Gıda krizine çözüm olarak yeşil ekonomi ilkeleri

Son zamanlarda özellikle gıda fiyatlarında ciddi artışlar var. Bu artışların sebebi Türkiye açısından yanlış ekonomi politikaları ve antidemokratik yönetim olsa da, gıda krizi dünya çapında herkesi az veya çok etkiliyor. Temel sebep, artık fosil yakıtlar ile tarımsal üretimi destekleme lüksümüzün olmaması.

Ancak başka sebepler de var…

Evet, suni gübreden tarımsal zehirlere, toprak işlemeden nakliyeye tarımsal üretim neredeyse tamamen fosil yakıtlara bağımlı. Ayrıca özellikle şehirlerdeki insanların beslenmesi için ‘nasılsa nakliyesi mümkün’ mantığı ile ülkeler; ithalat ile ihtiyaçlarını karşılamak üzerine planlamışlar gıda tedarik sistemlerini. Dolayısı ile daha önceden kolayca ve uygun fiyatla uzaklardan ithal edilen bitkisel yağ veya buğday, o uzaklarda savaş olması durumunda birden piyasaları etkileyip fiyatları yükseltiyor. Bunun yanı sıra bir de kartelleşmiş tedarikçiler var. Piyasadaki birkaç dev gıda dağıtıcısı aralarında anlaşıp bir ürünün fiyatını ortak olarak belirleyebiliyorlar ve dün üçe aldığınız yağı bugün ancak beşten alabiliyorsunuz.

Kısacası fosil yakıtlara bağlı neoliberal politikalar üzerine kurulu gıda üretim ve dağıtım sistemi artık kangren olmuş durumda. Bu sistemde şimdilik en çok, düşük gelirliler eziliyor gibi görünüyor. Aslında yüksek gelirliler de, tıbbi açıdan ciddi anlamda olumsuz etkileniyorlar ancak fatura ödenebildiği için bu maliyet pek de görünür değil.

Açıkçası büyük resimde değişmesi gereken çok şey var ve bunların bugünden yarına hızla değişmesini ummak pek mümkün değil. Ancak emin olun bireysel olarak yeşil ekonomi kurallarına uymak, iklim krizine duyarlı olmak ve sorumlu davranmak, gıda krizinin olumsuz etkilerinden daha az etkilenmenizi sağlar.

Nasıl mı? Gelin birkaç örnek verelim.

Yeşil Ekonomi gıda alanında neler öneriyor?

Yeşil ekonomi gıda alanında yerel üretim yerel tüketimi savunur. Tüketimde karbon ayak izimizin düşürülmesi gerektiğini söyler. Döngüsel ekonomiyi desteklerken ‘sıfır atık’ kavramını önerir. Paylaşmayı ve biyoçeşitliliğin desteklenmesini talep eder. Tarımsal ürünlerin zamanında tüketilmesi gerektiğini söyler. Ve evet, tüm bu öneriler aynı zamanda sizin daha ucuza daha iyi beslenmenizi sağlayacaktır.

Şu aşamada mevcut ekonomik düzenin, kapitalist muhasebe sisteminin beyinlerimize kazıdığı ön kabuller ve reklamların bizi boğduğu sapkın söylemlerin yankısı ile bana itiraz ettiğinizi duyar gibiyim: “Organik ürünler pahalı, balkonda sebze yetiştiremiyorum, çocuklar öyle her şeyi yemiyor, hayvansal ürünleri azaltmam mümkün değil”

Fizikçi Einstein’ ın meşhur lafı ile yanıtlamak istiyorum bu tepkilerinizi: “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur”

Evet, bunlar önyargılar. Yeşil ekonominin sizi zenginleştirme yolları çeşitlidir ve çoğu zaman bir muhasebe tablosunda zenginleştiğinizi göremezsiniz. Aynı sebzeden daha çok besin aldığınızı, daha sağlıklı olmanız dolayısı ile azalan tıbbi giderlerinizi fark edemeyebilirsiniz. Ancak bu görünmez destek daha zenginleştiğiniz gerçeğini değiştirmez, sadece zenginleşme seviyenizin tespit edilemediğini gösterir.

Size burada tüm bu davranış değişikliği çabalarınızın sizi nasıl zenginleştirip, daha iyi ve sağlıklı doyuracağını tüm detayları ile anlatıp büyük bir ekonomik iktisat teorisi yayınlayamayacağım. Ancak belki birkaç örnek verebilir ve bu tavır değişikliği için neler yapabileceğinizi söyleyebilirim.

Ne yapmalı?

Bireysel olarak yapılabilecekleri şöyle örnekleyebiliriz:

Yerel üretim yerel tüketim: Yakınlardan gelen gıdaları tercih edin. Ne kadar yakından geliyorsa, gıdanın karbon ayak izi en azından nakliye açısından o kadar düşüktür. Hele kendi balkonunuzda yetiştirdiğiniz gıda bu açıdan en iyidir. Az olabilir, asla yetmeyecek olabilir ama en azından size öğretir. Mesela diyelim Bursa ilinde bahçenizde karpuz yetiştirirseniz, mayıs ayında karpuz fiyatlarının yüksekliğinden şikayet etmenin absürt olduğunu bilirsiniz çünkü bırakın meyveyi daha karpuzlarınız çiçek bile açmamıştır.

