Kategoriler: Yeşeriyorum

Ortak bir dille söyleşebilir miyiz? – Bilge Terzioğlu

Solda ittifak konusu Türkiye için hiç soğumayan bir konu. Ergenekon davası, HES’ler, türban yasağı gibi konular etrafında dönen soldaki ayrışmalar kadar, genel olarak aydınlar arasında ifade uyumsuzluğunun boyutlarını ortaya koyuyor. Değişim ihtiyacını hisseden her kesimden aydınlar, sorunlarının ne olduğunu duyuramıyorlar bile. Suni bir Atatürkçülük-Liberalizm kısır döngüsünde, seçtikleri tarafın sloganlarını tekrarlayarak boğuşuyorlar. Diğer yanda, atı alan insanlara gelecekteki mutlu günler masalını ezberletiyor.

Krizle açılan milenyum, ilk on senesini gene başka bir krizle kapadı. Değişim rüzgarlarının kaldırdığı sular durulasıya kadar, dünyaya büyük çalkantılar hakim oldu. Yaratılan dönüşümü kitlelere açıklayacak, onları uyaracak ve yönlendirecek aydınlara acil olarak ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaç kendini HES’lere karşı ayaklanan köylülerle, baskıcılığa karşı ayaklanan öğrencilerle, grev hakkı isteyen memurlarla, faili meçhullerin peşine düşen topluluklarla her geçen gün daha fazla gösteriyor.

Güncel tartışmalar takip edildiğinde, ortak değerlere sahip oldukları belli insanların, ne yaşananları analiz etmekte, ne çözüm aramakta ortaklık kuramadıklarını görülüyor. “Küresel güçlerin oyunu” demekle iş bitmiyor. Dolmabahçe’de eylem yapan gençlerin, Almanya’da harçları ve eğitim düzenini protesto eden arkadaşlarıyla elele olduklarını vurgulayanların eksikliğini hissediyoruz. Karşılıklı monologlarla söyleşmek mümkün değil; çözüm, veya kitle desteği beklemek de. Oysa, analizlerde ve çözüm yollarında ortaklık kurulmasa bile, aydınlar arası ortak bir dil, çözüme yönelik tartışmaları canlandırabilir. Yapıcı, destekleyici ve kapsayıcı bir dil, en azından kitlelerin bu konulara ilgisini derinleştirerek, iktidarları zorlayabilir. Ortaklığın temeli, sorunların ve çözüm olanaklarının var olduğuna yönelik olsa, hem yeterince kapsayıcı olacak, hem de fikir farklılıklarından kaynaklanan ayrılıkları azaltacaktır.

Dil yarası

Seksenler internet forumlarında vatkalı süveter, krape saçlar ve çay partileri ile anılıyor. Halbuki voltranlı yılları tel örgüler ardında geçiren insanlar üzerinden geçen elektriğin faturası çok sonra geldi. 30 senelik kapsamlı bir programın sonunda, küresel süreçler (global düşün) ve bunların yerel uygulamalarıyla (yerel davran) kafası karışan insanlar, faturayı nereye ödeyeceklerini şaşırmış durumdalar. Doksanlardaki post-travmatik kafa karışıklığı, 2000’lerde yerini retorik karışıklığına bıraktı. Kafa karışıklığı, olan bitenin ne olduğunu, bunların geçmişle bağını kurmayı, geleceği tahmin etmeyi engelledi.

Değişim için acil bir tutum ve davranış bütünlüğüne gereksinim duyuyoruz. Çünkü bunca okuyup, analiz edip, yazıp, tartışıp, düşünüp, tekrar yazıp düşünmeye vakti olmayan insanların, analizi tamamlanmış bilgilere ve fikirleri derli toplu olan aydınlara ihtiyacı var.

Nasıl Ortaklık?

Bir şeyleri değiştirmek için analizlerin tamamlanmasını beklemek, beraberinde süreci hep arkadan takip etmeyi etmeyi getiriyor. Öte yandan, analizlerin yanı sıra, insanları değişime çağırmak için ihtiyaç duyduğumuz yeni bir dil için gereken çaba göz ardı edilmemeli. Aslında bu yeni dil, sadece böylesi populist bir ihtiyaçtan başka, her seviyede iletişim için gerekli. Ortak fikir aramak yerine, üzerinde zaten uzlaşılmış değerleri yansıtan bir dil oluşturmak daha verimli olacaktır. Ortaklıklar, fikirler değil, değerler üzerinden çok daha kolay kurulabilir. Dışlama ve yok sayma söylemi, sorunların tartışmaya açılmasında kurabileceğimiz ortaklıktan alıkoyuyor.

