Christine Dell’Amore tarafından National Geographic News‘de yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Özge Geyik’in çevirisiyle sunuyoruz.
* * *
Uzmanlar, yerküre üzerindeki su döngüsünü de etkileyen iklim değişikliği ile dünya genelinde var olan enerji altyapısının sıcak sularda boğulabileceğini söylüyor.
Himalayalar’daki hidroelektrik santrallerden Batı Avrupa’daki nükleer santrallere kadar tüm enerji kaynakları halihazırda seller, ısı dalgaları, kuraklıklar ve benzeri etmenlerden payına düşeni almış durumda (küresel ısınmanın etkilerine dair senaryoların bulunduğu interaktif bir harita için burayı tıklayın).
Elektrik santralleri ve diğer enerji tesisleri genel olarak uzun ömürlü yapılardır. Yaklaşık olarak 1936’da inşaa edilen Nevada’daki Hoover Barajı hala ABD’de bulunan başlıca hidroelektrik santrallerinden biri.
Yapıldığı zamanın koşullarına göre makul gibi görünen bir proje, hızla ısınan dünyamız göz önüne alındığında elli yıl sonrasında çok farklı koşullara maruz kalabilir. Örneğin, Kuzey Kutbu’nda tiyal (donmuş toprak) üzerine kurulacak bir santral buzulların erimesi sonucu yıkılabilir.
Londra Uluslararası İlişkiler Kraliyet Enstitüsü’nde çevre güvenliği uzmanı ve Küresel Savaş kitabının yazarı Cleo Paskal, ‘Çevre üzerinde yarattığımız etkileri araştırma gerekliliği gittikçe daha çok kabul gören bir anlayış’ diyor.
Buna rağmen, ‘değişen çevrenin bizim üzerimizdeki etkileri aynı derecede bahsi geçen bir konu değil.’
Amerika Birleşik Devletleri Tehlikede
Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2007’de yayımlanan raporuna göre iklim değişikliğinin deniz seviyelerini 7 ile 23 inç (18 ve 59 cm) arttırması beklenmekte.
Paskal’a göre en çok etkilenecek alanlardan biri olan ABD, yerleşim şekli itibariyle özellikle tehlike altında. ABD nüfusunun yarısından fazlası ve haliyle enerji santralleri de yükselen deniz seviyesinden en çok etkilenmesi beklenen kıyı şeritleri boyunca yer almakta.
Örneğin güçlü gel-gitler deniz seviyesinin üç metreden daha az yükseğinde yer alan Washington D.C. ve New York’taki pek çok enerji şebekesini ve küçük ölçekli altyapıyı sular altında bırakabilir.
Aslına bakarsak Nijer’den Singapur’a kadar pek çok büyük petrol ve gaz üretim merkezi deniz seviyesinin yalnızca biraz üzerinde kurulu.
ABD Körfez Kıyısı açık denizde ve kıyıda olmak üzere pek çok enerji üretim tesisine ev sahipliği yapıyor. Örneğin ABD petrol üretiminin çeyreğinden fazlası ve doğal gaz üretiminin yaklaşık %15’i Meksika Körfezi’nde gerçekleşiyor. Ancak bu kıyı şeridi iklim değişikliği sebebiyle sıklığı ilerleyen senelerde daha da artması beklenen sel ve aşırı hava olaylarına karşı hassas bir bölge.
Paskal ayrıca, 2005 senesinde körfez kıyısındaki 450 petrol boru hattına ve 113 platforma zarar veren Katrina Kasırgası’yla petrol üretiminin yarıya düşüp küresel petrol fiyatlarında fırlama gerçekleştiğini de belirtiyor.
Isınan Sular
‘Deniz, göl veya nehirlerden su çekilerek reaktörleri soğutulması gereken nükleer enerji santralleri bu mantıkla su kaynaklarının yakınlarına inşaa edilir. Bu durum da bu santralleri yükselen su seviyelerinin tehlike arz ettiği bölgelere konumlandırmak anlamına geliyor’ diye ekliyor Paskal.
Su taşkınları halihazırda ABD, Fransa ve Hindistan gibi ülkelerdeki pek çok santralde üretimi etkilemiş durumda. Örneğin, 1992 yılındaki meydana gelen Andrew kasırgası Florida, Biscayne Vadisi’ndeki Turkey Point Nükleer Enerji Santrali’ne ciddi zararlar verdi.
Birleşik Krallık’taki iklim araştırma merkezi Met Office Hadley Center, 2040’ta Avrupa genelinde yaygınlaşması beklenen ısı dalgalarının nükleer santraller açısından daha büyük bir sorun olacağını belirtiyor ki bu tarih santrallerin öngörülen yaşam süresi içinde kalıyor.
Normal koşullar altında yakındaki bir kaynaktan alınan soğuk su, santrali soğutmak üzere yaptığı devridaimler sonrasında daha yüksek sıcaklıkta salınır, diye belirtiyor Paskal.
Fakat bir ısı dalgası sırasında ısınan hava, soğutucu olarak alınacak suyu daha santrale girmeden ısıtır. Bu yüzden atık su çevreye salındığında yayıldığı ekosistemleri yok edecek sıcaklığa ulaşabilir.
Bu durum Fransa hükümetinin nükleer santrallerden dışarı verilecek suyun sıcaklığı için 24°C üst limitini koymasına sebep olmuştur. Bu kurala göre eğer atık su bu sıcaklıktan yüksek bir dereceye sahipse, örneğin bir ısı dalgası sırasında, reaktörler ya kapatılmalı ya da gücü düşürülmelidir, ki bu da santralin daha düşük seviyede enerji üretmesi anlamına gelir.
