başladığını anlattı:

“Tiyatro oyununun metni ile kaymakamlığa bilgilendirme için başvurduğumda yazı işlerinden oynatılamaz kararı gerekçe sunulmadan elimize verildi. O gün köylüler olarak kaymakam ile görüşerek derdimizi anlattık. Ve vermesi gereken izini aldık. Sonrasında köylüler olarak tiyatronun duyurusuna ve hazırlıklarına başladık. Bir hafta boyunca Halkalı ve civar köylerde duyurduk. Bu süreçte tiyatro hazırlıklarını dayanışmayla yürütüyorduk. Köyden bir tane inşaat ustası arkadaşımız sahneyle, elektrikçi arkadaşımız ışıkla ilgileniyordu. Oyuna dört gün kala kaymakam köye gelerek tiyatronun oynatılamayacağını, valilik tarafından engellendiğini söyledi. Valilikle görüşmeye gittiğimizde tiyatro gösteriminin yasaklanmasına dair herhangi bir gerekçe sunulmadı.”

‘Aziz Nesin bu ülkenin değeridir’

HDP Milletvekili Oya Ersoy, TBMM’de yaptığı konuşmada, yasaklamayı gündeme getirerek “Aziz Nesin bu ülkenin değeridir ve onun tiyatro oyununu denetlemek hiçbir Kaymakamın haddine değildir” dedi.

Halkalı ve civar köy sakinleri tiyatronun engellenmesi ile ilgili yetkililerden bir açıklama bekliyor.

30 yıl önce batan denizaltı halen radyasyon yayıyor

1989’da çıkan bir yangın yüzünden batan Sovyet denizaltısında, normalden 800 bin kat fazla radyasyon bulunduğu açıklandı.

Norveç, 1989’da çıkan bir yangın sebebiyle batan Sovyet denizaltısında, normalden 800 bin kat fazla radyasyon bulunduğunu açıkladı. K-278 Komsomolets isimli denizaltı, 1989’da Norveç Denizi’nde battığında içinde 69 kişi vardı. 42 denizci batan denizaltıda hayatını kaybetmişti.

BBC’nin haberine göre, araştırmacılar, batık denizaltının havalandırma borularından birinde radyoaktif sezyum sızıntısı buldu. Kutup bölgesindeki suların bu maddeyi seyrelttiğini, durumun şu an alarma vermediğini söylediler. 1680 metre derinliğindeki denizaltının çevresinde az sayıda balığın da yaşadığı belirtildi.

7 Temmuz’da, uzaktan kumandalı bir Norveç aracı, Komsomolets’e giderek hem inceleme yapmış hem de görüntü almıştı. Sovyet denizaltısı, battığında platinyum savaş başlığı olan iki nükleer torpido taşıyordu. Ancak Norveç Radyasyon ve Nükleer Güvenlik Ajansı (DSA) denizaltıda yangın çıkar çıkmaz nükleer reaktörün kapatıldığını, bunun da olası bir felaketi önlediğini duyurdu.

Batık denizaltının parça alınan diğer havalandırma boyutlarında, yüksek seviyede radyasyona rastlanmadı.

Kazada hayatını kaybeden 42 denizcinin ya yangın sebebiyle çıkan zehirli gazlardan ya da suyla temas ettiğinde donarak öldüğü biliniyor. Kazadan bu yana Norveçli ve Rus yetkililer, düzenli aralıklarla bölgedeki radyasyon seviyesini ölçüyor.

Norveçli uzman Hilde Elise Heldal, “Ruslar daha önce 1990’larda ve en son 2007’de yaptığı çalışmaların sonucunda bu boruda sızıntı olduğunu belgelemişti, o sebeple özellikle buradan örnek topladık. Dolayısıyla burada bulduğumuz yüksek radyasyon seviyesi şaşırtıcı değil. Bulduğumuz oran okyanuslardaki normal seviyenin üzerinde ancak yüksek alarm seviyesinde değil.” Dedi.

Geçen hafta da Rusya’ya ait bir denizaltı Norveç açıklarında batmış, 14 denizci hayatını kaybetmişti. Olaydan üç gün sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yangın çıkarak batan denizaltının nükleer enerji ile çalıştığını açıklamıştı.

AYM’den Erdoğan’ın ‘ucube’ dediği İnsan Hakları Anıtı’nın yıkılmasına hak ihlali kararı

Anayasa Mahkemesi, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ‘ucube’ diyerek yıkılmasını istediği, Kars’taki İnsan Hakları Anıtı için, heykeltraş Mehmet Aksoy’un ifade ve sanat hürriyetinin ihlal edildiğine karar verdi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), Kars’ta dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ucube’ dediği İnsan Anıtı’nın 2011’de yıkılması nedeniyle Heykeltraş Mehmet Aksoy’un anayasada güvence altına alınan ifade ve sanat hürriyetlerinin ihlal edildiğine karar verdi.

Dönemin AK Parti’li Kars Belediyesi’nin kararı doğrultusunda Heykeltraş Mehmet Aksoy, 2006’da kenti kuşbakışı gören Üçler Tepesi’ne İnsanlık Anıtı yapmıştı. 2011’de Kars’a gelen dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, heykele ‘Ucube’ demiş ve anıtın yıkılmasını istemişti.

