EğitimManşet

KHK ile ihraç edilen Aydın: “Ünsal Hoca’nın dediği gibi ‘düşlerimizin özgür kalması için’ didinmeye devam”

0

KHK ile ihraç edilen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Uraz Aydın, ‘Barış için Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildirisine imza attığı için ihraç edildiğini belirterek, yayımlanan KHK’larda sürekli ismini aradığını belirtti. İhraç edilen akademisyen, isminin ihraç edilecekler listesine 3 ay önce gönderildiğini ifade ederek, “Beklemek yıpratıcıydı” dedi.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen Dr. Utku Uraz Aydın’ın, 17 yıllık emeği bir gecede gasp edildi. Bir önceki KHK, doçentlik başvurusunu askıya almıştı. Son darbe 8 Şubat’ta vuruldu. Aydın, yayımlanan her listede adını aradığını söylüyor. Sınav sonuçlarında notunu arayan bir öğrenci gibi bakmış listeye: “Çünkü beklemek de yıpratıcıydı… O hafta sonunda Hollanda’da bir konferansa gidecektim. Neoliberalizm ve kültür üzerine bir sunum yapacaktım. Pasaport iptali nedeniyle o iş de olamadı. İçeri kapattılar yani bizi. Ama Ünsal hocanın dediği gibi en azından ‘düşlerimizin özgür kalması için’ didinmeye devam” diyor. Ece Ayhan’ın “Büyük suçların yakındaki küçük ortakları” sözüne de değinen Aydın, ‘suç ortakları’nın çoğunlukta olduğuna dikkat çekiyor.

Uraz Aydın’ın Cumhuriyet’ten Hilal Köse’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

-Akademisyenliğe adım attığın zamanlarda fakülte ne durumdaydı?
1999 yılıydı. Yeni mezun olmuş, asistanlık sınavını geçmiş, atamamın yapılmasını bekliyordum. Binamız depremden zarar görmüştü. Satılmaya karşı direniş sonuç verdi ve bina baştan aşağı tekrar yapıldı. Dekanlığın, Dişhekimliği fakültesinin çamaşırhanesine taşındığı ve hocalar için tek bir odanın ve iki sınıfın bulunduğu geçici bir binada ders yaptığımız ilginç bir sene geçirdik. Biz merdivenlerde oturma eylemi yaparken, Ünsal hoca yanımızda olduğunu açıkladı. Hocası, öğrencisi ve taşıdığı kolektif hafızayla eğitim kurumunun bir bütün olduğunu vurguladı. Eğitim ve bilim faaliyeti açısından illa ki binalara ve duvarlara ihtiyaç olmadığını ekledi. Bilgisini paylaşmak için hiçbir mekânsal sınırlamayı kabul etmiyordu. Yan sokaktaki esnaf lokantasında, sandalyeyi ortaya çekip, sigarasını yakıp, öğle yemeğini yiyen inşaat işçileri ve öğrencilere Zweig’ın Dünün Dünyası’ndan yola çıkarak modernliğin ikili doğası, hem özgürleştirici hem tahakkümcü boyutları üzerine konuşmasını hiç unutmam…

-Marmara İletişim’de sol görüşlü hocalara yönelik baskılar ne zaman başladı?
2011’e kadar geçen süre açıkçası rüya gibiydi. Yaşam alanımız gibi olmuştu fakülte. 2011’de Yusuf Devran, dört dörtlük bir operasyonla fakülteye getirildi ve dekan oldu. Ve şu anda toplum olarak yaşadığımız siyasal evreyi, mikro ölçekte yaşamaya başladık. Sadece bana 5 soruşturma açıldı o dönem. Gezi Direnişi sırasındaki grev nedeniyle aldığımız ceza haricinde, ki sonra YÖK iptal etti, hiçbirinden ceza almadım. Akıl almaz bir durumdu. Kendileri hâlâ Radyo-Televizyon anabilim dalı başkanı. Bu baskı süreci de bizi, bir avuç araştırma görevlisini inanılmaz yakınlaştırdı, zor deneyimlerden geçirdi. Bence o dönemin, üniversitelerdeki direniş tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Ve o dostlarım hâlâ orada, mevcut ve gelecek yönetimler ayaklarını denk alsın, onlara bulaşılmaz (gülüyor).

