Bu yılın başında Kenya’nın Nairobi kentinde Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde bir plastik anlaşması için tüm ülkeler hem fikir oldu ve 2024 yılında bu anlaşmanın yazılması kararına varıldı.
İşte bu anlaşma kapsamında planlanan müzakerelerin ilki, bu hafta Uruguay’da start aldı ve birçok etkinlik, toplantı ve konuşmayla plastik anlaşmasının neyi kapsaması gerektiği konusu konuşulacak. Dünyanın birçok ülkesinden hükümet heyetleri ve delegasyonları ile birlikte sivil toplum temsilcileri anlaşma müzakerelerini izlemek üzere Uruguay’da yoğun bir mesai harcayacak.
Bunun yanında kirliliğin asıl sorumlusu olan endüstri de kendince bazı girişimlerle bu müzakereleri etkileme peşinde. Nitekim bunların başında Ellen McArthur Vakfı’nın öncülüğünde kurulan ve WWF tarafından da desteklenen ve üyelerinin çoğunluğu ana kirletici sektörlerden oluşan bir girişim geliyor.
Girişim, plastik kirliliğine ilişkin Birleşmiş Milletler nezdinde yapılması planlanan girişimleri etkilemeye dönük kurulduğunu gizlemiyor. Öyle ki girişimin ana hedefinin plastik anlaşmasının plastik kirliliğinin yalnızca semptomlarını değil, temel nedenlerini de ele alan, yasal olarak bağlayıcı bir anlaşmanın kapısını aralaması gerektiğini de belirtiyor. Sadece bu da değil, plastiğin beşikten mezara tekrardan düşünülmesi gerektiğini ve buradaki temel fırsatların da değerlendirilmesi gerektiğinden de üstüne basa basa geçiyor.
Burada kritik nokta “döngüsellik” ve “fırsatlar” atıfı! Çünkü devasa bir sorunun çözümünde bile ilk sayfada fırsat ve döngüselliğe yer veriliyorsa biraz şüphelenmemek elde değil.
Benzer birçok başka girişim daha var. Endüstri uzantısı olanlar dışında diğer girişimlerde ana eksen plastiğin üretiminin de kesinlikle azaltılması ve çözümün geri dönüşüm değil plastiksizleşmede olduğundan bahsediliyor. Bunların hepsine tek tek değinmeye gerek yok. Artık küresel bir plastik anlaşmasının şafağındayız ve bu bile başlı başına önemli bir gelişme. Çünkü plastik kirliliği ülkeleri aşan ve sınır tanımayan bir kirlilik; yediğimiz gıdada, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, okyanuslarımızın en derin çukurlarında ve en yüksek dağ zirvelerinde ve hatta her türlü canlı organında bile var.
Gelinen noktada böyle bir anlaşmanın ülkemiz plastikçilerinin de çoğunlukla önerdiği gibi sahil temizliği, kullanımda azaltım ya da geri dönüşüm filan değil doğrudan yasal yaptırımı olan ve azaltımı da içeren bir anlaşma olması gerektiği hemen konu hakkında bilgi sahibi olan dürüst her ilgili tarafından dile getiriliyor.
Artık plastik üretimi her 15-20 yılda bir ikiye katlanıyor ve bununla birlikte, hammadde tedarikinden nihai bertarafa ve çevresel emisyonlara kadar plastik yaşam döngüsünün her aşamasında kirlilik var. Yani sadece plastik krililiği diye denizlerdeki çöpleri düşünmeyin. Dolayısıyla plastik anlaşmasının beşikten mezara tüm aşamalarda kısıtlamalar içermesi elzem.
Bu bağlamda başarılı bir plastik anlaşması için;
Bu önerileri neden yapıyoruz, çünkü UNEP tarafından ilan edilen bir belgede bazı kafa karışıklıklarının olduğu görülüyor. Her ne kadar iklim, sağlık ve insan hakları boyutları da dâhil olmak üzere plastik kirliliği hakkında sistemik bir değişim çağrısı yapan bilime dayalı gerçeklerin iyi bir özeti yapılmış olsa da aşağıdaki konularda eksik ve hayal kırıklığı yaratan tanımlamalar mevcut:
Bunlar müzakerenin geneline dair değerlendirmeler. Peki bu noktada Türkiye’nin pozisyonu ne olmalı? Bu konuda bir bilgi sahibi miyiz? Delegasyon üyeleri kimler ve nasıl bir hazırlık yaptılar?