Her şeye rağmen, hükümetler bazı durumlarda geçici de olsa atık su üst limit derecelerinin aşılmasına izin vermek zorunda kalacaklar. Örnek vermek gerekirse, 2003 yılında gerçekleşen rekor seviyedeki ısı dalgası Fransa hükümetinin limiti 30°C’ ye çıkarmasına sebep oldu.
2003’te gerçekleşen bu olayın ardından Fransa 408 milyon ABD dolarına (yaklaşık 300 milyon euro) mal olan kararı verdi, ülke genelinde 17 nükleer santral kapatılacak. Yakın geçmişe bakacak olursak, 2009’daki ısı dalgası ülke genelindeki santrallerin üçte birinde üretimin durmasına ve Fransa hükümetinin Birleşik Krallık’tan enerji ithal etmesine sebep oldu.
Değişen Oyun Kuralları
Uzmanlar önceleri tahmin edilebilir olan su akım trendlerine güvenerek altyapı inşaa etmenin de sorunlu olduğunu ifade ediyor.
Örneğin Hindistan, Nepal, Çin ve Avrupa Alpleri’nde yaygın olan buzul erimesine dayalı hidroelektrik santraller, eriyen buzul sularının mevsimsel akışına bağlıdır. Bu da, temelde, sezonluk yağış miktarına bağlı olarak işleyen barajlarla aynı mantıktadır.
Uzmanlar iklim değişikliğinin bu düzeni bozduğunu söylüyor. Küresel ısınma yüzünden eriyen buzullar barajların taşıma kapasitesinden daha fazla miktarda suyun akışına sebep oluyor.
Düzensiz yağışlar büyük hasarlara sebep oluyor: 2006 senesinde Hindistan’ın Surat kentinde meydana gelen aşırı yağışlar hidroelektrik barajın taşmasına ve yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Buna karşın, 2008 ve 2009 yıllarındaki kuraklık ise aynı barajdaki enerji üretiminin %9 seviyelerine düşmesine sebep oldu.
Washington D.C’deki Uluslararası Woodrow Wilson Araştırma Merkezi Çevre Değişimi ve Güvenliği Program başkanı Geoff Dabelko ‘Alışılmadık olan veya istisnai olarak gördüğümüz olaylar kaide halini alabilir’ diye belirtiyor.
‘Belirli bir su miktarına alışığız ve değişimleri çok fazla göz önünüde bulundurmuyoruz’ diye ekliyor. ‘Tesisler daha sıcak bir dünya ve bunun getireceği değişimler düşünülerek tasarlanmalı.’
Miyop Enerji Planları
Uzmanlar bu tarzdaki değişken su döngülerinin, yenilikçi projelerin yenilenebilir enerji teknolojilerine yönelmesine katkı sağlayabileceğini söylüyor.
Kaliforniya, Oakland’daki Pasifik Kalkınma, Çevre ve Güvenlik Enstitüsü kurucu ortak ve başkanı Peter Gleick ‘Eski tip enerji sistemlerini kurmak için yeterli miktarda su kaynağımız olduğunu düşünmemiz daha fazla mümkün değil. O noktayı çoktan geçtik.’ diye belirtti.
‘Güneş enerjisi dahil alternatif kaynakların dahi kendilerine has sıkıntıları var. Sadece sera gazı salımını göz önüne alırsanız güneş enerjili termik santraller uygun bir çözüm gibi görünebilir, fakat düşünmemiz gereken diğer çevresel etkiler var ki bunlardan biri su sorunu.’ diye ekliyor Gleick.
Bu durum, Kaliforniya menşeili güneş enerjisi firması BrightSource Energy gibi firmaların kuru soğutma denilen yöntemle ilgili araştırma ve deneyler yapmasının nedenlerinden biri. Kuru soğutma sürecinde buhar tribünleri soğutucu kondansatöre giren gazı yaratır ve böylece buhar halinden yoğunlaşarak sıvı hale dönüşen su kazana geri döner. Bu sistem santrali soğuturken temiz su ihtiyacını azaltır.
BrighSource, Mojave Çölü’nde yapılmasını planladığı Ivanpah Güneş Enerjisi Üretim Santrali projesinin su ihtiyacını ıslak soğutma sistemine göre %90 oranda azaltabileceğini belirtiyor. Ivanpah Santrali’nde yalnızca aynaları yıkamakta kullanılacak su miktarı bölgedeki 300 hanenin yıllık su tüketimine eşit.
Her şeye rağmen, güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları da doğanın gücünden muaf değil diye ekliyor çevre güvenlik uzmanı Paskal. Iowa eyaletine bağlı Cedar Rapid şehrindeki güneş enerjisi tesisinin 2008 taşkınlarında sular altında kalması bu gerçeğin yalnızca bir örneği.
‘Taşkın yatağına güneş panelleri yerleştirmenin hiçbir manası yok.’
Paskal ayrıca bu gibi geleceği öngöremeyen enerji altyapı yatırımlarının ABD’de yaygın olduğunu ve bu sebeple milyarlarca doların, olası afetler hesaba katılmadan yeni enerji projelerine akıtıldığını belirtiyor.
Son olarak, ‘Acı bir şekilde, aslında ne kadar savunmasız olduğumuz gerçeğini hafife alıyoruz’ diye ekliyor Paskal.
Yazının İngilizce Orjinali
Yazar: Christine Dell’Amore
Yeşil Gazete için çeviren: Özge Geyik
(Yeşil Gazete, National Geographic News)