Bin kere söyledik

-Barış bildirisine imza atarken, böyle yoğun bir saldırıyla karşı karşıya kalacağınız aklına gelir miydi?
Açıkçası beklemiyordum. Metni kesinlikle radikal bulmuyorum, bin kere söylediğimiz, yazdığımız şeyler. Bir sene öncesine kadar iktidarın da söyleyebileceği şeylerdi. Ama tabii zamanlama önemli. Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına göre, zaten Mart 2015’ten itibaren aldığı, müzakere sürecini sonlandırarak benimsediği yeni milliyetçi yönelimini pekiştirdiği ve ülkeyi savaşın içine attığı bir dönemdi bu.

-İhraç listesinde adını gördüğünde ne hissettin?
Hemen hemen iki buçuk aydır isimlerimizin gönderildiğini biliyorduk, dolayısıyla KHK bekler hale gelmiştik. Açıkçası ben ‘umarım bu sefer adım vardır’ duygusuyla baktım listeye. Çünkü beklemek de yıpratıcı. Böyle sert bir dönemde imzacıları üniversitede bırakmayacakları aşikârdı, yani atılacağımız belli ama bekleyiş devam ediyor. ‘Bitse de önümüzü görsek’ demeye başlıyorsunuz bir yerden sonra. Ve birçok arkadaşımla konuştuğumda aynı duyguları paylaştığımızı fark ettim.

-Odayı boşaltmak çok mu zordu? Uğurlamaya gelen çok kişi vardı, hocaların, öğrencilerin…
Daha çok sıcak, açıkçası üzülecek veya duygulanacak vakit bulamadım henüz, koşturmaktan. Ama daha sonra vuracaktır elbette. 1995’ten beri içinde yaşadığım, çalıştığım, hatta büyüdüğüm bir yer nihayetinde. Ama dayanışma kısmı çok şaşkınlık veriyor. Oradan anlıyorsunuz insanların nasıl canına tak ettiğini, o bıkkınlığın, öfkenin nasıl biriktiğini. Ama bütün o dayanışma, sarılmalar içinde, müstahdem bir abimizin yaşlı gözlerle okulun parmaklıklarının arkasından bakışını ve de hiç tanımadığım iki liseli genç kadının bizlere beyaz gül getirmesini hiç unutmayacağım. Bir de tabii ki bütün eski dostlarımızın (sen mesela) yanı sıra, Ünsal hocanın oğlu Çınar’ın gelmesi de çok mutlu etti beni.

Ağır darbe ama..

-Akademi bitiyor mu sahiden de?
Benim için bitti gibi görünüyor. Ağır darbe yediği aşikâr fakat hâlâ içerde, çok değerli meslektaşlarımızın olduğunu unutmayalım. Emekten ve özgürlükten yana bilim insanları olarak inandıkları biçimde işlerini yapmaya devam edeceklerinden kimsenin şüphesi olmasın. Ece Ayhan’ın, ‘büyük suçların uzaktaki küçük ortakları’ maalesef çoğunlukta ve hiç de uzakta değil, yanıbaşımızda.

Tarihin akışı değişmeli

Bundan sonra ne yapacaksın? ‘Geri döneceğiz’ diyerek ayrılıyorsunuz, geri dönmenin yolu nereden geçiyor?
Elbette ki tüm hukuki süreçler değerlendirilecek. En nihayetinde tarihe not düşmüş oluyoruz. Suç işlemedik ve gözlerimizin önünde meydana gelen bir büyük suça ortak olmaya razı olmayan yurttaşlar olarak görüşlerimizi belirttik. Durum bundan ibaret. İsimlerini hiç duymadığımız yüzlerce Eğitim-Sen’li öğretmeni de unutmamak lazım. Birkaç isimin geri alınmasıyla çözülecek bir mevzu değil bu. Tarihin aktığı yönün değiştirilmesini gerektiren bir durum bu.

‘Hayır ’ moral üstünlüğü olur

-Referandum süreci de ilerliyor. Ne düşünüyorsun bu konuda?
Referandumda Hayır çıkması demokratik güçlere bir moral üstünlüğü olur. Bütün baskıya rağmen insanların hayır dediklerini kamusal alanda ifade etmekten çekinmediği bir duruma tanık oluyoruz. Bu çok değerli bir dinamik bence ve referandum sonrasının otoriter dalgasına karşı direnişe daha hazırlıklı girmeyi sağlayabilir.

 

(Cumhuriyet)

More in Eğitim

You may also like

Comments

Comments are closed.