Mevcut söylemin ana hatlarını üç başlıkta toparlayabiliriz: (1) çok fazla “ama” demek, (2) tutarsızlık, (3) şikayetçilik.

Esasen karşılaştırma işlevini gören “ama”, sık sık bir meşrulaştırma aracı olarak karşımıza çıkıyor. Bu türden ‘ama’lara 1960 “askeri hareketi” konusunda yazan-çizenlerde tesadüf ediyoruz. Sağ tandanslı bir liberal “Menderes yönetimi bozuk olabilir ama askeri darbe çözüm müydü?” diye soruyor. Sol eğilimli bir demokrat ise “darbeler çözüm değildir ama Demokrat Partinin yaptıklarını unutmayalım” diye karşılık veriyor. Sonuçta ne darbeler, ne rejim tartışılabiliyor. Kavramlar tartışılmadığı sürece, siyaset tartışmaları tribün jargonunun, taraftar muhabbetinin ötesine geçemiyor. Bu sırada facebook sayfalarımız yılmazözdillerle ve onlara cevap veren rasimozanlarla kaplanıyor.

“Ama” bağlacı bir kemiksizlik örtüsü olarak da sürekli karşımıza çıkıyor. Bu örtüye, ortacı yaklaşım (ne şiş yansın ne kebap) veya tarafsızlık iddiası da denebilir. Apolitizmin kadercilikle birleştiği yerde Nasrettin’e sığınıp her tarafa hak verenler çözüm yolunu tıkıyorlar.

Peki, “ama” kullanmadan konunun birbiriyle çelişen yönleri nasıl analiz edilecek? Dilimiz bize geniş imkanlar veriyor. Mesela, “öte yandan” veya “diğer taraftan”, “ama” diyerek her tarafa hak vermekten ziyade her tarafı eleştirmek imkanı sunabilir. Çünkü, mevcut gerçekliği değiştirmek kadar, sunulan gerçeklik algısını da değiştirebilmeliyiz.  Seçeneklerden hiçbirini içimize sindiremiyorsak, ehven-i şerre yönelmek yerine oy vermeme hakkımızı saklı tutabiliriz.

Tutarsızlık, hallolması ciddi anlamda zor bir sorun. Unutulmamalı ki, yıllara meydan okumuş, kitleleri arkasından sürüklemiş bütün teoriler, kendi içinde tutarlı dinamiklere sahiptir. Bu teorilere ve onların pratiklerine saldırmak hiçbir zaman kolay olmuyor. Zira, bütün teorilerin bir şekilde ortak paydaları mevcut. Bu ortak paydalara zarar vermeden, ayrıca ayağını kendi teorinden çekmeden, karşıt fikir oluşturma çabası, yeterli donanım olmadan çalakalem yapıldığında, fayda sağlamadığı gibi zarara sebep veriyor. Küreselleşmeye karşı çıkacağım derken milliyetçi söylemler takınan kimi marksistler; milliyetçilikleri, memleketin elden gitmesine izin vermeyenlerin, radikal dincilerle yan yana gelmesi gibi ironiler tüm tartışma programlarında izlenebiliyor. Tutarlılık, sorunlara bütüncül çözüm arayışı ile yaklaşıldığında ile mümkün olabilir. Ortak değerlere sahip ama birbirinden kopuk fikirlerine ait geçici veya güncel analizler, koca bir teori ve bu teorinin ulusal ve uluslararası kurumlarca yürütülen faaliyetleri ile baş edemez.

En ivedilikle çözülmesi gereken sorun ise şikayetçi ruh hali. “Biz yazıyoruz, çiziyoruz ama kimse dinlemiyor ki”, “bu memleketten adam olmaz”, “zaten bu vahşilerden ne beklenir” anlayışıyla ortaya çıkan şikayetçi ruh hali fazlasıyla can sıkıcı. Ne kadar sıkıcı olduğunu, kar yağışlı bir okul günü zorlukla gelinen derste, hocanın gelmeyenlere sinirlenip dakikalarca söylenmesini dinledikten sonra ders filan da işlenmeden evine dönenler anlayacaktır.

Rahatsız kitleler, yalın bir dille anlatılan, tutarlı, yalansız ve kendinden emin argümanlarla beslendiklerinde, değişim arayışı toplumsal dinamiklerle birleşecektir. Bulduğumuz çözümlerin, kitlelerin desteği alınmadan hayata geçemeyeceğini unutmamak ortaklık kurmak için iyi bir motivasyon kaynağı olabilir.

Bilge Terzioğlu

Işık Üniversitesi – İktisat Bölümü

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar