Bu hafta kısmen uzmanlığıma yabancı sularda seyredeceğim. Ormanlar zaten uzmanlık alanım. Sokak köpekleri ise kendimi bildim bileli ilgilendiğim, emek verdiğim ve araştırdığım bir konu. Ama sığınmacılar konusu için benzer şeyleri söyleyemeyeceğim. Hele bir de bunlar sosyal medya perspektifinden ele almak son derece hassasiyet gerektiriyor. O nedenle, örneğin geçen haftaki yazım gibi iddialı sözler söylemek yerine, bir yurttaş olarak fikirlerimi dile getirmeyi seçeceğim, hem içerik hem de üslup olarak.
We Are Social ve Hootsuite tarafından hazırlanan Digital 2022: April Global Statshot Report’a göre;
Aynı rapora göre, 16-64 yaş aralığında olanlar için günlük olarak internette geçirilen sürenin dünya ortalaması 6 saat 53 dakika. Bu süre Filipinler’de 10 saat 23 dakikaya çıkarken Japonya’da 4 saat 3 dakikaya kadar düşüyor. Türkiye’yi merak ettiniz değil mi? 8 saat 3 dakika. Yani dünya ortalamasından %17 daha yüksek.
Raporun Türkiye’ye özel kısmından birkaç alıntı yaparak konuya giriş sayılabilecek bu bölümü tamamlayayım:
Bu ve benzeri pek çok rapor ya da çalışmadan konuyla ilişkili bolca istatistik elde edilebilir. Ancak sayılar arasında boğulmamak için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum. Ama izninizle son bir istatistiği de ekleyerek kapatayım bu faslı: Türkiye Yayıncılar Birliği 2020 Kitap Pazarı Raporuna[5] göre Türkiye’de 2020 yılında bandrol alan kitap sayısı yaklaşık 433 milyon. Yani kişi başına düşen yıllık kitap sayısı sadece 7,3.
Dijital dünya ve sosyal medya araçları insanlara çok büyük fırsatlar sunuyor. Yüksek lisans tezini mekanik daktiloyla yazmış birisi olarak bu fırsatların fazlasıyla farkındayım. Bilgiye erişim ve bilginin yayılması açısından sonsuz ufuklar açıldı önümüzde. Sorun şu ki, bilgiye erişmek isteyen var mı? Sezginin, inancın, ideolojinin, çıkarların, önyargının, yandaşlığın ya da muhalifliğin bilgiden çok daha değerli olduğunu gözlüyorum Türkiye’de. Bunlara aykırı olan her şey ‘yanlış’ toplumun geniş bir kesimi için. Üç örnekle açıklamaya çalışacağım:
ORMAN YANGINLARI: Herhangi bir araştırmanın sonucu olarak değil kişisel gözlemlerimin sonucu olarak gördüğüm tablo şu: Sosyal medyaya (özellikle Twitter) bakarsak Türkiye’de orman yangınları konusunun ana bileşenleri uçak-helikopter, terörizm ve oteller. Bir kesim kafayı bütünüyle uçak-helikopter konusuna takmış. Onlara göre konu bundan ibaret. Yatıyorlar uçak, kalkıyorlar helikopter. Bir diğer kesim ki çoğunluğu iktidar yandaşı, bütün yangınların teröristler tarafından çıkarıldığına inanıyor veya inanmasa da inanıyormuş gibi görünüyor. Böylelikle ülkenin ve ormancılığın bütün yönetim beceriksizliklerini perdeleme derdinde. Bir diğer kesim ki onlar da çoğunlukla iktidara muhalif kanat, bütün yangınların ormanlarda otel yapmak, ormanları yapılaşmaya açmak için çıkarıldığını sanıyor veya öyle sanmak işlerine geliyor. Oysa gerçekler o kadar farklı ki. Ama gerçek kimin umurunda?
SIĞINMACILAR[1]: Yine sosyal medyaya bakarsak sığınmacıların hepsi hırsız, arsız, sapık ve benzeri pek çok olumsuz sıfatı hak edenlerden oluşuyor. Hepsi ülkelerini korumak, savaşmak yerine kaçmayı tercih eden korkaklardan meydana geliyor. Önyargılarımız ve sözümü düşündüğüm gibi söyleyeceğim, acınası ırkçılığımız öylesine zıvanadan çıkmış durumda ki, parkta bir kanatlı hayvanla görülen çarşaflı bir kadın mutlaka Suriyeli olmalı (aslında Iraklı), o hayvan kaz olmalı (aslında ördek) ve o kadın o hayvanı çalmış olmalı (aslında kendi besleyip büyüttüğü hayvan).
Bütün bu ırkçı ve önyargılı senaryoyu yazmak için yaklaşık 50-60 m’den çekilmiş bir videoyu görmek yeterli. Şüpheye gerek yok. Gidip o kadınla konuşmaya gerek yok. Onu anlamaya, ihtiyacı varsa yardım etmeye, yanlış bir şey yapıyorsa uyarmaya, yanlışta ısrarcıysa yetkililere haber vermeye gerek yok. 50 m’den videoyu çeker, kafandaki ırkçı senaryoyu da o videoya montajlarsın, olur biter. Böylelikle vatanını çok seven bir kahraman olursun, bizse mülteci sevici. Hayır, dostum, yanılıyorsun. Sen bu kafayla hiçbir şey olamazsın. Bizse, yine sosyal medyada bolca yayılan videodaki Suriyeli gencin söylediği gibi sadece insan oluruz ve “Ben bir insanım” deme hakkına sahip oluruz, hepsi bu.
SOKAK KÖPEKLERİ [2]: Meğerse bu ülkenin sokaklarında yüzlerce, binlerce yıl boyunca köpekler değil de yeryüzündeki en vahşi yaratıklar dolaşmış. Bu yaratıklar gördüğü insana saldırıyor, çeteler oluşturuyor, yakaladıklarını parça parça, lime lime ediyormuş. Aslında onları aramıza binlerce yıl önce biz alıp türlü türlü amaçlarla kullanmamışız da, onlar insanlığı yok etmek için aramıza gizli gizli sızmışlar ve ben ve benim gibi itseverleri[3] esaret altına almışlar. Nereden mi çıkardım bütün bunları? Elbette sosyal medyadaki az ve hatta sıfır bilgiyi; aslında ona da razıyım, çoğu zaman yanlış, yani sıfırın altındaki bilgiyi büyük bir özgüvenle paylaşan akıl ve kalp fukaralarının anlattıklarından. Elbette gerçeklerin onların anlattıklarıyla ilgisi yok. Gerçekler çok yalın ve öğrenmek isteyen için son derece açık.
Neden bu üç örneği seçtim? Çünkü üçünde de birebir ortak yanlar var. Anlatayım:
Beni tanıyanlar, yazılarımı okuyanlar, konuşmalarımı dinleyenler, sosyal medyada takip edenler bu söylediklerime bakarak ülkede ormanlar, sığınmacılar ve sokak köpekleri ile ilgili sorunlu boyutlar olmadığını düşünmek gibi bir gaflet içinde olmadığımı da bilir. Bu yazıda ben bambaşka bir şeyden bahsediyorum. Yazıyı aklı ve kalbiyle okuyanlar zaten anlıyorlar. Sorunu görmek, çözüm aramak başka, yukarıda eleştirdiğim tutumlar başka. Bu tür tutumları benimseyenler hiçbir şeyi çözemeyecek. Çözmek bir yana, daha da derinleştirecekler, derinleştiriyorlar. Çözmek bizim görevimiz, daima da bizim görevimiz kalacak.
*
[1] Teknik ayrıntıya girmeden, Türkiye’ye şu ya da bu yolla girmiş olan Suriyeliler ve Afganlar başta olmak üzere görece daha az gelişmiş ülkelerin uyruğunu taşıyan kişileri sığınmacı olarak kabul ediyorum.
[2] Sokak hayvanları konusundaki düşüncelerimi şu yazıda anlatmıştım.Bu yazıda onlara girmeyeceğim.
[3] Önyargılı, bilgisiz, empati yapamayan, neden-sonuç ilişkisi kuramayan, okumayan, anlamayan ve kalpsiz birisi olmaktansa bir itsever olmaktan çok büyük gurur duyarım.
[4] Yanan orman alanları yeniden ormanlaştırılır. Otel ya da başka bir yapı yapılamaz. Ama yanmamış, sağlıklı orman alanlarına otel yapılabilir. Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8’inci maddesine göre bu mümkün ve yasal. Güvercinlik’teki ormana otel yapılması için bu madde doğrultusunda izin veriliyor. İzin verildikten sonra fakat henüz inşaat başlamadan yangın çıkıyor. İzin yangından önce verildiği için yanan orman alanına otel yapılıyor. İzin yangından önce, yani orman sağlıklıyken verilmemiş olsaydı o alanda otel yapılamazdı.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…