Bu soruların hepsi birer muamma. Çünkü ne yazık ki bu müzakereler Türkiye tarafından yeterince ciddiye alınmıyor.
Anladığım kadarıyla yine 25 kuruş olan poşet parası ve Sıfır Atık ile ne kadar plastik çöp toplandığına dair bilgilerden ibaret bir hazırlıkla gidilmiş. Belki de birkaç üstünkörü öneri. Konu hakkında onlarca çalışma yapan biri olarak bana herhangi bir şey danışan olmadı. Diğer araştırıcılara da danışılıp danışılmadığı şüpheli. Danışılsa bile nasıl bir yanıt aldıkları belirsiz. O kadar araştırmama rağmen bu konuda herhangi bir bilgi elde edemedim.
Önemli değil. Umarım proje yönetmekten başka herhangi bir konuda dişe dokunur özel bir fikri olmayan, kıymeti kendinden menkul insanların ipiyle kuyuya inilmiyordur. Öyleyse durum vahim.
Türkiye bildiğiniz gibi Akdeniz’in en kirli sahillerine sahip ve Akdeniz ile Karadeniz’e de en fazla plastik çöp döken ülke konumunda. Bunun yanında atık yönetim alt yapısı da sıfıra yakın. Bununla da sınırlı değil, Avrupa’dan en çok plastik çöp ithal etmenin yanında en çok plastik üreten de ikinci ülke. Şimdi yeni kurulacak petrokimya tesisleriyle de bu sıralamada daha da yükseklere çıkması oldukça olası. Bunun yanında ortaya çıkan etkinin önlenmesinde de hala jenerik kavramların gölgesinde yaklaşımlar hakim.
Türkiye’nin sahilleri sadece kendi plastik çöpüyle değil diğer benzer ülkelerden gelen çöplerle de tehdit altında. Dolayısıyla plastik anlaşmasında yaptırım içeren taahhütleri desteklemesi hayrına olacaktır. Belki böylelikle bölgesel bir işbirliğine bile gitme şansı yakalayabilir.
Türkiye yeni petrokimya tesisi kurmaktan vazgeçmelidir. Hele ki plastik anlaşmasının plastik üretiminde sınırlama getirmesi ihtimali bu yatırımları ölü yatırıma dönüştürecektir çünkü plastik üretimine sınırlama ülkelerin muhtemelen plastik kirliliğine dair performansları üzerinden şekillenecek ki bizim performansımız çok kötü.
Türkiye’nin atık yönetim alt yapısı için ciddi bir desteğe ihtiyacı söz konusu. Mevcut haliyle Türkiye’nin atık yönetim stratejisi yoktan hallice. Bu durum için de bu tür müzakerelerde en ön saflarda olmalı. Başka türlü ulusal planlar için verilecek olan desteklerden mahrum olabilir. Çünkü bir yandan plastik üretimini ikiye katlayacak yatırımlar yapıp bir yandan da plastik üretiminde getirilecek sınırlamanın şartlarını sağlamakta zorlanabilir.
Benzer şekilde plastik mamul ihracatında da önemli engellerle karşılaşılacağını tahmin etmek zor değil. Henüz kendi çöpüyle baş edemeyen ve çevresini de en fazla kirleten konumda olan bir ülkenin ürettiği plastik için olacak talipli oldukça azalacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye plastik anlaşması ve ilişkili müzakereleri ciddiye almalı ve sonraki müzakereler için de konu ile ilgili doğrudan çalışanlarla birlikte kurulacak bir delegasyonu oluşturmalı. Aksi takdirde sefer görev emri ile -mış gibi olmak için gönderilen memurlar ile bu tür müzakerelerden bir çıkarım elde etmek imkânsız.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…