Karbon ayak izimizin düşürülmesi: Karbon ayak izi konusunda elbette yakındaki ürünleri talep etmek iyidir ancak günümüz koşullarında tamamen fosil yakıtlara bağımlı kölelik düzeni hayvancılığı da en önemli karbon emisyonu kaynaklarındandır. Eğer serbest gezip kendi gıdasını kendi bulan hayvansal ürünlere ulaşamıyorsanız; bilin ki tükettiğiniz hayvansal ürünler hem sağlığınıza zararlı, hem hayvan haklarını hiçe sayan ve hem de gitgide pahalılaşacak kötü besin kaynaklarıdır. Bu konuda bugün yapılabileceklerin başında ‘az ama öz’ felsefesini uygulamayı öneririm.

Döngüsel ekonomi ve ‘sıfır atık’: Bir alandan bitkisel üretim yaparken toprağın kendi kendini geliştirmesi, içerisindeki canlılığın artması gerekir. Bu amaçla da toprağa organik maddeler gelmelidir. Doğal döngüde otçul hayvanlar bitkileri yerken dışkılarını onlara hediye eder. Öldüklerinde de bedenlerinden kalan kemikler ve artıklar toprağı besler. Tarımsal üretim modelleri de bu şekilde doğayı taklit etmeli, bitkiler yapay kimyasal gübrelerle değil o topraktan alınan ürünlerin atıklarının toprağa geri dönmesi ile beslenmelidir. Mevcut durumda insanlar hayvan dışkısı ve kompost kullanarak bunu sağlamaktadırlar. Tarımsal üretimde döngüsellik bu şekilde sağlanabilir ve ‘sıfır atık’ yolunda ilerlenir. Bu yöntemler gıdaların daha sağlıklı olmasını ve fosil yakıtların artan fiyatlarını göz önüne aldığımızda görece daha ucuza üretilmesini sağlar.

Paylaşma kültürü: O gün bolca kuru fasulye yaptınız diyelim. Daha doğrusu yeşil ekonomi modeline göre eğer iyi yapıyorsanız ve komşularınız varsa kuru fasulyeyi biraz bol yapın. Ve birkaç tabak da komşularınıza verin. Böylece onlar da iyi yaptıkları bir yemeği bolca yaptıklarında size bir tabak gönderirler. Paylaşma ve yardımlaşma gıda tedariki kırılganlığını azaltır.

Biyoçeşitliliğin desteklenmesi: Endüstri tek bir ürünü, en kolay nakledilebilecek ve en zor bozulacak şekilde üretip size sunarak kar elde etmek için elinden geleni yapar. Oysa, olabildiğince çeşitli ürünlerin olabildiğince çeşitli türleri ile beslenmemiz bizler için daha sağlıklıdır. Patatesin birkaç farklı çeşidi, tahılın ve sebzelerin farklı çeşitleri ile beslenmek tek türle sürekli beslenmekten faydalıdır. Her şeyin çoğu zarar, azı karardır. Dolayısı ile “bugün ne yemek pişirsem, yesem?” diye düşünen kişinin, bahçesindeki ısırgan otundan çorba yapmayı bir ihtimal olarak alması bir Yeşil ekonomi uygulamasıdır.

Tarımsal ürünlerin zamanında tüketilmesi: Turfanda ürünler ekolojik değildir. Organik belgesi olsa bile kışın üretilmiş bir domates ekolojik bir ürün olarak kabul edilemez. Karbon ayak izi yüksektir ve ister istemez de pahalıdır. Reklamlar ve piyasanın dayatmalarına kanmayıp, tarımsal ürünlerin hangi dönemlerde yetiştiğini takip edin. Özellikle bölgenizdeki gıdaların ne zaman olgun ve tüketilir olduğunu bilin ve tüketiminizi buna göre ayarlayın. Kışın domates fiyatlarının yüksekliğinden şikayet ediyorsanız bilin ki yeşil ekonominin faydalarından yararlanamıyor ve her geçen gün fakirleşiyorsunuz.

Nasıl yapmalı?

Bence tüm bu tavsiyelere uyabilmek için en büyük girdi Yeşil ekonominin tarım ve gıda alanında uygulamalarının içerisine girerek orada yaşamaktır. Bu konuda çalışan bir çok gıda kooperatifi, dernek ve sivil toplum kuruluşu hatta yeşil siyasi partiler var. Gidin gönüllü olun. Haftada birkaç saatinizi gönüllü olarak bu organizasyonlara harcayın. Bu organizasyonların mail listelerine ve sosyal medya hesaplarına abone olun. Bugün başlayın ve seneye daha iyi beslendiğinizi görün.

İnanıyorum ve biliyorum ki aynı maaşı alan, aynı yerde yaşayan iki ayrı kişiden yeşil ekonomik ilkelere bağlı kalanlar birçok açıdan daha zengindirler.

Siz de aklın yolunu seçin.

İlk başlarda zorlansanız da bu treni kaçırmayın.