Yıkım kararına karşı idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermesine karşın bölge idare mahkemesi bu kararı kaldırmıştı. Kars Belediyesi, heykelin yıkımı için ihaleye çıkmıştı. 272 bin TL’ye işi alan bir şirket, 26 Nisan 2011’de heykelin yıkımına başlamıştı.

Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre, yıkıma karşı yargı yolunun tükenmesi üzerine 2014 yılında Aksoy, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Yüksek mahkeme, başvuruyu 5 yıl sonra gündemine aldı. Dün toplanan AYM Genel Kurulu, heykelin yıkılması nedeniyle Aksoy’un ifade ve sanat özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi ve Aksoy’a tazminat ödenmesine hükmetti. Karar 6 muhalif üyeye karşılık 8 oyla alındı. Kararın gerekçesi iki ay içinde açıklanacak.

İkiye ayrılmış bir insan figürü şeklinde yapılan heykelin barışı simgelediği açıklanmıştı.

Erdoğan tazminat da ödemişti

Heykeltraş Mehmet Aksoy, anıta ‘ucube’ dediği gerekçesiyle Erdoğan hakkında tazminat davası açmış, mahkeme 2015’te Erdoğan’ı 10 bin TL manevi tazminat ödemeye mahkûm etmişti.

Kavak Deresi’ne kimyasal karıştı

Çerkezköy’den geçen Kavak deresinin renginin değişmesi üzerine yapılan incelemede, dereye bölgedeki OSB kaynaklı, içeriği belli olmayan kimyasal madde karıştığı belirlendi.

Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesinde bulunan Kavak Deresi’nin renk değiştirip, kirli akması üzerine suda ön inceleme yapıldı. Dereye, Organize Sanayi Bölgesi TIR Garajı’nın altından geçen yağmur suyu kanallarından, içeriği belli olmayan kimyasal madde karıştığı belirlendi.

Çerkezköy’den geçen ve Çorlu Deresi ile birleşen Kavak Deresi, son günlerde bazı kesimlerinde kirlenerek, gri ve siyah akmaya başladı. Bunun üzerine Çerkezköy Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü ekipleri, Kavak Deresi’nde inceleme yaptı. Dereye kimyasal madde karıştığının belirlenmesi üzerine Zabıta Müdürlüğü ekipleri, olayla ilgili tutanak tutarken, Tekirdağ Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerine de haber verildi. Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Vekili Kaan Sinan Tohumcu ve ekipler, Kavak Deresi çevresindeki beş kilometrelik alanda inceleme yaparak, dereden incelenmek üzere numuneler aldı.

THK’nın ‘gece uçabilen’ yangın söndürme uçakları Göcek’te kullanılmadı

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, Göcek’teki orman yangınında gece helikopterleri kullanamadıklarını söylemişti, ancak THK’nın elinde gece de uçabilen yangın söndürme uçakları var. CHP’li Haluk Pekşen sordu: Neden kullanılmadılar?

Türk Hava Kurumu (THK), web sitesinde faaliyet alanlarını tanıtırken ‘Avrupa’nın en büyük özel uçak Yangın Hava Söndürme Filosuna sahip olduğunu’ belirtiyor. Ancak önceki gün Dalaman’da çıkan ve gece saatlerinde Göcek’e doğru büyüyüp ilerleyerek yerleşim yerlerini tehdit eden  yangında, ‘gece uçabildiği’ belirtilen bu gelişmiş uçaklar kullanılmadı. Eski CHP milletvekili Haluk Pekşen, Dalaman ve Göcek’teki büyük orman yangınında bu uçakların neden kullanılmadığını sordu.

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Göcek’teki yangın devam ederken ‘gece olduğunda yangın söndürme helikopterlerini kullanamıyoruz’ açıklaması yapmıştı.

Diken’de yer alan habere göre, THK web sitesinde yer alan tanıtımda, ellerinde bulunan ‘gelişmiş’ yangın söndürme uçakları hakkında şöyle deniliyor: “Avrupa’nın en büyük özel uçak Yangın Hava Söndürme Filosuna sahip olan THK,  yurtiçi ve yurt dışında orman, sanayi ve şehirlerdeki yangınlara anında müdahale etmektedir. 36 yıllık tecrübesi ile sadece birkaç ülkede yapılabilen gece uçuşlarını da başarıyla gerçekleştirmektedir. T.C. Orman Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü ile koordineli olarak; 36 yıldır yaklaşık 26 bin saat yangın söndürme uçuşu gerçekleştirmiş, başta Antalya, Bodrum, Çanakkale, İstanbul ve İzmir olmak üzere iki binin üzerinde orman yangınına başarı ile müdahale etmiştir. Gerek yurt içi gerekse yurt dışı görevlerde sadece orman yangınlarına değil olası bir yangın felaketi durumunda oluşabilecek afetlere havadan başarı ile müdahale edebilecek kapasite ve tecrübeye sahiptir.”

25 ve 26’ıncı dönem CHP milletvekili Haluk Pekşen ise bu uçakların görev beklediğini belirterek şöyle dedi: “Dalaman ve Göcek ormanları cayır cayır yanıyor.Türk Hava Kurumu yangın söndürme uçakları göreve hazır.Göreve çağrıldıkları anda derhal müdehale etmek üzere bekliyorlar.Orman yangınlarını söndürme son derece ciddi bir uzmanlık işidir. Yangın söndürme ticari bir iş değildir.”